185O Şehri Ramazan ki, insanları irşad için hak fürkanı, hidayet delili beyyineler halinde Kur’ân onda indirildi, onun için sizden her kim bu Ay şuhudda -ya'ni hazarda- ise onu oruç tutsun, kim de hasta yahud seferde ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerden kaza etsin, Allah size kolaylık irade buyuruyor zorluk irade buyurmuyor, hem buyuruyor ki, sayıyı ikmal eyleyesiniz de size hidayet buyurduğu veçhüzere Allah’ı tekbir ile büyükleyesiniz ve gerek ki, şükredesiniz (........) o mübarek Şehri Ramazandır ki, (........) âyetleri fürkan ve hidayetten ibaret beyyinat, mecmuu bütün insanlara aynı hidayet olarak Kur’ân bu Ayda inzal olundu.» İNZAL def'aten, TENZİL de tedricen indirmek demekdir. Kur’ân yirmi üç senede tedricen tenzil buyurulmuş olduğu halde burada Şehri Ramazanda inzalinin beyan buyurulması şayani dikkattir. Bunda üç ma'na vardır. Birincisi: ekser müfessirînin rivayatı varidesine göre Kur’ân Şehri Ramazanın Kadir gecesi denilen bir leylei mübarekesinde Semai Dünyaya, Beyti ma'mure def'aten inzal, ba'dehu yirmi üç senede tedricen, parça parça Arza tenzil buyurulmuştur. Demek ki, hakikati Kur’âniye Arza nüzulinden evvel âlemi kevnde ve Arza en yakın olan Semada bir Ramazan gecesi toptan tecelli etmiş ve Yer yüzüne nüzulü onu takib eylemiştir. İkincisi; Kur’ân bu Ayda inzal olunmağa başladı demektir. Zikri kül ve iradei cüz kabilinden mecaz olmakla beraber Muhammed İbn-i İshaktan mervi ve maamafih zahir gibidir. Bu surette garı Hırada (........) âyetinin nüzulü Ramazanı şerifin Kadir gecesine müsadif olmuştur. Garı hıra' harareti Ramazan, tazyikı leyl pek büyük bir inkişafı lâhutînin meb'dei olmuş ve bundan itibaren kadri giran kıymeti Muhammedî âyatı beyyinat ve mu'cizatı vazıhai hak ile bütün mevcudata ızhar ve i'lân buyurulmuştur ki, bunda:Müptelâyı gama sorkim geceler kaç saat deyecek ehli gama (........) mazmunu üzere ne büyük bir tebşir vardır!... Bu suretle ehli dile huzuri ilâhîde kanlı göz yaşları döktüren nice leyali ıstıbarın pek büyük beşaretlere, saadetlere mebde' olduğu vakıdir. Ne hikmeti sübhaniyedir ki, envarı saadet, gündüzlerin nasıyei tâbnakinden ziyade gecelerin simayı hazininden doğar. Çok gülenler ağlamağa namzed olurken, ağlıyanlar, hele hak yolunda ağlıyanlar gülmeğe istihkak kazanırlar. Üçüncüsü; (........) hakkında bu veçhle Kur’ân inzal edilmiş bulunan Şehri Ramazan demektir. Filhakika Kur’ân’ı azimüşşanda bu mübarek Aydan başka bilhassa medhi celili ilâhîye mazhar olarak ismi tasrih edilmiş bir Ay yoktur. İşte Şehri Ramazan böyle mübarek bir Aydır. Ve bunun için sıyamın farzıyyeti de bu Aya tahsıs edilmiştir. Zikri sebkeden eyyamı ma'dude ve mahdude işte bunun günleridir. Binaenaleyh (........) siz mü'minlerden her kim bu mübarek Ayda şahid ve hazır veya bu mübarek Aya şahid olursa bunda oruç tutsun. - (........) esasen gıyab mukabili huzur demektir ki, şehadet ve müşahede de bu huzur cümlesindendir. Şehir, müddeti zemaniye olarak bunun mef'ulü fihi veya mef'ulü bihi olmak muhtemildir. Evvelkine göre bu Ayda bilfiil hazır olan yani vatanında mukim olub müsafir olmıyan demektir. İkincisi de Şehri huzurı ilmî ile