189

Sana hilâllardan soruyorlar, onlar, de: insanlara hacciçin de vakit ölçüleridir bununla beraber irginlik evlere arkalarından gelmenizle değildir, ve lâkin iren, korunandır, evlere kapılardan gelin ve Allah’a korunun ki, felâh bulasınız

(........) sana hilâllardan sorarlar, yahud soruyorlar. -İbn-i Abbas Katade, Rebi' ve sairenin nakline göre müslimînden bazıları «hilâlin mehâkının, kemalinin, Şemse muhalefetinin faidesi ne» olduğunu sormuşlar ve rivayet olunmuştur ki, bunu Ensardan Muaz İbn-i cebel ile Sa'lebetibniğunm «ya Resulallah bu ne haldir? Hilâl iplik gibi incecik beliriyor, sonra artıyor, tamamlanıyor, sonra da eksile eksile iptidaki haline rücu' ediyor» diye sormuşlardı. Bundan başka yine rivayet olunuyor ki,

1- Cahiliye devrinde bir erkek bir şey'e niyyet ederde zor gelirse evine kapısından girmez arkasından girermiş ve tam bir sene böyle kalırmış.

2- Ensardan bir kısmı omre yaptıkları vakit Sema ile aralarına bir hail sokmazlar ve bundan sakınır, zahmete girerlermiş. Binaenaleyh ihrama girdiklerinde şayed mübrem bir hacetleri varsa eve, bağa, çadıra kapılarından girmezlermiş de sahibi bina olan ehli meder evin sırtından bir delik deler, oradan girer çıkar veya arkadan bir merdiven atar, tamamile aşarmış, çadır halkı olan ehli veber de çadırlarının arkalarından dolanırlarmış ve bu âdeti cahiliyeyi (........) = birr» sayarlarmış.

3- Ehli cahliye ihrama girdikleri zaman evlerinin veya çadırlarının arkalarını delerler oradan girer çıkarlarmış, ancak hamaseti diniyelerinden dolayı «humüs» denilen kabileler, ya'ni Kureyş, Kinane, Huza'a, Sekif,

Haysem, Benu Amir İbn-i Sa'sa'a, Benu Nasr İbn-i Muaviye ihram ettikleri zaman diyanette şiddet da'vasile evlerine girmezler, çadırda gölgelenmezler, tere yağ ve keş yemezlermiş. Bir gün Resulullah ihrama girmiş, bir de ihramlı birisi varmış, Resulullah ihram ile harab bir bostanın kapısından girmiş o adam da görüb arkasına düşmüş, lâkin, çekil denilmiş, o da niçin diye sormuş, «Sen ihramlı olduğun halde kapıdan girdin» buyurmuşlar. O adam durmuş da «ya Resul, ben senin sünnet-ü irşadına razıyım sen girdin ben de girdim» demiş. İşte suali mezkûr ile beraber bu hâdiselerden biri bu âyetin nüzulüne sebeb olmuş, bu âdetler, bu şiddetler, bu aksilikler de kaldırılmıştır.

(........) bu suale cevaben de ki, (........) hilâller insanlar için ve hacciçin mikatlardır, vakit alâmetleridir.- İnsanlar vakte muhtac olan işlerinin ve bilhassa hac (........) vakitlerini bunlarla tayin ederler ki, bu mana (........) âyetlerinde de ayrıca beyan buyurulmuştur. İzahı:

Şuhur ile zaman takdirinde yani ayın bir mıkyası zemanî ittihaz edilmesinde bir takım menafii insaniye vardır ki, bunların bir kısmı dinî ve bir kısmı dünyevîdir. Dinî olanlar:

1- (........)

2- Hac (........) 3- İddeti vefat, (........), iddeti iyas, (........) 4- Evkata müteallık nezirler ve hilâl ile ma'lûm olabilecek bir sıyamı mendub.

