191onlar ki, gerek kıyâm-u kuudde ve gerek yanları üzerinde hep Allah’ı zikrederler ve Göklerin, Yerin yaradılışında fikr ederler: ya Rabbena, derler: bunu sen boşuna yaratmadın sübhansın, o halde bizleri o ateş azabından kour (........) öyle ülül'elbab ki, ayakta iken otururken yatarken, ya'ni gerek iştigal ve gerek istirahat hallerinin hepsinde Allah’ı zikrederler, dillerinden bırakmazlar» bu ahvali selâse insanın bütün ahvaline şamildir. Hatta harekâtı bedeniyyeye şamil olduğu gibi i'tilâ, tavassut, sukut gibi halete de şamildir. Demek ki, bu ülül'elbab her ne halde bulunurlarsa bulunsunlar, kalbleri zikrullahdan başk abir şey ile ıtmi'nan zevkini bulamadığından zikrullahdan gaflet etmezler, gönülleri mürakabei İlâhiyyeye müztagraktır. Burada zikirden murad gerek zat ve gerek sıfat ve ef'al haysiyyetiyle zikirden, kezalik zikri lisanîye mukarin olub olmamaktan eamın olarak mutlak zikirdir. Abdullah İbn-i Mes'ud Hazretlerinin beyanına göre bu zikirden murad namazdır ki, kudretleri yettikçe ayakta, yoksa oturarak, yoksa yattığı yerde namaz kılanlar demektir. Maamafih namaz ezkâr cümlesinden ma'dud ise de bütün ezkâr namazdan ibarettir de denemez, namazdan eamdır. Ülül'elbabın böyle zikrullaha müdavemet ile tavsıfleri terbiyei diniyyede terakkı etmiş rabbanıyyun olduklarını müş'irdir ki, bu vasıf burada mevzuı bahs olan tefekkür suretile keşf-ü müşahede edecekleri fünunı ulûmun bir şartı mütekaddimi demek olur. Maamafih namaz ezkâr cümlesinden ma'dud ise de bütün ezkâr namazdan ibarettir de denemez, namazdan eamdır. Ülül'elbabın böyle zikrullaha müdavemet ile tavsıfleri terbiyei diniyyede terakkı etmiş rabbaniyyun olduklarını müş'irdir ki, bu vasıf burada mevzuı bahs olan tefekkür suretile keşf-ü müşahede edecekleri fünum ulûmun bir şartı mütekaddimi demek olur. Maamafih (.......) tertibe delâlet etmemek hasebiyle bunun bir şartı mütekaddim olmayıb tefekkürün bir lâzımı müfarikı olması da mümkin görünür, şühuddan gıyabı okuyabilen, şevaibi evhamdan muarra, alâikı nefsaniyye ve avaikı zulmaniyyeden mütecerrid ukuli halisa erbabı olan ve hakaikı ahvali ve ahkâmı evsafı teemmül eden, etvarı mülk ve esrarı melekûtü murakabe ederek meliki hallâk Allahü teâlânın bedai'ı sun'unu ve âyâtı kudretini görebilen bu ülül'elbab cemii ahvalde mahabbetullah ile meşhun olarak Allah’ı yadederler. (........) ve Semavat-ü Arzın muhayyirül'ukul olan keyfiyyet ve hikmeti halkında tefekküre girişir, Her matlabda emri hakkı anlamak ve mazmunu üzere amel ederek iyfayı vazifeye muvaffak olmak için ahkâm tasarrufatı İlâhiyyenin sureti cereyanını gösteren sirr-ü nizamı hılkatı telâkkı ve keşfe çalışırlar. Bu halktan Semavat ve Arz mecmuunun hem kül, hem cüz noktai nazarından hiç biri haric kalmaz. Semavat-ü Arz, suver ve keyfiyyat ve a'yanı, halk mefhumu da te'siri ılliyyetin hakıkatini ifade ettiği için bu tefekkürün muteallakı, eşyanın suver ve keyfiyyatını temaşa ve tasvir ve tavsıf ve tahlil-ü terkib ile tahdid