18

Şahadet eyledi Allah şu hakikate: (........) başka İlâh yok ancak o, bütün Meleklerle İlim uluları da adl-ü hakkaniyyetle durarak şahid: başka İlâh yok ancak o, azîz o hakîm o

(........) olduğuna bizzat kendisi ve melâikenin hepsi ve hakikaten ilim sahibi olan ulemai kâmilîn şehadet etti. Hem de kaim bil'adl olarak şehadet etti. Allahü teâlânın vahdaniyyeti ve adl-ü hakkaniyyetle kayyumiyyeti alelmeratib bu üç şehadetin her birile ve mecmuu ile sabittir.»

Yukarılarda da sebkettiği üzere lûgatte şühud-ü şehadet esasen huzur demek olub nefsinde gerek huzuren ve gerek husulen takarrür eden ilmi eda ile bir hakkı isbata şehadet ıtlak olunur. Örfte ve şeri'de şahid müddei ve müddea aleyhten başka olur. Burada ise münzili kitab olan Allahü teâlânın şehadetinde müddeilikle şahidliğin, hattâ şahid ile meşhudün bihin ittihadı mevzuı bahs olabileceğinden bu şehadetin manâsı iyi düşünülmek ıktiza eder. Evvel emirde müddei Peygamber, müddeâ aleyh münkir kâfirler olmak i'tibarile bu sualin varid olamıyacağı derkârdır. Şehadeti İlâhiyenin manâsı bir hakkı alel'ıtlak bildirmek, beyan-ü ızhar etmek veya ikamei delâil ile isbat eylemek, ilmi şühudî ile hükmetmek manâlarında birile dahi tefsir edilir. Bu manâ ile Cenâb-ı Allah afak-u enfüste hadd-ü hisaba gelmez şevahid ve delâil halk-u ikame ederek vahdaniyyetini ve sıfatı sübhaniyyesini beyan ve ızhar ettiği gibi bundan başka delâili teşriiyye dahi inzal eyliyerek bunları ıhbarile tasdik buyurmuştur ki, amme için bu manâların tefhimi kolay olduğundan bir hayli müfessirîn bununla iktifa etmişlerdir.

Fakat burada daha derin ve beynelhükema pek çok münakaşalara sebeb olmuş olan mebhası ma'rifetin, ya'ni ilmi yakîn mes'elesinin esaslı bir halli vardır. Bu bize gösteriyor ki, her hususta mebde'i yakîn Hak teâlânın kendine ve vahdaniyyetine ilm-ü şehadetidir. Her ilmi yakîn hakkın kendine mutabakatı ve bu mutabakatı i'lâm ve i'lânile kaimdir. İlmi yakîn ayni yakîne, ayni yakîn, hakkı yakîne müsteniddir. Vakı'de hakk olan her hangi bir şey'in bizzat veya bilvasıta kendisini göstermesidir. Mücerred cezmi indîden yakîni nefselemrîyi fark ettirir. Bunun için gerek afakta, gerek enfüste ilmi şuhdî ilmi yokmu diye bahse tutuşan ve her biri da'vasını akılden veya semi'den ahzettiği deliller ile isbata çalışan bir takım kimselere karşı bir bülbülün ötmeğe başlaması ne büyük şehadettir. Halbuki bu bile henüz istidlâlî olan bir ilmi yakîndir. Burada asıl şahid bir taraftan o sesin bülbülde, diğer taraftan sâmi'lerde zuhuru ve her iki tarafla olan kıyam ve nisbeti vahdaniyesidir. Bu bir sestir ve bu ses bir bülbül sesidir. Binaenaleyh hakikat, nefsine mutabıktır diyenlerin daha evvel kendilerinde bir şahid ve meşhud vardır. Ve bu şahid ve meşhud onların nefsilerinde hem evvel ve hem şimdi birleşmiştir. Binaenaleyh hakikatin derinliklerinde ve zamanın bütün cereyanında şahid ile meşhudün bu birleşmesidir ki, şehadetin künhü ve tasdikı hakkın esas şahididir. Bu ise hakkın nefsine mutabakatı mebdeine raci'dir. Ve bu her hakkın hakk olmak haysiyetiyle vahdeti mutlakası demektir. Bu da evsafı fenadan münezzeh minel'ezel ilel'ebed hakkı mahzolarak kaim bulunan Allahü teâlânın ikamei adl-ü hakkaniyyetle kıyamı vahdaniyyetine ve onun kendine huzuriyle ezelen ve ebeden mutabakatına ve bunu ızhar ve i'lânına müsteniddir. Her hangi bir hakkın nefsine mutabakatı (........) ayniyyet denilen bir nisbeti tasdikıyyedir ki, bu ancak bir nefsi âlim ile tahakkuk eder. İlim, nefsi âlim bertaraf

