259

Yahud o kimse gibi ki, bir şehre uğramıştı, altı üstüne gelmiş ıpıssız yatıyor, "Bunu bu ölümünden sonra Allah nerden diriltecek?" dedi, bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü sonra diriltti, ne kadar kaldın? diye sordu "bir gün yahud bir günden eksik kaldım" dedi, Allah buyurdu ki, Hayır, yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, hele merkebine bak, hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimizin canlı bir âyeti kılayım diyedir, hele o kemiklere bak onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyoruz? Sonra onlara nasıl et geydiriyoruz? Bu suretle vaktaki ona hak tebeyyün etti, şimdi biliyorum, dedi: Hakikaten Allah her şey'e kadir

(........) yahud şu şahıs gibisine baksan â -işbu (........) yukarıdaki (........) ye ma'tuf olduğuna göre (........) demek olur. Bu surette (........) da harfi cerrolursa harfi cerrin harfe duhulü caiz olmıyacağından (........) denilmek lâzım gelirdi. Buna binaen bu kâfe (........) ya'ni tahsini lâfz için gelmiş bir harfi zaid diyenler olmuştur. Fakat bunun (........) manasına kâfı ismî olarak (........) demek olduğu ıhtar edilmiş ve yahut manaya atfile (........) yahut buna benzer şey gördünmü manasında olması da söylenmiştir. Lâkin manaya atıf noktai nazarından düşünülürse (........) nin meali (........) = bu şunun gibi» demek olacağından (........) de buna atfen veya şunun gibi demek olur. Maamafih her ne olursa olsun burada «kâf» ın tasrıhi evvelkinden daha ziyade zati vak'aye, burada misil ve misaline celbi dikkat edilmiş yani meşhuddan gayrı meşhuda intıkal ile mümaselet kanunu mucebince evvelâ kıyası temsilî, saniyen kıyası istikraî tarikiyle ehastan eamme bir ilmi istidlâlî gösterilmiş ve mebadiî imandan olan (........) tesbit kılınmış ve bu suretle iman ve ilim birleştirilmiş olduğuna bir ıhtarı muhtevidir. Yani mü'minlerin veliyyül'emri olan Allah’ın onları zulümatı cehl-ü iştibahtan nurı yakîne nasıl ıhrac ettiğini ve onun imate ve ihyadaki kudreti baliğasını anlamak için şu mahzun ve mükedder şahsın harıkul'ade vak'asını münferid bir harıka olarak değil, vücuhı muhtelifeden ibret engiz vukuat ile meşhun olan kıssasını bir misal olarak alıp emsaliyle mülahaza ediniz, ve bütün envaiyle cereyanı hayatın her lahza imate ve ba'sı mutazammın olarak teşekküri emsal içinde ayniyyet ve şahsıyyet ifade eden bir vak'a olduğunu anlayınız ve her kanunı küllînin bidayette bir harıkai münferidenin ta'mimi bulunduğunu biliniz ki, (........) o şahıs bir karyeye, bir şehre uğramışdı (........) sırada bu karye damlarının üzerine çökmüş, o ma'mur binaların tavanları çöküb inmiş, altındaki diyarlar onların üzerlerine yıkılmış altüst olmuş veya bağlarına bağçelerine rağmen harab, bomboş, kimsesiz, ağlanacak bir halde idi.- Arş esasen tavan demek olub müsakkafata ve her tarafına gölge veren şeylere de ıtlak olunduğundan burada bir kaç tasvir, mümkindir. Hazret-i Ali, İbn-i Abbas, Ikrime, Ebül'aliye, Said İbn-i Cübeyr, Katade, Rebi', Dahhak, Suddi, Mukatil, Süleyman İbn-i Büreyde, Naciyetibni Kâ'b, Salimilhavas demişlerdir ki, bu şahıs, Hazret-i Uzeyr idi. Fakat Vehb, Mücahid, Abdullah İbn-i Ubeyd İbn-i Umeyr, Bekr İbn-i Muzar, Hazret-i Ermiya idi demişler, İbn-i İshak da Ermiyanın hızrolduğunu söylemiştir. Bunlardan başka Lût aleyhisselâmın kölesi veya Şa'ya dahi denilmiş, bidayeten bir şahsı kâfir ve fakat ba'delihya mü'min olduğu da söylenmiştir. KARYEYE GELİNCE, Vehb, Katade, Dahhak, Ikrime, Rebi' buna «İlya» ya'ni «Beytülmakdis» demişler, Dahhakten Beyti makdise iki fersah mesafade «Karyetül'meb» veya Arzı mukaddes, ba'zılarından Mü'tefike, İbn-i Zeydden balâda zikri geçen ve ölümden kaçan binler şehri, İbn-i Abbastan Dicle kenarında Deyri Hirakl, Kelbîden Şabur abad, Süddîden Selmâbad, diye de nakiller vardır. Bunların içinde en meşhuru şahsın Hazret-i Uzeyr İbn-i

