271

Sadakaları açık veriseniz o, ne iyi ve eğer onları gizler de fukaraya öyle verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına keffaret olur, hem Allah her ne yaparsanız haberdardır

(........) eğer sadakaları açıktan, alenen verirseniz (........) bu sadaka -riya olmamak şartiyle- ne iyi ne güzel bir şeydir. (........) ve eğer onları gizler ve gizlice fukaraya verirseniz (........) bu gizleyiş sizin için bir hayırdır veya daha hayırlıdır. (........) ve sizin seyyiâtınızdan, çirkinliklerinizden ba'zısını örter, ya'ni Allah’ın örtmesine mağfiretine tarafınızdan bir sebeb, bir keffaret olur. - (........), İbn-i kesir, Ebû Amir, Asımdan Ebû Bekir Şu'be, Ya'kub kıraetlerinde (........) ile (........) Nafi, Hamze, Kisaî, Ebû Ca'fer, Halefi a'şir kıraetlerinde (........) ve cezmi (........) okunur ki, «Biz de sizin seyyiâtınızdan ba'zısını örteriz» demek olur.

SADAKA, farza da nafileye de ıtlak olunur. (........) âyetleri farzlar hakkında olduğu gibi (........) = kişinin ıyaline nefakası bir sadakadır» Hadîs-i şerifinde de bir farza ıtlak edilmiştir. Fakat zekât yalnız farza ıtlak edilir. Ehli lûgat demişlerdir ki, sadakanın aslı olan (........) maddesi bu tertib üzere bir sıhhat ve kemal ma'nasına mevzudur. Bu maddenin sıdk, sâdık, sadîk gibi bütün müştakkatında bu ma'na vardır. Hattâ mehre sadak denilmesi de nikâhın bununla tekemmül etmesindendir. Zekâta sadaka ıtlak edilmesi de iki vechiledir. Birisi malın taharetile sıhhat-ü kemaline sebeb olması, diğeri de imanda sıdk-u kemale delâlet etmesidir. Her sadakada bu ma'nalar vardır. İşbu (........) daki (........) ın istigrak veya ahdi haricî ma'nalarından hangisi olduğu hakkında bir kaç kavil vardır: Ekser müfessirîn ahd için olub yalnız sadakatı nafileye masruf olduğuna kail olmuşlardır. Çünkü farzlarda ızhar efdal olduğu ma'lûmdur. Bu miyanda ba'zısı ahd için olmakla beraber yalnız farza mahmul olduğuna kail olmuştur. Ve bu takdirde (........) daha hayırlı demek olmayıb bir hayırdır ma'nasına hamledilmiştir. Fakat başta Hasanı Basrî Hazretleri olmak üzere diğer bir kısım müfessirîn «lâmı istiğrak» olarak farz-u nafileden eammolduğuna kail olmuşlardır ki, muhakkıkînin muhtarı da budur. Ebussuud ve sairenin beyanına göre âyette bu manâ üzere güzel bir üslûbı taksim ve tavzi vardır. Izharın güzel bir şey olduğunu gösteren birinci fıkra farz olanlar hakkında, ıhfanın ızhardan daha hayırlı olduğunu gösteren ikinci fıkra da tetavvu' olanlar hakkında olmaktır, bir de bir insanın zekâtını ızhar etmesi, servetinin temamını ızhar etmesi demek olacağından bazı zamanlar, ve hele bazı eşhas hakkında bir takımlarının hasedini ve zalemenin tamamı tahrik ederek zarara sebeb olabilir. O zaman malını gizlemek efdal olacağından zekâtını gizlemek de efdal olur. Bu cihetle emval dahi iki kısımdır: Birisi hayvanat, mezruat gibi alel'ıtlak kabili ıhfa olmıyan emvaldır ki, bunlara emvali zahire denilir. Bunların farz olan sadakatını gizlemekte de bir manâ yoktur, diğeri nükud gibi kabili ıhfa olan emvaldır ki, bunlara da emvali batıne denilir. Bir mazhur bulunmadıkça bunların zekâtını da ızhar efdaldır. Fakat zikrolunduğu üzere bir mahzur bulunduğu ve meselâ açıktan verildiği zaman mahalli layıkina teslim olunamıyacağı takdirde bunu da nafile gibi gizli vermek efdal olur. Yoksa tatavvu'da sirren vermek alenen vermekten yetmiş kat efdal, farzda da alenen vermek gizli vermekten yetmiş kat efdal olduğu beyan olunmuştur ki, âyet de taksimi bedi'î ile buna nazırdır. (........) Allah da açık gizli her ne yayarsanız habîrdir. Binaenaleyh Allah’a bildirmek için sadakalarınızı Dünyaya ilân etmeğe kalkışmakta da manâ yoktur, gizlemek daha muhlısane olur.» Bu âyeti celilenin mazmunu üzere sadakatın ızhar-ü ıhfasından her birinin vechi efdaliyeti hakkında alel'umum edillei şer'iyenin istıkrasiyle elde edilen netaic bervechiâti müfessirîn tarafından beyan olunmuştur: sadakai tetavvu'da ıhfanın vechi efdaliyeti:

Evvelâ ıhfa riya ve sümadan uzaktır. Aleyhisselâtü vesselâm (........) = Allah ne işittiren sümacıdan, ne gösteriş yapan müraiden, ne de minnetciden bir şey kabul etmez» buyurmuştur. Sadakasını söylemeğe ve el âlem ortasında vermeğe kalkan da riya süm'a peşinde dolaşır, sükût ve ıhfa ise bundan halâs eder. Eazımı islâmiyede sadakalarını verecekleri fakîre bile bildirmemeğe çalışan bir çok zevat geçmiştir: Kimi sessiz sadasız bir a'manın eline bırakır. Kimi fakîrin geçeceği veya oturacağı yere göreceği vechile kor ve fakat kendini göstermez, kimi fakîr uyurken elbisesine bağlar, bazısı başkasının vasıtasiyle fakîre isal ederdi ki, hepsinden maksad riyadan, süm'adan, minnetten sakınmaktır. Zira fakîrin vereni görmesinden şaibei riya ve minnet melhuz olabilir.

Saniyen, sadakasını gizlediği zaman beynennas şöhret, medh-ü ta'zım husule gelmez, bu da nefse zor gelir. Binaenaleyh sevabı da çok olur.

Salisen, aleyhisselâtü vesselâm buyurmuştur ki,; (........) = sadakanın efdali az bir şeyi olanın fakîre gizli olarak verdiği cüdhü yani gücünün son yettiğidir.» Diğer bir hadîste «kul sirren bir amel yapar Allah da onu sirren yazar, sonra bu ameli ızhar ederse sirden nakleder, alâniyete yazar, sonra lakırdısını ederse sirr-ü alâniyeden nakleder, riyaya yazar.» Meşhur olan bir Hadîs-i şerifte de «yevmi kıyamette Allah gölgesinden başka bir gölge bulunmıyan o günde Allahü teâlâ yedi kişiyi gölgesinde gölgelendirir. Birisi bir sadaka verib sağ elinin verdiğini sol eli bilmiyen adamdır.. İlah...» Diğer bir Hadîs-i şerifte «sadakai sirr, gadabı rabbı söndürür.» Buyurulmuştur.

Rabian, ızhar etmek alan kimseye bir takım zararlar getirir ki, ıhfada bunlar yoktur.

Birincisi: Izharda fakîrin namus ve haysiyetine dokunmak, fakrini ilân etmek vardır ki, o fakîr buna razı olmıyabilir.

İkincisi: izharda fakîri bir az sonra gelecek olan âyette medhedilen hali teaffüften çıkarmak, ahlâkını bozmak mahzuru vardır.

Üçüncüsü: Halk fakîrin sadaka almasını muhtac değil iken aldı zannederek gayri meşru' telâkki edebilirler. Fakîr mezemmete halk da gaybete düşer.

Dördüncüsü yediulya yedi süflâdan hayirli olmak i'tibariyle ızharda fakîri bir tezlil ve ona bir ihanet manası vardır. Halbuki mü'mini tezlil caiz değildir.

