2Allah, başka İlâh yok ancak o, hayy o, kayyum o (........) = (........) Ya Muhammed! Yine elif lâm mim, bunu iyi belle ve iyi anlat, o Allahü teâlâ öyle bir ma'budı hakikîdir ki, ondan başka ma'budiyyete müstehık, ilâh denecek, ubudiyyet edilecek hiç bir şey yoktur çünkü o hayy-ü kayyumdur, fenadan zevaldan münezzehtir, ölmez, ezelen ve ebeden hazır-u nazır vacibülvücud müdebbiri kül hâfızı kul râzıkı küldür. Her şeyi tutan o, besliyen odur, bununla beraber kendinde hiç bir şey eksilmez, daima hayy-ü kayyum ancak odur, ilâh ve ma'bud da hayy-ü kayyum olmalıdır. Binaenaleyh ne İsa, ne saire hiç biri ilâh değildir, onlara ilâh demek, ma'budluktan bir hıssa vermek Allah’a küfrolur.» Bu elif lâm mimin kıraeti şayanı dikkattir. Kıraetlerin hepsinde hem vakıf, hem vasıl suretinde okunur ya'ni umumiyyetle ikinci «mim» in fethi ve lâfzai celâleye vaslı ve bununla beraber vakıf hali gibi birinci «mim» meddi ârız halinde tul veya kasrile okunur. Ancak Ebû Ca'ferde sekit vardık ki, ne tam vakıf ne tam vasıldır. Bu sebeble bunun Kûfiyyun rivayetlerinde bile bir âyeti mustakılle olmadığı da söylenmiştir, ehli lisan ve müfessirîn bu tarzı kıraet hakkında uzun bahisler yapmışlardır. Fakat biz bundan ma'na i'tibarile şunu anlamak istiyoruz ki, burada vaslile vakıf hallerinin içtimaında bir hususıyyet vardır. Vakfı haline i'tibar diğerlerine olan mümaseleti göstermekle beraber aynı zamanda vaslı burada bir ma'nayı mahsus anlatmaktadır ki, bunda (........) in (.......) demek olduğuna ve binaenaleyh Âyetelkürsînin bir icmali remzîsi bulunduğuna bir ima var gibidir. Bunun bir ismi sure ve surei Bakarenin bir ismi de Sûretül kürsî ve Âyetülkürsînin a'zamı âyet, kezalik bunun esmaı İlâhiyeye işaret olması hakkındaki rivayetlerin hey'eti mecmuası da bu imayı te'yid edebilecek emarattandır. Kur’ân ilim ve saltanatı İlâhiyenin bir tecellii bahiri, Âyetülkürsî de o ilm-ü saltanatın en bedi' ve veciz bir ifadesi olmak itibarile bu ma'na (........) in ismi Kur’ân olmasına da mani' değildir, bunda her şeyin Allah’a irca'ı akıdei aslîyyesinin de bir ifadesi vardır. Ve zaten müteşabihatın en büyük hikmeti nüzulü de bu esasın tesbiti olduğu ma'lûmdur, şüphesiz bu hurufı heca sesleri üzni Muhammedîde çınlamıya başladığı zaman en evvel kürsîi ilâhîden gelen âyatı hakkı tebliğ ediyordu. Bu surenin ahassı makasıdından biri müteşabihatın muhkemata ircaı esasını tefhim ve bu suretle âyatı hakda zeyg-u inhiraftan tavakkı lüzumunu ta'lim etmek olduğuna nazaran ta başındaki tevhid ve tenzihi İlâhîyi tesbit ederken (........) nazmı müteşabihinin (........) nazmı muhkemile te'viline bir misal vermiş olması onun akıbinde de kütübi münzelei İlâhiyye miyanında müteşabihatı pek çok olan Tevrat ve İncilin bunlardan sonra Hatemülenbiyaya inzal kılınan ve muhkematı ümmülkitab olan Kur’ân’ı azim ve furkanı hakime irca' edilmedikçe tasdıkları caiz olamıyacağını, çünkü bunun muhkemat karşısında müteşabihataya ittiba' suretile âyatı hakkı inkâr ve küfre müeddi olacağını küfrün ise azabı şedide sebeb olduğunu beyan etmesi ne kadar beliğ ve siyakı nazma ne kadar muvafıktır. İşte mü'minlerin duayı nusratına bir cevab olarak başlıyan surei Âli Imran bir taraftan hayatta mansur ve galib ve beynennas nafizülkelim bir hakem ve hâkim olabilmek için i'tikatta tevhid, ahlâkta nezahet, ilimde ihkâm ve metanet şartı evvel olduğunu ıhtar etmek ve diğer taraftan Nasârânın tenzihi İlâhîye mugayir olarak gâh Allah, gâh veledullah, gâh salisi selâse ve sonra hepsi diye te'lih eyledikleri, Yehudîlerin de nezahet ve ıffeti Enbiyaya tecavüzle sebb-ü şetemeyledikleri Hazret-i İsa mes'elesinin hall-ü faslına bürhan olmak için evvel emirde tevhid ve tenzihi İlâhîyi tesbit, ve hidayeti nas için tenzili kitab ve ilmî amelî inzali Fürkan ile ihsan, ve isbatı nübüvvet ve ilimde ihkâm için kütübi İlâhiyenin fehm-ü tefsirinde mukaddemini muahharına müteşabihatını muhkematına irca usulünü ta'lim, ve bunların hilâfına hareketten tahzir, ve dini hakkı takrir eylemiştir. |
﴾ 2 ﴿