Dünyevî olanlar da müdayenat, icarat, mevaid, müddeti haml-ü rıda ve saire gibi pek çoktur. Eyyam ve eczai eyyam olan saatlar için evkatı salâtta olduğu gibi günün dahi bir mikat olduğunda şüphe yok ise de pek çok işler için ay hisabı elzemdir. Ve tahavvülâtı kameriye hılkaten bu hususta vaz'iyeti şemsiyeden ziyade vakit hisabına elverişli ve umum için kolaydır. Ay hılkaten müstakil bir vahidi kıyasî olmalıdır. Şemsin cirminde bir tahavvül görülmediğinden dolayı Arza nazaran metaliindeki ıhtilâfatı ve bürçlar üzerindeki intikalatı umurı hafiyeden olmakla şehr tesmiyesine münasib olmıyacağı gibi senei şemsiyede şehr bir mıkyası zahirî değil, nihayet fusuli erbeaya veya nefsi seneye nazaran i'tibarî ve hafî bir cüz'i mıkyastırlar. Halbuki ay, terbi'lerile haftaların dahi hakikaten mıkyasıdır. Dünyanın her tarafında hafta hisabının vahdeti de bu mıkyasın fıtrîliğinden naşidir. Nihayet ay, geceleri itibarile gün hisablarına da bariz bir alâkayı haizdir. Ve buna binaen günlerin isimleri umumiyetle buna tatbik olunarak yedi olmuştur, İşte menafii beşeriye noktai nazarından tahavvülâtı Kamerin hikmeti zahiresi vakit hisabı için böyle bir mikat olmaktır. Bunun için senei Şemsiye hisabında uydurma suretile olsun bir ay hisabına mecburiyet vardır ki, buna tabi olmak insanlara hakikatten ziyade tevehhümat ve itibara sapmak itiyadını verir. Bunlardan başka Kamerin cirminde her gün meşhud olan bu tahavvülât ecramı Semaviyenin dahi ma'ruzı tagayyür ve kabili mahvolabileceğine bir misali bahir teşkil etmesi itibarile kudret ve vahdaniyeti ilâhiyenin âyâtı kübrasından olan hılkati Semavat içinde Kamer, mütefekkirînden başka en basît insanlara bile rabbülâleminin iradesini anlatan bir âyeti mümtaze ve ona ubudiyet etmek için vakit tayinine delâlet edecek bir alâmeti rabbaniye olduğunda da şüphe yoktur (........) Bütün bu meani (........) cevabında icmal edilmiş ve sıyamdan sonra samedi bahse tenbih için bilhassa (........) kaydi de zikrolunmuş ve suali mezkûre bu suretle bir cevabı hikmet verilmesi emredilmiştir.

Bu sual ile esbabı âdiyeyi, İlmi nücum mucebince esbabı felekiyenin beyanını kasd edenler dahi bulunabileceğinden, soranlara bu cevabı söyle, şunu da ilâve et (........) Bununla beraber, birr-ü hayır denilen haslet, evlere arkalarından, sırtlarından gelmek değildir.- Bu ifadenin bir ma'nayı hakikîsi, bir de ma'nayı kinaîsi vardır. Hakikati itibarile: ehli cahiliyenin ihramda yaptıkları bu aksilik bir ibadet olmadığı gibi ma'nayı kinaîsi itibarile de Resulullaha İlmi nücum suali sormak, hikmet ve ahkâmı ilâhiyeyi beyan-ü tebliğ için ba's buyurulmuş olan Peygamberi hâşâ bir müneccim ve Kur’ân’ı bir nücum kitabı yerine koymak ve ulûmı âdiye mekasıdiyle İlmi nübüvvet metalibini tefrik edememek işe tersinden başlamak demektir ki, işlere böyle tersinden başlamakla hayra erilemez, birr-ü hayır böyle aksilikle değildir. (........) ehli bir ancak müttaki olan, korunandır.

