184

Sayılı günler, içinizden hasta olan veya seferde bulunan ise diğer günlerden sayısınca, ona dayanıb kalacaklar üzerine de fidye: bir miskin doyumu, her kim de hayrına fidyeyi artırırsa hakkında daha hayırlıdır, bununla beraber oruc tutmanız sizin için daha hayırlıdır eğer bilirseniz

(........) sayılı günlerdedir. Yani senenin günlerine nazaran az ve mahdud günlerdedir. Hem de sizin sıhhatinizi ıhlâl etmiyecek ve takatlarınızı süketmiyecek bir veçhile ma'zeretlerinizi de gözeterek meşru kılınmıştır. (........) imdi bu günlerde sizden her hanginiz oruçtan zarar görecek derecede hasta olur (........) yahud bir sefer üzerinde bulunursa bunların farzı (........) diğer günlerden yani iyi olduğu ve seferden geldiği günlerden aynı mikdardır. -Bu suretle marîza veya müsafire eda farz değil, yemeğe ruhsat vardır. Bunlar yerlerse ifakat bulduktan veya ikamet ettikten sonra kaza ederler. Vücubı eda, ifakat ve ikamet üzerine terettüb eyler.

SEFER esasen, keşif ma'nasını mutazammındır. Bunun için isfar, yüzünü açmak ve parlamak ma'nasınadır. Uzak bir yere gitmek de yolcunun her türlü ahval ve ahlâkını meydana çıkardığı için sefer tesmiye edilmiştir. Bu ise bir gün iki gün gibi az bir zamanda tebeyyün edemez ve filvaki âdeten de mesafei karibeye sefer ıtlak edilmez, ancak üç günlük yolun şer'an seferi sahih olduğunda da ittifak edilmiştir ve her gün için mu'tedil yürüyüş ile altı saatlik mesafe mıkıyas ittihâz olunmuştur. Binaenaleyh bunun madununda sefer ismi katiyetle sabit değildir. Merakibi berriye ve bahriye gibi vasıta ile gidenler için de âdete umumî ve mutavassıt olan vesaitın tabiî ve âdî seyri mikyastır. Fevkal'âde seri' veya fevkal'âde bati olan hususî vasıtalara itibar yoktur, çünkü hükm-ü hikmet fertte değil cinste itibar olunur. Bunun için karada yaya veya kârban yürüyüşü, ve denizde de mu'tedil rüzgârla gemi yürüyüşü mıkyas olmuştur. Bu sebeble ahiren şimendüfer ve vapur sür'atleri de fevkal'ade vesait kabilinden addedilmişti. Filvaki eski atlar ve bu günkü tayyareler gibi bunların fevkal'ade vesaitten olduğu zamanlar olmuştur. Lâkin zamanımızda bir çok yerlerde bunlar taammüm ve takarrür ederek umum için vasaitı mu'tade halini kesbetmiş ve diğerlerine galabe eylemiş olduğunda da şübhe yoktur. O halde yelken gemisi yerine vapurla, kara vasıtaları yerine şimendüferle sefer, galib ve mu'tad olan mevaki için bunların mıkyas ittihaz edilmeleri nassın sefer hakkındaki ma'nasına evfak olduğu zahirdir. Binaenaleyh şimendüferle veya vapurla yolculuk yapanların on sekiz saatini vapur veya şimendüferin seyri vasat ve mu'tedilile hısab eylemek icab edecektir. Bunlar nassın ma'nası tebeddül etmeksizin ıhtilafı ezman ile tebeddül eden ahkâmdan olduğu inkâr edilemez. Çünkü hükmi nas (........) kelimesindeki ma'nayı mutad üzerine mübtenidir. Şüphe yok ki, asıl mes'ul yolcunun kendisidir, onun kendi ma'zeretinin derecesini kendisi takdir etmek lâzımgelir. İraei mıkyas ise şer'in ona bir teshilidir. Şimendüfer ve vapurun vesaitı mu'tade halini iktisab etmiş olduğunu inkâr etmek ise bunları ve zamanını bilmemektir. Meselâ Eskişehir ile İstanbul arasında gelip giden şimendüfer yolcularile diğer yolcular mukayese edilirse şimendüferin ne kadar ağleb ve mu'tad olduğu tebeyyün eder. Fakat tayyare ve otomobil böyle değildir. Otomobil elyevm, zamanı sabıkın koşan atları mesabesindedir. Tayyare de henüz vesaitı umumîyeden değildir. Maamafih bunun denizdeki eski gemiler gibi heva tarikında yegâne bir vasıtai mu'tebere addedilmesi de kıyas ve ihtiyata muvafıktır. Bunlarla beraber şimendüfer ve vapur mutad olan yerlerde de yaya ve yelken ile giden yolcunun hali kemafissabık itibardan ıskat edilemez. Çünkü bunlar bir kerre şer'in itibar ettiği muhakkak olan tabiî ve âdî mikyaslardandır. Obirlerinin bihükmil'âde ma'nayı lûgatte (bilgalebe) bunlara ılhakı bunların asaletini ibtal edemeyecektir. Merîz ve müsafir gibi muvakkat ma'zurlar böyle, daimî olan ikincisine gelince: (........) gerek edaen ve gerek kazaen sıyama zor dayanabilen orucu güçsünen ya'ni oruç takatlerini tüketecek olanlar, meselâ pek ıhtiyarlamış veya ifakatı ümidsiz bir marazı müzmine müptelâ olmuş bulunanlar üzerinde (........) yedikleri her oruç yerine bir fidye yani (........) bir miskin taamı farzdır. -Nafi' ve Ebû Ca'fer kıraetlerinde ve İbn-i Âmirden İbn-i Zekvan rivayetinde taama izafetle (........) tenvinsiz ve (........) meksur okunur. İzafeti beyaniyyei lâmiyye ile bir miskin taamı fidye demek olur. Yine Nafi' ve İbn-i Âmir ve Ebû Ca'fer kıraetlerinde cemi' sıgasile mesakîn okunur ki, mesakîn taamı fidye demektir. Evvelkinde her orucun fidyesi, ikincide mecmuunun fidyesi anlaşılır. Bir miskin taamı şer'en sa' denilen ölçek ile buğdaydan yarım ölçek arpa, hurma, kuru üzüm ve saireden bir ölçektir. Bir sa' dirhemi şer'î ile bin seksen dirhemdir. Dirhemi şer'î onu yedi mıskal gelen ve vezni sebi' denilen dirhemdir ki, bizim şimdiki dirhemlerimizden iki kırat kadar küçüktür. Binaenaleyh yarım sa' buğday on altı kıratlık dirhemi örfı ile bir okka yetmiş iki buçuk dirhem demektir, demek ki, şeriati islâmiye nazarında en fakir bir kimsenin iki öğün itibarile bir günlük yemeği budur. Bu mikdar sadakai fitır ve sair bütün keffaratta esastır. Ancak bu hısab sadakai fitır gibi fakirin yedine aynen veya kıymeten temlik takdirindedir. Çağırıb bil'fiil ibaha ile it'am edilmek istenildiği zaman bir fakirin iki öğünde doyabildiği kadar yemesi mu'tebardir ki, insanına göre daha az veya daha çok olabilir. Bu fidyede ise ibaha caizdir. Fidye bir şey'in makamına kaim olmak üzere verilen bedel demektir. Bu kelime ve ma'nasındaki bedeliyyet olmasa idi bu taamı miskinin sadakai fitır olması tebadür ederdi. Lâkin fidye kelimesi bunun fidyeden başka ve oruç yerine verilecek bir bedel olduğuna ve orucun asaletine delâlet etmektedir. (........) harfi de vücub ifade eder. Demek burada oruç asıl ve fidye onun taazzürü takdirinde vacib bir bedelidir.

