256Dinde ikrah yok, rüşd, dalâlden cidden ayrıldı, artık her kim Taguta küfredib Allah’a iman eylerse o işte en sağlam tutamağa yapışmıştır, öyle ki, onun için kopmak yok, Allah işidir, bilir (........) dinde ikrah yoktur.- Allah onu zorla kimseye vermez. Dini ıhtiyar ile dilemek lâzım gelir dinde ikrah kanunu yoktur. Bunu böyle anlamalıdır. Çünkü «fiddin» ikraha müteallik değil, haberdir. Aslı ma'na «ikrah, dinde yoktur» demek olur. Ya'ni sade dine değil her neye olursa olsun cinsi ikrah dini hakkolan islâmda mevcud değildir, dairei dinde ikrah, menfidir. Dinin mevzuu ef'ali ıztırariye değil ef'ali ihtiyariyedir. Bunun için ef'ali ihtiyariyeden birisi olan ikrah, dinde menhidir. Hasılı nefiy veya nehiy edilen ikrah yalnız dine ikrah değil, her hangi bir şeye olursa olsun cinsi ikrahtır. Yoksa dinde dine ikrah yoktur amma Dünyaya ikrah olabilir demek değildir. Belki âlemde ikrah bulunabilir amma dinde, dinin hükmünde, dinin dairesinde olmaz veya olmamalıdır. Dinin şanı ikrah etmek değil belki ikrahtan korumaktır. Binaenaleyh dini islâmın bihakkın hâkim olduğu yerde ikrah bulunmaz veya bulunmamalıdır. Cebr-ü ikrah olursa onun haricinde olur. Şu halde din, ikrah ediniz demez, ikrah meşru' ve mu'teber olmaz. İkrah ile vaki' olan amelde dinin va'dettiği sevab bulunmaz, rıza ve hüsni niyyet bulunmayınca hiç bir amel ibadet olmaz. (........) dır. Metalibi diniyenin hepsi ikrahsız, hüsni niyyet ve rıza ile yapılmalıdır. İkrah ile i'tikad değil, ikrah ile gösterilen iman, imanı hakikî değil, ikrah ile kılanan namaz, namaz değil, oruç keza, hacc keza, cihad keza ilah... Bundan başka bir kimsenin diğerine tecavüz edib de her hangi bir işi ikrah ile yaptırması da caiz değildir, hasılı hükmi islâm altında herkes vazifesini bilihtiyar yapmalı, ikrahsız yaşamalıdır. Cihad da bu hikmet ile meşru'dur. (........) de zarfiyet değil sebebiyet manası mülâhaza edilirse mana şu olur: ikrah din için yoktur, yahud ikrah din için, dine idhal için yapılamaz. Zira ikrah bir kimseye hoşlanmadığı bir işi fi'len bir tehdid ile ilzam etmektir. Halbuki din hoşlanılmıyacak bir şey değildir. Dinin aslı olan imanın kökü tasdik ve i'tikadı kalbîdir. Bu ise sırf bir rıza ve hüsni ıhtiyar işidir. Bunu (........) olan Allahdan başka kimse ilzam edemez. Meşiyyeti ilâhiye ile iman ve hattâ iman ile ameli salih cebre değil hüsni ıhtiyara ve rızayı vicdaniye menut bulunduğundan din için ikrah mümkin olmaz. Ancak tebliğ ve teklif edilir. (........) binaenaleyh dine dühul için kimseye cebr-ü ikrah yapılmamalıdır. Çünkü mükrehin izhar edeceği iman indallah imanı hakikî olmaz. İkrah ile hakikî bir mütedeyyin kazanılmaz. Maamafih kalbe Allahdan başkasının nazarı nafiz olmıyacağından ve bu ikrah halinde olsun iman edene de sen ikrah ile iman ızhar ediyorsun yine kâfirsin denilmez, kâfir muamelesi edilmez. Hali tebeyyün edib şüphe zali oluncıya kadar bakılır. Çünkü o imanı ızhar etmesi de az çok bir eseri ıhtiyardır. Hiç istemese idi onu da yapmazdı. Demek ki, zevkı imanı bir zerre olsun tatmıştır. Bu cihetle (........) Zeccacın dediği gibi harb ile ızharı islâm eden kerahete nisbet edilmez demek olabilir ki, ikrahın bir manayı lûğavîsidir. İkraha ne hacet, cebr-ü ikrah bekletmekte ma'na nedir? Ukalânın hepsi dine sarılmak lâzım gelmez mi? Çünkü (........) rüşd, gavayetten, doğruluk, sapıklıktan iyice ayrılmıştır.