283

Ve eğer seferber iseniz bir yazıcı da bulamadınızsa o vakıt kabzedilmiş rehinler, yok birbirinize emin olmuşsanız kendisine inanılan adam Rabbı olan Allahtan korsun da üzerindeki emaneti te'diye etsin, bir de şehadeti ketmetmeyin, onu kim ketmederse mutlak onun kalbi vebal içindedir ve Allah her ne yaparsanız bilir

(........) ve şayed sefer üzerinde olur, bir kâtib de bulamazsanız. (........) O zaman vesikalarınız kabz edilmiş rehinlerdir.» Gerçi rehin alınabilmek bu zamana bu şartlara munhasır değildir. Hazarda kâtib ve kitabet mümkin iken dahi rehin almak sahîh ve caizdir. Fakat kâtib bulunmadığı, sened ve kitabet ile tevsika imkân olmadığı zaman rehin taayyün eder. Binaenaleyh bu şartlar rehnin sıhhat ve cevazının değil, tevsik için taayyününün şartıdır. Yani bu şartın «seferde olmaz veya kâtib bulursanız rehin alamazsınız» diye mefhumı muhalifi muteber değildir. Mantıkan malûmdur ki, mukaddemin nakızı tâlinin nakızını istilzam etmez. Ancak şart bulunduğu zaman meşrut lâzım gelir. Şu halde sefer ve kâtib bulunamamak rehnin şartı cevaz ve sıhhatı değil, şartı vücub veya nedbidir. Ve bu şartta ehas, kâtibin bulunamaması hasebiyle kitabetin imkânsızlığıdır. Sefer bunun sebebi âdî ve ekserîsidir. Ta'biri aharle ihtirazî değil, kaydi vukuîdir. Diğer esbabı ma'zeretten birile dahi hazarda kâtib bulunmazsa hüküm yine böyle olacaktır. Hazarda rehnin cevazı fi'li nebevî ile de sabittir. Çünkü Rasulullah hali hazarda «zırhlı gömleğini» rehnetmiştir. Maamafih âyet şunu gösteriyor ki, sened ve kitâbet ile tevsik mümkün oldukça mü'minler beynindeki müdayenatta rehin taleb etmek caiz olsada mendub olmıyacaktır. Meğer ki, bir ma'zeret bulunsun, birde anlaşılıyor ki, rehnin tamam olması için kabız şarttır, makbuz olmiyan rehin bir tevsik ifade etmez. Zaten rehnin ma'nasında habs etmek vardır. Şu halde rehnin bir hıssai şayia olmasıda doğru olmaz. İşte esas olmak üzere müdayenat ve muamelâtta üç nevi' tevsik vardır: Kitabet, işhad, rehin. Fikri din-ü takva hakkı tesbit ve ihkaka hizmet eden bu gibi tevsikata mani' olmamalı, hatta saık olmalıdır. Mü'minler müdayenat ve muamelatta bu tevsikata rıayet etmeli ve bu suretle mali halâli muhafaza ve helâk-ü zaya'dan sıyanet ederek tarıkı meşru ile kesb-ü istıhsale sa'y eylemelidir ki, insan bu sayede fîsebilillah infaka kudretyab olsun. Magdubı ilâhî olan riba ve eşbahı maasıyden sakınsın da tekvaya devamı mümkin olabilsin. Görülüyor ki, hukukı beşer için bu miyanda en büyük te'minat Hak teâlâya inkıyad ile ahkâmına ı'tısam bahş eden hissi din-ü takvadadır. Bu olmayınca diğer tevsikatı tâliyenin fevaidi pek mahduddur. İmdi (........) ba'zınız ba'zınıze, ba'zı dayinler ba'zı medyunlara temamen emniyyet eder, rehin almaz, Bu tevsikattan hiç birine lüzum görmezse (........) emniyyet olunan kimse de emanetini te'diye etsin, emniyyete lâyık olduğunu bihakkın isbat eylesin.» demek oluyor ki, balâda emr olunan üç tevsikten hiç birini yapmayıb da alel'ıtlak emniyyet etmek dahi caizdir. O halde buna mukabil olan balâdaki (........) ve (........) emirleri (........) mülâzemesi vücub için değil, nedb içindir, Zira vücube mahmul olursa o vücubun bununla mensuh olmasını ıktıza edecektir. Filhakika Hasan, Şa'bi

