94Ey o bütün îman edenler! Allah yolunda adım attığınız vakıt iyi anlayın dinleyin size islâm selâmı veren kimseye -Dünya hayatının geçici metaına göz dikerek- sen mü'min değilsin demeyin, Allah yanında çok ganimetler var, önce siz de öyle idiniz, Allah kerem buyurdu da sizleri îman ile tanıttı onun için iyi anlayın dinleyin, muhakkak ki, Allah ne yaparasanız habîr bulunuyor (........) Allah yolunda adım attığınız, gaza için hareket ettiğiniz vakıt (........) tebeyyün ve vuzuh arayınız, alel'acele şüphe ve tevehhüm üzerin ve zaiyf te'villerle değil teennî ve yakîn ile kılıç vurunuz. -Hamze, Kisaî, Halefi âşir kıraetlerinde sebattan (........) okunduğna göre- iyi tutununuz ayağınızı denk alınız, sağlam basınız, acele ile çürük tahtaya basmayınız ayağınız (........) ve size islâm selâm veren, kendini islâm gösteren kimseye -yâhud (........) kıraetlerinde elifsiz (........) okunduğuna göre- size teslimiyyet ve inkıyad vesâili takdim eden kimseye (........) sen mü'min değilsin demeyiniz.» -Mütebeyyin olan zahir olandır. Batın hakkında verilecek huküm de mütebeyyin olmak için bir deliyli zahire müstenid olmalıdır. Batına zahirden hukmolunur. Ve ümûrı hafiyyede bir şeyin deliyli o şey makamına kaimdir. Selâm veya teslimiyyet bir emri zahir ve mütebeyyin, kalb ve vicdan ise hafiy ve batın olduğundan o zahir ve mütebeyyini bırakıb da kalb-ü vicdana bunun maksadı şu veya bu diye zahirin hılâfına doğrudan doğru hukm etmeğe kalkışmak bilâ tebeyyün hareket etmekdir. Bunun için bir kimsenin zahirde verdiği selâmı, gösterdiği teslimiyyeti hiçe sayıb da onun hılâfına tevehhümat ile doğrudan doğru kalbine hukmetmeğe kalkışmayınız, zahirine göre muamele ediniz bir zahiri diğer bir zahir, bir mütebeyyini diğer bir mütebeyyin nakzederse o zaman da akva ve ahzer olanı tercih etmek için tesebbüt ve ihtiyat ile muhakeme ediniz.- İsâ İbn-i verdan kıraetinde ikinci mimin fethiyle (........) okunduğuna göre: «Sana eman verilmez» demeyiniz, böyle deyib de hemen vurmayınız, maamafih hiç demeyiniz değil (........) o alçak hayatın bir araz olan, devam-ü sebatı yok geçici metaına gönül vererek; zavallının maline göz dikerek veya fânî bir maksad ta'kıb ederek öyle demeyiniz» memnuiyyet alel'ıtlak değil arazı Dünya garazından hâlî olmayarak söylemeğe müteveccihdir. Bu da tebeyyünü terk ettiren ve aceleye sair olan hale işarettir. Demek asıl siyakı nehiy zahirin hılâfına bilâ tebeyyün hükümden meni'dir. Binaenaleyh «mü'men değilsin» denileceği zaman ağrazı Dünyeviyye ve nefsaniyyeden tecerrüd ederek ve hak gözü ile bakarak demeli kılıcı da ona göre vurmalıdır. Böyle olursa ya'ni selâm verene arazı Dünya garazıle sen mü'men değilsin denilmez, bilâ tebeyyün hareket olunmazsa (........) Allah ındinde pek çok ganimetler vardır ki, bunları o gibi katillere tenezzül etmiyenler ve tebeyyün ve tesebbüt ile hareket edenler iğtinam eder. Bu âyetin nüzulüne bir kaç hâdise sebeb olmuştur: 1- Fedek ehalisinden Mirdas İbn-i Nehiyk tek başına müsliman olmuştu, kavminde ise