284

Allah’ındır hep Göklerdeki ve Yerdeki, siz nefislerinizdekini açsanız da gizlesiniz de Allah onunla sizi hisaba çeker sonra dilediğine mağfiret eyler dilediğine de azab, ve Allah her şey'e kadîrdir

(........) Bütün Göklerde ve Yerde bulunan her şey bilâ kayd-ü şart Allah’ındır, bütün hakikatleri ve nizamı mevcudiyyetleriyle onun mahlûku, onun milkidir. Onun tahtı tasarruf ve tedbirindedir. Bütün kâinatta ilmi ilâhîden gizli hiç bir şey tasavvur olunamaz o hepsini bilir. Siz de bunlarda dahil olduğunuzdan sizin içinizde dışınızada her amelinizi bilir. (........) ve siz nefislerinizde sabit olanı ızhar da etseniz ıfha da etseniz her iki takdirde (........) onunla sizi Allah hisaba çeker. Binaenaleyh ne açık ne gizli hiç bir fenalık yapmayınız.- (........) ıtlakile nefsin her türlü ahval ve ef'al ve keyyfiyatına muhtemildir. İradat ve ihtisasat ve temayülât, tasavvurat ve tahayyülât ve efkâr ve her nevi' havatır ve vesveseler, reyb-ü i'tikad, ahlâk-u melekât ve halât-ü harekât, ıhtiyarî ve gayrı ıhtiyarî, müstekır ve gayrı müstekır: eyi ve kötü nefiste bulunan her şey, bunda dahil olabilir. Fakat evvelâ sıyak, ketmi şahadet gibi fena şeylere dair olduğundan eyi olanlar zahiren muhasebeden haric gibi görünür.

Saniyen (........) zarfı müstekarrı sabit ve müstekırr olanlarda zahir olduğundan bir var bir yok olan zail ve gayrı müstekırlar haric görünür.

Salisen ızhar ve ıhfa, ef'ali ıhtiyarîyeden oldukları için insanların iradesi ile alâkası olan a'mali zahire ve batıne dahil olub geyrı iradî olanlar muhasbeden haric kalır. Zira muhasebe, mutlak zuhur ve hafa takdirlerine değil, insanların ızhar ve ıhfası takdirlerine müterettibdir. Bu ise behemehal kasd-ü niyyetle olur. Böyle olmıyanların zuhur ve hafası bizzat Allahü teâlânın ızhar ve ıhfasına müsteniddir. Lâkin kötülük, kötülük olduğundan haddi zatından sebebi elem ve azabdır. Bunun için her ne suretle olursa olsun insanlara zuhuru bir azabdır. Hele zarurîsi zarurî bir azabdır. Bunda muhasebe olmamak da felâhı temin etmez. O zaman bunu temin edecek olan ancak Allah’ın ıhfası ve mağfiretidir. Bunun için insanlar mağfireti ilâhiyyeye ihtiyacdan kurtulamazlar. Hasılı insanların hiç bir şey'i Allahdan gizli kalamaz. Bunlardan kendilerinin ızhar-ü ıhfasiyle irade ve ıhtiyarları taalluk edenlerin hepsinin hisabını Allah sorar, mes'ul eder. Eder de (........) mes'uliyyet tebeyyün ettikten sonra dilediğine mağfiret eder, dilediğine de azab eyler, Binaenaleyh azabı mahzı adalet, mağfireti de mahzı fazl-ü ihsan olur. Gerçi mağfiret, azaba mukaddemdir. Lâkin bunlar hükmi meşiyyetiyle cereyan ettiğinden mağfiret kime, adalet kime nasıb olacağını Allahdan başka kimse bilmez. Bu hakikat karşısında insan olanlar kısmetlerine adalet çıktığı takdırde istihkakları azab olmamak için, zahir ve batında her türlü fenalıktan sakınıb imanı kâmil ile hasenata sarılmalı ve mehasin-ü fezaili itiyad ederek güzel huylarla ittısaf etmeli, kendilerinde çirkin şeyler huy, meleke, ahlâk değil, hal olarak bile bulunmamalı, nefsinden her fenalığı def'e çalışmalıdır. Bunlar nasıl mümkin olur demeyiniz (........) Allah her şeye kadir hem pek ziyade kadirdir. İnsanları ve sair muhteveyatiyle Semavat ve Arzdaki şeylerin hepsini bilib halk-ü icad, ifna ve imate ettiği gibi ölenleri tekrar ihya edib hafi, celi geçmişin hısabını sormağa, eyilere eyi, kötülere kötü ecr-ü ceza vermeğe, müstehikki azab olanları mağfiret etmeğe de kadirdir». Zat ve sıfatı İlahiyeye enfüs-ü afak bütün âlemîni işhad ve böyle ihkâmı şehadet ve ilim akıbinde (........) cümlesiyle Ayetül'kürsîye bir irca'ı nazari muhtevi olan bu âyeti kerime kalb cürmü olan ketmi şehadet günahının mücazatını isbat münasebetiyle yukarıdan beri surenin mutazammın olduğu âyât-ü delâilin tekâlif-ü ahkâmın fezlekesiyle umumî bir muhasebesini yaparak hedefi beyanı erkânı imandan bilhassa mes'elei Ahırete tevcih, bunu da aslı din olan ma'rifetullah mes'elesine ve bilhassa sıfatı ilâhiyeden ilm-ü irade ve kudret sıfatlarına rabtettiği sırada tekrardan salim bedi' bir terci'i bend neşvesi veren (........) fasılasiyle surenin ahırini ta yukarısında ilk hıtabı ammolan (........) âyetini evveline bağlıyan ve bu suretle bu kadar mütenevvi' ve müteaddid beyanat ve hıtabatın mecmuunu evvel ve ahıri mütenasık bir hıtabı amda tevhid eden bir nesci beyan olmuştur. Binaenaleyh bununla surenin evvelinde o hıtabı amdan mukaddem olan dibacesine mukabil bir hatimeye başlanmış oluyor ki, bu hatime üç âyete baliğ olacaktır. Bunlara «havatimi Sûretilbakare» denilir. Bunlardan birinci balâda en ziyade kefere ve munafikîn hakkındaki on beş âyete nazırdır. Bunu müteakib bunun bazı hafayasını dahi izah eden son iki âyetle de surenin ta başına tenasukunu temamen göstermek ve orada iman ve sair evsaf ile bilkuvve tasvir olunan müttekîni müflihîni burada bil'fiıl ta'yin-ü tesbit eyliyerek (........) mazmunlarına nazaren hidayet ve tebliğatı ilâhiyenin nasıl bir feyz-u semere verdiğini ve vereceğini ve binaenaleyh imanın hakikate, gaybın şuhuda nasıl geçtiğini ve geçeceğini müsbet bir surette anlatmak ve nihayet Fatihadaki (........) duasının bir sureti inkişafını tecelli ettirmek üzere buyuruluyor ki, (........)

