10

yetimlerin zulmen mallarını yiyenler muhakkak karınlarında sırf bir ateş yerler ve yarın bir çılgın ateşe yaslanırlar

(........) yetîmlerin mallarını zulmen yiyenler, karınları dolusu bir ateşten başka bir şey yemiş olmazlar. Ve ileride Saîr denilen öyle kaynar bir ateş içinde kalırlar ki, malûm olan ateşlerden hiç birine benzemez ve şiddetinin derecesini Allahdan başka kimse bilmez.» -Rivayet olunuyor ki, bu âyetin nüzulü üzerine halk korkularından yetimler ile ıhtilât etmemeğe başlamışlar. Binaenaleyh vazifenin böyle kaçınmak olmadığını anlatmak için Sûre-i Bakaredeki (........) âyeti nâzil olmuştur. Kalblere bu edeb-ü terbiye, bu insaf, bu adl-ü hak hissi, bu ittika ruhu telkin edildikten sonra şimdi balâda zikrolunan farz hisselerin mıkdarını beyan ve sahiblerini tayin ile ahkâmı mirasın tafsıline gelelim:

(........)

Bu iki âyetten birincisi alâkai vilâdet üzerinde cereyan edib meyyitten itibaren yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya füru' ve usul ta'bir olunur. İki tarafı haiz olan amudi neseb karabetine müteallıktır ki, evlâd ve valideyn bu amudün meyyite bilâ vasıta muttassıl olan valideyn bu amudün meyyite bilâ vasıta muttasıl olan mebde'leridir.

İkincisi, evvelâ bilvasıta ittısal ifade eden alâkai nikâha, saniyen nesebde amudi nesebden hariç olub onun etrafında bulunan ve ona nazaran zaiyf olduğundan dolayı kelâle ta'bir olunan karabet cihetine müteallıktır ki, ancak bilvasıta ittısal ifade eder. Fahruddîni Razî burada şöyle bir fezlekei tarihiyye yapmıştır: «Cahiliyye ehalisi iki şey ile tevarüs ediyorlardı: Biri neseb, diğeri ahd, neseb cihetinden ne sıgari ne de inasi tevarüs etmezler. Ancak ekaribden ât üzerinde harb-u darbe ve ahzi ganimete muktedir ricali tevris ederlerdi, ahde gelince: Bu iki veçhile olurdu ki, birincisi hılf idi, bir adam diğerine «demim demin ve hedmim hedmin, sen bana varis olursun ben sana, sen benimle taleb edilirsin ben de seninle» der, bu veçh, üzere akdi muahede ettiler mi hangisi arkadaşından evvel ölürse sağ kalanın şart mucebince meyyitin malinden hakkı olurdu.

İkincisi de tebinni idi, bir adam başkasının oğlunu oğul edenir, ba'dema bu oğlanın nesebi babasına değil,

bu adama nisbet edilir ve varisi olurdu ki, bu tebenni de muahede envaından bir nevi'dir. Allahü teâlâ, Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi vesellem Hazretlerini ba's buyurduğu zaman evvel emirde bunları cahilliyyedeki hal üzere terketti, hatta ba'zı ulema demişlerdir ki, «hayır sade terk değil, takrir bile etti ki, (........) neseb ile tevarüsü (........) ahd ile tevarüsü takrirdir. Cahiliyyede esbabı tevarüs böyle idi. İslâmdaki esbabı tevarüse gelince: Zikrolunduğu üzere hılf ve tebenni takrir olunmuş ve bunlara iki şey dahâ ilâve kılınmış idi ki, biri hicret, diğeri müâhât, ya'ni kardeşlik idi, hicret bir muhacirin diğer muhacire ziyade bir muhaletat ve muhalesatle ihtısası bulunduğu zaman karabeti olmasa bile veraseti sabit oluyor. Ve muhacir olmıyan akribasından dahi olsa o muhacire varis olamıyordu. Müâhât, Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi vesellem bunlardan her iki kişi beyninde bir kardeşlik akdettiriyor. Bu da sebebi tevarüs oluyordu. Sonra Cenâb-ı Allah (........) hukmiyle bunların hepsini neshetti ve İslâmda takarrür eden esbabı veraset şu üçü oldu: neseb, nikâh, velâ». ilh. İşbu tafsıli miras âyetinin sebeb-i nüzulünde de «Atâ» şöyle rivayet etmiştir: «Sa'd İbn-i Rebi' radıyallahü anh şehid olmuş, iki kızı bir zevcesi, bir de biraderi kalmış idi. Biraderi malın hepsini alıverdi, kadın da Hazret-i Peygambere gelib «ya Resulallah, işte Sa'din kızları, Sa'd katledildi, bunların amucası da mallarını aldı» diye arzı hal etti, aleyhissalâtü ves-selâm da «haydi şimdilik git, ümid ederim ki, Allah bu babda hukmünü yakında verecektir,» buyurmuş idi. Bir müddet sonra kadın yine geldi ve ağladı ve bunun üzerine bu âyet nâzil oldu, binaenaleyh Resulullah kızım amucasını çağırdı, «Sa'din iki kızına sülüsan ve bunların anasına sümün ver bakısi de senin» buyurdu ve işte bu âyet mucebince islâmda ilk taksim olunan miras bu oldu» demek ki, bu obirinden evvel neticelenmiştir. Demek ki, hikmeti nüzulün en mühim ciheti inasin ve sıgarın verasete bihakkın teşriki ve nikâhın gerek zevc ve gerek zevce için esbabı tevarüse idhali inkılâbı azîmi ile keyfiyyet ve kemmiyyeti verasetin sureti kat'iyyede ta'yini ve bundan evvelki âdât ve ahkâmın nesh-ü ilgasıdır (........) gibi âyetlerden anlaşıldığı üzere Allah’ın vasıyyeti ta'biri, «emir» kelimesinden daha kuvvetli bir icabı kat'î ifade eder. Bu, öyle bir emri beliğdir ki, bunda bir hakkın i'lâmiyle infazı lüzumunu ve ademi infazında mes'uliyyetin ağırlığını ve bu ağır mes'uliyyetin temamen me'mura tahmil edilmiş bulunduğu ıhtar ve aynı zamanda me'mura tahmil edilmiş bulunduğu ıhtar ve aynı zamanda me'mura mahabbet ve emniyyeti iş'ar ile bir velâyet ve niyabet i'tasını tazammun eden bir ahd-ü taltif vardır. Zira vasıyyet, mabadi mevte taallûk edib tebdili caiz olmıyan ve geri alınması ihtimali kalmıyan lâzımül'icra bir emrin infazı için emniyyet ve i'timad ile velâyeti niyabiyye tafvizını tazammun eden bir beyan ve ahiddir. Binaenaleyh

10 ﴿