bundan başka müslim yoktu. Peygamberin Galib İbn-i fudale kumandasında bir seriyyesi bunlara gitmiş idi, kavm, hep kaçdılar ancak Mirdas müsilmanlığına i'timad ederek kaldı. Atları görünce davarını dağın bir dolambacına sığındırdı vaktâ ki, telâhuk ettiler tekbir aldılar, o da tekbir alıb indi ve (........) dedi. Fakat Üsame İbn-i Zeyd bunu katl edib davarını sürdü, geldiler Resulullaha haber verdiler. Binaenaleyh pek ziyade darıldı şiddetle azarladı (........) siz onu beraberindeki mala göz dikerek katlettiniz» buyurdu. Sonra bu âyeti Üsameye okudu, Üsame «ya Resulallah benim için istiğfar et» diye reca etti (........) demişken nasıl olur?» buyurdu, Usame kendisi demiştir ki, «bunu mütemadiyen tekrar etti, hattâ o dereceye geldi ki, mukaddema müsliman olmamış bulunsa idim de bu gün olsa idim diye temenni ettim, sonra hakkımda istiğfar eyledi ve bir rakabe azad et diye emretti.» 2- Abdullah İbn-i Ebihadret ve Ebukatade Hâris İbn-i Rıb'ı ve Muhallem İbn-i Cüsametebni Kaysi leysî ve daha bir kaç kişiyi Resulullah İdam (........) tarafına gördenmiş idi, İdam derecesinde Âmir İbn-i Azbatı Eşceî rast gelmiş, tehıyyei islâm ile selâm vermiş, Muhallem İbn-i Cüsame ile bunun arasında Cahiliyyeden kalma bir kin varmış, Muhallim bir ok atmış Âmiri katletmiş, Resulullaha haber gelince gazablanmış, Muhallemin istiğfar recasına karşı (........) buyurmuş, Muhallem ağlıyarak kalkmış aradan yedi gün geçmemiş vefat etmiştir. 3- Mıkdad İbn-i Esvedde dahi Üsame vak'ası gibi bir vak'a olmuş, Mıkdad demiştir ki, ya Resulallah! dedim: ne buyurursun küffardan birine rast gelsem, mukatele etsem o benim elimin birini kılınçla vursa sonra bir ağaca siper alıb (........) = Allah’a müslim oldum» dese bundan sonra onu katledeyim mi? Resulullah «etme» buyurdu, ben de ya Resulallah o benim kolumu kesdi dedim, aleyhissalâtü ves-selâm «katletme çünkü edersen o senin onu katlinden sonraki menzilinde, sen de onun söylediği kelimeyi söylemezden evvelki menzilesinde olursun.». 4- Bir takım Sahabe müşriklerle çarpışmışlar ve bozmuşlar birisi birine mızrağı saldırmış o da süngü yetişince ben müslimim demiş, fakat dinlememiş katletmiş, ba'dehu keyfiyyet Resulullaha arz edilince «müslim olduğunu zuğmettiği halde katlettin ha» buyurmuş, o da «ya Resulallah, o, onu müteavvizen söyledi» demiş bunun üzerine (........) ha, kalbini yaraidin» buyurmuştur. (........) itabı daha bir kaç vak'ada irad buyurulmuştur. 5- Buharî ve Müslimde rivayet olunduğu üzere Beni Selimden bir adam Sahabeden bir kaç zata rast gelmiş, yanında davar da varmış, selâm vermiş, onlar da bu selâmı teavvüz için verdi demişler ve katletmişler, davarını almışlar, Resulullaha gitmişler bu âyet nâzil olmuş, işte bu hâdiselerin her biri âyetin sebeb-i nüzulü olmak üzere rivayet edilmiş ve beyinlerinde bir tenafiyde bulunmamış olduğuna nazaran deniliyor ki, âyetin nüzulüne asıl sebeb bu vâkıatın mütekarib bir zaman içinde taaddüdü olmuş ve herkes kendi vak'asını sebeb bilmiştir. Ey mücahidler (........) siz