Ya'ni yukarıda (........) âyetinde (........) ilâ (........) diye evsafı beyan olunan kimselerdir. Ezcümle Peygamberin arkasına düşerek bostanın kapısından girib gölgelenen kimsedir. Bunu bilin (........) ve evlere kapılarından gelin. İşler doğru yolile, vechi lâyıkıle girişin aksilik etmeyin, bir sual sorarken de halinizi bilin, mâlâya'ni ile uğraşmayın, bu cevab ve bu emir camiülkelim bir darbı mesel şeklinde kulağınıza küpe olsun da Peygambere tahavvüli hilâlin esbabı felekiyesini sormaktan şimdi vaz geçin.

Evvelâ kavminizin âdeti cahiliyesi olan şu aksiliğin izalesile halasınızı düşünün ve onun esbabını sorun (........) felâh bulmanız için de Allahdan korkun ve balâdaki evsafı ittikayı iktisab ederek Allah’ın vikayesine girin ve şu emri dinleyin:

(........)

Başdaki (........) âyetinin Medine de ilk nazil olan âyeti kıtal olduğu ve Resulullahın, o zaman mukatele edene mukatele, keffi yed edenden de keffeder bulunduğu ve surei (........) diye umumen kıtal emrolununcıya kadar böyle yaptığı Rebi İbn-i Enes radıyallahü anhden mervidir. Müslümanlar önce tedafüî dahi olsa kitalden memnu' ve her ne olursa olsun sabr-ü muvadeaya me'mur edilir, bil'ahare kıtal âyetleri ile bu memnuiyyet neshidildi. Lâkin kıtal âyetleri iki nevi'dir bir kısmı sade me'zuniyet-ü cevaz ifade eder, bir kısmı da kıtal-ü cihadı emrederek vücub ifade eyler. Bu âyet ise sadece âyeti kıtal değil, emri kıtal âyetidir. Hazret-i Ebi Bekri Sıddık, Zührî ve Said İbn-i Cübeyr gibi bir hayli zevattan kıtal hakkında nazil olan ilk âyet surei Enbiyadaki (........) âyeti olduğu da mervidir. Binaenaleyh Rebi' rivayetinin ma'nası bu (........) âyetinin ilk emri kıtal âyeti olmaz lâzım gelir ki, ekseri ulemai tefsirin kavli de budur. Bu emir (........) âyetinde vadedilmiş olan emirdir. Bu kıtal emirleriyledir ki, Hatemülenbiyanın seyf-ü cihada me'mur olacağı hakkında kütübi salifede varid olan vasfı mahsusları da tebeyyün etmiş, bu suretle de mu'cizei ilâhiye tahakkuk eylemiştir. Bu âyetin ma'badile veya Sûrei «Berae» deki (........) âyeti ile mensuh olub olmadığında ıhtilâf edilmiştir. Evvelkinin düşman hücumuna karşı tedafüî harbe münhasır bir emir olduğuna tarafdar olanlar mensuhıyyetine, bidayeten i'lânı harbe dahi muhtemil bulunduğunu anlıyanlar da muhkemiyyetine kaildirler. Gerçi surei «Berae» âyetleriyle bidayeten fisebilillâh i'lânı harbin ve taarruzî kıtalin dahi meşru ve icabına göre vacib olduğunda ıhtilâf yoksa da mes'ele evvelki emrin elyevm mensuh mu yoksa ma'mulün bih mi olduğunu ta'yin etmektedir. Peygamberimizin Medineye ilk senei hicretlerinden itibaren «seriyye» ler tertib ve etrafa i'zam eylediği ve fakat bunların sırf te'mini inzıbat-ü asayiş ve etraftaki düşmanların hal-ü vaziyyetlerini keşf için gönderilmiş karakollardan başka bir şey olmadığı ve düşman tarafından kıtale mübaşeret edilmedikçe harb-ü kıtal emri verilmediği, hatta Bedir, Uhud, Ahzab ve namı diğerle Handak muharebelerinin hep zarureti müdafaa ile yapılmış harbler olduğu ve bu halin bir hayli zaman devam ettiği muhakkak ise de kıtal hakkında ilk varid olan izin ve evamiri ilâhiye yalnız müdafaa harbine mahsus olub Peygamberi re'sen i'lânı harb-ü taarruzdan şer'an ve alel'ıtlak meni'mi ediyordu? Yoksa bu hususu iktızayı siyasete tabi tutarak sonraki emirler gibi icabına göre taarruza dahi müsaid olduğu halde tatbikını bu günkü gibi re'y-ü siyasete mi bırakıyordu? Hasılı bu babdaki nususı müteahhire esas itibariyle nâsih midir?