müşahede eden demek olur. Zaman ise müşahede olunamıyacağından buna şuhud, huzurı aklî demek olan ilmi yakîn veyahud hilâlin şuhudu ma'nalarından birini ifade eder. Bu da iki ma'naya muhtemildir. Birisi her kim görürse tutsun demektir, bunda görmiyenler meskûtün anhdir. Diğeri de her hangi biriniz hilâle şehadet ederse her biriniz tutsun demektir. Bunda da şuhud ve şahadet, esbabı ilmolarak sabit ve mu'teber bir şahid ile de Ramazan tutulabilmek caiz olur. Binaenaleyh (........) şu ma'nalara muhtemildir. 1- Sizden her kim Ramazanda mukim ise onu tutsun. 2- Sizden her kim Ramazanı yakînen bilirse onu tutsun. 3- Sizden her kim Ramazanın hilâlını görürse onu tutsun. Birinci ve ikinci ma'naya göre Şehir hakikatiyle külle masruf olursa vücub tamamında teveccüh edeceğinden Ramazanda oruç tutmak mümkin olmaz. Halbuki farz olan budur. Binaenaleyh şehudı Şehr Şehudi cüz'i Şehir ma'nasınadır. Bu iki ma'naya göre esbabı ilim meskûtün anhdir. İkinci ve üçüncüde gelecek müsafir fıkrası muhassıs, evvelkinde adîldir. Fahrüddini Razî der ki, «Vahidî ve sahibi Keşşaf gibi ekser muhakkıkîn birinci ma'naya zahib olmuşlardır. Lâkin benim indimde ikinci evlâdır. Zira haziften salimdir.» ilah... Hulâsa burada şuhudı hilâl ma'nası zarurî değildir. O halde esbabı ilim meskûtün anihtir, bunu taharri etmek lâzım gelecektir: Bu mes'elede esbabı ilim için ictihada mesağ var mıdır? Şuhud, hazar ile veya huzurı aklî demek olan ilmi yakîn ile müfesser olduğu takdirde ba'dettaharri bu babda başkaca bir nas yoksa esbabı ilim hakkında ictihada mesağ olmak lâzım gelir. Bunun için bazıları başka nas yok zanniyle hısabatı nücumiye ile dahi amel olunabileceğine kail olmuşlardır. Lâkin Cümhurı eslâfa göre başkaca nas mevcud olduğundan bu mes'ele mevridi ictihad değildir. Zira bu âyet bu tefsire göre sakit ise de bu babda kitab ve sünnetten müteaddid naslar vardır. Evvelâ kitabdan (........) âyeti gelecektir. Bu bize kat'iyyen gösterir ki, şer'an vakti ta'yin eden delil hilâldır. Hilâl ise göreceğimiz veçhile mer'inin ismidir. Bundan başka hilâlin nasıl bilineceğini ehadisi şerife göstermiştir. 1- (........) = Ay yirmi dokuz, görmedikçe tutmayın ve görmedikçe iftar etmeyin, eğer üzeriniz bulutlanırsa mıkdarını hısab ediniz». Acaba bu mıkdarı hısab ne demektir? Bunu da şu hadîsler göstermiştir: 2- (........) = Hilâli görünciye kadar oruç tutmayın, üzeriniz bulutlanırsa otuzu mıkdar yapınız» 3- (........) = Rü'yeti için tutunuz ve rü'yeti için bozunuz. Eğer sizinle manzarai hilâl arasına bir bulut veya pus haylulet ederse otuzu sayınız.» 4- (........) = Ramazanı rü'yeti sebebiyle tutunuz eğer aranıza bir bûlut veya sis girerse şehri Şa'banın adedini otuza ikmal ediniz ve Ramazanı Şa'bandan bir gün oruciyle karşılamayınız.» 