- Bu kadar Peygamberlerden, ilmî amelî bu kadar beyyinattan ve nihayet saltanatı ilâhiyenin bu kadar büyük tecellisinden sonra iman ve dinin insanlara baisi felah-ü saadet, küfr-ü ilhadın badii ıkab-ü felâket olduğu kat'iyyen tebeyyün etmiş. Hak batıldan, hayır şerden temeyyüz eylemiştir. Belli ki, ehli din, muhakkak mes'ud olacak, ehli küfür de muhakkak ceza ve ıkab görecektir, ve bunlar her nereden gelse kendi ıhtiyarlariyle kendi kesibleri olacak ve o zaman bu mecburiyet bir ikrah manasını tazammun etmiyecektir, bu bilhassa şunu gösteriyor ki, «dinde ikrah yoktur» deyince hiç kimseye teklif, ceza ve ıkab yoktur demek anlaşılmasın, elbette rüşdün gayden kat'iyen ayrılmış bulunması, hılâfi din harekâtta muhakkak bir ıkabın mütebeyyen olmasındandır. Ma'lûmdur ki, cebr-ü ikrah, fi'le takaddüm eder de o fi'ıl için ıhtiyarı selb veya ifsad eyler ve o fi'ıl böyle rızasız yapıldığı için neticei fi'liyesi hayır veya şer failinin hakkı müktesebi olmaz, mes'uliyeti ikrah edene aid olur, mükrihin elinde mükreh bir âlet olur. Artık kazanc, maksad, ikrah olunanın değil, ikrah edenindir. Fakat ikrahsız yapılmış olan küfr-ü zulmün, fısk-u ısyanın bil'ıhtiyar kazanılmış bir fi'li mükteseb olduğunda da şüphe yoktur. Ve artık bu yapıldıktan sonra onun neticei lâzıması olan ceza ve ıkab da failinin kendi kazancı, kendi bir istihkakıdır ki, bunda manayı cebr-ü ikrah tasavvur olunmaz, o kendi kendine zulmetmiş olur. Allahü teâlâ ise kemali rahmetinden kullarının ne kendilerine, ne de başkalarına zulm-ü tecavüz etmelerine razı olmadığından onları korumak için hududlar ta'yin etmiş, din ve ahkâmını bildirmiş (........) buyurmuştur. Bu nass mucebince ikrah, avarızı ehliyettendir, darı islâmda ikrah, memnudur. Hattâ hiç bir kimseye dini islâma girmek için bile cebredilemez, herkes dininde serbes ve muhtardır. Ahkâmı islâmiye altında müşrik, ehli kitab, Yehudî, Hıristiyan hepsi hurriyeti diniyelerile yaşıyabilirler, meselâ bir müşrik dilerse Yehudî veya Nasranî olabilir, hiç birine müslüman ol diye cebredilmez, ahdinde durmak ve vergisini vermek şartile dininde bırakılır. Fakat her kim olursa olsun ahdinde durmıyanları da cürmüne göre cezasını görür. Birriza kabuli islâm ettikten, Allah’a ve Peygamberlerine ahid verdikten sonra döner irtidad eder de tevbe etmezse mücazat edilir ki, bu bir ikrah değil, nakzı ahdın neticei zaruriyesidir. Bu noktada imamı Şafiî gibi ba'zı ulema ahdi islâmda bulunan Mecus veya Nasâradan birisi eski dininde kalmayıb da meselâ Yehudî olacak olsa ben onu ya eski dinine rücu' et veya