213İnsanlar tek bir ümmet idi Ayrılmaları üzerine Allah rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere Peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile kitab indirdi ki, nas arasında ıhtilâf ettikleri noktada hakem olsun, bunda da sırf o kitab verilenler kendilerine bunca beyyineler geldikten sonra tuttular aralarındaki ihtiras yüzünden ıhtilâfa düştüler, bunun üzerine Allah onların ıhtilâf ettikleri hakka izni ilâhîsiyle bu iman edenleri doğrudan doğru muvaffak buyurdu, öyle ya Allah dilediğini doğru yola çıkarır (........) İptida bütün insanlar ümmeti vahide idi. Kıssai Ademden de anlaşıldığı üzere hepsi bir asılden türemiş, fıtrati ulâ mucebince kanunı hak üzere hareket eder, cemaati vahide, milleti vahide idi. İnsanlar bidayeti hılkatlerinde dinsiz cemiyetsiz yaşamış değildir, ahvali hayvanat bile gözden geçirilirse bidayeti hılkatinde anası koynunda olsun içtimaiyyetle yetişmeyen hiç bir hayvan yoktur, Her doğan fıtrat üzere doğar, insanlar da ber muktezayı fıtrat bidayetinde cemaati vahide idi, sonradan ıhtilâf ettiler de (........) Allah, hakka itaatin ve vifakın sevabını müjdeler, muhalefet-ü ısyanın ıkabını anlatarak korkutur Peygamberler gönderdi (........) ve bunlarla beraber hakka müteallik kitab da indirdi ki, (........) insanlar arasında ıhtilâf ettikleri hususta hâkim olsun, nizaı ve haksızlığı kaldırıb ıhkakı hakketsin.- Ebû Ca'fer kıraetinde «ya» nın zammı ve «kâf» ın fethiyle meçhul sıgası üzere (........) okunur ki, beynennas ıhtilâfatta kitabı hak ile hükmolunsun, icrayı hükûmet edilsin demek olur. Ve her iki halde hükm-ü hükûmetin hikmet-ü gayesi vaz'ı hak değil, hakka tevfikan ref'i ıhtilâf ve te'sisi müsalemet olduğu anlaşılır. Sonra insanlar bu kitabı münzelde de ıhtilâf ettiler (........) kitabda ıhtilâf çıkaran da başkaları değil (........) ancak o kitaba nail kılınmış olan Ehli kitabdır. Hem bunlar bu ıhtilâfı (........) kendilerine açık âyetler, nususı zahire geldikten sonra aralarındaki bagy-ü hasedden, ileri gitmek ve Peygamberlerle bile yarış etmek davasından naşi çıkardılar.- Eğer bu ıhtilâf nass-u beyyine bulunmıyan, nassta meskûtün anh kalan hususatta edillei gayri beyyine ile taharrii hakkı için olsa idi ıhtilâfı nası mümkin olduğu kadar azaltacak meşru bir ictihad olabilirdi, lâkin bunlar böyle yapmadılar, beyyineler geldikten sonra mevridi nassta ıhtilâf ettiler, halbuki mevridi nassta ictihada mesağ yoktur. Ve bu gibi nusustan dolayıdır ki, bu kaide, ilmi Fıkhın kavaidi külliyesinden birini teşkil etmiştir. Mevridi nassta ictihad, fertler tarafından kanunı hak hilâfına re'sen bir teşri'dir. Bu ise hakka tevfikan ref'i ıhtilâf değil, vaz'ı hılâftır. Bu suretle Ehli kitab nasın hubbi Dünya ile niza-ü ihtilâfına bihakkın hâkim olmak için bahşedilmiş bulunan kitabı hakkın nusus-u beyyinatına karşı bagy-ü tecavüzle yeniden ıhtilâflar çıkararak nası teşvişe düşürdüler, hukuk payimal oldu, ahlâk ve nizamı içtimaî bozuldu, ni'metler zeval buldu, hatır-ü hayale gelmez belâlara giriftar oldular. (........) Badehu Allah bunların ıhtilâf ettikleri hakka bi'seti Muhammediye ve inzali Kur’ân ile biizni huda iman