Şerhıya, karyenin de Beni İsrail devletinin makarri olan Kudüs şehri olmasıdır ki, Buhtünassarın harbile istîlâ ve tamamen tahrib edilmiş ve bütün Beni İsrail üç kısma tefrık olunub bir kısmı baştan başa katli ammedilmiş ve bir kısmı Şamda iskân olunmuş, bir kısmı da esir edilib götürülmüş idi. Uzeyr bu esirler miyanında olub bilâhare kurtulmuş ve bir gün merkebile Kudse uğrayıb bu halde görmüş idi. İbn-i Abbastan sebeb-i nüzulün bu olduğu bittafsıl mervididir. Maamafih berveçhi balâ diğerleri hakkında da böyle birer imata ve ihya harikaları mervi ve kıssanın mefhumı umumîsi her birine veya hepsine muhtemil bulunduğu gibi mevzuı kıssa bir ye'is zulmeti üzerine cereyan etmiş gibi görünmesine, ye'sin de bir küfrolmasına mebni bu vak'ayı zulmeti küfürden nuri imana, yeisten muvaffakiyyet ve ümide bir intikal misali gibi telâkki eden müfessirler olmuş ise de siyakı âyet bunun meşhuru üzere bir harikai nübüvvet olmasında daha zahirdir ve mevzuı kıssa kâfirane bir ye'sin değil mü'minane bir hüzn-ü kederin netaicini ve harikul'ade bir sureti incilâsını tazammun eder. Her türlü esbabı hayatı kal'etmiş görünen feci' bir hâdisei tahribden acı bir inkisara düşerek, ıhyayı temenni ve fakat kudreti ihyayı i'zam ve tarikını bilmekte i'tirafı kusur eyliyerek aczi beşerîsile derin bir elem ve telehhüf içinde kalan ve bu halde Allah ile muamelesini kesmeyib velev hatâ âlud bir dil sürçmesi ile olsun hasbihal eden bir acıklının geçirdiği imtihanı ve nihayet harıkai eltafı isbatı ba'se ve zulmetten nura ıhraca bir misali bedi' olarak almak için bir küfrolan ye'si mutlak tasavvuruna mazmunı âyet, münafidir. Şu kadar ki, Nümrud gibi zalimâne ve tağiyâne bir surette olmıyan ve (........) mazmunu üzere küfrü tabiat edinmemiş olanlar hakkında küfürden imana ıhrac ve o imanı harikalara mazhar etmek de (........) hükmünde dahil olarak caiz olabilir. Ve şüphesiz (........) bu gibilere de şamil olarak mülahaza edilmek lazım gelir. O halde sebeb-i nüzul Üzeyr veya Ermiya vak'ası da olsa mefhumı âyet, tahsıs edilemeyerek kıssa müteaddid vukuata muntabık olabilmek için «karye» nekire olduğu gibi (........) de ahdi zihnî ile tasavvur olunmalıdır. Demek olur ki, ismi lâzım değil -o şahıs uğradığı karyenin bu acıklı halini görünce (........) bu müdhiş ölümünden sonra Allah bu memleketi nerden ihya edecek diyordu. Ki, bu söz şahsın haline göre şu manaları ifade edebilir:

1- Edecek amma acaba nerden edecek? Nasıl edecek, ne zaman edecek?

2- Ben buna seri' bir hayat temenni ediyorum, fakat âcizim yolunu bilmiyorum, bilmem ki, Allah bunu yapacak mı? yaparsa da galiba geç yapacak, onu da ben görmem, ah ne felâket, ne falâket!..

3- Yapabilir amma galiba yapmıyacak.