de ekseriyet i'tibariyle bundan evvel bidayeten müsliman olduğunuz zaman tıpkı böyle idiniz: size selâm veren veya teslimiyyet gösteren bu adam gibi ağzınızdan çıkan bir kelime ile, bir kelimei şehadet ile islâma dahil oldunuz, oldunuz da (........) Allah size in'am etti, canınızı malınızı taarruzdan masun tuttu, sonra yükselttikçe yükseltti, sıdk-u istikametle mümtaz, kemali îman ile benam kıldı, mahkûmiyyetten hâkimiyyete ı'lâ ve hazinei İlâhiyyesinde nice ganimetlere namzed eyledi şimdi iş başına geçib harekete geldiğiniz vakit ağrazı Dünyeviyyeye dalarak bu ahvali unutmayınız da (........) tebeyyün gözetiniz -yâhud (........) ıhtiyatlı bulununuz- velev hali ikrahta olsun islâma gelenleri Allah’ın size yaptığı gibi ibtida kelimei zahiresiyle kabul ediniz, teslim alınız da sonra zuhur ve tebeyyün edecek hallerine göre muamele ediniz. Bunun selâm vermesi veya şehadet getirmesi veya müsliman görünmesi korkusundan başını kurtarmak veya hainliğinden kendini gizlemek için bir siper, bir halkandır diyerek ilk ağızda katline kalkışmayınız ıhtiyat ediniz, sonunu gözetiniz çünkü (........) dir. Hayr-ü şer hiç bir amel cezasız kalmaz. Mü'minleri techiz ederek seferber ederken böyle tebeyyün ve tesebbüte sevkeyliyen bu evamir ve talimata karşı «o halde cihada gitmemek ve iştirak etmemek daha büyük bir ihtiyat ve yerinden ayrılmamak daha hayırlı olacak» deyib de bilâ ma'ziretin oturub kalmamak için buyuruluyor ki, (........) Bir şeyden kalana' tekâsül edib oturana «kaıd» denilir. Harbe gitmeyib geri kalanlara da «kaıdûn» yahud (........) ta'bir olunur. «kaıdûne anilharb» demektir. DARAR, bir şeye dahil olan eksiklikdir ki, maraz veya körlük topallık gibi sakatlık demektir. Netekim anadan doğma a'maya ve pek zaiyf hastaya darir denilir, levazım ve mühimmat tedarükünden âciz olmak da bu ma'nadadır. Binaenaleyh (........) zararlılar; dertli, sakat, âciz, özürlüler, bunların gayrı olan (........) ise sahih ve salim ve kadir olanlar demek olur. Bu âyetin bidayeten mutlak olub bu fıkranın sonradan nâzil olduğu rivayet olunuyor: Bera İbn-i Azibden menkuldür ki, bu âyet nâzil olduğu vakıt Resulullah «levh ve divit getiriniz» diye emr edib (........) yazdırmış idi. Bu sırada İbn-i ümmi mektum gelmiş orada bulunuyordu ve darırülbasar, a'mâ idi «Allah’ım ben daririm, bana ruhsat var mı?» Dedi, bunun üzerine (........) nâzil oldu. Kâtibi Resulullâh Zeyd İbn-i Sabitten dahi şöyle menkuldür: Resulullah (........) nâzil olmuşdu, bana imlâ ediyordu İbn-i Ümmi mektum geldi «ya Resulallah cihada istitaatım olsa idi cihad ederdim, fakat a'mayım» dedi derken Resulullaha vahiy baygınlığı geldi, ağırlaşıb gayş oldu, dizi dizimin üstüne geldi ve öyle ağır basdı ki, ezib ufalıyacak zannettim ve korktum, sonra açıldı (........) dedi sonra yaz (........) buyurdu. İbn-i Abbastan dahi mervîdir ki, «Bedr» muharebesi olduğu zaman «Bedr» e çıkıb çıkmıyanlar hakkında (........) nâzil olmuştu. Abdulah İbn-i ümmi mektum işitti. Ebû Ahmed İbn-i Cahş İbn-i Kaysil'esedî ile