islâm ol diye cebrederim» demiştir. Fakat Hanefiye ve saire demişlerdir ki, (........) muccebince o suretle tebdili dinde bir nakzı ahid manası yoktur. Binaenaleyh ya dön veya islâm ol diye cebr edilmez. Ancak dini islâma girdikten sonra dönen nakzı ahdetmiş olur. Ve yalnız bu tevbe etmezse cezası verilir. Bundan başka ibadat ve sair muamelât gibi rıza şart olan füruı a'malda dahi ikrah gayrı mu'teberdir. Fi'lin nefazına mani'dir. Meğerki fiıl fi'li şer'î olmayıb fi'li hissî olsun. Ve her halde ikrah bir taaddidir, derecesine göre cezaya müstehıktır. İşte dini hakda hurriyeti vicdan ve ahd-ü misak ve hukuk bu kadar yüksektir. Hattâ bundan dolayıdır ki, i'lânı cihadda bile düşmana ya dini hakkı kabul etmesi veya mağlûbiyeti teslim ederek dininde kalıb hukuku mahfuz olmak üzere islâm tabiiyetinde vergi vermesi beyninde ıhtiyarına mufazzaz bir teklif yapılır. Bunlardan birini kabul ederse bilmusaleha ahdına riayet edilir, kabul etmediği ve harben mağlûb olduğu takdirde de yine tebdili dine cebredilmeyib adalet dairesinde bir vergiye bir, inzıbata mecbur tutulur. Demek cihad, tebdili din için bir vasıtai cebriye değil, dini hakkın ulviyyetini fi'len isbat eden bir beyyinei haktır. Zira ikrah ile din olmaz. Fakat beyyinatı akliye ve ilmiyeyi dinlemeyen kefere ve zalemenin tecavüzatı da böyle bir beyyinei fi'liye olmadan durdurulmaz, herkes her türlü zulm-ü ikraha ma'ruz kalır. Maahaza cihad-ü kıtal bir ikrah değil, bir yarıştır. Hangi tarafın tehdidini ıka' edebileceğini gayrı ma'lûm bir imtihandır. Bir de cihad, hükmi din cari olan Darıislâm haricinde cereyan edeceğinden ikrahın menfi olduğu din muhitından hariçtir. Darı harp zaten tarı ikrahtır. Böyle iken yukarıdan beri beyanı ilâhînin siyakı dikkatle mülâhaza edilince anlaşılır ki, (........) nazmi mübini emri cihadın gayesini tesbit etmektedir. Ya'ni cihadın hikmeti insanları ikrahtan korumak, ikrah kabul etmiyen dini hâkim kılarak i'lâi kelimetullah etmek, ya'ni herkesi mensub olduğu akideden cebren çıkarmağa çalışmayıb hakkın bilihtiyar kabul ve intişarına sed çekmek istiyen ve gücünün yettiğine cebr-ü ikrah eden hak düşmanlarının def'i ve mevaniin ref'i ile kalbi selim ve aklı müstakim için tebeyyün etmiş bulunan tarıkı rüşdü, hâkimiyeti hakkı umuma arz-u i'lan etmek ve bu suretle ümmeti Muhammedî ile mütenasib olarak mileli muhtelifeden mürekkeb bir hey'eti içtimaiye üzerinde müsalemeti umumıyeyi kâfil kalbi kül gibi hâkim bir ümmeti vasat yapmak ve Peygamberlerin hiç birini tefrik etmeyib hepsine aledderecat iman ile vahdaniyeti ilâhiyeye mübteni olan dini islâmı bütün dinlerin rabıtai külliyesi ve hedefi terakkisi olan bir dini umumî olarak müdafaa ve ızhar eylemektir. Bunun için islâmda gayeyi harb intikam, katil, tebdili dine icbar değil, hasmı mağlûb etmek ve kuvvei cebriyesini alıb dininde serbes olarak hükmi hakka tabi' tutmaktır ki, ı'lâi kelimetillah bundadır. Bu sebeble her ne zaman müslümanlara za'f tari olur. Dini