edenlere hidayet verdi (........) ve işte Allah böyle dilediğini bir sıratı müstakime hidayet eder, doğrultur.» Mebdei beşeriyetten bi'seti Muhammediyeye kadar küzeran olan tarihi beşerin bir icmali olan bu âyeti celile fıtrati beşerin, emri nübüvvetin, menabii hukukun, hikmeti teşriin, icrayı hükûmetin künhi esrarını mutazammın büyük bir ilmi içtimaî esasatını muhtevidir. Bu münasebetle müfessirînin bu noktadaki mebahisi ilmiyelerini telhıs etmek faideli olacaktır. Balâda «ümmeti vasatta» görmüştük ki, ümmet, fırakı nasın ittiba ettiği cemaat» diye tarif edilmiş idi. Lâkin bu ma'na daha ziyade ümmeti vasat ıtlakına yaraşan bir ma'nayı hastır. Alelıtlak ümmet, bir şey üzerine içtima edib biribirine uyan cemaat demektir ki, ıktida demek olan itimamdan mehuzdur. Bu âyet ise mazide insanların ümmeti vahide olduğunu tasrih ediyor. Binaenaleyh bu cihet, şayanı taharridir. Ve bu noktada müfessirîn ıhtilâf etmişlerdir: 1- Ekser muhakkıkîn ilk insanların tevhidi hakka iman ile dini vahid üzere içtima etmiş milleti vahide olduklarına kaildirler. Siyakı âyette Enbiyanın ıhtilâf üzerine ba's edilmiş olması da buna delâlet eder diyorlar. Ve zaten fıtratte tevhıd asıl, şirk-ü küfür ve ıhtilâf hılâfı asıldır. Alel'ıtlak vahdet ve ademi ihtilâf mevzuı bahs olduğu zaman tevhidi hak tebadür eder. İlk insanların vahdetini şirk-ü küfür ve ıhtilâfta bir vahdete hamletmek için hak yoktur. Her halde vahdeti ilâh hiss-ü fikri tabiaten dahi teaddüdi ilâh hiss-ü fikrine mukaddemdir. Müşriklik tevhitten sonra ilâhta ıhtilâftan çıkan bir sureti tenazuun ifadesidir. Binaenaleyh Tarihi edyanda, akvamı salifede kadim gibi görünen şirk-ü küfür, vahdeti asliye ve fıtriyenin bozulmasından münbais arazî bir haleti saniyedir. Her doğan çocuk, hakka samimî olarak doğar, nankörlüğü, yalancılığı sonradan öğrenir. Efradı beşer tekessür ettikçe tenazuı âmal çoğalmış, bundan ıhtilâf-ü şirk zuhur etmiştir. İrşadı ilâhî ile tekâmüli aklî hasıl oldukça tarikı tevhide rücu olunmuştur. Binaenaleyh mebnayı silm-ü islâm olan tevhidi hak imanı beşeriyetin fıtrati ulâsında merkûz olan ve Hazret-i Âdemden itibaren beni Ademin şuuruna telkin edilmiş bulunan bir aslı kadîm ve mutlaktır. Buna kail olanlar bu ümmeti vahidenin kimler olabileceğinde rivayatı muhtelife nakletmişlerdir: Mücahitten bu ümmeti vahide «yalnız Âdem» dir diye menkuldür. Buna göre ümmet (........) âyetinde olduğu gibi cemaat makamına kaim bir ferd veya imam manasile mecazen ferde ıtlak edilmiş olduğu beyan ediliyor. Âdem, alemi şahs olmayıb da alemi cins olsa idi mecaz olmazdı. Lâkin bu mana mütearefe muhaliftir. Bu ümmeti vahide Âdem ve Havva' ve nesem olarak zahrından çıkarıldıkları sırada Beni Âdemden ibarettir ki, fıtrat üzere idiler [Übey ve İbn-i Zeyden]. Devri Âdemden devri Nuha kadar geçen kurunı aşere hakk üzere idiler, ıhtilâfları üzerine Hazret-i Nuh ba'solunmuştur. [İbn-i Abbas ve Katâdeden], Görülüyor ki, bu rivayâtta ciheti vadet, kanunı hak olduğunda ittifak bulunmakla beraber bunun bal arıları gibi bazı hayvanatta olduğu veçhile bir fıtrati mahza olarak garize halinde gayrı ıhtiyarî bir şuurı içtimai zarurî mi? Yoksa inkişafatı fikriye ve akliye ile alakadar bir içtimaı ta'limî ve ıhtiyarî mi? Olması noktasında bir ıhtilâf mevcuddur. Ya'ni beşerde içtimaiyet, bidayeten tabiî ve zarurî mi? Yoksa sınaî ve iradî midir? Bu ıhtılâf elyevm Avrupa İlmi hukuk ve İlmi içtima uleması beyninde caridir. Bizim muhtarımıza göre bidayeten fikir veya hissi içtima, icabı ilâhî ile zarurî, tatbikatı fi'liyesi ve inkişafatı ıhtiyarîdir. Çünkü nübüvvet bir ilmi zarurîdir ve Hazret-i Âdem nebiydir. 