6rahimlerde sizi dilediği keyfiyette tasvir eden o, başka İlâh yok ancak o, azîz o, hakîm o (........) Allah o alîm-ü kadîrdir ki, sizi ana karınlarında, rahimlerde nasıl dilerse öylece tasvir eder. Hangi surete isterse ona kor. Bünyelerinizi teşkil edecek olan ve uzviyetin ilk suretini alan mevaddi musavverei evveliyyeyi dilerse haricde dilerse dahili rahimde tasvir ve her halde bunları yekdiğerine sevk ederek rahimde biri iki, ikiyi daha ziyade yaparak teksir eyler. Bunları kimyahanei meşiyyette murad eylediği havass-u keyfiyyat ile teşvih eyler, her birini bir vazıfeye ta'yin ederek ve devirden devre, tavırdan tavra geçirerek ince ince eler dokur ve her tavırda bir hakkı cedid ilâve ederek suretten surete, keyfiyetten keyfiyete tahvil-ü tasfiye eder. Nihayet akılları durduran bir sun'ı dakık ile bütün ensacı teşrihiyenizi, kemikler, ilikler, gudruflar uruk-u ev'ıye, evride ve şerayîyn, adalât ve a'sab, echize ve a'za, meşaır ve medarik vezaif ve menafı' ile te'lif-ü tesviye ederek tam veya nakıs erkek veya dişi veya hunsâ, canlı bir nefis suretine ifrağ eder. Dilerse tamamlar, dilerse eksik bırakır sizin böyle fıtratınızı mevcudiyeti cismaniye ve ruhaniyeniz alimiyyet-ü ma'lûmiyetinizle hakikatinizi teşkil eden o maddî ma'nevî suretler, o keyfiyeti tasvirden ba'zı şeyler temessul ettiği zaman kendinizi âlim ve allâme, hakîmi zufünun saymağa başlarsınız şimdi bu tasvir-ü tekvin keyfiyetini iyice mülâhaza ediniz. Teşekküli cenin bahsına aklınızın idrakinizin yetiştiği kadar bir atfı nazar ediniz. Bunun ne kadar ulûm ile alâkadar olduğunu behemehal anlarsınız. Beşeriyetin sahai idraki olan Arz-u Sema içinde mensub olabildiği kâffei ulûm-ü fünunun bu tasvir ile alâkadar bulunduğunu tasvir ettikten başka buna henüz perdei hafada bulunan nice ulûmı ledüniyyenin de alâkası bulunduğunu ve sonra bütün bunların sizin gıyabınızda tatbık edildiğini i'tiraf edersiniz. Bir taraftan ta hılkati Âdem’e temasüli nev'îyi ve bütün hilkati âleme kadar mertebe mertebe teşabühi cinsîyi ifade eden suver ve keyfiyatı müteşabihe ve külliye, diğer taraftan taayyüni şahsî ve temayüzi ferdîyi ifade eden ve bir ikincisi bulunmıyan suver-u keyfiyatı mahsusa ve cüz'iyeyi nazarlarınızdan mestur olan meşimei erhamda ânen feânen devirden devre tavırdan tavra takallübatı mütevaliye içinde mütezayid bir halk ile sizin gıyabınızda ibda' edib size veriyor ve kısmen ilm-ü idarenize tevdi' de ediyor ki, İsa dahi onun böyle erhamda tasvir ettiği sizlerden birisidir, onun bir mahlûkudur. İşte Allah denildiği zaman evvel emirde İsa dahi dahil olduğu halde her birinizi erhamda böyle tekvin-ü tasvir eden halık ve barii müsavviri düşününüz ve onu anlayınız. Semi'den, kitabdan, mütaleai vakı'den ve tecribeden bunu anladıktan sonra varsa akl-u mantıknızın bütün ciddiyyetini ve ahlâkın bütün insafını takınarak tefekkür ediniz, o zaman şu ilimleri yakînen elde edersiniz, Allah allâmülguyubdur. Ona gayb-ü şehadet ma'lûmdur kudreti balgası vardır, acizden münezzehtir, irade ve meşıyyeti vardır. Faili muhtardır, haricî hiç bir zarurete mahkûm değildir. 