hak müdafaa edilmezse fitneler kopacak, cebr-ü ikrah çoğalacak, bütün beşeriyet herc-ü merce uğrayacaktır. Lâkin bu izahtan sonra bir sual kaldı. Balâda (........) âyetinde görüldüğü üzere Mekke ve hatta Ceziretül'arab müşriklerine ehli kitab gibi hurriyeti din verilmemiş, bunlar hakkında (........) hadîsiyle ya islâm ya ölüm ilân edilmişti. Bu ise (........) hükmüne münafi değil midir? Bunun cevabı şudur: Eğer münafi ise iki âyet birbirini nesih veya tahsıs eder onların bunda dahil olmadığı anlaşılır. Bununla beraber şu da bilinmelidir ki, onlara hürriyeti diniye verilmemesi bilhassa (........) hükmünün tatbıkını te'min içindir. Bu münasebetle müfessirînden bir kaç kavıl vardır: 1- Bu «lâikrahe» âyeti mukaddemâ sureti umumiyede nâzil olmuş ve bil'ahare cihad ve kıtal âyetleriyle neshedilmiş bulunduğu Zeyd İbn-i Eslemden mervidir. Fakat bu kavıl ıtlakile savab görülmemiştir. Fılvakı (........) bunun nüzulü dinin tebeyyüni kâmilinden sonra olduğunu göstermekte ve böyle bir mülâhazaya mani görülmektedir. Bir de görüldüğü üzere cihad mes'elesi esasen buraya dahil değildir ki, onunla nesıh, mevzuı bahs olsun. Lâkin şunu bilmek lâzım gelir ki, her nesıh nâsihın derecei tenavülüne göredir. Binaenaleyh bu, cihad ile mensuhtur demek diğer ahvalde muhkem demektir, ve bu sebeble ikrahın cihada şümulü bulunduğuna zahib olabilecekler için bu rivayet mühimdir, demek olur ki, bu âyette böyle bir ihtimal varsa bu ihtimal, mensuhtur. Ve rivayeti nesıh ancak bu cihete münhasırdır. Yoksa cihad âyetlerile mütebakinin mensuhıyetine imkân yoktur, âmm, ba'dennesıh mütebakide yine kat'îdir. Hasılı nesıh, küllî değil cüz'îdir. 2- Bu âyet, Ehli kitab hakkında nâzil olmuştur. Binaenaleyh Müşrikîn bunun umumundan haricdir. Fil'vakı (........) âyetinden başlıyan sıyak bunu müeyyid olduğu gibi sebeb-i nüzul hakkındaki rivayetler de bunu müeyyiddir. Rivayet olunuyor ki, bi'seti seniyeden mukaddem Ensardan ba'zıları evlâdlarını Yehudiyyete veya Nasraniyyete sokmuşlardı, dini islâm gelince bunlara ikrah etmek istediler. Kablel'islâm Ensardan bir kadının çocuğu yaşamadığı surette «çocuğu yaşarsa onu Ehli kitab ile beraber ve onların dini üzere bulundurmayı nezrederdi» bu sebeble Ensar çocuklarının bir takımları Ehli kitab dininde bulunuyorlardı. Binaenaleyh islâma geldikleri zaman dediler ki, biz vaktile bunların dinlerini bizim dinimizden efdal görürdük de çocuklarımızı onun için sevkederdik, mademki dini islâm geldi her halde biz bunları ikrah ederiz dediler, ezcümle Beni Salim İbn-i Avften Hüsayn namında bir Ensarînin iki oğlu vardı. Mukaddema Şam tüccarlarının telkıni ile Hıristiyan olmuş gitmişlerdi, bi'seti seniyeden sonra Medineye geldiklerinde babaları bunlara «vallahi sizi bırakmam illâ müslüman olmalısınız» diye sataştı, onlar da imtina ettiler, üçü bir Resulullaha müracaat ettiler, bunun üzerine bu âyet nazil oldu, babası da onları bıraktı. Bu hâdiseler gerek cihada izinden evvel olsun ve gerek