Ya'ni marîz ve müsafirin eyyamı uharde kazası gibi kaza ma'nasında bir bedeldir. Maamafih bunun asıl vücubda bir ruhsat olması ve binaenaleyh savm evlâ olmak üzere bir vücubı muhayyer ifade etmesi de mümkindir. Bir hayli müfessirîn işbu vücubı muhayyer suretini kabul etmişler ve âtideki (........) âyetinin ıtlak ve tencizile bu vücubı muhayyerin her halde mensuh olduğuna kail olmuşlardır. Her iki halde âyetin marîz ve müsafir siyakında ehli ma'zeret için bir ruhsat olmak üzere mesûk olduğunda şüphe yoktur. Marîz ve müsafirde yalnız eda ma'zereti mevzuıbahs iken bunda ıtlakile orucun hem eda ve hem kaza ma'zereti nazarı itibara alınmıştır. Çünkü fidye mutlak oruç bedeli olunca eda ve kazaya şamil bir ma'zeret zemanında verilebilmek lâzım gelecek ve bununla beraber bunda bir nevi' eda ma'nası da bulunacaktır. Binaenaleyh vücubı muhayyer muhtemil olmakla beraber şıkkı evvel müraccahtır. Yani bu fidye keyfiyyeti bir ma'zarat dolayısile eda ve kazaya imkânı kâmil bulunmadığı takdirde kaza ve kısmen de eda ma'nasında olarak meşru kılınmıştır ki, (........) bu ma'zarati daima erbabıdır ve bunda nesıh yoktur. Şimdi bunu izah edelim:

YÜTIKUNE: İf'al babında ve «itaka» masdarından fi'li muzaridir. «İtaka», takat ve tavktandır. Tavk, (........) nın fethile takat, (........) nın zammile de boyna takılan gerdanlık veya ağır bir demirdir. Takat vüs-u istitaat ma'nasına ma'ruf ise de esasen aralarında bir fark vardır. Vüsu' takatın fevkındadır. Çünkü vüsu' bir şey'e suhuletle kadir olmak, takat de şiddet-ü meşakkatle kadir olmaktır. Binaenaleyh itaka gücü yetmek, dayanmak manasına gelirse de esasında güç yetişmek, güç tükenmek, zor dayanmak hattâ dayanamamak manasınadır ki, buna tatvik, tatavvuk, tatayyuk, ichad denilir. Binaenaleyh burada itaka, ya istitaa veya tatvık manasına olacaktır. İstitaa manasına olursa gücü yetenler oruç tutmadıkları takdirde fidye versinler demek olur ki, vücubı muhayyer ifade eder. Ve savim müraccah olur. İtakaya bu ma'na verilirse (........) emrinin ıtlak ve tencizile mensuh olduğunda şüphe yoktur. Bunun için bu tefsire kail olanlar bunun mensuhıyetinde de ittifak etmişlerdir. Halbuki bu mana zahir bile olsa iradesine mani' karîne vardır. Zira (........) zamiri her halde sıyama raci'dir. Maba'dindeki fidyeye rücuu caiz değildir. Gerçi bunda rütbeten ızmar kablezzikir yoktur. Fidye muahhar mübteda' olduğu için rütbeten mukaddemdir. Fakat fidye kelimesi müennes olduğundan buna müzekker zamiri gönderilemez, ondan sonraki taama irca' etmek ise cezaleti nazmı ihlâl edecek bir rekâkettir. Ve metbu'dan tabie geçerek fidyenin bedeliyyet manasını unutturmaktır ve bir ızmar kablezzikir ma'nasındadır. Zamirin fidye ve ta'ama ircaı caiz olmadığından ma'na «fidyeye gücü yetenlere fidye vacibdir» demek olamaz. Zamirsiz «gücü yetenlere fidye vacibdir» gibi anlaşılmak hiç caiz olamaz (........) buyurulmadığı gibi (........) da buyurulmamıştır. Eğer murad bu olsa idi bunlardan biri söylenmek icab ederdi ve zamirin hezfi daha vecîz olurdu. İmdi zamir, sıyama raci olduğu halde itakayı vüs-u istitaat manasına hamledecek olursak ma'na şöyle olacaktır: «Sıyama gücü yetenlere fidye vacibdir» böyle demek ise gayrı ma'kul bir tenakuz teşkil eder. Çünkü sıyama gücü yetenlere fidye vacib olunca (........) mucebince oruç tutması lâzım gelenler sıyama gücü yetmiyen acezeden ibaret kalmak ıktıza edecektir. Buna karşı fidyenin vücubu sıyamın vücubunu neshetmiştir de denemez. Zira nazmın sıyakı ma'zerette varıd olması, kezalik fidye kelimesi sonra nâsıh mensuh ictima' etmez iken (........) de cem'a delâlet eden vav buna manidirler. Marîz ve müsafire kaza' vacib olduğu halde sahih ve mukimin muhayyer olması da diğer bir tenakuz demektir. Kelâmı beliğde böyle gayrı ma'kul münafat öyle kat'î bir karînei maniadır ki, bununla itakanın güç yetmek ma'nasına olmadığı kat'iyen tebeyyün eder. Bundan başka manayı muradı gösterecek bir de karînei muayyine vardır. Çünkü bunun siyakı ma'zeret ve ruhsat siyakıdır, zira makablinde marîz ile müsafir hakkındaki ruhsat zikredilmiştir. Demek ki, bundan murad onlardan başka ve fakat onlara şebih ve maamafih onlar gibi eyyamı uharda kaza ümidi bile bulunmıyan bir sınıf olacaktır. İşte o karînei mania ve bu karînei muayyine ile burada itakanın tatvik ve ichad gibi son derece gücsünmek, güç tükenmek, zor dayanmak, hattâ dayanamamak ma'nasına olduğu taayyün eder ki, bu ma'na mecaz olsa idi yine zarurî olacaktı. Filvaki dirayeten böyle olduğu gibi rivayeten de bunun (........) diye tefsir edilmiş bulunduğunu görüyoruz. Sonra kıraati şazze olarak (........) diye beş kıraet daha varid olduğunu ve bunların her biri kıraet itibarile şazzolmakla beraber mec'muunun tefsir noktai nazarından mühim bir kuvvet ifade ettiğini de anlıyoruz ki, bunun hasılı ve tefsir olmak üzere mervi bulunan (........) orucu çok gücsünür ya'ni dayanamazlar demektir. Bu ma'nanın mensuh olmadığında ittifak vardır. Ve kelimenin böyle bir nefi ma'nasını tazammunu, hasılı ma'na itibariledir. Bizzat (........) mahzuftur demek zarurî değildir. Netekim lisanımızda dahi «filân buna zor dayanır» demek «dayanamaz» demektir. Daha açıkçası lisanımızdaki «dayanmak» kelimesi de aynı veçhile hem müsbet hem menfi ma'naya gelir: meselâ «fülan buna dayanır» demek tahammül eder demek olduğu gibi «dayandı, dayanacak = dayandı kaldı, dayanıp kalacak» tahammül edemedi, tahammül edemiyecek demektir. İşte bu âyette ıtaka kelimesi de buna şebihtir.