ettikten ve taharrii ılel ile hepsini müşterek oldukları halk mefhumunda icmalen cem'-u tasnıf eyliyerek cümlesini Halık tealânın sun'ı tahlikına rapteyledikten sonra melekûtı İlâhiyi müşahede ve ondan istıkbal ve Âhırete doğru netaici ilmiyye ve hikemiyyesini fehm-ü telâkkı ve bu suretle vazife hakkındaki hükmi İlâhîyi keşf-ü telâkkı ve bu suretle vazife hakkındaki hükmi İlâhîyi keşf-ü ta'yin ederek muktezasını icra ve gayeye isabet için yine Halık tealânın tevfık ve halkına dehalet ve iltica etmek ve böyle mîadı Âhıret ile rıdvanı İlâhîye yürümektir. Binaenaleyh bu mevzu' ve matlûb bizzat hikmeti İlâhiyye ve siyaseti rabbaniyye ilminin mevzu ve matlûbu olduğunda şüphe olmamakla beraber bunda gerek İlmi hey'et ve gerek diğer ulumı kevniyye ve fünunı beşeriyye mevzularının hepsi birer mukaddime ve tarık olarak dahil bulunduğunda dahi şüphe edilmemelidir. Ve bu hasiyyetledir ki, aleyhissalâtü ves-selâm (........) buyurmuştur. Ancak burada muhtelif mevzuatı ulumun kasır olan hudud ve nazariyyelerini ve şirk-ü taaddüd arzeden sîmalarını atıb hepsinin müteveccih olduğu ilmi vahîdi küllîye teveccüh vardır. Bunun için bu mevzu'da tefekkür bil'cümle eşyanın ve malûmatı beşeriyyenin halk mefhumu altında tensık ve tanzim-ü tevhidiyle Allahü teâlâya istinadını yakinen idrak eden ve ancak mahabbetullah ve zikrullah ile mutmainnolan ülül'elbabın şıarı olduğu ve diğer mevzulardaki tefekkür, eşyadan Allah’a müteveccih olub nihayet Allah’a istinad ile mütenahi olabildiği halde bu mevzu'da tefekkürün na mütenahi müstemirr olacağı ve bunun Evvel ve Zâhir isimleriyle Allahdan başlayıb nihayet yine Âhir ve Bâtın isimleriyle Allah’a müteveccih olacağı ifham olunmuştur. Demek olur ki, bunda halkın suret ve tarıkı tecellisini tesbîte çalışan tasvirî ve tehdidî fünunı Tabiıyye ve Hey'et taharriyyatına dahi büyük bir tergib vardır. Bütün Semavat ve Arz mülküllah olduğu için bu kitabı âlemden okunabilen her hâdise, her nizam, Hak teâlânın ahkâm ve sureti tasarrufunu okumaktır. Onu okuyanlar ve muktezasiyle hareket edenler, her halde nı'meti haktan mütena'ım ve müstefid olurlar. Fakat bunun iki tavrı vardır. Birisi sahib nı'met olan Halik tealâdan gaflet ve teamı ve ona arzı tabiıyyetle edai şükrandan kaçınıb zulmi küfrana sapmaktır ki, bunun mahiyyeti mülki İlahî içinde eşkıyalık ederek geçinmeğe çalışmak olduğundan akıbeti felâket ve husrandır. Ve bu kabîl ulum-ü fünun mütena'ımlerinin reisi İblis ve Şeyatîndir. Diğeri, mün'ımi hakikîyi tanıyarak ona şuur ve iman ile arzı tabiiyyet ve inkıyad ederek edai şükrana çalışmak ve bütün harekâtını mülki İlahî içinde hükmi İlahînin infazına sarfetmektir ki, bunun pişüvaları da Melâike ve Enbiyai ve Sıddikîn ve Şuheda gibi rabbaniyyundur. (........) budur. Bunlar Semaya çıkınca düşmemek üzere çıkarlar, obirleri ise düşüb helâk olmak için çıkmıya uğraşırlar. Yukarıdan beri tesbit oluna gelen bu manâlarla bu âyet tefekküri hılkete sevkederken hem fünunı tabiıyye taharriyatına