5- (........) = Ya'ni Ay kâh otuz ve kâh yirmi dokuz olur. Görürseniz tutunuz, görürseniz bozunuz, eğer bulutlu olursa otuzu sayınız. İşte bunlar ve emsali ehadisi sahîha (........) âyetine mutabık olarak (........) deki şuhudı Şehrin esbabı mu'teberei şer'iyesini beyan eylemişlerdir. Binaenaleyh meselede ictihada mesağ yoktur. Bu nusus gösteriyor ki, şer'an bir hilâlden i'tibaren Şehrin mikyası aslîsi otuz gündür. Otuzun tamam olduğu ma'lûm olunca başkaca hiç bir delile ihtiyac yoktur. Fakat Şehir bazan yirmi dokuz da olur. O zaman delile ihtiyac vardır. Bu delil rü'yeti hilâldir, ya'ni ilmi istidlâlî değil ilmi şuhudîdir. İlmi şuhudî mümkin olan mevakıde ehlinden buna müstenid olan şehadetin de sureti umumiyede mu'teber bir beyyine olduğunda şüphe yoktur. İstıkrai nüsusa nazaran semaı şehadet ile amel, ilmi şuhudî ile ameldir. Bundan başka (........) ile hıtabı savm, hıtabı âmdır. Ve bu gibi ahkâmı şer'iye ve hukukı ilâhiyede vahid üzere hüküm, cemaat üzere hükümdür. (........) Bunun için her hangi bir mü'min üzerine şuhudı hilâl ile savmın vacib olduğu sabit olunca biddelâle diğerlerine de vacib olur. Bu vücub ve sübut ise ancak o mü'minin şuhud ve şehadatile olur. Bu şehadet, ferdî surette ise vücub yalnız işidenlere sirayet eder. Yok eğer içtimaî surette ve bir mahkeme huzurunda sabit ise o zaman da umuma sirayet eder. O halde şuhuddan şehadete nakli kelâm edelim. Savm (........) iftar ve bayram hakkı abiddir. Ve usuli şer'iyeye nazaran hukukı ibad taallûk eden hususatta amel lâakal iki şahidi âdile mütevakkıfdır. Fakat hukukı ibad taalluk etmiyen ve yalnız hakkı ilâhî olub diyaneti mahza kabilinden bulunan hususatta bir şahidi âdilin haberi vahidi ile dahi amel caizdir. Binaenaleyh Bayram için şehadeti vahide aslâ kâfi gelmez ise de Ramazan için bunun cevaz ifade edebilmesi mümkindir. Ancak bunun zahiri hal ile tekzib olunamaması da şarttır. Zahiri halin tekzib edebileceği habere haberi sahih nazarile bakılamaz. Binaenaleyh e'immei Hanefiye bil'ittifak demişlerdir ki, Semada bir ıllet bulunduğu, ya'ni heva açık olmadığı zaman Şavval ve Zilhicce için lâ'akal iki âdilin, Ramazan için yalnız âdil bir adamın dahi şahadeti kabul edilebilirse de Semada ıllet bulunmadığı zamanlar ıhbarları ilim ifade edecek bir cemaati kesirenin şehadeti lâzımdır. Ma'adası kabul edilmez. Zira ayın yirmi dokuzuncu günü taharrii hilâl umum mü'minlere farzdır. Binaenaleyh bunu bir çok insanlar lâyıkile arayıb gözettiği ve Semada bir mani'de bulunmadığı halde bir kaç kimsenin görüb de diğerlerinin gözleri sağlam ve mani'dan azade bulunmakla beraber görmemiş olmaları âdeten mümkin olmaz. Binaenaleyh bu zahri hal, gördük diyerek bir kaç kişinin şehadetini tekzib eder. Bunların galatına veya bir hayal görüb hilâl sandığına veya imkânı aklîsine binaen yalan söylemiş olduklarına ihtimal verilir. Ahkâmı Kur’ân’da der ki, Bu bir aslı sahihdir, akıllar sıhhatine hükm eyler ve emri şeriatın meb'nası da bunun üzerinedir. Bunda hatâ büyük zarara bâıs olur. Bu yüzden halka şüpheler ilka ederek dinlerini teşviş edebilirler. Bunun için e'immei Hanefiye ahkâmı şer'iyeden umum nasın bilmeğe muhtaç bulunduğu hususatın tarikı subutu istifaze ve mucibi ilm olan haberler olabileceğine ve bu gibileri ahbarı âhad ile isbat caiz olmadığına kail olmuşlardır. Fakat Semada ıllet bulunduğu zaman böyle zahiri halin tekzibi olamıyacağından hakkullah olan Ramazanda bir, hukukı ıbad olan bayramlarda iki âdilin şehadetini tekzib etmeğe de hak yoktur. Bundan şu da anlaşılır ki, zahiri halin tekzibi