Zikrolunan karineler mevcud iken (........) demek olamaz. Urfen bunların müradif gibi kullanıldıkları inkâr olunamazsa da esasta farkları vardır. Bilhassa karîne bulunduğu zaman bu fark aranmak zarurîdir. Kur’ân’da güç yetmek ma'nasına hemen umumîyetle istıtaa kullanıldığı halde burada (........) buyurulmayıb da (........) buyurulması da ayrıca bir karîne demekdir. Bu mefhumu anladıktan sonra şimdi de bunların masadakını yani merîz ve müsafirden sonra bu sınıf ma'zeret sahiblerinin kimler olduğunu tetkik edelim:

1- Tefsiri Asamda bunun dahi merîz ve müsafir hakkında olduğu gösterilmiştir. Çünkü, denilmiş, merîz ve müsafir başlıca iki kısımdır, bir kısmı maraz ve sefer halinde oruç tutabilir, bir kısmı tutamaz, evvelâ tutamıyacak olanlar hakkında (........) diye kaza farz kılınmış, saniyen tutabilecek olanlarada vücubı muhayyer suretile tutmak veya fidye vermek beyninde bir ruhsat verilmiştir. Binaenaleyh (........) sahih ve mukim olanlara vücubı müneccez ifade eder. (........) de iki nevi maraz ve sefer ma'zeretlerine aittir. Bunda ıtaka hali mazerette edaya istitaa ile tefsir edilmiş fakat karînei mezkûreden dolayı bu ma'zeret merîz ve müsafire tahsıs olunmuştur. Bu kavil mu'teber değildir.

2- İmam Malik Hazretleri bunun «Ramazan geldiği halde üzerinde geçen Ramazandan oruç borcu kalmış ve bu müddet zarfında kazaya muktedir olduğu halde kaza etmemiş bulunan kimseler» hakkında olduğuna kail olmuş ve şeyhı faniye fidye vacib değil, lâkin verirse hasen görürüm demiştir. Demek olur ki, müşarünileyh bunun sıyakı ma'zerette olduğunu mülâhaza ile (........) zamirini yalnız savmi kazaya icra' ederek te'vil etmiş ve bu sayede ıtakayı kazaya istitaa ma'nasına haml eyliyebilmiştir. Ve bunun zımnında ikinci Ramazanın hululile sene zarfında kazaya imkân kalmamış olduğunu da düşündüğü cihetle ıtakanın ademi istitaa manasını dahi mülâhaza etmiş demektir. Böyle olunca da bu tahsısın veçhi zahir olmaz. Bir de bunun ma'nası (........) de mutlak olan eyyamı uharı o senenin günleri diye takyid ederek senesi zarfında kazanın vücubuna hükmetmektir ki, bizce doğru değildir. Zira mutlakın hükmü ıtlakı üzere cereyan etmektir. Takyid ancak nâsıh olabilecek bir delil ile olabilir. Bu ise yoktur. Binaenaleyh vücubı kaza muvakkat değildir.

3- Bir çok müfessirîn burada sıyama ıtakanın, istitaa ma'nasile tefsirini ve vücubı muhayyerle sahih ve mukîme hamlini mümkin görmüşler ve fakat bunun (........) âyetile külliyyen mensuh olduğuna kail olmuşlardır. Bunlar mensuhıyette ittifak ile beraber sebeb-i nüzulde ıhtilâf etmişlerdir. Bazıları (........) Ramazan hakkında olmayıb eyyamı ma'dudatın bidayeti hicretteki Aşura ve eyyamı bıyz olduğuna ve şehri Ramazan ile tamamen mensuh bulunduğuna zahib olmuşlardır. Ekserisi ise o günlerinin emri Nebevi ile tutulduğuna ve (........) Ramazan orucu hakkında olduğuna ve ancak sıyamı Ramazanın ibtida muhayyeren vacib kılınıp ba'dehu (........) âyetinin nuzulile hıyar ve fidye neshedilerek sıyamın umumen tenciz kılındığına ve binaenaleyh (........) mensuh olan hali hiyarı natık bulunduğuna hükmetmişlerdir, Bu iki kavilde en zahir görünen nokta ıtakanın vücubı muhayyer üzere istitaa manasile tefsirine bir imkân görülebilmiş olmasındadır. Fakat bu mana diğer cihetten bilvücuh hilâfı zahirdir.