2- Ikrime ve Katâde gibi bazı müfessirînin kavlidir ki, bu ümmeti vahide küfr üzere, dini batıl üzere idiler, ve bir ta'bir ile behaim gibi idiler, Peygamberler geldiler bunlara iman ve hak telkın ettiler, iman edenler etti, etmiyenler etmedi, bu suretle mü'min ve kâfir mileti muhtelife husule geldi. Bunlar âyette (........) takdirine lüzum görmemişlerdir. Buna göre bu ümmeti vahıde (........) mazmunu üzere ademi imanda müşterek, hak tanımaz insan suretinde bir sürü hayvanat demek oluyor. Fakat bu surette şu üç sual teveccüh eder: Evvelâ: siyakı âyete nazaran Enbiyanın ref'ı ıhtilâf ve tesbiti hakkı için ba's buyurulmuş olduğu anlaşıldığı halde eğer (........) mukadder değil ise Enbiyanın ıhtilâf için ba'sedilmiş olması lâzım gelecek ve ba'slerinin te'hir edilmesi manasız olacaktır. Bu i'tirazı müfessirîn ehemmiyeti talakki etmişlerdir. Cevaben denebilir ki, «haleti ûlâ devri sabavet gibi idi ve bunlarda küfrün manası; henüz teklif mevcud olmadığından naşi ademi iman demektir. Peygamberler kanunı terbiye muktezasınca bittedric tekemmülâtı akliyenin mebdeinde ba'solunmuşlardır. Ve ıhdası ıhtılâf için değil, terakki için ba'solundular, bunun üzerine ıhtilâf, iman etmiyenlerden çıktı, Peygamberlerden değil». Bu cevab zamanımızın Avrupa telâkkiyatına muvafık gelir. Fakat hali sabıkı muhafaza edenlere muhalefet çıkardı demek doğru olamıyacağına nazaran her halde bu telâkkide Peygamberlere bir ıhdası ıhtılâf isnadı lâzım gelir. Bu ise siyakı âyete ve ruhı mazmuna muhaliftir. Bu noktai nazardan müfessirînin bu itiraza ehemmiyet vermeleri yerindedir. Saniyen: Hazret-i Âdem ebülbeşer ise Nebiy olmamak, Nebiy ise ebülbeşer olmamak lâzım gelecektir. Çünkü hem Nebiy, hem ebülbeşer olduğuna göre evlâdı küfrile ona muhalefet etmiş olacak bu surette teklif mevcud ise de evveli nas, ümmeti vahıde olmamış, ıhtilâf etmiş bulunacaktır. Halbuki Âdem’in ebülbeşer ve ilk Nebiy olması müttefakun'aleyhtir. Bu sual kavli evvele varid değildir. Çünkü evlâdı iptida ona muvafakat etmiş ve hak üzere ümmeti vahıde teşkil eylemişler, sonra ıhtilâf etmişler, bunun üzerine müteaddid Enbiya ba's buyurulmuştur. Ancak bu takdirde (........) de teahhür, Âdemden maadasına masruf olmak zarurîdir. Cem'i muhallâ billâm lâ'akal üçten başlıyacağı için Enbiyai müteaddide ya'ni taaddüdi Enbiya sonradan ıhtilâf üzerine vakı olmuştur demek olur. Ve ba'si Âdem bunda dahil olmaz, bu ise Âdem’in ebülbeşer olmasına mani' olmaz. Lâkin bu ma'na ikinci kavle kâfi değildir. Salisen: bu kavilde ümmet kelimesinin ma'nayi içtimaîsi de müsbet olarak tahakkuk etmez ve bu surette üçüncü kavle zahib olmak lâzım gelir şöyle ki, 3- Burada ümmeti vahide demek cinsi