4- Ölen dirilir mi? Giden geri gelir mi? Bunun ihyasına, ba's ba'delmevtine imkân ve ihtimal yok heyhat!.. Ki, bu dördüncüsü bir ye'si mutlak, bir küfürdür. Bunun için bu sözü söyliyen bu maksadla söylememiş olsa dahi bu iham dolayısile bir lisan kayması, bir zelle yapmış olur. Mü'min hiç bir şeyden me'yus olmaz. Fakat esbabı âdiyenin sevkile hasbelbeşeriye za'fı ümmide ma'ruz olabilir. Zira yeis küfrolduğu gibi, emni mutlak da küfürdür. O da Allah’a gurur ile ondan bir nevi ınkıta'dır. Bu haysiyetledir ki, (........) buyurulduğu gibi (........) buyurulmuştur. Demek ki, yeis değil, fakat ye'se doğru bir zan ve tevehhüm ile inkisarı ümid ve bu suretle bir gam ve elem Peygamberler hakkında bile mümkindir. Fakât Peygamberler ısmeti ilâhiyede bulunduklarından öyle bir noktada derhal nusratı ilâhiye tecelli eder. Mü'minler de böyle bir lâhzede (........) diyerek urvei imana daha ziyade sarılıb sabr-u salât ile istiane etmek, ye'si andırır bir ceza'-u feza' göstermemek, Allah’ın ölümden sonra da ihyaya kadir olduğunu bilmek ve ona muntazır olmak lâzım gelir. İşte (........) böyle mahzun calibi nusrat bir hali inkisarın ifadesi ise de bunun az çok bir ihamı yeisten dahi hâli kalmamış olması bir zelle olacağından o anda hem nusratı ilâhiye başlıyacak, hem de bu zellenin bir terbiyesi olmak üzere husuli mürad bir asırlık bir bataet ile inkişaf edecektir. Binaenaleyh (........) Allah hemen o şahsa yüz sene süren medid bir ölüm verdi: bu müddette hayat namına bir şey tattırmadı.- Rivayete nazaran bir uykuya dalmış o uykusunda öle kalmış idi ve henüz genç idi (........) sonra da o ölüyü tekrar hayata salıverdi: evvelki gibi hay, âkıl, fehimli, mearifi ilâhiyede nazar-u istidlâle müsteid bir ruh ile ba's ba'delmevte mazhar etti. -Baz'ı rivayete göre bu yüz senenin yetmişinci senesi «Yuşek» namında bir Furs hükümdarı tarafından külliyyetli bir askerle Arzı mukaddes fethedilmiş, Buhtünassar helâk olmuş. Beni İsrailin bakayası yine Beytülmakdis ve civarına yerleştirilmiş. Otuz sene zarfında Kudüs yeniden i'mar olunmuş ve işte (........) deyen Hazret-i Üzeyri de Allah bu sırada o karye gibi ba's ba'delmevte mazhar etmiş- edince (........) ne kadar kaldın diye sordu. O da bir uykudan uyanırcasına (........) bir gün veya bir günün bir kısmı kaldım dedi.- Belli ki, ilk intibahında ruhuna bu sual teveccüh edince henüz hakikate vakıf bulunmadığından ve fasılai zaman da vahdeti şahsıyeye mani' olmadığından evvelki hayatın uyku hakkındaki bakıyei hatıratından bil'istidlâl tahminen ve yalândan ihtirazen bil'ihtiyat böyle söyledi. Demek ki, her âti, mazinin hatırasına sahibdir. Gerek uyku gerek ölüm bile ilk intibahta insana icmalen bir hatıra bırakıb da gidiyor. Öyle olmasa idi, kalkan adam o anda kendini maziye rabtedemez, vücudunun o anda başladığını zanneder «kalmadım yeni doğuyorum» derdi. Bu suretle nice fasılalardan sonra bile ânatı hayat biribirine rabtedilir de mazi, hal ve istikbalde yaşar. Bu irtıbat o kadar seri'dir ki, hayatta geçen yüz senelik bir ömür bile nihayetinde insana bir gün gibi gelir. Bütün bunlar insanlara Ahıreti ve esrari ba'si anlatmak için meşhud misallerdir. Bu müttekıyane i'tiraf üzerine (........) Allah hakikati anlatıb buyurdu ki, (........) hayır yüz sene kaldın (........) şimdi yiyeceğine ve içeceğine bak Allah’ın kudretini seyret ki, (........) hiç biri yıllamamış ya'ni bozulmamış, hep eskisi gibi tazece duruyor (........) merkebine de bak onu da öyle bulacaksın (........) ve seni ecelin geldiği için değil mahza bir ıbret için, seni nasa bir âyet, hakkın meşhud bir bürhanı kudreti kılmak için böyle öldürüb ba'settik bu hârikaları yaptık. Sana bu kadar mevti medidden sonra insanî, nebatî, hayvanî, şahsî, nev'î, ruhanî, cismanî hayatların hepsinde ba's-ü ihyayı bilfi'ıl gösterdik ki, zevkı yakîne ıyanen iresin de insanlara nübüvvet veya vilâyetle bir şahidi hak olasın. O halde sadece ahbar ile kalma, kudreti ilâhiyeyi ıyanen anlamak için tekrar tekrar ircaı nazar et (........) o kemiklere, ya'ni kendinin veya merkebinin kemiklerine veya her ikisine, yahud alelûmum kemiklere de bak, hem nazarı basar, hem nazarı basıret ile seyret ki, (........) biz onları nasıl çıkarıb biribirine bindiriyoruz ve yerli yerine koyuyoruz. -Nafi', İbn-i kesir, Ebû Amir, Ebû Ca'fer, Ya'kub kıraetlerinde noktasız (........) ile (........) dan (........) okunduğuna göre: Bak o kemikleri hayata nasıl atıyoruz da (........) sonra onlara et geydiriyoruz? O kemikler nelerden, nerelerden zuhur edib geliyor, nizamına giriyor ve etler nasıl tekevvün ediyor, neşv-ü nema buluyor, o kemikleri sarıyor da bir cismi zihayat teşekkül ediyor? Bilfiıl imate ve ihya sirrini her lâhzasındaki tahavvülât ve o tahavvülât içindeki bakayı şahsıyyet ile gösteren bu etlerin kemiklerin keyfiyyeti zuhur ve kıyamına dikkat et. Şimdi her hayatta cari olan ve adem ile vücudun, mevt ile hayatın, fena ile bakanın, ayniyet ile gayriyetin bir tenakuz gibi görünen telâkilerini tazammun eden bu hâdiseler, bu hârikalar, akıl ve kudreti beşerle ölçülecek olursa bunların vuku'una imkân olur mu idi? Ecza mütehavvil, kül sabit olsun bu nasıl şey? Demek ki, bütün bunlarda sabit olan ne o ecza, ne o küldür, ancak kudretullahtır. Bu nazarlarla şu hakikat tamamen münkeşif olur ki, hayat her şeydir ve her şey, kudretullah ile kaimdir. İnsan bunlardan zühul ederse bilfi'ıl içinde bulunduğu halde bile ba's-ü neşrı anlıyamaz da zulmette kalır. Bunlar hayatı evvelde dahi cereyan edib dururken bu müşahededen gaflet edib de bunları yapıb duran Allah’ın kudretinde şüphe etmek büyük bir hızlandır. Binaenaleyh bu babda asla tereddüd kalmamak için içinde bulunduğun şu hengâmda bunlara iyi bak da kudretullahın canlı, şuurlu bir bürhanı ol (........) bu hıtab üzerine hak kendisine tebeyyün edince o (........) bilirim Allah’ın (........)