mü'minlerin ifayı feriza için fevc fevc taharrii hilâle çıktıkları zamandır. Yoksa bu vazife mühmel bırakılır da taharri tek tük bir kaç kişiye kalırsa Semada ıllet bulunmadığı halde ifayı vazife etmiyenlerin edenleri tekzibe hakları kalmaz. Zahiri hal o bir kaç kişiyi mükezzib olmaz. Müteahhırîn bu derkeye düştükleri için cemmi gafir şartından sarfı nazar ederek diğer mezhebler de olduğu gibi alel'ıtlak iki şahidi âdil ile iktifaya lüzum hissetmişlerdi. Hasılı savm, umuma farzı ayn olduğu için şer'an şehrin sebebi subutu da umum için mümkin olan şuhudı hilâle, olmadığı halde otuz mıkyasna raptedilmiştir. Binaenaleyh ayın yirmi dokuzunda taharri hilâlde umuma lâ'akal farzı kifaye olarak farzdır. Hısabatı nücumiyeye gelince: Evvelâ: Bu hısab üzere ay sureti umumiyede ne yirmi dokuz, ne de otuzdur. İki ictima veya iki hilâl beynindeki şehri nücumî yirmi dokuzla otuz arasında daima kesirlidir. Vasatîsi ise yirmi dokuz buçuk gün eder. Halbuki savm sabit olmak için gün mi'yarına merbuttur. Binaenaleyh hısabı nücumî esası mi'yardan haricdir. Saniyen, hisabı nücumî ile idraki hilâl, ilmi şehudî değil ilmi istidlâlîdir. Binaenaleyh istidlâl mevkilerinde şer'an dahi mu'teber olsa da şuhud mevkiinde olmaz. Salisen, bu ilmi istidlâlî ehli fen olan havassa mahsustur. Bu esas ittihaz edildiği takdirde avam taklide cebredilmiş ve ferizai savmiyelerini eda için ibadetinde behemehal havassın vısatatına mecbur kılınmış ve ilmi şuhudî zevkinden mahrum edilmiş olur. Böyle olmamak için hilâl hisabını anlıyacak kadar İlmi nücum tahsıli dahi müslümanların hepsine farzı ayin kılınmak lâzım gelir ki, bu da umumî olan dini islâmın yüsri esasına muhalif bir teklif olur. Rabian, ictimaı neyyireyn umurı hafiye ve ızafiyedendir. Bunun delili zahirîsi şuhudi hilâldir. Şer'an ümurı hafiyede bir şeyin delili o şey makamına ikame olunacağından şuhuda itibar, zarurî olmak lâzım gelir. Halbuki hisab esas ittihaz olunduğu takdirde itibar, hilâlin zuhuruna değil, ictimaın vuku ve hıtamına olmak lâzım gelir. Binaenaleyh hisab noktai nazarından rü'yeti hilâl i'tibarının ne fennen ne şer'an bir ma'nası olmaz. Bu gibi hikmetlere mebni hisabı nücuma itibar hakkında bir nas varid olmamıştır. Bu da fennin alel'ıtlak kıymetsizliğinden değil, belki mevzuı sıyam noktai nazarından umumî olamıyacağı içindir. İlmi nücum tahsıli herkese farz kılınacak iptidaî tahsıllerden olamıyacağı için buna mukabil senenin ba'zı mukaddes günlerinde mûslümanlara taharri hilâli teşhil edecek rasadhaneler yaparak herkesin bu zevkleri tatması için teşvikatta bulunmak elbette daha güzeldir. Görülüyor ki, mu'teber olan haber, ilmi şuhudîyi nakil demek olan ve zahiren tekzib edilemiyecek olan şehadeti adildir. Yoksa hiç kimse şüphe etmez ki, para için din ve vicdanını satıb yalan yere şehadet edebilecek bir kaç fasıkın ıhbarına itimad etmekten ise hisab ile amel etmek evlâdır. Ve Peygamberimiz Şa'banın son günü orucile Ramazan karşılamayı da nehiy buyurduğu için Şa'ban olduğu malûm bulunan bir günde yalan bir haber ile oruç tutmak veya Ramazan olan bir günde yalan bir haber ile Bayram yapmak da günah olacağından bu babda ihtiyat da