edilirse eşyanın nefsine mutabakati mes'elesi yoktur. Fakat bir nefsi âlime karşı bir taş bile kendini ızhar ederek kendine şehadet eder. Şu halde nüfusi insaniyyeden sarfı nazarla kendilerine âlim olmıyan eşya nefsine mutabık değil ise eşyanın nüfusi insaniyyede kendine şehadet edebilmesi nasıl mümkin oluyor? Ve sonra bütün bu şehadet hak namı verilen bir noktai vahdette nasıl toplanıyor? İşte ilim meselesinin feylesofları şaşırtan en ince noktası burasıdır. Bu âyette bu noktayı hallederek ilmi yakînin mebdei hakikîsini gösteriyor. Eşyanın kendi zatlarında kendilerine mutabakatı Hak teâlânın kendi zatinde kendine mutabakatinin, ya'ni (........) kendine ilminin ve bu ilmini ızhar ile kendine ve kendi vahdaniyyetine şehadetinin eseridir. Binaenaleyh eşya kendilerine kendilerinde mutabık değil, kendine âlim olan zatı hakda, ya'ni ilmi İlâhîde kendilerine mutabıktırlar. Nüfusi insaniyyenin kendilerine mutabakatı kezalik eşyanın nüfusi insaniyyede kendilerine mutabakatleri de her birinin ilmi İlâhîde mensub olduğu veçhi hak dolayısiledir. Binaenaleyh âlemde ne kadar şühud-ü şehadet, ne kadar ilm-ü istidlâl varsa hepsi Hak teâlânın kendini bilmesine ve bildirmesine, ya'ni şehadetine mübtenidir. İleride gelecek olan (........) âyetleri de bu iki noktayı tavzıh etmiştir. Hasılı şahidi hakikî ancak Allahü teâlâdır. Meselâ güneş var diyen bir şahid kendisiyle meşhudu olan güneş arasında nisbeti hakkın şehadetine tebaiyyetten başka bir şey yapmış olmaz. Şu kadar ki, bu tebaiyyet sarih veya zımnî veya gayri meş'ur olabilir. Hak teâlâdan başka hiç bir âlim ne kendine, ne sair eşyaya temamen şahid değildir. Nefsi insanîde eşyanın kendilerine mutabakatleri izafî, nakıs ve minvecihtir. Ben, benim diyebilen insanın bile nefsine mutabakati min küllil'vücuh tam ve mutlak ve hakkal'yakîn değildir. Onun kendisinde bilmediği, şehadet edemediği nice vücuhi izafet vardır. İnsanın gerek kendinde gerek eşyada hakikaten bilebildiği ma'lûmat, şehadeti hakkı bizzat veya bilvasıta sezebildiği vücuhtur. Binaenaleyh insanda mutlak, en hakikî bir ilmi yakîn varsa o da vücud ve vahdeti İlâhiyeye ilimdir. Zira bu ilim gerek kendisine ve gerek eşyaya olan ilimlerin hepsinin rükni akdemidir. Bundan başka her hangi bir ilimde zarureti zatiyyei kâmile yoktur. Ehli ilmin meratibi de bu şehadete kurb ve bu'dü ile mütenasibdir. Nefislerinde Hak teâlânın bu şehadetini sezemiyenler ulemadan olamazlar. Bunlar ilmi inkâr eden Sufestaiye ve keferei Reybiyyedendirler. Gerek nefsine ve gerek eşyaya ilminin hakikatine kail olub da Hak teâlâyı inkâr edenleri ise keferei muanidîndendirler. Cenâb-ı Allah’ın kendine kendinde ilmi ve şehadeti bulunduğu gibi eşyayı icadî ile âfak-u enfüste bu ilmini lâyü'ad velâ yuhsa sevahid ile i'lân ve ızhar etmesi, ilim, ukul, ervah ve kuvayı müdrike ve bunlara mutabık ulema halkederek onlara şehadetini tebliğ ve i'lâm eylemesi dahi onun masivallaha karşı kendine, kendinin vahdaniyyetine hakkaniyyetle şehadetidir ki, evvel-ü ahır, mebde-ü mead, müdde'ı, şahid, meşhud, meşhudün aleyh, hâkim hepsi bu noktai vahdette birleşmeden, buna rücu' ve iltica etmeden ne bir şehadet yapılır, ne vücuddan, ne ilimden ne amelden bir eser sezilir, Allahü teâlâ zati ehadiyyetinde şahid ve meşhudun birliğini ve bütün şehadetlerin bu birlik sayesinde bu şehadeti vahdaniyyenin kıyamı adli ve hükmi hâkimiyyeti tahtinde cereyan ettiğini, bu şehadet olmadan hiç bir şey'in adl-ü hakkaniyyetle tasdık edilemiyeceğini ya'ni hiç bir şeyde ilmi yakîn olamıyacağına hem fi'len ve hem kavlen şehadetiyle isbat eyledi ve buna kendi şehadetiyle, kendi tezkiyesile müeyyed nice şahidler de halk-u ikame eyledi. Ezcümle bu sayededir ki, bir insan «ben, benim» diye kendini tanır, kendi kendine şehadet eder, kendi şu'urunun kendi varlığına intıbakını kendine haber verir. Hem müddei, hem şahid, hem meşhud olduğu halde bu şehadetini aynı adl-ü hak tanır. Şüphesiz olarak inanır.