beraber «ya Resulullah biz a'mayız, bize ruhsat var mı» dediler (........) nâzil oldu. Bunlar gösterir ki, (........) sakat olanlar ve istitaatı bulunmıyanlar demektir ki, bunların gayrı da sahih ve salim ve istitaatli olanlar demek olur. Bundan başka İbn-i Abbastan (........) demekdir diye mervîdir. Bu mefhum ziyan ma'nâsına zarardan me'huz olarak mülâhaza olunursa daha eammdır. Zira ehli zarar hem zarar çeken mütezarrırlara hem de zarar veren muzırlara şamil olur. Zararlı âciz bulunanlar kendilerinde eksikli oldukları gibi bizzarure cihada gidemediklerinden dolayı sevabca mutazarrır, kudretleri varken harbe gitmiyenler de ya kendilerine lüzum olduğu halde gitmedikleri veya ısyandan çekinmedikleri takdirde hem harb ve âsâyişe muzır, hem de günahlarile mutazarrır olurlar. Özürlüler ehli zarar, zararlı oldukları gibi bunlar da zararlı ve ehli zarardırlar. Ve şu halde ikisi de (........) dırlar. Binaenaleyh bunların gayrı olan ka'ıdun istitaati olduğu halde harbe gitmiyen ve gitmemekle beraber zararı da olmıyan ehli salâh ve selâmet demek olur. Ve bunun içindir ki, (........) buyuruluyor. İşte bunlar nefsinde husna ile mübeşşer oldukları halde mücahidîn ile ledelmukayese onlara müsavi olamıyacakları ve mücahidînin derecesi Dünya ve Ahıret bunların fevkında olduğu ve sonra mağfiret ve rahmeti İlâhiyye de gerek bu kaıdîn ve gerek mücahidînden her birinin kendi sınıflarında da bir çok derecat ve meratibe munkasim bulundukları anlatılmış ve bu suretle cihadın farzı kifaye olduğu ifham edilmiştir. Zira cihad herkese farzı ayn olsa idi istitaati bulunan kaıdune husnâ değil, ıkab mev'ud olurdu. Görülüyor ki, alel'umum kaıdunun mücahidîn ile mukayesesi tecviz olunmamış bu mukayese (........) a kasredilmiş ve ulizzarar olanlar mukayeseden istisna olunmuştur. Çünkü ânifen anlaşıldığı üzere ulizzarar olan ka'ıdun iki kısımdır. Bir kısmı özürlü bir kısmı da kadir ve âsî ve muzırr olanlardır. Ehli özr olanlar bununla sureti umumiyyede mükellefiyyetten istisna edilmiş olduğu gibi bunlar miyanında bir taraftan özr-ü ıztırabının şiddetine sabr-ü tahammül eylemek diğer taraftan cihadın fazıletini takdir ederek mücahidîn ile beraber bulunamadığından dolayı kederinden kanlı yaşlar dökerek selâmet ve muzafferiyyetlerine dua ve (........) irşadına tevfikan Allah ve Resulullah için hayırhahlık etmek suretile mücahedei ma'neviyye içinde bulunanların Ahırette mücahidîn derecesinde ecr-ü sevaba nail olabilmeleri ihtimali anlatılmak için bunlar ademi müsavattan istisna olunmuştur. Kadir ve âsı ve muzırrolanlar ise müstahıkkı derece değil, müstahıkkı ıkab olacaklarından fîsebilillâh mücahidîn ile şöyle dursun sulâhai kaıdîn ile bile müsavî olamıyacakları cihetle mukayesei fazılet mevzuundan haric bırakılmışlardır. Velhasıl istisnada asıl, isbattan nefiy, nefiyden isbat olmayıb mücerred ıhrac ve (........) olmasına mebni burada ademi müsavattan istisna edilen (........) hakkında alesseviyye sabit bir müsavat hukmü lâzım gelemiyeceğinden «ulizzararın gayrı