lâzımdır. Binaenaleyh cemmi gafirin şehadeti bulunmadığı zaman dinlenecek şahidler hakkında hisabı nücumîyi zahiri hal gibi mu'teber tutmak zamanımızın haline muvafık olacaktır ve müslüman olanlar her halde hilâli taharri etmek ferizasını unutmamalıdırlar. Hulâsa, savmin sebebi vücubi şuhudı şehir, daha doğrusu şuhudı cüz'i Şehirdir, Yirmi dokuzda rü'yeti hilâl ile, bu olmadığı takdirde tekmili selâsîn ile hali hazarda Şehri Ramazana girmiş olan her mü'mini mükellefe bu ayda oruç tutmak farzdır (........) ve her kim mühimce hasta (........) yahud bir sefer üzerinde ise (........) bunların orucu da Ramazandan başka günlerden sayısıncadır. - Ya'ni bunlara Ramazanda ruhsat vardır, tutmayabilirler ve tutmazlarsa diğer günlerde adedi adedince kaza etmiye borçludurlar. Kaza ettikleri takdirde âsim olmazlar. Fakat mukim ve sahih olanlara bu ruhsat yoktur, onlar kazaya bırakırsa farzı terketmekle âsim olurlar. Ve amden nakzettikleri takdirde kazadan başka keffaret de lâzım gelir. İşte yazılmış olan sıyamın eyyamı ma'dudesi Şehri Ramazan ile beyan ve farzıyyeti tencîzen te'kid olunduktan sonra ma'zeretlerin itibardan sukutu tevehhüm olunmamak için maraz ve sefer ma'zeret ve ruhsatları da tekrar zikredilmiştir. Bu tekrar dolayısiyle balâdaki âyetlerin savmi Ramazan hakkında olmadığı ve olsa bile iptidai hale aid olan vücubı muhayyer hakkında olub bu tenciz ile mehsuh bulundukları ve binaenaleyh (........) fıkrasının tekrar edilmediği cihetle külliyyen mensuh olduğu ıtakayı istitaa ile tefsir eden bir çok müfessirîn tarafından dermiyan edilmiştir. Lâkin burada ıtakanın ma'nası tatvik olub bunun mensuh olmadığı ve lâakal sabit ve Şafiîye göre hamil ve mürzıaya dahi şamil ve hatta şeyhı fâniye fidyeyi vacib görmiyen İmam Malike göre bu nas kaza borcu olub da muktedir iken senesi zarfında kaza etmiyenler hakkında sabit olduğu yukarıda izah edilmiş idi. Burada tekrar edilmemesi mensuhıyetinden değil edaya mahsus muvakkat ma'zeret olan maraz ve seferin zikrile eda ve kazaya şamil daimî ma'zeret olan za'fı takatın evleviyyetle subutu anlaşılmasına meb'nidir. Ve bu noktayı şu da te'yid eder. (........) Allah böyle orucu farz kılmakla sizi zora, sıkıntıya giriftar etmek istemez, bil'akis size kolaylık vermek ister. -Maraz ve seferde savm ise bazan usret olabilir, bunun yüsrü de iftara ruhsattır. Buna binaen mucibi zarar ve harec olacak ma'zeretler hakkında ruhsatlar vermiştir. Bu hikmete mebnidir ki, oruca niyyet edib de oruclu olduğunu unutarak yeyib içen veya muamelei zevciye yapan nasînin orucu bozulmıyacağı hadîsi Nebevîde beyan buyurulmuş ve buna zıyafetullah ıtlak edilmiştir. Yine bu yüsür esasına meb'ni ateh, cünun gibi mevanıi teklif bulunmıyan ve az çok hıtabı âmmile mükellefîn miyanında dahil bulunan aklı başında ve fakat eda olsun kaza olsun oruca zor dayanabilecek, oruç bütün takatını tüketib zarar verecek olan ve hasbel'ade günden güne yıprayıb fenaya doğru giden pek ıhtiyar erkekler ve kadınlar, kezalik genç olduğu halde ifakati ümidsiz bir marazı müzminden dolayı ıhtiyarlar gibi takatsız bulunan zaifler hakkında da kudreti maliyeleri bulunmak şartile balâdaki fidye ruhsatı