119

ha, sizler öyle kimselersinizdir ki, onları seversiniz onlar ise bütün kitaba iman ettiğiniz halde sizi sevmezler, hem yüzünüze geldiler mi (........) derler, ve tenha kaldılarmı gayızlarından aleyhinizde parmaklarını ısırdılar, de ki, gayzınızla ölün, her halde Allah bütün sinelerin künhünü bilir

(........) ey mü'minler! siz öyle kimselersinizdir ki, (........) onları, yani kendinizden maadasını da seversiniz. -Müslimanın şiârı budur. Umumun iyiliğini ister, herkese hayırhah olur, nazarı mahabbetle bakar. Hukukunu sıyanet eder, fesaddan sakınır, kimseyi belâya sokmak istemez. Lâkin (........) mü'min ve müsliman olmiyanlar size karşı öyle değildir: Onlar sizi sevmezler. Bunun böyle olmasının sebebi de (........) siz müslümanlar bütün kitablara iman edersiniz ve temamen iman edersiniz. Onlar için her hangi bir kitaba mensub olanların ve hattâ mensubiyyet iddiasında bulunanların kendilerine hüsni nazarları kadar sizin de onlara hüsni nazarınız bulunur. Zira imanın muktezası budur. Fakat böyle olduğunuz halde onlar öşle değildirler. Sizin kitabınıza inanmazlar küfrederler. İnandıkları kitaba da bâlâda görüldüğü üzere hepsi tamamile inanmış değildir. Binaenaleyh müslimanların gayri müslimlere karşı nazarları ve muameleleri mü'minâne olduğu halde gayri müslimlerin müslimlere nazar ve muameleleri akideleri mucebince daimâ ve bizzarure kâfirâne olur. Bundan dolayıdır ki, hakikî bir müsliman umumun bıtanei umuru olmağa lâyık olduğu halde gayri müslimlerin müslimlere bıtane olması hem kendilerine hem müslimanlara zarardır. Velhasıl müsliman vicdanı temiz ve geniş, diğerleri ise dar ve bulaşıktır.

Salisen, münafıklar yüze karşı gelince biz mü'miniz derler: (........) fakat tenha kaldılar, meydanı boş buldular mı ehli imana gayızlarından parmaklarını ısırırlar: daima diş gıcırdatır dururlar: (........) siz mü'minlere bir güzellik dokunursa fenalarına gider: meselâ müslimanların sıhhati bedenleri, ucuzluk ve refahları, düşmanlarına zaferleri, beyinlerinde ülfet ve mahabbetleri onları memnun etmez (........) ve fakat size bir kötülük isabet ederse onunla ferahlanırlar, meselâ müslimanlara bir maraz, fakr, hezimet, tefrika, nehb-ü garet gibi bir musıbet oldu mu keyflenir sevinirler. İşte bütün bunlara karşı müslimanların vazifesi sabredib korunmak. İktısabı fezail ile onları hasedlerinden çatlatmaktır. Eğer müslimanlar Allah’a tâatta sabrederler ve nehiylerinden ictinab ile iyice korunurlarsa o kâfirlerin ve o münafıkların hiylelerinin ve entrikalarının hiç bir zararını görmezler. Çok olsa biraz eziyyet çekmiş olurlar. Lâkin akıbet hepsine galebe ederler ki, tarihi islâm bunun misallerile doludur.

Sabr-ü ittika edenlere Cenâb-ı Allah’ın nusreti ve meuneti nasıl cereyan edib de düşmanların zararlarını def'eylediğini ve sabr-ü ittika edilmediği zaman da nasıl zararlara düşüldüğünü bilfiıl anlatmak için de bilhassa şu misalleri yad et ya Muhammed:

(........)

119 ﴿