(........)

KIRAET - (........) Hamze, Kisaî, Halefi âşir kıraetlerinde müfred olarak (........) Ya'kub kıraetinde (........) ile (........) okunur.

SEBEBİ NÜZUL - Rivayet olunduğuna göre (........) âyeti nâzil olunca Eshaba pek şiddetli geldi, toplanıb Resulullahın huzuruna vardılar, diz çöktüler, «ya Resulallah salât, savm, cihad, sadaka gibi takatimiz yetecek amellerle mükellef olduk. Şimdi ise bu âyet, inzal olundu. Halbuki bizim buna gücümüz yetmiyecek» dediler. Ve «Her birimiz kendi gönlünde öyle şeyler konuşur ki, Dünyaları verseler bunların kalbinde bulunmasını arzu etmez» diye insanın bilâ ıhtiyar maruz olduğu hatırat-ü tasavvurattan bahis de ettiler. Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi vesellem «sizden evvelki eski ehli kitab gibi «semi'na ve asayna» mı demek istiyorsunuz?» (........) buyurdu, bunu okumağa hepsi birden okumağa başladılar, okudukça dilleri yumuşadı, o zaman (........) âyeti nâzil oldu. Böyle Allah’a tazarru' ve niyaz ile istiğfar ve ilticaya devam ettiklerinden dolayı bir müddet sonra da (........) âyeti nâzil olub teklifi malâyütak endişelerini izale etti. Demek ki, Eshab (........) nazmı celilinin bütün ıhtimalâtı zahire ve hafiyyesini nazarı dikkate almışlar ve bu haberin müstelzim olduğu inşa'i teklifin azm-ü iradeye ıktiran etmeyen havatırı nefsiyyeye dahi şumulü ihtimalinden korkmuşlar ve kendilerince âyetin teklifi malâyütak olmaması lâzım geleceğine hükmedib Resulullahın her ihtimali kat' ile bu hükm-ü te'vili te'yid edecek bir beyan aramışlardı. Buna karşı evvel emirde ıtaati mutlaka ve istiğfar-ü tazarru' ile emrolununca derhal ıtaat ettiler. Nefislerinde zarurî olan endişei havatır içinde teklifi İlâhî ve emri risaletpenahîyi ıtlakiyle hüsni telâkkı eylediler. Allahü teâlâ da evvelâ bunların imamı kâmillerini ve bu sem'-ü taat ve kemali daraat ile rabbena «rabbena» diye istiğfar ve münhasıran kendisine iltica ve arzı dehalet etmelerini medh-ü sena ederek tatyib ve dualarına devam için tergib, saniyen bir müddet sonra kemali rıfk-u lûtfunu ızhar edib (........) iltifatiyle arzu ve te'villerine göre beyanı hükmetmiş ve ıztırablarına sebeb olan mes'uliyyeti havatır endişesini izale eylemiştir ki, işte taatın ve Allah’a ilticanın semeresi daima böye def'i endişe ve ref'i ıztırabdır. Hasan ve Mücahid ve İbn-i sirinden ve bir rivayette İbn-i Abbastan rivayet olunduğuna göre (........) bu iki âyet, Cibril vasıtasiyle nâzil olmamış, Resulullah bunları Leylei Mi'racta bilâ vasıta istima' etmiştir. Binaenaleyh surei Bakare medenîdir ancak bu iki âyet müstesna. Maahaza diğer bir rivayette İbn-i Abbas ve İbn-i Cübeyr ve Dahhâk ve Ata «bunlar da Medinede Cibril ile nâzil oldu» demişlerdir. Gelelim ma'nasına:

284 ﴿