evleviyyetle sabittir. Çünkü bunlar için kaza dahi bir usret olacağından yüsür fidye suretindedir. Hasılı Cenâb-ı Allah zor gibi görünen orucu farz kılmakla esasen mü'min kullarını mücadelei hayatta usretten kurtarıb yüsr-ü suhulete mazhar kılmağı irade buyurmuştur. Oruçla kolay kolay mücahedei nefse alışılacak, lüzumunda sabır yolları öğrenilecek, metaibi hayat yenilecek, saadeti uhreviyeye irişilecektir. Fakat böyle usretleri yüsre tebdil edecek olan oruç, maraz ve sefer ve ıhtiyarlık gibi bazı ahvalde yüsrolmaz da usrolabilir, işte o zaman da kaza veya fidye yüsür ve ruhsatı meşru' kılınmıştır. Hattâ Zahiriyye bu âyetlerin zahrine bakarak seferde kasri salât gibi seferde iftarı savmın vücubuna bile kail olmuşlar müsafir olana başka günlerde oruç tutmak farzdır, demişler (........) hadîsile de istidlâl eylemişlerdir. Ebuhüreyre radiyallahü anh dahi buna binaen «seferde saim olana yine kaza lâzım gelir» demiştir. Lâkin bundan ma'ada bütün sahabe ve Tabiîn ve Fukaha' seferde savmın namaz gibi olmayıp caiz olduğunda ve tutarsa kaza lâzım gelmiyeceğinde müttefiktirler. Bu babda Ebuhüreyre şazdır. Çünkü aleyhissalâtü ves-selâm Efendimizin seferde oruç tuttuğu haberi müstefîz ile sabittir. Ebusaidi Hudrî, Enesibni Malik, Cabir İbn-i Abdillah, Ebüdderda' Selemetibni muhabbık ve ibniabbas radiyallahüanhüm seferde sıyamı Nebevîyi rivayet eylemişlerdir. Bundan başka Hamzetibni amrileslemî radiyallahüanh Resulullaha «ben seferde oruç tutarım» dediği zaman risaletmeâb Efendimizin (........) = dilersen tut dilersen ye» buyurduğu da sabittir. Müşarünileyh Hamze ve Urvetibnizzübeyr ve Ebû Meravih sefer ve hazarda savmı dehir tutarlardı. Bu âyetlerde ise marîz ve müsafire iftarın vücubuna delâlet yoktur. Binaenaleyh (........) hadîsi de bazı ahvali mahsusaya maksurdur. Netekim fethi Mekke senesi Peygamberle beraber Eshab, Ramazanda oruc tutmuşlardı, sonra Resulullah «düşmanınıza yaklaştınız fıtır sizin için daha kuvvetlidir, binaenaleyh iftar ediniz» buyurdu. Ebû Saidi hudrî «Vallahi ben bu emirden evvel görüyordum ki, Resulullah ile beraber tutuyordum» demiştir. Bu sefer Ramazanın onu geçtikten sonra vaki olmuş ve iftar emri «Usfan» ile «Emeç» arasında «Kedid» nam mahalde verilmiştir demek ki, (........) hadîsi bu gibi esbabı mahsusaya maksurdur. Binaenaleyh seferde oruc memnu değil belki (........) ıtlakiyle efdaldir bile. Hazret-i Enes de «biz (........) âyeti nazil olduğu vakit seferlerimizde ac acına gider ve konduğumuz zaman da karnımız doymazdı, fakat bu gün tok olarak gidiyoruz ve tok olarak konuyoruz» demiş ve uşağına seferde orucu emretmişti. Cenâb-ı Allah’ın bu ruhsatı teysir içindir. Seferdeki salât gibi azîmet ma'nasında değildir. Merîz için iftarın vacib olmadığı müttefakun aleyh iken Zahiriyyenin seferde iftarı vacib addetmesi doğru olamaz. Zaman olur ki, merîz ve müsafir için vaktinde herkesle beraber edaen tutmak bilâhare yalnız kazaen tutmaktan daha usretli olabilir, bu da iradei yüsre muhalif olur. Hasılı Allah, yüsr ister, bir de (........) şehrin adedi eyyamına göre edaen veya kazaen savmın adedini ikmal eylemenizi, Asımdan Ebû Bekir Şu'be rivayeti ve Ya'kub