1- Bu halikı musavvirin hâdisata takaddüm eden bir ilmi muhitı muhkemi var ki, bundan gizli kalması ihtimali bulunan hiç bir emri hafi veya gaib tasavvur edilemez, tevhid da'vası altında teslis muammasile bir akidei sir diye gizlenmek istenen şirk-ü küfür de ondan gizli kalamaz. Huzur ve gıyab, izafî ve nisbî olan ilmi mahlûk-u hadîse nazarandır. Binaenaleyh ilimler, ma'lûmlar, gözler, gönüller, akıllar, kalbler, iradeler, fi'ıller yaradan ve yarattıklarını en ufağından en büyüğüne varıncıya kadar bütün nizamı vücude rabteden ve onları biribirile anlaştırıb gayei hilkatlerine doğru yürüten bu halikı musavvir Arz-ü Semada zaman ve mekânda sendeliyerek dolaşır, kör, serseri cahil, bir âmili gafil değildir ki, kahr-ü intikamı cahilâne olsun. Size bir ilim gelirse ondan gelir. Onun böyle erhamda tasvir ettiği ve daha yüksek ıstıfalarla tekvin eylediği Enbiya ve meselâ bu miyanda İsa, fürkanın ve sahib fürkanın geleceği ve saire gibi bazı mugayyebattan haber vermesi ise bunların hepsi onun i'lâm-ü ta'limidir. 2- Bu halikı musavvirin hiç bir şey'e muhtac olmıyan bir kudreti baligası vardır. Öyle bir kudret ki, Arz-u Semasiyle bütün kâinatı mevcude ve mümkine zerrat-ü ecramiyle, besait-ü mürekkebatiyle, maddiyat-ü ma'neviyyatiyle hep ondandır ve ona müsahhardır. Bütün madde ve kuvvet tecelliyatı hep o kudretin tecellii te'sirinden ibarettir. Tabiat onun te'siratı mütekerrire ve muttaridesi, hılâfı tabiat harıkalar da onun te'siratı münferide ve gayri muttaridesidir. Kavanini tabi'ıye namı verilen tevalii şuun silsileleri o kudretin hâkimi değil mahkûmudur. Bunlar onun te'siratı müteakıbesinden çıkan suveri mütehalifenin tayyile suveri mütemasilesinin ifadesidir, bir tarıktır. Meselâ Kürei Arz üzerinde hayvanatın zuhur ve intişarından sonradır ki, «her hayvan ilk tasvir edilmiş olan bir maddeden «bir maddei musavverei ulâ = protopilazma» dan çıkar» diye hayatı maddiye için bir kanunı tabiî vaz'edilir. Ve vaz'edilirken şurası da bilinirki bu kanun, ezelî değil hâdistir. Çünkü Arzın teşekkülünden ve üzerinde hayvanatın zuhurundan sonra başlamıştır. Maddei musavverei ulâ, ezelî değil o vakittenberi peyderpey halk-u tasvir olunmaktadır. Rahimde tasvir olunan her insanın maddei musavverei ulâsı da yenidir. Bunun kanunı tasviri ilmi hayatın değil ondan evvel İlmi Kimyanın ve Fizikın kanunlarındandır. Hattâ kimyayı uzvî ile gayrı uzvî arasında haddi fasıldır. Binaenaleyh maddei musavverei ulânın kanunı tasviri, tasviri sani ve salis kanunlarına tabi değildir. Fakat buna da bir kanun farz olunsun ve bu farz ne kadar daha tekrar edilirse edilsin her halde bu bir maddei ulâyı gayrı musavvereye icra' edilir. Ve her sureti cedide yep yeni bir mevcudiyet olarak re'sen gelir ve her birinin başında mutlak ve mutlak bu kudreti kayyumun te'siri hâlıkanesi icrayı hükmeder. Maddei gayri musavvere ise fi'len mevcud