48ve ona hem kitabet öğretecek hem hikmet hem Tevrat hem İncil (........) Burada kitab, kitabet ma'nasına masdardır. Demek ki, Hazret-i İsa yazı yazmasını bilir bir hakîm idi. Mu'cizelerde (........) kayidlerinin tekrarı bunların Nesârânın iddiası veçhile İsanın ülûhiyyetine değil, halikının ülûhiyyetine delâlet edeceklerini kuvvetle beyan içindir. İşte takdiri ilâhîde İsa böyle bir kelime idi. Hiç bir sebebe mahkûm olmıyan Allahü teâlânın kudreti vahdaniyyesi (........) medlûlü üzere kelimelerin ma'naya delâletleri gibi fıtratı ve ahlâkı, ilm-ü hikmeti, kitab-ü kitabeti, ef'al-ü akvali ile delâlet ederek anlatacak bir âyet, bir alâmeti hakkolacak, Beni İsraile bir Resul olarak gelecek, değişmez zannedilen âdetler hılâfına dört mu'cize gösterib imana da'vet edecek, önündeki Tevratı tasdik ve te'yid ve men'edilen bazı şeyleri onlara tahlil eyleyecek, gelişinin yegâne sebebi ve bütün mu'cizelerinin gayesi tek bir âyete vukuftan ibaret olduğunu söyliyecekti ki, bu âyet de şu idi: Allahdan korkunuz ve bana itaat ediniz, hiç şüphe yok ki, Allahdan korkunuz ve bana itaat ediniz, hiç şüphe yok ki, Allah hem benim rabbım, hem sizin rabbınızdır. Binaenaleyh onu ma'bud tanıyınız, ona ibadet ve kulluk ediniz, işte sıratı müstakim» demek ki, bir kelime olan İsanın ifade edeceği meal bu bir âyet olacak idi. Şimdi, acaba Allah tarafından Melâikenin tebşiri ve Allah’ın takdiri ve va'di yerini buldu mu? Kelime kuvveden fi'le çıktı mı? İsa bu ahval ve evsafta gelib bu da'veti yaptı mı? gibi bir suale lüzum yoktur. Bunun cevabı da bu beyanatın içindedir. Bir kerre ta yukarıda (........) olduğu ma'lûm, sonra Meleklerin yalan söylemiyecekleri müsellem olmakla beraber Meryemin bunu bizzat tazarruu ile aldığı cevab da ma'lûm. O halde kelimenin hayal olmadığın anlatmak için (........) ile mukayyed olması, Melâike ile gelmesi, tahakkukuna delil olduğu gibi (........) deki (........) da bu babda şüpheye mahal bırakmamış, bundan başka bu tahakkuk (........) da fa'i fasıha ile âlemi şuhutta dahi gösterilmiştir. Binaenaleyh İsa bu hüvviyyet, bu ahval ve evsaf ve bu din-ü davetle bir Resul olarak geldi: (........) dedi ve onun bütün hayat ve da'veti bu bir tek âyeitn ma'nasından ibaret oldu. İsa "bana itaat ediniz" dediği zaman "beni Allah tanıyınız, bana kul olunuz" demiyordu, ancak "rabbım ve rabbınız olan Allah’a kul olunuz, yalnız onu ma'bud tanıyınız, doğru yol budur" diyordu. Sıratı müstakim, dini hakk olan islâmdan başka bir şeye da'vet etmiyor (........) diyen Muhammed Resulullahın da'vetinden başka bir şey yapmıyordu (........) hakikatinden başka bir da'vada bulunmuyordu (........) şehadetinden başka bir şehadet yapmıyordu. Velhasıl kelimei İsanın kelimei tevhidden başka hiç bir ma'nası yoktu, kütübi İlâhiyyenin nususı muhkemesine karşı "biz onun ruhunu ararız, ruhuna bakarız" diye müteşabihat arkasında dolaşmak istiyenler bilmek lâzım gelir ki, işte Tevratın ve İncilin de yegâne ruhu bu tevhidden ibarettir. İsa ancak bu mânâ, bu ruh itibariyle bir ruhullah idi, bu kelimede bu mânâda bu ruhta Yahya nasıl İsayi tasdik eden bir mübeşşir olarak gelmiş ise İsa da Muhammedi öylece tasdik ederek gelen bir mübeşşirdi. Sonra Muhammed de işte bu kitab ile bu fürkan ile musaddıkı küllolarak gelmiştir. İsa (........) derken Mûsa gelse idi hayır deyemez İsayı önceden tasdık ettiği gibi tasdik ederdi. Şimdi Muhammed Resulullah (........) diyerek bu hakikati tebliğ ederken bütün Peygamberlerle beraber İsa dahi gelse idi evet diye Muhammedi tasdik ve tebliğine itaatten başka birşey yapmazlardı. Bu malûm olduktan sonra İsanın tercemei hali hakkında aslı mes'ele ile alâkası olmıyan tafsılâtı bırakalım da onun neticei davetine ve ahıri haline gelelim: |
﴾ 48 ﴿