kıraetinde kâfın fethi ve mimin teşdidiyle (........) okunduğuna nazaran adedi tekmil etmenizi (........) ve size hidayet etmesine veya hidayet ettiğine hamdederek Allah’a tekbir ve ta'zıminizi (........) ve sizin gibi mü'minlerden me'mul olan şükrünüzü ister. -Bu rabta göre (........) demektir ki, «lâm» lar ta'lil olmayıb, (........) âyetlerindeki «lâm» lar gibidir. Fakat «lâm» ları ta'lile hamlederek âyetin nihayetinde (........) takdiri dekik bir leffi latîfi tazammun etmekle daha beliğ olduğunu sahib Kesşaf beyan eder. Bu surette ma'na: «Allah yüsr ister, usr istemez ve adedi ikmal eylemeniz için ve Allah’ın size hidayetine hamdederek kendini tekbir ve ta'zım etmeniz için, ve bir de şükredesiniz diyedir ki, Cenâb-ı Allah bütün bunları böyle teşri eyledi», ya'ni şahide savmi Şehri, merîz ve müsafire ibahai iftarı ve iftar ettikleri takdirde ayni adede riayetle kazayı meşru eyledi. İkmali aded, müraatı adedin, tekbir, ta'lim eylediği keyfiyyeti kaza ve uhdei fıtırdan hurucun, şükür de terhıs-ü teysirin ılleti olur. Her iki ma'naca Ramazan orucunun adedi eyyam ile kâmilen tutulması ve Bayram ayı görülmedikçe otuzun tekmil edilmesi matlûbı ilâhîdir. Kazada muraatı adedin matlûb olması edada ikmali adedin matlûb olmasına müterettib ve kazanın sebebi vücubu edanın sebebi vücubundan ibaret bulunmasından münbaıstir. Aded her günün kendi orucuna sebeb ve mi'yar olduğunu gösterir. O halde şuhudı şehir sebebi icmali olmakla beraber sebebi tafsıli eyyamdır ve bunun için oruç evvel'emirde eyyamı ma'dude olmak üzere farz kılınmış ve Şehir bunun beyanı olmuştur. (........) Şehri adedi eyyame rabtetmiştir. Binaenaleyh Ramazanda bir kaç oruç yeyen kimsenin bütün Şehri kaza etmesi lâzım gelmez. Balâda (........) nihayette (........) denilmeyib de sade (........) denilse idi böyle olmak lâzım gelirdi ve hattâ gecesiyle gündüziyle bütün Ayın bir oruç olması iktıza ederdi. Demek ki, Ramazanın içinde tahavvüli teklif mu'teberdir. Ortasında baliğ olanlar mükellef olduğu gibi şeraiti teklifi zayi edenlerden de sakıt olur. Kezalik Ramazan bidayetinde mukim olan kimse Ramazan içinde sefere çıkarsa yine ruhsata mazhardır. Ancak oruçlu olarak çıktığı günü bu ruhsata dahil olmaz. Zira (........) buyurulmuştur. Aded de gün üzere mürettebdir. Sebebi vücub yalnız evvelinden şuhudı Şehr olsa idi bunlar caiz olmazdı. Maamafih evvelinden tamamına bir niyyet ile de oruc sahih olabilir. Çünkü şuhudı Şehir bir sebebi icmaldir. ALLAHI TEKBİR, esasen Allah’a ta'zım demektir ki, üç ma'na ile olur: Akdi kalb, kavl, amel. Akdi kalb, Allah’ın vahdaniyyetine ve adline i'tikad ile sıhhati marifet ve zevali şükûktür. Kavl, sıfâtı aliyye ve esmâı hüsnasını ıkrardır. Amel de salât-ü savm ve sair mefrüzât-ü meşruât gibi a'mali ubudiyyet ile ibadet etmektir. Bu kavl-ü amelin makbul olması da i'tikadi kalbe ya'ni imana mütevakkıftır. Zira (........) âyetinde meşkûriyyeti sây, mü'min olmak haliyle takyid edilmiştir. İ'tikad-ü iman savme mahsus olmayıb her ibadette cari olduğu ve ibadatı saire esbabı muhtelifeye merbut olub sıyamı Ramazana mübteni bulunmadığı cihetle bu âyete münasib olan ma'na bu tekbirin adedi