vahid veya sınfı vahid demektir. Yani bunlar üzerinde emr-ü nehiy yokdu, hiç bir kanuni şer'îye tabi değil idiler, ibahai asliye devrinde yaşayorlardı. (........) gösteriyor ki, şeriatler sonradan Enbiya ile gelmiş ve ma'ruf manasiyle din ve içtimaiyet o zaman başlamış, iman-ü küfür taksimi o zaman zuhur etmiştir. O halde evvelkiler behaim veya çocuklar gibi mükellefiyetten ari ve ahkâmdan hali olmak itibariyle bir cins idiler veya cevheri vahidden ve bir babadan gelmiş olmaları itibariyle sınfı vahid idiler. Sunufi muhtelife, ırklar, milletler, ayrılmış değil idi, vatandaş ve ecnebî yok idi, binaenaleyh bunlara ümmeti vahide ıtlakı hakikî manasiyle din-ü şeride müttehit cemaat demek değil, cinsi vahid veya sınfı vahid demektir, bu kavil Ebuhayyanda imamı Matürîdî Hazretlerine nisbet edilmiştir. Bu surette demek olur ki, insanlar bidayeti hallerinde Avrupalıların haleti tabiıye dedikleri gibi hürriyeti mutlaka içinde bulunuyorlardı, hiç bir vazife ve hiç bir memnuıyete tabi olmuyorlardı, hiç bir vazife ve hiç bir memnuıyete tabi olmuyorlardı ve üzerlerinde hiç bir amir-ü hâkim tanımıyorlardı, henüz insanlar az, Arz vasi' mahsulâtı arzıye maışetlerine kâfi idi, serbes serbes yaşıyorlar, yalnız hayvanatı saireye karşı mücadele ediyorlardı, insanlar beyninde mücadele ve ihtiyacı mücadele yokdu, hılkatleri, halleri bir, temayüli fıtrîleri bir, tarzı hareketleri bir idi, ilk babadan gördükleri gibi gidiyorlardı, hep böyle hareket edebilseler idi kanuna, hükûmete muhtaç olmıyacaklardı. Lâkin nesilleri tekessür ettikce, bulundukları yerler darlaşdıkça tezâhum ve temanü' hasıl oldu, cehaletle, hubbi hayat ile ıhtilâfa düşdüler, sınıf sınıf, fırka fırka oldular, işte o zaman bu ıhtilafları ref' için içlerinde mintarafillah âtiyi gören, acı tatlı haberler veren, hayr-ü şerden, hill-ü hürmetten, vazife ve memnuıyet kanunlarından bahseden Enbiya ba's buyuruldu, muvafakat edenler iman ile birleşdi, bu suretle mü'min ve kâfir mileli muhtelife zuhur etti. Nihayet Hatemül'enbiya tevhidi külli için ba's buyuruldu. Bu izah (........) takdirine ve siyakı âyete de tevafuk edebilir. Lâkin bunda hılafı zahir iki cihet vardır: Birincisi, ümmet kelimesi zahir olan mânayi içtimaîsinde kullanılmamış olur. İkincisi, devri sabavet gibi de olsa insanın her türlü kavaninden muarra, bir hürriyet ve ibahaı mutlaka devri yaşamış olduğu teslim edilemez, bir taraftan bütün hayvanat, mebdei tevellüdde fıtrî bir devri hıdane ve terbiye yaşamış ve her uzvi hayatî bile bir vazife ve memnuıyet kanununa tabi bulunmuş olduğu, diğer taraftan (........) hıtabı ezelîsiyle de bu nokta daha esasından takviye edilmiş bulunduğu halde fıtrati insaniyeyi bidayetinde velev basıt olsun mebadii medeniye ve içtimaiyeden azade telâkki etmek hem istıshabı hale hem de delâleti nakle muhalif olur. Binaenaleyh Hazret-i Ademden itibaren bir sirri teklif, kabul etmek zarurîdir. (........) nehyi teklifin kıdemini ifade ettiği gibi nübüvveti Adem kazıyyesi de bunu icab eder. Netekim insan medenî bittabiidir ve insan müanesetten müştaktır deniliyor ki, bu da sirri teklifin ve içtimaıyetin fıtrati insaniyede merkûz bulunduğunu ifade eder. Bu ise bir kanunı hakdır ve bunun alel'ıtlak laşuurî olduğunu iddiaya hak yoktur, bu bir şuuri zarurîdir. Maamafih lâşuurî de olsa yine kanunı haktır. Bunu küfre değil imana mebde olarak ahzetmek lâzım gelir. 