Saniyen Allahü teâlânın (........) olduğuna bütün Melâike gerek tekvinî ve gerek teşriî her hangi bir hususta emir ve iradei İlâhiyeyi tebliğ ve icraya me'mur süferayı İlâhiye olan kuvayı müdirkei muhikka, ukul ve ervahı mücerrede dahi şehadet ettiler ve şehadetlerinin hakkıyyetine Hak teâlâyı şahid müzekki tuttular. Zira Allahü teâlâ kendi şehadetini evvelâ bunlara bildirdi ve bunları işhad etti.

Salisen Allahü teâlânın (........) olduğuna (........) ya'ni hakikaten ilim sahibi olanlar: Cemi'i Enbiya ve ulemai kâmilîn ve hükemai muvahhidîn şehadet ettiler. Ehli ilim miyanında görünüb de adl-ü hakkaniyetten inhiraf eden, kaim bil'adl olmıyanların inkâr veya ketmi şehadet etmelerinin ehemmiyeti yoktur. Adl-ü insaf ile muttasıf hiç bir sahibi ilim bulunmaz ki, hiç olmazsa kendi nefsinde, vahdaniyyeti İlâhiyyeye şehadet etmesin. Zaten ilmin ve âlimin bilfi'ıl mevcudiyeti, vahdaniyeti İlâhiyenin bariz dellilerindendir. İlim vakıa mutabık, hak değilse ilm olmaz, bildiğinin doğruluğuna, hakkıyetine iman ve şehadeti olmıyan da yegâne ve vahdaniyyetine şahid değilse ne ilimde hakıkat bulunabilir, ne de kimse kendini tanıyıb bilebilirdi. Sufestaiye gibi ilmi inkâr ederek veya tersine giderek reyb-ü küfre sapanlar ise kendilerinde şahidi hakk olan ilim bulunmadığından dolayı ehliyyeti şehadetten mahrum ve mahkûmün'aleyhler miyanına dahildirler.

İşte (........) manâsile vahdaniyyeti İlâhiyyeye ve Allah’ın adl-ü hakkaniyeti ikame edib duran bir kayyumı ezelî olduğuna böyle bir nizamı vahdette ve bütün mevcudatın ve kâffei hakaikın mâbihilkıyamı olarak alelmeratib kaim adil ve makbulüşşehade bu kadar şuhud; müttefikullafzı velmanâ müteselsilen şehadet ettiler, her biri kaimen bilkıst

(........)

Ya'ni Nesârânın zu'umları gibi Teslis yok, bir takım E'ızze yok. Burada işbu (........) müteaddid rabıtlara muhtemildir.

Evvelâ şahidiyeti i'tibarile vasfı olmak üzere (........) dan hal, saniyen meşhudiyyeti vasfı olmak üzere (........) den hal olur ki, ma'nen ikisi mütelâzimdirler.

Salisen (........) den veya (........) den hal, rabian «Allah ve Melâike ve ülül'ilm» in her birinden hal olabilir ki, te'hirine nazaran en zahir olan budur. (........) demek olur. Ve şehadetten sonra tezkiyeyi ifade eden bir hali müekkide kabilinden olduğu için (........) takdirinde bir cümle-i müste'nefe olması en güzel vecihtir. Gerçi (........) denildiği zaman (........) manâsı murad olunabileceği inkâr edilmiştir. Lâkin bu misal yalnız ülül'ilimden hal yapıldığı takdirdedir. Ve denilebilir ki, (........) arasında fark vardır. Atıfk, tegayür içinde bir cemiyyet ifade eder, (........) manâsını tasrih eyler.

Rivayet olunmuştur ki, Şam ehbarından, ya'ni Nesârâ ulemasından iki zat gelmişlerdi, Medineyi gördükleri zaman biri diğerine «bu kasaba ahır zamanda çıkacak o Peygamberin kasabasına ne kadar benziyor» dedi, ba'dehu huzuri risalete girdiklerinde sıfatı mahsusasile tanıdılar. aleyhissalâtü ves-selâma «sen Muhammedsin?» dediler, evet buyuruldu. «hem de Ahmedsin?» dediler, tarafı risaletten «ben Muhammed ve Ahmedim» buyruldu. Bunun üzerine «biz sana bir şey soracağız, haber verirsen iman edeceğiz» dediler, «sorunuz» buyuruldu. Onlar da «bize kitabullahda en büyük şahadeti haber ver» dediler, bu âyeti kerime nâzil oldu. Bunun üzerine ikisi de müslüman oldular. Demek ki, bu âyetin nüzulü vefdi Necrandan mukaddem imiş.

Velhasıl bütün vücude şamil olan bu üç şehadet neticesinde ılmelyakîn, aynelyakîn, hakkalyakîn ve her hakikatten celi olarak mutehakkıktır ki, (........)

18 ﴿