değildir. O da bu kudretin tecellisine raci'dir. Hasılı kavanini tabi'ıyye ta'biri müessirin değil, tarıkı te'sirin ifadesidir. Tabaı' muhtelif, halbuki mebdei tabiat birdir ki, o da halk-u te'sirdir. Tabiat, muttarid olan demektir. Ve bunun en umumî kanunu ıttırad kanunudur. Böyle iken tabai'ın muhtelif olması, cüzî küllî mütehalif, mütenevvi' tabiatlere ayrılması ılleti hakikıyye olan kudreti vahdaniyenin tabiate hâkim olduğuna ve ıstıfa ve tekâmüli tabiîynin bu kudrete medyun bulunduğuna delili kat'îdir. Binaenaleyh bu kudreti müessirei musavvireye nazaran ilk maddenin tasviri, haricî hiç bir şart ile meşrut değildir, ve o kudretin mukabilinde hiç bir kudret yoktur. İşte insanları erhamda tasvir eden halikı musavvir böyle bir kudreti baligaya malik bir hayy-ü kayyumdur. 3- Bu halikı musavvir, bu tekvin-ü tasvirde mecbur ve muztar değil faili muhtardır. Kendisi cebr-ü icab edebilir, fakat mecbur tutulamaz. Fi'lini ilm-ü iradesiyle yapar, dilediğine irade verir, dilediğine de vermez, erhamda insanları tasviri de sırf bu meşiyyeti iledir. Zeyde falan sureti, amme falan sureti vermesi, her şahsı bir ta'ayyüni mahsusa mazhar etmesi şeraitı mütekaddimeye ta'biiyyet gibi bir ıztırardan, kudreti halikanın fevkinde bir kader ve kudretin ilcasından veyahud kudreti halikanın bir suretten başkasını istihdafı imkânı bulunmadığından değil iradesinin eseridir. Bu ibda' ve tahvili suver ile tasfiyeden tasfiyeye geçen işbu tasvirde her sureti cedidenin diğer bir surete halef olması ve nihayet suveri mutelifeden bir sureti cedidei vahdaniye husule gelmesi tabiî ve ıztırarî değil, ılletsiz ve fa'ılsiz de değil, ilim ve kudreti baligaya malik ve her hâdisede namütenahi vücuhi suvere ve fi'l-ü terke kadır bir faili muhtarın tercihi ve iradesi eseridir. Eğer böyle olmasa da tabiî ve ıztırarî olsa idi o ıztırarî suretlerden mürsel, iradî, ihtiyarî fi'iller zuhur edemez, en basıt bir misal ile bir taş, yerinden koparılıb iki muhtelif maksad için isti'mal edilmez, tabayı' ihtilâf edemez. Ulûmı tabi'iyede iki kanunı mütekabil bulunamaz. Fennin «varyete» tenevvü' ve ihtilâf dediği şeyler olamaz, bir kişinin tohumundan hem erkek, hem dişi zürriyyet olamazdı. Her şeyde ezelden ebede yeknesak bir ıttırad bütün ma'nasiyle devam eder giderdi. Her rahme düşen tohum behemehal tekevvün eder, galâtı tabiat denilen şeyler de görülmez, ve hatta hayat denilen keyfiyet hiç de vakı' olmazdı. İyi düşünülürse anlaşılır ki, galâtatı tabiat denilen ve kemali kudrete, nizami ekmele bir maddei nakız gibi irad edilmek istenilen şeyler bir noksan değil, tabiatın valid ve validenin müessiri hakikî olmadıklarını ve halikın iradesini gösteren şevahidi san'attırlar. Galâtatı tabiat, tabiatin icab ve ıttaradını tevkif ve tağyir etmek i'tibariyle cehl-ü galtatı ve te'sirdeki acz-ü noksanını ira'e ederken ona karşı hâlıkı hakikînin iradesini isbat ederler. Ve bunlar nizamı âlem, kudreti baliga ve ilim delilinin aleyhine değil bil'akis tabiati