olduğuna şüphe yoktur dedi. Hamze, kisaî kıraetlerinde emir sıgasiyle (........) okunur ki, bu şüphe üzerine Allah o şahsa bu emri yakîniyi verdi demek olur. Bu ilme irenler, mebadii, ilmiyye ve akliyyesinin başına, beyyinatı ilmiyyenin hepsinden daha beyyin olan bu hakikati koyanların akılları fikirleri, gönülleri, Semavat-ü Arzdan daha geniş olur. Hiç bir zaman zulmette kalmaz, aklı kâmil, ilm-ü fende esbabı tâliye ve mebadii âdiyyenin izafî olan hakkını vermek isterken saltanatı kâinata hâkim kayyumı küll olan Allahü teâlânın hakkı mutlakını unutmamak lâzım gelir. Bunu unutanlar dar bir zihniyyet içinde sıkışır kalırlar da akl-ü fen namına hareket ediyoruz zu'miyle bir yudum suda boğulurlar, imkân ve vuku' sahalarını daraltır, yeislere kasvetlere düşer, pek âdi sebeblerden korkar kuşkulanır, havarıkı sabiteyi inkâra kalkışır, hurafe der geçer, halbuki bunu derken takıldığı sebebin zâmanına dahil olmıyan bütün kâinat onun nazarında bir hurafedir. Sebebinin kendisi de zaten bir muammadır. Bunun için nurussemavatı vel'arz olan kudretullaha tutunmıyanlar, o urvei vüskaya yapışmıyanlar, yakîn ile tenevvür edemezler, münevver olamazlar, nura zulmet, zulmete nur derler giderler. Allah (........) olunca bizzat kendisi dilediği veçhile ba's-ü ihya yaptığı gibi bunu kullarına da ihsan edebilir. Hayat ve nur bahşettiği kullarına o hayat ve o nurdan diğerlerine ifaza edecek bir ihya ve tenvir kudreti de verebilir ki, bu da nurün alâ nur olur. (........) buna misal olmak üzere de

259 ﴿