Evvelâ bu mefhumda şeyhı faninin veçhi duhulü zahir olmaz halbuki şeyhı fâni hakkında vücubı fidye mücmaun aleyh gibidir. (........) neshının buna şumulü bulunmadığına ittifak vardır.

Saniyen (........) mücmel olmakla beraber savmin mutlak bir vücubı tencîzisinde zahirdir. Kezalik (........) marîz ve müsafir olanlar hakkında yalnız sıyamı göstermiş ve ancak eda veya kazaya bir ruhsat vermiş, fidyeye mesağ bırakmamıştır. Buna karşı sahih ve mukim olan ehli takate fidye ile muhayyerlik iki cihetten tenakuz veya temanü' ifade eder. Zamir fidyeye irca' edilebilse idi bu mana mümkin olurdu. Halbuki zamirin buna ircaı tecviz edilememiş ve bilittifak sıyama gönderilmiştir.

Salisen, bunun marîz ve müsafir gibi sıyakı ma'zerette olduğu zahir iken hali sıhhate hamli hilâfı zahirdir. Daha sonra nesıh rivayetinin menşei şudur: İbn-i ebi Leylâ Muazibni Cebel radiyallahü anhten rivayet etmiştir ki, «aleyhissalâtü ves-selâm Efendimiz Medineye teşrif ettiği zaman Aşura günü ve bir de her aydan üç gün oruç tutmuş idi. Sonra Allahü teâlâ şehri Ramazanı farz kıldı (........) ı inzal buyurdu (........) e kadar baliğ oldu. Bunun üzerine dileyen oruç tutuyor, dileyen bir miskin it'am ediyordu, daha sonra sahih, mukim olanların hepsine sıyam farz kılındı. Ve it'am ancak savma ıstitaatı olmıyan çok ıhtiyar kimseler hakkında sabit kaldı da Allahü teâlâ (........) âyetini inzal buyurdu. «Yine İbn-i ebi Leylâ rivayet etmiştir ki, «Resulullah Medineye teşrif buyurduğu zaman her aydan üç gün tetavvuan ve farz olmıyarak oruç tutmalarını emr etmiş idi, Sonra sıyamı Ramazan nazil oldu. Halbuki o zaman kavm henüz oruca alışmamış idi oruç kendilerine pek şiddetli, pek güç geliyordu, binaenaleyh tutamayan, bir miskin it'am ediyordu, bundan sonra (........) âyeti nazil oldu. Binaenaleyh ruhsat ancak marîz ve müsafire munhasır kaldı, hepimiz sıyama me'mur olduk». Bunlar da bir nesh işareti vardır. Fakat bunun şeyhı fâniden maa'dasında olduğu evvelkinde sarihtir. Aynı zamanda bunlardan da (........) oruç kendilerine güç gelen ya'ni dayanamıyanlar demektir. Ancak bu güç gelmek, dayanamamak mefhumu, hastalık, ıhtiyarlık gibi bir özür ile eda ve kazaya cidden dayanamıyanlara daima şamil olduğu gibi sahih ve mukim oldukları halde sırf ademi itiyaddan naşi filhal dayanamıyanlara veya pek çok zorlukla dayanabilenlere dahi muvakkaten şamil gösterilmiştir. Buna nazaran Cenâb-ı Allah sahih, mukim olanların ademi i'tiyaddan naşi dayanamamaları hakikî olmayıb bir vehimden ibaret bulunduğunu cüz'î bir müddeti muvakkate içinde umuma bittecribe isbat buyurduktan sonra (........) ve müsafir için iftar ve kazaya ruhsat vermiş, şeyhı fâni denilen ve hasbel'ade günden güne za'fa doğru giden erkek veya kadın ıhtiyar ve bunlar hükmünde olan dertliler de (........) mazmununun hakikî masadakı olarak baki kalmıştır. Binaenaleyh bunun mensuhıyetinden bahsedildiği zaman bu neshın şeyhı fâni ve emsalinden maadası hakkında olduğu unutulmamak ve bunun şeyhi fâniye ne veçhile sadık olduğu da düşünülmek lâzım gelir.

