267

Ey o bütün iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın ve gerek sizin için Yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın, kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız fenasını vermiye yeltenmeyin ve Allah’ın gani, hamîd olduğunu bilin

(........) ey mü'minler (........) kazançlarınızın temizlerinden: aslen veya fer'an halâl kesb ile ele geçirdiğiniz her nevi' emvalin iyi ve hoşlarından, ezcümle emvali ticaret ve nukuddan (........) ve size Arzdan çıkarıverdiğimiz emvalden: hububat, meyvalar, maadin ve rikâz gibi Yerden çıkan şeylerden bunların da iyilerinden infak ediniz. -

Ya'ni menbaı servet ikidir: kesb, sa'iy. Kesb, sa'y-ü amel, sınaat veya mukavele ile her hangi bir cihetten bizzat veya bilvasıta istihsaldır. Veya gerek eskiden ve gerek yeniden istihsal edilmiş olsun bir şey üzerinde bir milk takarrür etmektir diye tarif olunur ki, bu surette mirasda kesib de dahil olur. Arz, karaya ve denize ve havaya şamildir. Sonra bu iki menbaın terkibi ve bu terkibin hasılatı kalır ki, bunlar kısmen kesbe ve kısmen Arza medyun olduklarından hangi taraf galib ise ona muzaf olarak bu iki sebebe racidirler. Takdiminden anlaşılır ki, insanlar için kesb en yakın sebebdir. Alel'ekser Arzdan ıhracı emval dahi buna terettüb eder. Fakat aynı zamanda kesb, mevhubatı hılkat ile alâkadardır. Çünkü sa'y-ü amel fıtraten bahşedilmiş olan esbab-ü alâtın istimali olduğundan kesb ve Arzın terkibini ayrıca beyana hacet yoktur, bu fehvayı kelâmdan müstefad olur. Bu noktada insanların başlıca iki hatasına tesadüf edilir. Birisi servette sa'y-ü ameli bir sebebi mutlak gibi telakki etmek ve binaenaleyh bütün sermayeleri buna medyun farzederek hükümsüz gibi addeylemektir ki, bu hataya umumiyetle çalışan ve sa-yü amel ile zahmet çeken sermayesizler düşerler ve erbabı sermaye ile derin bir cidale girerler. Bunlar sa'y-ü amelin kesbin kıymeti, sermayenin kıymeti demek olduğunu görmemek isterler. Sa'y-ü amelin gayesi sermaye istihsali olmasa idi sa'y-ü amelin hiç bir kıymeti olamazdı. Gayesini ibtale masruf olan her fikrin boş bir tenakuz olduğu da aşikârdır. Sermayenin gayei sa'y olması ise yalnız istihlâk noktai nazarından değil, balâda beyan olunan kanunı taz'if mucebince istihsal olunan hasılatın yeniden sa'y-ü amele mebde olarak kesbi teshil ve teshil ile beraber teksir etmesi haysiyetini de haiz olmasındandır. Bunun için sa'yü amel erbabının sermayeye husumet etmesi, zahmet ve mahrumiyetlerini istemektir. Buna işaretendir ki, kesibden sonra bilhassa asıl sermaye olan Arz ve Arz ihracaatı kesbe mukabil olarak ıhtar edilmiştir. Diğer hata, sermayeyi sebebi mutlak telakkı edib sa'y-ü ameli hükümsüz addetmektir. Bu hataya da bizzat çalışmak ihtiyacını hissetmiyen ve başkalarının sa'y-ü amelinden zahmetsiz istifade etmek istiyen çok sermaye yani para sahibleri düşerler.