Beşincisi sadaka hediyye mecrasına caridir. Halbuki bir Hadîs-i şerifte «her kime bir hediyye takdim olunur da yanında bir cemaat bulunursa onlar o hediyyede ona ortakdırlar» Buyurulmuştur. Binaenaleyh açıktan sadaka verildiği zaman fakîr yanında hazır bulunan ortaklarına ondan bir şey vermezse bu ızhar yüzünden nâseza bir hale giriftar olmuş olur ki, buna sebeb olmak da nâseza olur. İşte bütün bu esbabı ma'kule ve menkule nafile sadakının ıhfası efdal olduğuna delâlet ederler. Sadakanın ızharı caiz olmasının veçhine gelince: bir insan sadakasını ızhar ettiği zaman halkın da kendisine ıktida edib sadaka vereceklerini ve bu yüzden fukaranın müntefi' olacağını bilirse bu halde ızhar ıhfadan efdal olabilir. Netekim İbn-i Ömer radıyallahü anhden rivayet olunduğu üzere Resulullah buyurmuştur ki, (........) = sir, alâniyeden efdaldır, alâniyet de kendine ıktida edilmek murad eden için efdaldır». Hakîmi Tirmizî Muhammed İbn-i İsa demiştir ki, insan halktan gizliyerek bir amel yapar ve nefsinde onu halkın görmesini ister bir şehvet bulunduğu halde bu şehveti def'eder durursa burada Şeytan ona halkın görmesi sevdasını ilka' kalbi de onu fena görerek def'etmekte olduğundan dolayı bu insan Şeytan ile muhabere halindedir. Bu sebeble bunun bu gizli ameli alâniyetten yetmiş kat fazla katlanır. Sonra Allah’ın böyle kulları vardır ki, nefislerini terbiye ve tenzih etmişler ve binaenaleyh Allah kendilerine envaı hidayet ihsan eylemiştir de kalblerinde envarı ma'rifet teraküm etmiş kendilerinden nefis vesveseleri gitmiştir, çünkü şehvetleri ölmüş, kalbleri Allahü teâlânın deryayı azametine dalmıştır. Böyle bir insan açıktan bir amel yapacağı zaman mücahedeye muhtac olmaz, zira şehveti nefis batmış, münazeai nefis muzmahil olmuştur. Bu amelini açıkladığı zaman diğerlerinin kendine uyub da naili sevab olmaları arzusundan başka bir maksad beslemez. Bu kendi tekemmül etmiş de başkalarını kemale irdirmeğe sa'yeden ve bu suretle tam ve hattâ fevkattamam olmak isteyen bir kuldur. Netekim Allahü teâlâ kitabında bir takım kimseleri sena etmiş, onlara «ibadürrahman» unvanını vermiş (........) diye bunlara Cennetin en yüksek dercelerini vaad eylemiştir. Ve bunların dualarında taleb ettikleri hısali de (........) derler diye beyan buyurmuştur. Ümmeti Mûsayı medhederken (........) buyurduğu gibi ümmeti Muhammedi «sallâllahü aleyhi ve sellem» medhederken de (........) sonra bir ifhami tefhıym ile (........) buyurmuştur. İşte bunlar hidayet pişüvaları, din alemdarları, halkın Efendileridir ki, halk, Allah’a giderken bunlara ıktida etmek sayesinde yollarını bulurlar. Ilah... Farz olan zekâtın ızharı efdal olmasına gelince: evvelâ, bu babda (........) diye ahze emir verilmiştir. Bu ise ızhardır.

Saniyen bunun ıfhasında kendiye töhmet celbetmek ve herkesi sui zanna düşürmek tehlükesi vardır ki, ızhar, bunu def'edeceğinden efdal olur. Netekim Resulullah farz namazlardan başka namazlarının ekserisini hanei saadetinde kılardı. Namazda nefyi töhmet için farz ile nafilenin hükmü değiştiği gibi zekâtta da böyledir.

Salisen ızhar emir ve teklifi ilâhîye müsaraati tazammun eder gizlemeğe kalkışmak ise vacibin edasına terki iltifati iham eder. Emri ilâhî dururken diğer mülâhazalara iltifat etmek esasen gayrı lâyıktır. Binaenaleyh ferâızda ızhar, nevafilde ıhfa evlâdır. Zekât yalnız mü'minlere verilir, çünkü o mücerred ihsan değil, hakkı ma'lûm olan bir borcdur. Fakat buna kıyasen mahzı ihsan olmak üzere verilecek nafile sadakalar da böyle zannedilebilirdi. Netekim rivayet olunduğuna göre Hazret-i Ebi Bekrin kerimesi Esma radıyallahü anhanın anası Kuteyle ile ninesi müşrike oldukları halde Hazret-i Esma'ya bir şey istemek için gelmişler, o da Rasulullahdan istizan etmeyince size bir şey vermem. Çünkü siz benim dinimde değilsiniz demişdi. Bir de Ensardan bir takımlarının Beni Kureyza ve Beni Nadîr Yahdilerine karabetleri vardı. Böyle iken onlara sadaka vermezler ve müslüman olmadığınız müddetce size bir şey vermeyiz derlerdi. Bir rivayete göre de fukara'ı müslimînin çoğaldığı bir sırada Resulullah müslümanları müşriklere sadaka vermekten men' etmiş ve müşriklerin sevkı ihtiyac ile islama gelmelerini arzu etmiş idi. Bu sebeblerden biri veya hepsi dolayısiyle şu ayet nazil olmuştur:

271 ﴿