4- (........) herem reside olan şeyhı fâni ve şeyhai fâniye hakkında nazil olmuştur. Ve bunlara fidyenin neshı hakkında Ashabdan hiç bir rivayet yoktur, bil'akis bu âyetin mensuh olmadığı sarahaten mervidir. Buharînin dahi rivayet ettiği veçhle İbn-i Abbas Hazretleri «bu âyet, mensuh değildir. Savme istitaatı olmıyan şeyhi kebir ve mer'eyi kebire hakkındadır. Bunlar her gün için bir miski it'am ederler» diye tasrih etmiş ve bu Hazret-i Aliden, İbn-i Ömerden ve sair sahabeden dahi rivayet olunmuştur. Ahkâmı Kur’ân’da ve Fahrüddini Razînin tefsirinde ve İbn-i Hümamın Fethülkadîrinde zikr olunduğu üzere şeyhı fâni hakkında bu ma'na Eshabdan hilâfı rivayet edilmeyen bir icma' olmuştur. Eshab-ı kiramdan hadimi nebi Hazret-i Enes dahi yüzü mütecaviz olan ömrünün son demlerinde bununla amel eder, orucu tutamaz miskin it'am ederdi. Hasılı bu âyetin sebeb-i nüzulü şeyhı fânidir ve binaenaleyh ıtakanın mentuku ıstitaa demek değil, eda ve kaza her ikisi itibarile oruca zor dayanmak veya dayanamamaktır. Ve bu ma'na şeyhı fâni ve faniye gibi zayif marîzi müzmine de şamildir. Bu ikisinde (........) harec, dayanamamak zannı senede müstenid olduğundan vehim değildir. Ademi i'tiyaddan naşi dayanamamak zannı ise vehimdir. Eda ve kaza itibarile ma'zereti daime mantukunda dahıl değildir. Ve bu ma'na müttefekunaleyhtir. İşte kavli sahih budur. Mezhebi Hanefî de bunun üzerinedir. Bizim muhtarımıza göre burada ve bilhassa bu noktada asla nesıh yoktur. Şafiî Hazretleri daha tevsi ederek, gebe veya emzikli olan kadınları da kendi hısablarile değil evlâdlarının telefinden korkarak oruclarını yedikleri zaman buruya idhal etmiş, fidyeye tâbi' tutmuştur. Hanefiyyece ise bunlar acuzelere kıyas edilemez, marîz hükmüne tâbidirler. Gerek kendileri ve gerek evladları korkusile iftar ederlerse marîz gibi yalnız kaza lâzım gelir, ne keffaret, ne fidye vacib olmaz. Çünkü fidye misli gayri ma'kuldür. Şeyhı fâni bu nassile hılâfı kıyas olarak sabit olduğundan makısün aleyh olmaz ve aynı zamanda çocuk hısabına fidyenin ma'nası yoktur. Zira ıhtiyarlar esasen (........) umumat içinde hıtabı savme dahildir. Fakat çocuk değildir. Hulâsa: burada itaka istitaat ve vüsü' manasına değil oruca zor dayanmak, ya'ni hem eda ve hem kaza haline nazaran ma'zereti daime sebebile dayanamamak ma'nasınadır. Bunu fidyeye gücü yetmek ma'nasına te'vile de imkân yoktur. Gerçi oruca zor dayanana fidyenin vücubu için fidyeye gücü yetmek şart ise de bu şart (........) nin ma'nası değil (........) teklifi malîsinin mucebi olarak sabittir. Ma'na (........) mealindedir. Sırf ademi i'tiyadlarından naşi oruca dayanamayacaklarını zannedenler, farzı sıyamdan fidye ile kurtulamazlar. Bunlar bir azm ile kendilerini oruca alıştırıverdikleri halde göreceklerdir ki, çocuklar için bile mümkin olan oruca pek a'lâ tahammülleri vardır ve istikbalden me'yus olmağa hakları yoktur. Bu gün tutamadıklarını diğer gün kazaya muktedirdirler. Bidayeti islâmda bunu min tarafillâh isbat için sebk eden muvakkat bir tecribe devresini tekrar tekrar tecribeye kalkışmağa hak yoktur, (........) âyetinin nüzulünden sonra böyle bir fikre zahib olan müslüman yoktur ve olamaz, ancak erbabı ma'zeret müstesnadır. Cenâb-ı Allah bunları bir kısmı maraz ve sefer gibi ma'zereti muvakkate, bir kısmı da takatgüdaz ma'zereti daime eshabı olmak üzere iki sınıfa ayırmış, birine kaza, birine de fidye ruhsatını göstermiştir. Binaenaleyh ma'zereti sıyam, marazı mühim, seferi baid, zafı daimdir, ve bu ma'zeretler içinde de savmin zarar vermesi maznun, marazdan maadası hilâfı kıyas bir müsaadedir. Ehemmiyeti olmıyan ve orucla mazarrat değil, bil'akis menfaat görecek olan marazlar (........) kelimesinin tenvininden haricdirler. Oruç cidden muzırrolan marazlar ise esaslı bir mıkyası ma'zerettir buna binaen hamil, irza gibi maraz hükmünde bulunan özürler maraza mülhaktır. Fakat sefer ve fidye üzerine kıyas cereyan edemez, bunlar emsalsiz mâzeretlerdir. İşte zor gibi görünen oruç insanların böyle zahir-ü batın ciddi mazereti meşruaları gözedilerek farz kılınan ve insanlara hayatın ve insanlığın lezzetini tatdırarak onlara bir çok menafi te'min edecek ve ebedî tehlükelerden fenalıklardan koruyacak olan kadim bir ferizai ilâhiye, bir rükni dinîdir. İmdi (........) her kim kendi gönlile tetavvuan her hangi bir hayır yaparsa ve ezcümle fidye vermek lâzım geldiği halde fidyeyi miskin taamından daha fazla verirse, yahud hem fidye verir hem oruç tutarsa