Ramazanı ikmale müteallik olarak Bayrama îşaret olması ve buna evlâ olan da lâfzı tekbirin ızhar edilmesidir. Lâfzı tekbir «Allahüekber» demektir. Bunun ekmel bir sureti de tehlil-ü tahmidi dahi müştemil olan (........) dir ki, tekbir namiyle müteareftir. Bu âyette tekbirin (........) ile sılelenmesi de ma'nayı hamdın tazminine mebni olduğundan buna pek münasibdir. Bu tekbir ise insanın hilâli Şevvali rü'yet zamanında kendi nefsinde yapacağı tekbir olmak caiz olduğu gibi seleften bir çoğunun anladığı veçhile Bayram namazına çıkarken yapılan tekbir veyahut Bayram namazının tekbirleri olmak da caizdir. Yani her biri muhtemildir. Bunlardan birine delâleti mahsusa yoktur. Binaenaleyh bunların biri bu âyet ile vacibdir denilemez, cehr-ü ıhfası vacibdir hiç denilemez. İbn-i Abbas Hazretlerinden rivayet olunuyor ki, «Müslümanlar Şevval hilâline baktıklarında Bayramlarından fariğ oluncaya kadar tekbir almaları üzerlerine haktır. Çünkü (........) buyurulmuştur. Hazret-i Ali, Ebû Katade, İbn-i Ömer, Said İbn-i Müseyyeb Urve, Kasım, Haricetibni Zeyd ve Nafi İbn-i Cübeyr İbn-i Mut'ım vesair eshab-ı kiramdan dahi mervidir ki, Bayram günü musallaya çıktıkları vakit tekbir alırlardı. Ebû Bekri razî Ahkâmülkur'anda bunları naklederken der ki, «İbn-i Abbasın mevlâsı Şu'be şöyle demiştir: «Ben İbn-i Abbası musallaya yedıb götürürdüm, nasın tekbir aldığını işidir, «nasa ne oluyor imam tekbir mi aldı» derdi, ben hayır derdim, o da «nas deli midirler?» derdi, bundan anlaşılır ki, İbn-i Abbas tarikı musallada tekbiri hoş görmemiştir ve bu delâlet eyler ki, onun indinde âyetteki tekbirden murad, imamın hutbede aldığı o tekbirdir ki, nas dahi beraber alabilir. Hilâl tekbiri rivayetinde de cehrin vücubuna delâlet yoktur.» ilah... Bu delillerin hasılı olmak üzere mezhebi Hanefîde muhtar olan şudur ki, bu tekbirlerin hiç biri vecib değildir. Bayram hilâlini görünce sirren manayı eammiyle bir tekbiri müstehab Peygamberden ve sadrı evvelden mervi olduğu için Bayramlarda musallaya giderken tekbir sünnettir. Ancak Ramazan Bayramında sirren ve Kurban bayramında cehren almak müstehabdir. Âyetteki tekbir mutlak olduğu için bütün bunlara şamil olursa da hepsinin vücubunu ifade etmez. Nihayet Bayramın hululü ile mutlak bir tekbirin vücubunu ifade ederse o da Bayram namazı ve ondaki tekbirler olabilir. Şu halde hasılı ma'na «Ramazanı ikmal edib tekbir alarak Bayram namazını kılınız» demek olur, (........) da Bayram süruruna ve Bayramın bir tarzı şükran ile yapılması hususuna işareti mahsusayı haizdir. -Ve bu suretle ferizai sıyamın ta yukarıdaki (........) emirlerine tenasuku ne kadar ma'nidar olmuştur. Ve bu cümlelerle bu âyette Cebriyye mezhebini iptal edecek deliller vardır. Rivayet olunduğuna göre a'rabînin birisi Resulullah sallâllahü aleyhi ve selleme (........) = Rabbımız yakınmıdır, gizlice münacat mı edelim, yoksa uzak mıdır bağıralım mı?» diye sormuştu. Bu sebeble Cenâb-ı Allah müstahıkkı tekbir-ü şükran olan zati ülûhiyyetini ta'rif-ü tavsıf ederek duanın savma şiddeti münasebetini ifham ve ahkâmının mer'iyyeti icrasını emr için telvîni hıtab ile Resulüne buyurmuşdur ki, (........) |
﴾ 185 ﴿