Yoksa mübeyyin ve muvazzıh mıdır? İşte mes'ele budur. Rebi' rivayetinin zahirine nazaran mensuh, Hazret-i Ebi Bekir rivayetinin zahirine nazaran da muhkem olduğu anlaşılıyor. Halbuki ihtimal sabit ve istimal mümkin iken nesha hükmetmek caiz olamıyacağından bir çok müfessirîn muhkem olduğuna kaildirler ki, biz de buna tarafdarız. Râgıb der ki, «evvelâ münhasıran rıfk, sadece va'z ve mücadelei hasene ile emredilmiş, badehu kıtale izin verilmiş, sonra haktan imtina edene harb-ü kıtal ile emrolunmuştur ki, bunlar aledderecat muktezayı siyasete göre varid olmuş emirlerdir» ilah...

Bu noktada Avrupalıların dini islâm hakkında iki mütehalif fikir neşretmekte olduklarını görüyoruz. Bir kısmı re'sen ilânı harbin cevazı mes'elei mukarreresini vesile ittihaz ederek islâmın mücaviz ve sırf kılıç kuvvetiyle intişar etmiş bir din bulunduğunu iddia etmek ve İlmî, Edebî, Hukukî, Ahlâkî, İctimaî haysiyyetle müsbet olan nüfuzi ma'nevîsini inkâr eylemek istiyor. Bu fikir edillei islâmiyenin İlmî kuvvetine mukavemet imkânı göremediklerinden dolayı islâmın hiç bir dinde görülmemiş olan intişarı mu'cizesini sırf kılıc kuvvetine istinad ederek onu Hıristiyanlık taassubiyle hissî bir yoldan vurmak istiyen eski Hıristiyanların bakıyyei neşriyyatıdır. Halbuki bunlar bu taarruz ile kendi davalarını iki cihetten nakzetmektedirler. Zira bir taraftan Hıristiyanlık emrine muhalif olarak Ehli salib devrinden beri Hıristiyanları hep silâha ve tecavüze saldırmışlar, diğer taraftan da alelıtlak harbi din fikrine mugayir göstermekle hem kendilerini hem de mensub oldukları kütübi salifei ilâhiyeyi tekzib etmişler ve ayni zamanda bununla Hatemülenbiyanın cihad ile me'mur olacağı hakkındaki kütübi salife mu'cizatını gizlemek istemişlerdir. İslâmın sırf kılıçla intişar etmiş olması iddiası tarihe ve ahkâmı islâma karşı bühtandır. Hakikat şu Hadîs-i şerifin içindedir. (........) = Allahü teâlâ Kur’ân ile defetmiyeceği bazı fenalıkları kılıc ile def eder.», edillei İlmiye ve Akliye, söz anlıyan, ilme hürmet eden, insafı olanlar içindir. Bunları tanımıyan ve fursat bulduğu zaman her hakkı ve her nevi mukaddesatı çiğniyen ve çiğnemek için müterakkıb olanların men'i fesadı ancak seyf ile mümkin olur. Bunun için haddizatinde eyi bir şey olmıyan harb, ilm-ü akıl, nush-u irşad dinlemiyen ve mücerred şehvetlerden, garazlardan doğan büyük büyük fitnelere nazaran ehveni şerrolur. Ve bu suretle bir hüsni izafî iktisab eder de icabına göre tedafüî ve icabına göre taarruzî harblere girişmek bir vazifei diniye ve müstahsene bile olur. Böyle olması için de bunun ancak fisebilillâh, hak yolunda, hak uğrunda yapılması ve bu niyyetle hareket edilmesi lâzımgelir, çünkü başka maksad ta'kib edenler, def'i fitne vesilesile daha büyük fitneler ihdas ederler. Zülme boyun eğmek tervici zulüm olduğu vakit icabı diyanete muhalif olacağı gibi, hakk-u hayrı ta'mime çalışmamak da fikri dinîye muhaliftir. Fitneler hem bastırılmalı, hem önüne geçilmelidir. Hakk-u hayır mevaniı izale edildiği zaman islâm her halde umum beşeriyyetin koşarak gireceği yegâne bir dini ilâhîdir.