(........) bu kendisi için daha hayırlıdır. (........) ve zor da olsa oruç tutmanız sizin için fidye vermekten veya kazaya bırakmaktan hayırlıdır. (........) eğer orucun fazıletini bilirseniz böyle yaparsınız, tutmamak caiz olan zamanları da dahi tutarsanız.»

Şimdi, bu sayılı günler (........) hangi günlerdir?.

(........)

ŞEHR esasında şöhretden masdar olup bir şey'i ızhar etmek ma'nasınadır. (........) denilir ki, kılıcı kınından çıkarıb ızhar etti, demektir. Netekim lisanımızda da «teşhiri silâh» denilir. Bu ma'nadan ahz ile evvelâ Semada hilâl olarak zuhur eden Aya, saniyen, bu Ayın zuhur ve istinare ve nihayet ıhtifa ve tekrar tulûu suretile bir devrinden ibaret olan müddeti zemaniyeye şehir tesmiye edilmiştir ki, yirmi dokuzla otuz gün beyninde deveran eder. Müneccimîn bunu Kamerin Şems ile iki içtimaı beyninde küzeran olan müddet diye ta'rif ederler. Lâkin bu ta'rif havassa mahsus olub umum için şehr kelimesine muvafık olan meşhur ma'na hilâlin iki zuhuru beynindeki müddettir. Ve meb'nayı lûgat budur.

Salisen hilâl nazarı itibare alınmıyarak sırf gün hisabile otuz günlük müddete dahi orfen şehir ıtlak olunur. Senei Şemsiyenin eczasından beherine Ay, Şehr, Mah tesmiyesi de bundan me'huzdur. Ramazan kelimesinde iki kavil vardır: birincisi; Mücahidden mervi olduğu üzere Esmaullahdan bir isimdir. Ve şehri Ramazan demek (........) demektir. Ve bir hadîysi Nebevî olmak üzere şöyle rivayet edilmiştir: «Ramazan geldi, Ramazan gitti» demeyiniz, «Şehri Ramazan geldi, Şehri Ramazan gitti» deyiniz çünkü «Ramazan Allah’ın ismilerinden bir isimdir.» Maamafih beyhakî bu hadîse zaıf demiştir.

İkincisi: Receb, Şa'ban gibi Şehri mahsusun ismidir.

Evvelkine göre Şehr dahil olarak (........) terkibinin mecmuu bir ismi alemdir. İkinciye göre isim yalnız Ramazan olub, Şehri Ramazan âmmın hassa ızafet kabilinden bir ızafeti beyaniyedir. Tahkika göre şühurı Kameriyeden üçü: Şehri Ramazan, Şehri Rebiul'evvel, Şehri Rebiulahır, şehr kelimesile beraber ismi alemdir. Şu kadar ki, tahfifen şehr kelimesinin hazfolunduğu vardır. Ramazandan Şehrin hazfi tenzihen mekruh olduğu İmamı Muhammedden dahi mervi ise de sui iyham ve iltibas olmıyan mevakıde tahfifen sadece Ramazan demek mekruh değildir. Netekim hadîsi Nebevîde dahi (........) buyurulmuştur. Mütebaki dokuz Ayın isimleri «Muharrem, Safer, Cumadelûlâ, Cumdelâhıre, Receb, Şa'ban, Şevval, Zilk'ıde, Zilhıcce» Şehirsiz olarak ismi âlemdir. Yalnız Şehri recebin dahi Ramazan gibi olduğu da söylenmiştir.