Hakem ibniuyeyne gibi bazı müfessirîn bunun evvelkileri nâsih olduğunu dermiyan etmiştir. Lâkin İbn-i Abbas hazretleri âyeti müdayenede nesıh yoktur, muhkemdir diye tasrıh ettiği ve bu âyetin nüzulü evvelkinden muahhar olduğuna dair bir sarahat de bulunmadığı ve halbuki tarih muahhar olmadıkça nesih bulunamiyacağı cihetle cümhurı müfessirîn burada nesıh bulanamiyacağı cihetle cümhurı müfessirîn burada nesıh bulunmadığında ittifak etmekle beraber ekserisi işbu cevazi emniyyetin nâsih değil, karinei nedb olduğuna, Ata', İbn-i Cüreyc, Nahaî gibi bazıları da bu cevaz (........) şartına merbut ve kâtib bulunamaması haline müterettib bulunmasına göre rehnin nedbine karine olursa da imkân takdirindeki emirlerin nedbe hamlini ıktıza etmiyeceğinden hali imkânda kitabet ve işhadın vacib olduğuna kail olmuşlardır. Ahkâmı kur'anda Ebû Bekri Razînin beyanına nazaran fıkıh nedb üzerindedir. Fakat her ne olursa olsun emniyyet edilen şahıs emaneti bihakkın eda etmek farz olduğunu bilsin (........) ve Rabbi olan Allahü teâlâdan korksun da emniyyeti hiç bir vechile sui istimal etmesin. (........) siz de şehadeti ketmeylemeyiniz, ey şahidler ledelhace edayı şehadetten hem imtina' etmeyiniz, hem de görüb bildiğiniz hakk-u hakikati gizlemeyiniz, ey medyunlar siz de nefsinizde ma'lûm ve meşhudunuz olan borcunuzu inkâr eylemeyiniz. Zira (........) her kim şehadeti ketmederse (........) Her halde o kalbi günahkâr bir kimsedir. Ketmi şahadet günahı öyle zahirî ve haricî bir uzvun günahı değil, bizzat mahalli iman olan kalb-ü nefsin bir günahıdır. Binaenaleyh en büyük kebâırdendir, küfre, akıdesizliğe yakındır.- Netekim İbn-i Abbastan mervidir ki, «ekberi kebâir Allah’a şirk, yalancı şahidlik ve ketmi şehadettir». Ketmi şehadet böyle bir kalb günahıdır (........) Allah ise şehadet veya ketmi şehadet gibi gizli açık zahir veya batında her ne yaparsanız temamiyle bilir. Sırası gelince cezasını verir. Sakın kalbde kalan gizli şeyleri kim bilecek demeyiniz. Zira: (........)

KIRAET - (........) Nafi', İbn-i Kesir, Ebû Amir, Hamze, Kisaî, Halefi aşir kıraetlerinde (........) nın cezmiyle (........) Ebû Âmir, Asım, Ebû Cafer, Yakubdan maadasında (.......) sız cezm ile okunur, ma'nâ farkı yok gibidir.

SEBEBİ NÜZUL - Bu âyetin sebeb-i nüzulünde iki rivayet vardır. Birisi ketm-ü ikamei şehadet hakkında nâzil olmuştur, diğeri, mü'minlerden kâfirleri veli ittihaz edib taklid eyliyenler hakkında nâzil olmuştur. Zira ismi kalbin küfür ile münasebeti derkârdır.

283 ﴿