Bunlar nükûde mebdei evvel nazariyle bakarak her kesb onun eseri olduğuna hükmeyler ve sa'yisiz yaşamak mümkin gibi zannederler. Bunun için erbabı sa'yi istihkar ederek ve sermayelerine fazla kıymet vererek sa'yileri tazyık ve sermayelerinin mukabilsiz menafiinden istifade etmek daha doğrusu sermaye vasıtasiyle ehli sa'yın amellerini gasbeyleyib kendileri amelsiz yaşamak isterler düşünmezler ki, kasalardaki paralar, kendi kendilerine hiç kimsenin karnını doyurmaz, onun bir dilim ekmek getirmesi bir amel ile mümkindir. Düşünmezler ki, bunlar esasen sermaye değil, sa'y-ü amelden çıkmış meksubattırlar. Sa'y-ü ameli teshil ve teksire hadim olmaları itibariyle birer maya iseler de esasen sermaye değil neticei ameldirler. Bunların amelleri ta'kım ve tazyık etmesi, bindikleri dalı kesmek, istinad ettikleri temeli yıkmaktır. Gerçi asıl sermaye yok değildir. Fakat o olsa olsa Arz ve mevahibi hılkattir. Bunun için sermaye erbabının kendi amelleri olmadan yaşamak sevdasında bulunmaları ve erbabı sa'y-ü ameli tazyık etmeleri de büyük bir hatadır. Her hangi bir cemiyette nükud ve sermaye bu vaziyeti alır, para, ve para sahibleri hâkimi mutlak kesilirse aksül'ameli olarak evvelki hata yüz gösterir. Sermaye ile sa'y-ü amel arasında cidal başlar. Nizamı cem'iyet de muhtell olur. İşte sermaye namı verilen nükudun esasen sermaye olmayıb meksubattan bulunduğu ve hatta hüsni kesbe mukarin ise meksubatın en hoşu, en temizi olduğu ıhtar edilmek için (........) buyurulmuş ve asıl sermayenin Arz olduğu diğer servetlere nazaran kesbin de sermaye vaziyetinde bulunduğu ve hatta bunun sermayei Arzdan daha evvel nazarı dikkate alınması lâzım geleceği gösterilmiştir. (........) şunu da anlatıyor ki, meksubatın bir temizi ve tayyibi bir de bunun zıddı ve habisi vardır. Her kazanılan temiz ve iyi olmaz. Bu ise ya meksubatın kendilerine veya tarikı kesiblerine nazaran maddî veya ma'nevî iki cihetle mülâhaza olunur. Bâlâda beyan olunduğu üzere infak bir feyzı nâmütenahinin tohmu ve hayatı ebediyenin bir rüknü olduğundan bu tohmun en temizlerinden seçilmesi lâzım gelir. Binaenaleyh bunları tefekkür edib ma'kul ve meşru' olarak çalışınız da kesb ve Arz sermayelerinin halâl ve pâk ve iyi hasılatından infak ediniz (........) ve öyle habisini ya'ni kötüsünü veya haramını vermeğe niyyet etmeyiniz ki, (........) ondan infak edersiniz de kendiniz ığmazı ayn etmeden, sıkılmadan hediyye diye, veya müsamaha etmeden alacağınız yerine almazsınız. Böyle kötü, aşağılık şeyleri kendiniz almazken, Allah’a borcunuzu bu aşağılık şeylerden vermeğe kalkışmayınız.»Rivayetlere nazaran iptida sadakat emirleri nazil olduğu zaman ba'zıları hurma salkımlarını getirirler, Muhtac olanlar yesinler diye Mescide asarlardı. Bu miyanda ba'zıları da caiz zannile döküntü, bozuk, çürük çarık şeyler getirmişlerdi, bu âyet nazil oldu. Bununla verilecek vergilerin, zekâtların, sadakaların ne gibi mallardan verileceği beyan olunmuştur. Her malın vacib olan vergisi kendi cinsindendir. Meselâ altına altın gümüşe gümüş, paraya para, hayvana kendi cinsinden hayvan, deveye deve, sığıra sığır, davara davar, ata at, hububatta kezalik buğdaya buğday, arpaya arpa ilah... Maadin ve saire kezalik hep böyle hepsi, ednası olmamak şartiyle kendi cinsinden borçtur. Bunların ednasını a'lâsına tahvil ederek kıymetlerini vermek mükellefin ıhtıyarına aiddir. Bu tarzı mükellefiyet halk için en kolay tarık olduğundan dolayı dini islâm bunu emretmiş idi. Ve bunun intişarı islâma ve neşri ma'dilete pek büyük faideleri olmuştu. Düveli saire, ahalisinden behemhal nakdî vergi taleb ettikleri ve masrafları da masarifi islâmiye gibi vücuhı hayra mahsus bulunmadığı halde dini islâmın infakı bu tarzı ma'dilete ifrağı (........) kanunı ilâhîsinin bir tatbikı olduğundan düveli muhtelife tabi'iyetinde bulunan nas bu yüsr-ü ma'dilete agâh oldukları zaman büyük memnuniyetlerle telâkkı etmişlerdi. Fakat bunun bir devlet için böyle büyük faideler temin etmesi bir şarta mütevakkıf idi ki, o da bunu tatbık edeceklerin Allah’ı bilir dindar, ahlâklı amiller olması, ellerine tevdi edilen emaneti kendi mallarından ziyade bir itina ile hüsni muhafaza ve idare etmeleri mes'elesidir. Bu olunca emvalin bir çoğu mübadeleye muhtaç olmaksızın devlet-ü milletin havaicine sarfolunabilceği gibi mübadelesi ıktıza edenler de hüsni suretle mübadele edileceğinden hiç bir vechile sui istimal mevzuı bahsolamaz. Böyle olunca da hem milletin masarifi azalır hem devletin menabi'ı serveti inkişaf eder. Fakat böyle olmayıb gerek halk ve gerek amillerde ahlâksızlık teammüm eder vazifeler gereği gibi yapılmaz, emanet, hüsni idare edilmeyib sui istimal, ketim, sirkat israf, lâübalilik meydan almış bulunursa aynen vergiler pek çok telefata ve sui istimale müsaid bulunduğu gibi masarifin tezyidini ve varidatın tenkısını icab edeceğinden hükûmetler ayniyatı bırakıb vergilerini nükud olarak taleb etmeği daha muvafık bulurlar. Nükud ise mübadelesiz hiç bir şey göremiyeceğinden yine mübadele cereyan eder, yine olacaklar olur. Devletin masarifi mütemadiyen artar, arttıkça milletin de yükü artar ve herkes müzayekayi hisseder para hakim olur, arada en ziyade nükud mübadelesinde dolaşanlar kazanır. Fakat diğer istihsalât erbabı sıkışdırıldıkça bunların da istikballeri tehlükede kalır. Bütün bu tehlükelere saik ise bu babdaki avamilin erbabı vezaifin sui istimale müsait olan ahlaksızlıklarıdır. Bunu bertaraf edecek olan ise bihakkın din-ü diyanettir. Bunun için insanların din-ü diyanetten kaçınmaları ve infak vazifelerini hüsni suretle ifa ve bunları hüsni idare etmemeleri, hikmeti ilâhiyede ıztırab ve felâketlerinin mebdeini teşkil eder. Binaenaleyh bu emri ilahî mucebince hareket etmiyenler ne kadar ilm-ü hikmet davasında bulunurlarsa bulunsunlar muktezayı hikmetin zıddına gitmiş, istikballerini zayi etmiş olurlar. Bu âyet bu hakaikı muhtevi olarak zekât ve sadakat lâzım gelen emvalin usulünü beyan etmiş ve maamafih nevafile şumulü olub olmadığı cayı bahs olmuştur.

