46

O Yehudî olanlardan ki, kelimeleri mevzı'larından tahrif ediyorlar, Ve dillerini eğerek, dine dokunarak "dinledik ısyan ettik", "dinle dinlenilmesi", (........) diyorlar; böyle diyeceklerine "işittik itaat ettik" "dinle ve bizi gözet" deselerdi elbette haklarında daha hayırlı ve daha dürüst olurdu. Ve lâkin küfürleri yüzünden Allah kendilerini lâ'netlemiştir Onun için îmana gelmezler meğer ki, pek az

(........) kendilerine nazarı dikkat celb olunan (........) ı beyandır.

Ya'ni burada mevzuı bahsolan Yehudîlerdendir. Bunlar (........) kelimeleri yerlerinden tahrif ederler, sözü eğerler büğerler.» -Keyfiyyeti tahrif hakkında üç suret nakl olunmuştur:

1- Bir lâfzı diğer lâfza tebdil ederler. Meselâ Tevratta evsafı Nebeviyyeye müteallık olan «reb'a» kelimesini «ademi tavil» ta'birine, kezalik «recm» kelimesini «had» ta'birine tebdil etmeleri gibi ki, kitabette tahriftir buna karşı her tarafta meşhur olan bir kitab böyle nasıl tahrif olunabilir? Buna imkân var mıdır? Denemez zira bu gibi ceme sırasında vakı' olur. Bunun için terceme işi hem bir ıktidar, hem bir istikamet işidir. Bundan başka yazanların pek az ve iyi hafızların mefkud veya nadir olduğu zamanlarda bunun istinsahlar esnasında yapılması da mümkin olur. Daha sonra bu gibi tahrifat, asla vakıf olanları iğfal etmemekle beraber diğerlerini kolaylıkla iğfal edebilir.

2- İlkai şüphe ve te'vilâtı faside ile bir lâfzı öteye beriye çekerek ma'nasını hakdan batıla çevirmektir ki, bu da tefsir-ü izahta yapılan bir tahrifi manevîdir. Fahruddini Razî «netekim zamanımızdaki ehli bid'at de fikirlerine muhafil olan âyetlerde böyle yapıyorlar» demiş ve tahrifin tefsirinde bu ikinci vechin asl olduğunu da kayd etmiştir.

3- Yalnız ki, ab değil, bir söz söyledikleri zaman duydukları ve kalblerinde bildikleri gibi dos doğru söyleyib tahrif ederek söylemeleridir. Netekim Yehudîler huzurı Peygamberîye gelirler ba'zı şeyler sorarlarlar yanından çıktıkları zaman Peygamberin kelâmını tahrif

ederek neşre çalışırlardı. İşte Kur’ân bunların sureti tahriflerini şu misallerle anlatıyor: Tahrif ederler (........) ve derler ki, (........) bu bir (........) bu da üç.

Ya'ni Peygambere karşı evvelâ (........) diyecek yerde (........) derler, hep zıddına giderler.

Saniyen (........) dinle» deyecek yer de (........) diye bir de cinas ilâve ederler ki, bu kelime bir taraftan medh-ü ta'zıme, bir taraftan ihanet-ü şetme delâlet eder Zira (........) isma' edilmiş olmıyarak demek olduğundan bir cihetten «lûtfen ve tenezzülen dinle çünkü sana karşı söz söylemek ve zorla dinletmek haddimiz değildir» ma'nasına bir ta'zım olabileceği gibi diğer cihetten bir kaç veçhile de tahkır ifade eder evvelâ «dinle a söz dinlemez» saniyen «dinle a dinlenmiyesince» salisen «dinle a iyi haber işitmiyesince» ma'nalarına da gelebilir ki, bunlar hep şetm-ü tahkırdir.

Rabian «dinle fakat benden işitmiş olmıyarak dinle» demek de olabilir ki, bu da bir tedi'ı sir gibi olmakla beraber yalancılık teklifini tazammun eden bir nifakı da tazammun eder. (........) kelimesi de böyle zülvecheyndir. Sûre-i Bakarede (........) âyetine geçmşi idi (bak) .İşte bunlar böyle derler ve kelimeleri mevkı'lerinden böyle tahrif ederler. Ve bunları söylerken (........) dillerini burarak, sarhoş gibi ağızlarını eğerek (........) hem de dîne ta'netmek için söylerler. (........) halbuki bunlar Peygambere (........) diyeceklerine (........) ve (........) diyeceklerine yalnız (........) ve (........) diyeceklerine

(........) demiş olsalardı (........) kendileri için elbette hayırlı olurdu (........) ve lâkin küfürlerinden dolayı Allah bunları lâ'netledi, onun için bunlar îman etmezler, etseler de pek az ederler ya pek az bir şey'e îman ederler veya faidesi olmıyacak az bir zaman, meselâ haleti nezı'de îman ederler. Veya içlerinde îman edenleri pek az bulunur. Fakat bulunur. Bu münasebetle bunlar ve hattâ bütün ehli kitaba bir nasıyhat ve da'vet olmak üzere şöyle bir telvini hıtab yapılıyor: (........)

46 ﴿