olan kaıdîn, mücahidîn ile müsavi olamazlar amma ulizzarar umumiyyetle müsavi olurlar» gibi bir ma'nâ anlamamalıdır. Belki «ulizzararın hukmi müşavatı meskûtün anhtir. Onlar ya hiç müsavi olamazlar veya içlerinde müsavi olanların bulunması melhuzdur» diye anlamalıdır. Bundan başka şunu da nazarı dıkkatten ayırmak lâzım gelir ki, bu mukayesede mücahidîn dahi mutlak bırakılmamış evvel emirde iki kayd ile takyid olunmuştur. Birisi fî sebilillâh olmak, diğeri mallarile ve canlarile olmaktır. Esasen orfi şeri'de «mücahidîn» fîsebilillâh harbedenler demek olduğu halde fîsebilillâh kaydinin bir daha tasrihı bu fazılete irmek için niyyetin pek ziyade hâlıs olması lüzumunu ve her harb edenin değil her mücahidin bile bu mukayeseye dahil olamıyacağını ış'ar eder.» (........) kaydi de hulûsi niyyetten sonra kaıdînden efdal olabilmek için ümcahidînde bu ikisinin birleşmesi de şart olduğuna işarettir. Mücahidînin sarfiyyatına kaıdînin muaveneti maliyyeleri karıştığı takdirde o kaidînin dahi hıssai cihadı bulunmuş olacağından o zaman tarafeyn beyninde ademi müsavat ve fazılet hukmü sureti kat'ıyye ve umumiyyede mevzuı bahs olamayacaktır. Kaidîn arasında mücahidînden efdal olmasa bile müsavi olanlar bulunabilecektir. Ve fakat bu da kuudundan dolayı değil, cihada malen iştirakinden dolayı olduğu için fazılet kaıdîn tarafında değil, mücahidîn tarafındadır. Şu kadar ki, ba'zı zamanlar bu mücahidînin menba' ve mebdei fazıleti bilfi'ıl saffı harbde değil, arkalarındaki kaıdîn içinde duran cihadı ekber mücahidleri miyanında bulunabilir. Netekim Halid İbn-i Velid ve emsali mücahidîn müselyimetülkezzab ile çarpışırlarken hiç biri Medinede ikamet eden ve bütün bu cihadı sevk-u idare eyliyen Hazret-i Sıddıktan daha mücahid ve daha efdal olmadılar. Kezalik Kisrâ ve Kaysar ordulariyle çarpıştıkları zaman ne Hazret-i Ömer, ne de Hazret-i Osman ve Hazret-i Aliden daha mücahid ve daha efdal değil idiler. Burada kaıdîn ve mücahidîn kelimeleri ma'nâyı örfîleri mucebince bil'ibare fîsebilillâh muharebeye aid bulundukları şüphesiz olmakla beraber asıl mefhumlarında kuud, ataleti müş'ır ve mücahede de bezli vus' ederek ve zahmetler çekerek uğraşmak ve çalışmak demek olduğu ve ma'nâyı örfîye ıtlakları bu mefhumdaki hususıyyetlerinden nâşi bulunduğu cihetle bu mukayese sureti umumiyyede çalışanlarla çalışmıyanlarnı dahi müsavi olamıyacaklarını ve her hangi bir hususta fîsebilillâh hüsni niyyetle çalışanların oturanlardan efdal olduğunu ve şu kadar ki, kötülük ve zarar için çalışanların bu mukayeseden haric bulunduklarını bil'işare ifade eylemektedir. Bu işarete nazaran fîsebilillâh mal-ü can ile mücahede mefhumunun (........) âyetinde olduğu gibi o kadar büyük şumulü vardır ki, harb mes'elesi bunun cüz'iyyatından biri demektir. Bundan dolayıdır ki, Resulullah harbden avdet buyurdukları zaman (........) küçük cihaddan büyük cihada döndük» hadîsi Nebevîsile tehzibi nefs ve ıslahatı dahiliyye ile uğraşmanın cihadı ekber olduğunu tebliğ buyurmuşlardır. Hasılı |
﴾ 94 ﴿