tergib ediyor, hem de bu taharride bulunanlara büyük bir ders veriyor ki, bu ders şu iki noktada hulâsa edilebilir. Birincisi, Semavat-ü Arz mefhumlarının ifade ettiği tabakatı vücud içinde yekdiğerinden bazı haysiyyetlerle mütemayiz müteaddid mevzular etrafında toplanacak malûmat ve kavaıdi yekdiğerinden ezher cihhet ayrı ve temamen müstakıl birer ilmi a'lâ telâkkı etmeyib bu malûmatın mâfevk bir nizamı ilmîde birleştiklerini ve o mevzuların bir ilmi a'lâ mevzuuna müstenid bulunduğunu unutmamak ve binaenaleyh ikincisi, muhtelif avamili tabiıyye tesiratı altında mahkûm kalmayıb hadisatı ve nizamı hadisatı tabiatı eşya namına değil, Halik tealânın kudreti baligai vahdaniyyesi namına kaydetmek, yani ılleti hakıkiyyesine isnad eylemek lüzumudur. İşte bu noktai marifete terakkı etmiş olan ülül'elbabın zikr-ü fikri âlâullah olur da seyrbillâh ile lâyenkatı' bedaii sun'i İlahîyi, Semavat-ü Arzın esrar ve hikmeti hılkatini tefekkür ederler ve ederken (........) diyerek bu hüküm ve akide, bu haleti ruhiyye ve bu şevk-ü iltica ve ümid ile hareket ederler.» -BATIL; Üzerine hiç bir hükm-ü hikmet ve faide ve maslahat terettüb etmiyen demektir ki, ma'dum, bilâ faide zahib ve zâil, biyhude ve abes olabilir (........) Ey rabbımız! sen bu mahlûku, yani Semavat ve Arz mecmuu olan şu âlemi batıl, hükm-ü hikmetten, faide-vü maslâhatten âri, manâsız olarak halk etmedin, leyl-ü nehar ıhtilâfı içinde fenadan fenaya tevali edib giden şu şü'unatı mütehavvile menazırı ne ma'dumı mehızdır, ne hiç bir faidei mürettibesi olmaksızın geçib ademi küllîye giden zâili mahızdır, ne de hiç bir hikmet-ü maslahatı tazammun etmiyen abes bir şeydir. Bunda her neş'eti ulâ bir neş'eti saniyenin mukaddimesi, her hadise, vakıatı na mütenahinin tarıkıdır. Eğer bunların gerek mekân ve gerek zaman i'tibariyle aralarında bir nizamı terettüb bulunmasa idi ve eğer şu hadisatın kıymetleri yalnızca neş'eti ulûlariyle ölçülmek lâzım gelse idi ve eğer bu suretle bir metaulgurur olan hayati Dünya üzerine âtide hiç bir hüküm terettüb etmese idi bütün şu halk da batıl ve abes demek olurdu ve hatta bu metaı gurur bile mümkin olmazdı. Binaenaleyh her lâhzasında fâni ve mütelâşi olan şu silsilei şüun melektûtı İlâhîde bir nizamı âmın üzere cereyan etmekte ve nice nice hikem-ü mesalihi müştemil olarak istikbali namütenahide bir neş'eti saniyeye doğru yürümektedir ki, bunun bir meta' olabilmesi o haysiyyetledir. Ve batıl bir metaı gurur olmaktan çıkması da ancak o haysiyyete teveccühündedir. (........) Subhansın yarab, seni tenzih ederiz, sana lâyık olmıyan evsaf-ü ef'âlden ve ezcümle hikmetsiz bir şey halk etmekten mülkünü, Irade ve sun'unu batıla müteveccih olmaktan münezzeh tanırız. Gerçi sen bunları keyfemayeşa' irade ve sun'unla ibda' ve halk edersin, fakat irade ve sun'un hikmetten hali olamaz, o aynı hikmet ve nizamdır (........) Binaenaleyh sen bizi batıl akıde ve amellerin bihasebilhikme müeddi oldukları azabı nardan vikaye eyle, çünkü |
﴾ 191 ﴿