sonra, her iki takdirde sebeb-i nüzul müşriklere şamil değildir, o halde hükmünün umumu da Ehli kitaba aiddir. Ve mensuh değil muhkemdir. Bu güzel? lâkin sebebin hususu hükmün umumuna mani' değildir, (........) ise eamdır. Sonra bu hüküm yalnız Ehli kitaba mahsus olsa idi, dari islâmda Ehli kitabdan ma'adasına ahd-ü enam verilmemek lâzım gelirdi. Halbuki Ceziretül'arab müşriklerinden başkasına bu muamele yapılmamıştır. Şu halde bu âyet alelıtlak mensuh olmadığı gibi umumu Ehli kitaba da has olmamalıdır. Netekim Hazret-i Enes: sebeb-i nüzulü «Resulullah birisine » (........) = müslüman ol!» buyurmuştu, o da (........) = kendimi hoşlanmaz buluyorum» demişti, bu âyet bunun hakkında nazil olmuştur» diye rivayet etmiştir ki, bu sebeb daha mutlak olmakla hükmün umumunda daha zahirdir. 3- Ma'lûm ki, Arab müşrikleri hakkındaki muamele (........) emrine mübtenidir. (........) ise «ba'de islâmil'arab dinde ikrah yoktur, vergi kâfidir» mealinde olduğunu tefsiri Kelbîde beyan eder. Demek ki, rüşdün gayden tebeyyünü o zamandır. Ve bu hüküm mâkabline şamil olmaz bu manaca bu âyet (........) âyetinden sonra nazil olmuş demek olur. Mukaddem ise muahharı ne nesıh, ne tahsıs edemiyeceğinden «lâikrahe» umumu üzere kalır. Bu surette aralarında bir cihetten tearuz varsa muahhar mukaddemi neshetmiş olacaktır. Halbuki bunun evvelkini nâsıh olduğuna dair hiç bir kavil yoktur, ve olamaz. Zira bunun tarihen muahher olduğu sarahaten ma'lûm değildir. Balâda görüldü ki, hılâfına rivayet bile mevcuddur. Binaenaleyh usulen mukarenete mahmul olmak lâzım gelir. Böyle olunca da yekdiğerini mütekabilen tefsir ve tahsıs edebilirler, Şu halde tebeyyüni rüşdi islâmı Araba ve ademi ikrahı ondan sonraya tahsıs de doğru olamaz. Evvelâ bidayeti islamda ikrah değil mukabele bilmisil bile yapılmadı ma'lûm, şimdi islâmı Arabdan sonra da ademi ikrah, müsellem, bu arada müslümanlar arasında bulunan Arab müşriklerine dahi bu hâdiseye kadar hiç bir ikrah yapılmadığı ma'lûmdur, o halde (........) in bütün şumulile ma'nası «dini islâmın dairei hükmunde ikrah yoktur» demek olur. Harb ve harbî mes'elesi bu hükmünden esas i'tibarile haric olduğu gibi ikraha mukabele ve cürme ceza da bundan haricdir. Ancak bu âyeti (........) âyetlerile beraber mülâhaza eylemek lâzımdır. Binaenaleyh âhıri âyetin de delâlet edeceği üzere dini islâmın dairei hükmünde ikrah bulunmaması tahsısan iki kayd ile mukayyeddir ki, biri fitne bulunmamak, biri de dari islâmda edyanı saire erbabının nakzı tâbiıyyet etmemeleridir: âmm ise ba'dettahsıs zan ifade eder, burada fitneden murad ise şirk idi, lâkin umumî manasile ahzı de caizdir. Bu surette ikinci kayde de şamil olacağından bu bir kayıd diğerinden muğni kalır. Demek ki,, hasılı mana şu olur: «Fitne yoksa dinde ikrah yoktur, çünkü rüşd, dalâletten iyice ayrıldı, bunları karıştıranlar belâlarını bulurlar.»inaenaleyh (........) her kim Taguta, azgınlara veya azgınlıklara küfredib Allah’a iman eylerse, ya'ni