amyanın en büyük kanunu olan ıttıradı zarurîyi nakz ve tabiatın mebdei evvel olması nazariyesini ibtal ederek ekmel bir faili muhtarı isbat eden ve gayelerine irmiş bulunan şevahidi mükemmeledendirler. Hasılı ne tabiatı cüz'iye, ne de tabiati külliyyede ılleti tamme değildirler. Bunların hepsi fıtrat denilen bir hudusi evvelin ıttıradıdır ve o fıtrat, bizzat hâlikın eseri kudret ve iradesidir. Ittıradı tabiat kanunu, ekmel bir ılliyyet kanununun tahtı tabi'ıyyetine verilerek irade kanuniyle ta'dilen mütalea edilmedikçe hakka irilemez, Hak teâlâ hem halık hem baridir. Mahlûkatına verdiği fıtrati ta'dil de eder. Veraset kanunu da bu esas dairesinde mütalea edilmek lâzım gelir. Tevalii hâdisatta suretlerin yekdiğerine gayriyyet içinde ayniyyeti andırır az çok bir temasül ve müşabehet, bir ıttıradı mütehavvil ile halef olması aynen bir ıttırad ve intikal gibi mülâhaza edilerek veraset ta'bir edilir ki, bekayı nev'î, ıstıfa ve tekâmül, terakki ve inhitatın tarikıdır. Bunlar tam ma'nasile bir intikal değil bir niyabet ve halefiyyettir. Yoksa hiç bir ıstıfa ve tekâmül olamazdı. Bunun için veraset kanunu yalnız tahaffuz ve baka kanunu değil, ayni zamanda tahavvül kanuniyle de alâkadardır. Ve bu ikisi arasında yakinen sabit olan bir şey varsa o da bekayı ıllet kanunudur. Ve baka hakikatte sıfatı İlâhiyedir. Kanunı ılliyyette tahavvül ve bakanın beraber düşünülmesi ıleli ma'lûleye nazarandır. Bunda bakayi mutlak ılleti hakikiyenin, tahavvüli mutlak da ma'lulâtının sıfatları olmak üzere ılleti hakikiyye ile malûlâtı beynindeki tenasüb ve tezayüfün birlikte bir mülâhazası vardır. Çünkü hiç bir maluûl ılletini geçemez. Binaenaleyh veraset kanunu da ittirad kanunu gibi ılel-ü malulât suretinde müterettib bir silsilei hadisatın mütenaviben tevalisi esnasında ılleti hakikiyenin bakasını ve ıstıfa ve tekâmül arzeden her lâhzai tahavvülde onun re'sen bir te'siri iradîsini ifade eyler. Hasılı müessiri hakikînin eserini verişi kendinden bir şey zayi' eden bir tevlid değil bir hılkattir. Bunun için ma'rifeti sanı', eserlerin tasavvurlarında değil nisbetlerinin tasdıkındadır. Tevlid de halkın sureti tezahurlerinden birisidir. Silsilei tevalide her suretı cedide re'sen bir fıtrat ifade eder. Veraset bir fıtratın diğer bir fıtrata aynen bir intikali zarurîsi değli, ılleti hakikiyenin te'siri cedidine müstenid bir müşabeheti ve bir nevi' istıhlafıdır ki, ta'dil-ü tağyirden hali değildir. Suveri nev'iyenin baka ve devamı terakkı ve inhıtatı bununla cereyan eder. Bu cereyanda mukaddemin kemal veya noksan bir arazîsi, tâli de bir zatî olabilir. Fakat olması zarurî değildir. Meselâ firengi almış bir babanı çocuğu da firengili olduğu zaman buna bir veraset ta'bir edilir. Bu bir kerre babadaki marazın aynen bir intikali değil, çocukta onun nev'inden bir marazın re'sen husulüdür. Ya'ni çocuğun maddei musavverei ulâsından birisi harici rahımde sulbi pederde tasvir olunurken onun içine aynen o maraz mıkrobu değil, fakat o mıkrobun