Buna mukabil ikinci kısma gelince: bunlar «dini islâmda harb yalnız hali tedafü'de meşru' kılınmış, müdafaa mecburiyyeti olmadıkça harbe cevaz verilmemiş ve islâm silâh ile değil, terki silâh nazariyesile ve ilm-ü akla, fikri hakka verdiği ehemmiyet ile ve kuvvei iknaiyesi ve lisanı ile intişar etmiştir» diyorlar ve islâmı müdafaa eder gibi görünerek Kur’ân’daki bütün kıtal emirlerinin tedafüî harbe munhasır olduğunu ve müslümanlıkta re'sen i'lânı harbe ve taarruza cevaz olmadığını iddia ediyorlar. Bunlar da Avrupa ve Hıristiyanlık noktai nazarından daha ince ve derin bir fikri siyasî ta'kib eden yeni bazı erbabı kalemin fikirleridir. Bu zevat pek â'lâ bilirler ki, cevazı harbin hali tedafua münhasır olması binnetice müdafaa imkânının da selbine sebebdir. İcabında hasma takaddüm etmek için re'sen taarruz edebilmek hakkından mahrum olanlar daima denemezse de ekseriya müdafaa kudretine de malik olamazlar. Bu ise hakkı müdafaanın da selbine müsavidir. Bunlar bunu bildikleri için tahtı istilâlarına aldıkları müslümanları maddeten ve ma'nen silâhtan tecrid için zahiren dini islâm lehinde görünür telkınat ile yeni islâm aleyhinde ince bir ta'biye yapmış oluyorlar. Evvelkiler müslümanlık ne fena şey? Çünkü silâh emrediyor diyorlar, berikiler de müslümanlık ne iyi şey? Çünkü terki silâhı emrediyor diyorlar ve bu iki fikir binnetice müslümanların silâhını almak maksadında birleşiyorlar. Yeni olan bu ikinci fikri cidden insaniyet ve islâmiyet lehinde bir fikri ilmî zannederek bu sayede neşri islama hizmet edeceğiz hayalile tervic ve balâdaki nesih mes'elesini aksine te'vil etmeğe çalışan bazı islâm muharrirleri de işidiyoruz. Bunlar da onlara tebean ilk nazil olan ve mensuhıyeti rivayet olunan muharebe âyetlerinin hem müdafaaya münhasır ve hem gayri mensuh olduğunu iddia ettikleri gibi sonra nazil olan ve müdafaaya münhasır olmadığı zahir ve müttefakun'aleyh bulunan âyetleri de ma'kûs olarak sırf tedafüî göstermek istiyorlar. Muahhar mukaddemin beyanı veya nâsihı olmak lâzım gelirken mukaddem muahharın beyanı veya nâsihı imiş gibi iradei kelâm ediyorlar ki, bunlar, islâmın ruhı aslîsi olan hakk-u hakikat fikrini bırakıb yanlış bir ümid için hilâfını tervic etmek demektir. Doğrusu dini islâmda ilk emirlerden itibaren hakkı müdafaa meşru' olduğu gibi indelhace fisebilillâh olmak üzere hakkı taarruz da meşrudur. Hattâ icabında bir vazifedir. Ve ancak bu ma'na iledir ki, bu ilk emr mensuh değildir denebiliyor. Ve işbu fisebilillâh kaydi her harbin rüknüdür. Bu