hulûsı kalb ile (........) diyerek evvelâ o Tagutları kökünden siler, saniyen bütün mevcudiyetile Allah’a iman eder ve binaenaleyh Allah’ın gönderdiği Resulleri, münzelâtı hakkı tasdık eylerse (........) o muhakkak en sağlam kulpa yapışmıştır. (........) ki, kopmak onun için değil -bu habli metînin kulpu, o tutamak ne kopar, ne kırılır. Ancak bırakılırsa fena düşünülür. Bu beyyinatı ilmiyye ve ameliyyeden, hakk-u batılın bu temeyyüzünden sonra muktezayı akl-ü rüşd artık bu gün var yarın yok, fanî, bâtıl, zılli zail, kırılıb dökülecek, nihayet kendine tutunanı düşürüb bırakıb gidecek olanlar Tagutların, Firavinler, Nümrudlar, Sahirler, Kâhinler, Şeytanlar gibi azgın, sahte ma'budların çürük kulplarına yapışmak değil (........) şaşmaz, yanılmaz, uyumaz, imızganmaz, Semavat-ü Arzın malikülmülkü, izni olmaksızın huzuruna yanaşılmaz, şefaate cür'et edilmez, sahib kibriya, gizli aşikâr, cüz'î küllî her şey'e alîm, her şeyden habîr, ilminin künhüne irilmez, o bildirmedikçe bir şey bilinmez, kürsîi celâli Yerleri Gökleri tutmuş, Yerler Gökler kabzai kudretinde lâ şey kalmış o yüksek, pek yüksek ulüvvi kudreti, şanı azameti bi payan (........) olan Allahü teâlânın kopmaz kırılmaz urvei vüskasına iki elile seve seve hırzican edib yapışmak, ya'ni bittemsil o kürsîi ilahîden uzadılmış kopmaz kırılmaz bir habli metînin kulpuna, tutamağına benziyen ve dinin başı olan tevhidi hakka hüsni i'tikad ile iman edib muktezasile amel etmek ve onu hiç bırakmamaktır. İşte bu imanı yapan böyle bir kulpa yapışmış olur. (........) lâkin bu iman ve i'tikad yalnız sözde ve yalnız kalbde kalmamalı, ağız, gönül bir, iç dış müsavi olmalıdır. Çünkü (........) Allah semi' alîmdir. Hem sözleri işidir hem niyyetleri bilir. Ağzından (........) deyib içinde küfür saklıyan münafıkların ve bil'akis içinden hakkı bilib ağzından küfür savuran kâfirlerin yaptıklarından Allah gafil değildir. TAGUT, «tuğyan» dan mübalâğa sıgasile bir ismi cinstir ki, aslı ceberut gibi «tagavut» olub kalbi mekân ile tavagut yapılarak «vav», «elif» e kalbedilmiştir, müfrede ve cem'a, müzekkere ve müennese ıtlak edilir. Aynı tuğyan kesilmiş, tuğyankâr, azgın, azman, azıtgan demek gibidir. İbn-i Ceriri Taberînin ta'rifi veçhile: Allah’a karşı tuğyankâr olub kahr-u cebrile veya birriza perestiş edilib ma'bud tutulan gerek insan, gerek şeytan, gerek vesen ve gerek sanem ve gerek sair her hangi bir şey demektir, bunun tefsirinde «Şeytan, veya Sahir veya Kâhin veya İns-ü Cinnin mütemerridleri veya Allah’a karşı ma'bud tanınıb razı olan Fir'avn ve Nümrud gibiler veya esnam» diye müteaddid rivayetlere tesadüf edilir. Ebü Hayyan der ki, «bunlar birer misal ile beyan olmak gerektir, çünkü Ta'gut bunların her birinde mahsurdur. ilah...» balâdaki ta'rif bunların hepsine şamildir. Maamafih Kazı Beyzavî bu hasra «Allah yolundan menedenler» fıkrasını da ilâve etmiştir ki, daha eam bir ta'rifi tazammun eder. Çünkü bunu yapanlar ma'bud tanınmış olmıyabilir. Şu