da bir maddei musavverei ulâsı derc edilmiş bulunabilir fakat barii musavvir için bu derc ibtidaen zarurî olmadığı gibi tasviratı taliye ve nihaiyyede de öyledir. A'ma bir babanın evlâdı a'ma olmak lâzım gelmediği gibi firengili bir babanın evlâdı da behemehal firengili olmak zarurî değildir. Halıkı musavvir dilerse onu ta'dil-ü tagyir eder, dilerse etmez. Hasılı veraseti fıtrıye dahi bütün kavanini tabiiye gibi kavanini mümkinedendir. Tenasül kanunu da bu veraset kanununa dahildir. Müvellid bir babanın evlâdı müvellid veya gayrı müvellid olabilir. İşte zenbi fıtrî mes'elesi de temamen bu kanunı veraset ile alâkadardır ki, bu alâka, kıssai Âdemde de gösterilmiş idi. Evvel emirde fıtrati Âdemde zenb için bir zaman zatî olarak dahil değildir. Onda zatî olarak nihayet kabiliyeti zenb bulunabilir. Çünkü zenb, iradiyatta ceryan eder. Sonra tekerrür ve ıtiyad ile ferde tabiat de olabilir. Lâkin Cenâb-ı Allah her ferdin fıtratı hassasını rahimi maderde re'sen tasvir ederken babasındaki hususî tabiatı, marazı, zenbi evlâdından temamen silerek Enbiya' gibi ma'sum olarak yaratmağa kadir olduğu gibi dilerse bilâhare de afvedebilir. Fi'il ile neticesi olan azab arasındaki rabıtai sebebiyyeti ilga eder. Fi'li hükümsüz bırakır veya fi'lin cürmiyyetini ref' eder de dün muzır olanı ayrın nafi' yapar. Binaenaleyh insanları erhamda dilediği gibi tasvire kadir olan Allahü teâlâya zenbi fıtrıyı afv-ü magfiretten acz isnad etmek ızzeti İlâhiyeye tecavüz ve kayyumiyeti İlâhiyeye küfürdür. Küfür, en büyük günah olduğu halde kâfirlerden doğan kimseler bile bundan çıkıp şerefi iman ile müşerref olabilirler. Bu tevbe ve iman ile Allahü teâlâ zenbi küfrü bile afveder, intikamı İlâhî ısrar edenleredir. Allah böyle bir ilmi muhıt, bir kudreti baliğe, bir iradei nafize ile hayy-ü kayyum halıkı musavvir olan bir âziz-ü hakîmdir. (........) bu azîz ve hakîmden başka ilâh yoktur. - Binaenaleyh onun rahimi Meryemde tasvir ettiği Isa da ne İlâh ne de İlâh oğludur. O, Meryemin oğlu ve Allah’ın mahluku bir beşerdir. Ancak fıtrati nübüvvet ile tasvir olunmuş bir beşerdir. Allah’ın onu rahimi Meryemde ba'zı mügayyebattan haber verecek veya ba'zı mu'cizeler gösterebilecek bir surette tasvir ve ruhulküdüs ile te'yid etmiş olması onu beşeriyyetten çıkarmaz. Nihayet Âdem’in hulefasından biri yapar, ve onun maddei musavverei ûlâsı behemehal rahimi Meryemin haricinde yaradılması zarurî olmadığı gibi ne o maddei musavvirden ne de o ruhun hayy-ü kayyum olan halikı musavvirden tevliden gelmesini tasavvur da caiz değildir, zira tevlid hem müvellidin dahilinde kıyamını tenkıs eder. Hayy-ü kayyumun tenakus ve zevali ise mühaldir. Her şüpheden âri olan bu tevhid ve tenzih âyât ve delâili mevcud iken bunları bırakıb da kütübi İlâhiyeden Tevratı musaddık olan İncildeki (........) her ikisini musaddık olan Kur’ân’daki (........) gibi müteşabihatı behane ederek küfr-ü cühuda sapmamalıdır. Kütübi ilâhiyenin bir tarıkı fehm-ü tefsiri vardır: |
﴾ 6 ﴿