mülâhaza edilmedikce harb-ü kıtale asla cevaz bile yoktur. Bundan dolayıdır ki, Avrupalıların düşündükleri mana ile tecavüzî harbın dini islâmda yeri yoktur demek caiz olabilir. Din fikrine münafi olacak harb de ne müdafaa ne taarruzdur. Fisebilillâh ve emri hak uğrunda olmıyan fikri Tagut ve mahzı taaddi garazıle olandır. Halbuki islâmda hali harbde dahi harbi müstahsen kılabilecek gaye hılâfında taaddi haramdır. Bunun için taarruz harbinde dahi riayet edilmesi lâzım gelen hukukı harb vardır. Ve bunu tarihi beşeriyyette ilk evvel dini islâm te'sis etmiştir (........) . Binaenaleyh dini islâm sırf silâh kuvvetile intişar etmiş bir taaddi dinidir demek iftirayı mahz olduğu gibi intişarı islâmda silâhın hiç hizmeti yoktur demek de kitab-ü sünnete muhalif bir yalan olur. İslâm sırf silâh kuvvetiyle intişar etmiş olsa idi o silâhı tutan ellerin cüz'î bir zaman içinde nasıl toplanıverdiğini, ve Kisraların Kaysarların silâhlarına nasıl galebe ettiklerini izah etmek mümkin olmazdı, bu kat'iyen gösterir ki, zati din ve mu'cizatı risalet silâhtan evvel müstakıllen icrayı nüfuz eden bir âmili yegânedir. Bununla beraber feyzi islâm silâhsız olarak yalnız ma'neviyatı mücerredeye münhasır olsa idi Fahri risaletin silâh istimal etmesine ve Kur’ân’ın kıtal emirleri vermesine hiç de lüzum olmazdı. Bu da kat'iyen gösterir ki, emri dinde silâhın dahi bir mevkii mühimmi vardır. Ve bütün hakikat (........) Hadîs-i şerifinde mündericidir. Ruhı din bunların hududunu evvelâ tem'yiz, saniyen tatbik etmektir. (........) Rivayet olunduğuna göre Hudeybiyye senesi müşrikler Resulullahı ziyareti Kâ'beden menetmişler ve senei âtiyede gelmek ve Mekkei Mükerreme üç gün tahliye edilmek şartiyle bir müsalahada akdeylemişlerdi. Ertesi sene [hicret 7] Resulullah bu müsalaha mucebince ömrei kaza için avdet ettikde müslümanlar müşriklerin ahde vefa etmiyeceklerinden endişe etmişler, Haremi şerifte ve şehri haramda muharebe etmeyi de hoş görmemişlerdi ki, bu âyet bunun üzerine nazil olmuştur. Bunların ahkâmı hacci beyan siyakında varid olmuş bulunması bunu müeyyid ve nesakı tilâvet ma'badinin de beraber nüzulünü müş'irdir. Bu âyetlerin bu siyakı mülâhaza edilince anlaşılır ki, bu kıtal ve katil emirleri Kıblei islâmın selâmeti, ahkâmı müsalehanın muhafazası ve ferızai haccın te'mini edası noktai nazarından ref'i mevanı lüzumuna mebnidir ki, bunlar da Hazret-i Ebi Bekir rivayetinin kuvveti ma'nasını iş'ar etmektedirler. Gelelim ma'naya: Evlere kapılarından girin ve Allah’a ittika edin.

189 ﴿