kadar ki, bu da (........) mucebince kendi hevasına uyub kendi kendine ma'bud payesi vermiş addolunabileceği mülâhaza olunursa evvelki ta'rifte dahil olacaktır. Bu izahattan bir kaç faide alacağız. Evvelâ, Tagutun müteaddid tefsirleri misal veya tenevvüunu gösterebileceği gibi Şeytan, Sahir, Kâhin, Ma'budı batıl, Mütemerridîni ins-ü cin kelimelerinin her biri Tagut kelimesile ta'rife müşabih mütesadık bir tarzda ifade edildiğine göre bunların ma'nen tam müteradif değilseler bile pek mütekarib veya mütelâzım olarak kullanıldıklarını da iş'ar edebilir. Saniyen, demek olur ki, Tagutun açığı da gizlisi de görünürü de görünmezi de vardır. Salisen, tuğyan mefhumundan anlaşılıyor ki, putlar derecei taliyede Tagutlardır. Bakılırsa zevil'ukul olmıyan asnam-ü evsan Tağutlardan ma'bud bile olmamak lâzım gelirdi. Zira bunlar kendileri Allah’a karşı sahib tuğyan olamazlar ve Tugyana riza veremezler, fakat red de edemezler, bu sebeble nihayet bir vesilei Tugyan olabilirler. Ve bu vesileyi de azgınlar bulurlar. Putlar esasen erkek veya dişi Tagutların hayalleri ve azgınların azmanlarıdır. Gizli veya açık azğınlar bunlarla kendi Tuğyanlarını ileri sürerler. Bu cihetle putlar asıl Tagut değil, Tagutların mümessilleridirler. Bu suretle (........) şunu iş'ar etmiş oluyor ki, emri tevhidde ilk iş putlardan evvel ona saik olan azgın tuğyankârlara küfretmektir. Râbian, Allah’a karşı tuğyankâr olmıyan ve şirke razı olmak ihtimali bulunmıyan ve bununla beraber bir takım tuğyankârlar tarafında ilâh diye telâkkî edilen Hazret-i İsa ve Uzeyr gibi ekâbirin kendileri Tagutun ta'rifinden ve masadakından haricdirler. Emri tevhidde (........) derken bunların ülûhiyyetini dahi selb-ü inkâr etmek, taabbüd etmemek farz olduğu halde diğer cihetten bunlara küfür caiz olmıyacak, bil'akis Allah’a imanın zaruriyatından olarak Enbiyaya iman ve ta'zım dahi şeraitı imana dahil bulunacaktır. Bu pek mühim nükteye işareten (........) buyurulmuş da masivaya küfür şart edilmemiştir. Demek ki, tevhidin şartı masivallaha küfretmek değil, masivallahtan ülûhiyyeti nefyetmek ve bu miyanda Tagutlara küfreylemek ya'ni onları hiç tanımamak, ma'adasının da ülûhiyet ma'dunundaki derecelerine göre haklarını tanımaktır. Zira hak Allah’ındır, nihayet (........) şunu da kat'ıyen ifade ediyor ki, mü'mini müvahhid olmak için Allah’a imandan evvel küfre tevbe etmek şarttır ve bu tevbenin şartı da Tagutları asla tanımamağa azmeylemektir. Bu suretle (........) kelimei tevhidinin bir tefsiri demektir, işte böyle zahir-ü batını ile iman eden muhakkak urvei vüskaya yapışmış olur ki, buna tutunanların kürsîi ilâhîye, a'lâı ıllîyyine doğru çekilip götürelecekleri ve giderken bırakıverenlerin de dehşetli bir surette düşecekleri fahvayı kelâmdan anlaşılıyor. Şimde hem bunu daha ziyade tenvir hem de acaba hiç tutunmasak, hiç bir kulpa yapışmasak ne lâzım gelir diyebilecekleri irşad için buyuruluyor ki, (........) (........) (........) |
﴾ 256 ﴿