Ramzaman isminin iştikakına gelince: Bunda da dört vecih zikredilmiştir:

1- İmamı Halilden naklolunduğu üzere yaz sonunda güz mevsiminin evvelinde yağıb yer yüzünü tozdan tahtir eden yağmur ma'nasına (........) dan me'huzdur. Bu yağmurun yer yüzünü yıkadığı gibi Şehri Ramazan da ehli imanı zünubdan yıkayıb kalblerini tathir ettiği için bu ism ile tesmiye edilmiştir.

2- Ekseriyet kavline göre Ramazan (........) dan me'huzdur. Ramaz, Şemsin şiddeti hararetinden taşların gayet kızmasıdır ki, böyle pek kızgın yere de (........) denilir. Binaenaleyh Ramazan, «ramdâ» dan ıhtirak ma'nasına (........) fi'linin masdarıdır.

Ya'ni kızgın yerde yalınayak yürümekle yanmak demektir. (........) evveline şehr kelimesi muzaf kılınarak «Şehri Ramazan» bu Şehri mübareke ismihas yapılmıştır. Çünkü bu Ayda açlık, susuzluk hararetinden ıztırab çekilir. Veyahud harareti sıyam ile günahlar yakılır. Bir de deniliyor ki, Arablar Ayların isimlerini lûgati kadimelerinden tahvil ettikleri zaman her Ayı tesadüf ettiği mevsime göre tesmiye etmişlerdi. Lûgati kadimede (........) ismiyle yadedilen bu Ay da o sene şiddetli bir sıcağa tesadüf ettiğinden buna «şehri Ramazan» namını verdiler.

3- Ezherîden naklolunan kavildir ki, Ramazan

(........) fi'linden me'huzdur ki, kılıcın namlısını veya ok demirini inceltib keskinletmek için yalabık iki taş arasına koyub döğmektir, bu Şehre, bu ismin verilmesi de Arabların bu Ayda silâhlarını bileyib hazırladıklarından dolayıdır.

4- Ramazan isminin Esmai hüsnadan olduğu sahih ile Şehri Ramazan bizzat bununla tesmiye edilmiş ve bunda bilhassa rahmeti ilâhiye ile günahların ıhtirakı nazarı mülâhazaya alınmıştır. Ve bu ma'na ile oruç şehri Allah şehri olmuştur. Hasılı Ramazanın ma'nayı lûgavîsinde temizlik, ıhtirak, keskinlik ma'naları bulunduğu gibi i'tibarı dinîsinde ıhtirakı zünub ve ızafeti ilâhiye ma'naları âmil olmuştur. Bir hadîsi Nebevîde evveli rahmet, evsatı mağfiret, ahırı ateşten azatlık» diye tavsıf olunan Şehri Ramazanın en mübarek bir gecesi nüzuli Kur’âna da mebde' olmuştur. Bu ayette de bilhassa bu vasf ile tavsıf buyurulmuştur.

ELKUR'AN, Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi veselleme sureti mahsusada inzal olunub biza tevatüren nakledilen kelâmullahın ismidir ki, mushafların deffeteyni beyninde mektubdur. Bu isimde iki kıraet vardır. İbn-i Kesir kıraetinde vakıf ve vasılda ve Hamza kıraetinde yalnız vasılda hemzesiz olarak mütebaki kıraetlerde hemze ile okunur. Hemzelisi kıraetten hemzesizi «karn» maddesindendir, Hemze ile (........) ya'ni tilâvetle okunan, hemzesizi de ecza' ve mazmunu yekdiğerine mukarin ve biribirini musaddık ve mütenasık demektir. İmamı Şafiî Hazretleri bunun hemzesiz olarak, Tevrat, İncil gibi bilâ iştikak ismi kitabullah olduğunu söylemiştir. Katad ve Atâ balâdaki (........) ın Ramazan olmayıb savmi evvel ya'ni her Aydan üç gün veya bunlarla beraber yevmi «Âşura»dan ibaret bulunduğuna zahib olmuş ve bunun iptida tetavvu badehu farz veyahud iptida farz kılınmış olmasında ıhtilâf eylemekle beraber bil'ahare bu ayetle savmi Ramazan farz kılınarak makablinin tamamen neshedilmiş olduğunda ittifak etmişlerdi. Hazret-i Muâzın kavli de bu olduğu söylenmiştir. Bunlara göre sıyamı Ramazanın delili farziyyeti (........) emri ilâhîsi olmuş olur. Lâkin Cumhura göre savmı evvel sünnet ile sabit olmuş ve Ramazan orucunun farzıyyeti bervechi balâ (........) dan murad Ramazandır. (........) bunu beyandır.

O halde ma'na:

Size sıyamı farz kılınan eyyamı ma'dude

184 ﴿