Ya'ni aşağılık ve haram şeylerden farz vergi yoktur ve verilmez. Lâkin nafile sadaka verilebilir mi? Muhtelefünfihtir. Doğrusu haramdan nafile sadaka da caiz olmaz. İndallah sevabı olmaz. Lâkin aşağılık maldan nafile caiz olabilir. Fakat mendub a'lâsından vermektir. (........) nehyi farzlarda tahrim, nevafilde keraheti ifade edecektir. Hükmi umumîsi tahrimen veya tenzihen kerahet demektir. Âyetin zahiri her nevi' maldan bir zekat lâzım geleceğini gösteriyor gibidir. Fakat nisabı, mıkdarı hakkında sakit olduğu gibi tayyib ve habis vasıfları ile de muhassa olduğundan sunufı emvale derecei şumulü mücmel ve muhtacı beyan olmakla bunlar süneni Nebeviyye ile hadîsde beyan olunmuştur. Tafsılâtı için kütübi Fıkhiyeye müracaat oluna. Hasılı Allah diyor ki, ey mü'minler sizin kazandıklarınızın ve bizim yerden çıkardıklarımızın temizlerinden infak ediniz ve kendinizin almadığınız, kabul etmediğiniz kötü şeylerden zekât ve sadaka vermeye kalkmayınız (........) ve biliniz ki, (........) Allah her halde gani, sadakalarınızdan müstağnidir, onlar sizin kendi menfaatleriniz, kârlarınız içindir. Hem Allah hamîddir, mahmuddur. Herkes ona hamd-ü şükre borçludur.- Böyle gani ve hamîd olan Allah’ın rızasına irmek için habis, aşağılık şeyler nasıl takdim olunur. Diğer bir ma'na ile: Allah hamîddir, kendi namına yapılan hayr-ü hasenatı daha yüksek in'am-ü hasanat ile karşılar. Rızası uğrunda vuku'bulan sa'yileri meşkûr eder. Böyle bir Allah namına en temiz en nefis şeyler arz edilmemeli midir?

Ey nısab sahibleri bu emirlere karşı elimize geçenlerin iyilerini vere vere kendimiz fakır düşmez miyiz? Gibi bir şey hatırınıza gelirse bunun bir Şeytan vesvesesi olduğunu biliniz.

267 ﴿