4- Mu'tezileden Kadı Abdülcebbar ve ona tabi' olanlar demiştir ki,, Peygamberlerin ba'sinden evvel insanlar şeriati akliyeye temessükte ümmeti vahide idiler, şeriati akliye sani'i Hak teâlânın vücudunu ve sıfatını ı'tiraf ve ni'metine şükrile hizmetine iştigal ve zulm-ü tecavüz, kizib, cehil, abes ve emsali gibi kabayihi akliyeden ictinab esasına müsteniddir. Çünkü bunlar aklen idrak olunurlar. Mademki âyetde (........) ba'si Enbiyanın terahı ifade eden «fa» ile sonradan olduğunu göstermiştir, demek ki, bunlardan evvelki ümmeti vahidenin vahdeti Enbiyadan istifade edilmiş olmıyan bir şeriat imiş, böyle bir şeriat ise bir şeriati akliye olabilir. Fakat Hazret-i Âdem ilk insan ve nebiy değil mi idi? O halde bi'seti Enbıyadan evvel sırf akıl ile mükellef insanlar farzı nasıl doğru olur. Kadı Abdülcebbar bu suali kendine irad ile demiştir ki, ihtimal, Hazret-i Âdem iptida evlâdiyle beraber şeriati akliyede içtima etmişlerdi de sonradan Cenâb-ı Allah kendisini evlâdına Peygamber ba'setmiştir. Ve ihtimal ki, onun ilk şeriati nebeviyyesi münderis olmuş da insanlar şerayiı akliyeye temessük etmişler ve bilâhare diğer Enbiya ba's buyurulmuştur. Ebû Müslimi ısfahanî de Kadînın bu mezhebini ıhtiyar eylemiştir. Bunlara göre akıl; Enbiyadan evvel bir Resuli ilâhî olmuş oluyor. Nübüvvet de akılları kendi kendilerine idrak edemiyecekleri masalih-ü kemalâta isal etmiş bulunuyor. Lâkin bu mezhebde de isbatı mümkin olmıyan iki nokta vardır. Birincisi aklın medarı ahkâm olan hüsn-ü kubuhta bizzat hâkim olub olamıyacağı ve vücubi aklînin vücubi amelîyi istilzam edib edemiyeceği meselesidir ki, İlmi usul ve Akaidin mesaili mühimmesindendir. İkincisi bidayeti halde insanların adl ü zulmü semiyye bilecek ve üzerine binai muamele edebilecek derecede istidlâli, aklîye muktedir olub olamıyacakları ve bu kadar derin bir şuur ile hareket edib edemiyecekleri mes'elesidir. Bu İki nokta bu gün dahi sabit değildir. 5- Bazı müfessirîn de demişlerdir ki, âyet iptidada ümmeti vahideyi tasrih ediyor. Fakat bunun iman üzere mi yoksa küfr üzere mi olduğunu beyan etmiyor. Bu cihet, delile muhtacdır, Binaenaleyh mes'elede hüküm vermeyib (........) diye tevakkuf etmek lâzım gelir. 6- Burada (........) dan murad, mebdei hılkatten beri umum nas değildir. Bu ümmeti vahide kavmi İbrahim veya kavmi Mûsadır. Enbiyadan murad da bunlardan sonra ki, Enbiyayi müteahhirîndir» Diyen müfessirîn de vardır. Ve bu son kavil âyetin makabline irtıbatı noktai nazarından muvafık gibi ise de (........) lâfzı âmmını tahsıs, hılâfı zahir olduğu gibi âyetin mazmununda umumî görünen yüksek sirri içtimaîye de kâfi değildir. Biz de şunu ıhtar etmek isteriz ki, aklın en mühim kıymeti ılliyyet kanunu mucebince sebebden müsebbebe veya müsebbebden sebebe intikaldedir. Bu ise garize, fıtrat veya aklı garizî ve bedihî tabir olunan mebadii zaruriyeye veya tecribeye mütevakkıftır. Nübüvvet ise matalibi nazariyeyi bile ulûmı zaruriye halinde idrak ve telkin eden bir kuvvei rabbaniyedir. Ve ledettedkik dalâlâtı beşeriyyenin inkişafatı akliye ile inkişafatı şehevaniyenin tedahulünden ve ukulün şehevat için istıhdamından neş'et eder. Fıtratı ûlâ bu dalâletten âzade olduğu gibi nübüvvet de gerek ilmî ve gerek amelî olarak bundan âzadedir. Meselâ bal arılarının sınaatı şaşmak bilmiyen bir sınaatı gariziyyedir. Ve alelûmum nübüvvetler de böyle şaşmak bilmiyen bir vahyi ilâhîdirki (........) âyetiyle buna işaret buyurulmuştur. Binaenaleyh bir fıtrat mes'elesi olan nübüvvet bir taraftan ukul-ü iradatın mebdei, diğer taraftan müntehasıdır. Bunun için bir nübüvveti ûlâ, bir nübüvveti saniye vardır. Kitab, nübüvveti saniyededir bu ikisi arasında hak tanımayan bagy-ü tegallüb üzere hareket eden bir hali küfür vardır ki, hak kendi kudret-ü iradesinden ibaret zanneder. Selâmeti umumiyeyi ıhlâl eyler. İnsan ilk hılkatten itibaren insandır. Din, lisan, içtima mebdei o zamandandır. Nübüvveti Âdem nübüvveti ûlâdır ukuli evvelîn bununla tekâmül etmiş, hubbi Dünya, tenevvuati şehevaniye ve ıhtilâfatı beşeriye üzerine nübüvveti saniye ve inzali kütüp vaki olmuştur. Binaenaleyh kavli evvel de olduğu üzere ilk insanların fıtrat ve nübuvvet ûlâya müstenid imanı fıtrî ile kanunı hak üzere bir ümmeti vahide olduklarını kabul etmek ıktıza eder. Ve siyakı âyet bize vahdeti hakkın bu suretle kıdemini ve sirri içtimaînin mebdeini, irşadatı ilâhiyenin sureti ceryanını hukukun ve hikmeti teşriin şeraitı evveliyesini ve Peygamberlerden sonra onlara yarış ederek nususı zahireye karşı ıhtilâfat çıkaran usuli hukukıyeyi bağyü teğallüb ile ıhlâha kalkışanlar zuhur ettiğini beyan etmektedir. O halde nası umumundan ve ümmeti zahirinden ıhraca sebeb yokdur. Matüridî Hazretlerine nisbet olunan kavilde bunun bir nevi ızahı olarak kabul edilebilir. Bu âyetten şu da anlaşılıyor ki, her Peygamber, zamanında meb'us olduğu insanlar beyninde muhtelefün fih olan emri hakkı ızah ederek ref'ı ıhtilâf ve talimi tevhid etmiş ve bu babda nususı zahire ve beyyinatı kat'iye getirmişdir. Bu sebeble ehli imanın ve ulemanın vazifesi mevridi nassda ıhtilâf çıkarmak değil, nususun sakit olduğu hadisatı hukukiyede edillei gayri beyyineden taharrii hakk-u hakikat ile ref'ı ıhtilâf edecek ahkâmı istinbat edebilmek ve bu suretle İcmai ümmetin tariklarını ilmen ıhzar eylemektir. Hasılı ıhtilâfatı ferdiye olmasa idi insanlar hâkim-ü hükme, ahkâmı cezaiyeye muhtaç olmıyacaklardı. Ve mileli muhtelife zuhur etmiyecekti, harb-ü darbe, hükmü hükûmete lüzum kalmıyacak, kavanini fıtrat kâfi gelecekti. Mademki ıhtilâf ettiler ve ıhtilâfatı ferdiyeden ıhtilâfı millîye de geçtiler, o halde hak düşmanlariyle boğuşmağa mecbur olacaklardır. Bununla boğuşabilmek için de kendi aralarında hakka iman-ü riayetle teavün ve tekâfüli hak sayesinde Dünya ve Ahıret korunmak ve silmi küllîyi tesis etmekle mükelleftirler ve risaleti Muhammediye ile Kur’ân’ı azımüşşan beşeriyyeti bu suretle mebdeinden müntehasına müvazi bir vaz'iyet içinde tevhidi hakka ve selâmeti külliyeye hidayet için gelmiştir. Şimdi bu hidayet gelmekle ey ümmeti Muhammed! siz |
﴾ 213 ﴿