MÂİDE

(.........)

Bu Sûre-i Mâide dahi Medenîdir.

Ya'ni hicreti seniyyeden sonra nâzil olmuştur. Hem de son zamanlarda nâzil olan sûrelerdendir. Netekim: (.........) Sûre-i «Mâide» Kur’ân’ın nüzülce muahhar olanlarındandır. Binaenaleyh halâlını halâl, haramını haram tutunuz» diye de aleyhissalâtü ves-selâmdan merviydir. Hudeybiye senesinden itibaren nüzule başlamış, bir kısmı fethi Mekke senesi, bir kısmı da hıccetülveda'da nâzil olmuştur. Bazıları Bu Sûrenin hepsi birden hıccetülveda'da Arefe günü, bazıları da bu sefer esnasında Nâzil olduğunu söylemişlerdir. Esma bindi yezidden menkuldürki, surei «Mâide» nin cemi'si nâzil oldu ben Resulullahın nâkası Adbanın zımamını tutuyordum ağırlığından devenin kolları kırılayazdı» demiştir. Lâkin Cumhûrun tercihine ve Hazret-i Ömerden dahi sahih rivayete göre bu bütün sûre hakkında değil, bazı âyetler: ezcümle (.........) hakkındadır. Ve ma'lûmdur ki, hicretten sonra gerek nefsi Medine ve gerek bir seferde ve gerek Mekkede nâzil olanlara Medenî denilir.

Âyetleri - Yüz yirmidir.

Kelimatı - bin sekiz yüz dört.

Harfleri - on bir bin dokuz yüz otuz üç.

Fasılaları - (.........)

İsimleri - Maide, Ukud, Munkıze, Müba'siredir.

Mâide: Yemekli sofra demektir. Sûre-i «Nisa»yı Sûre-i «Mâide» nin tâkıb etmesi ne kadar mütenasib ve ne kadar ma'nidardır. «Mâide Isâ» nın bu sûrede zikredilmiş olması bu tesmiyenin zâhiren bir vechi gibi görünürse de doğrusu onun için buna Sûre-i «Maide» denilmiş değil, bu, surei «Maide» olduğu için o bunda zikredilmiştir. Esasında bu sure ni'meti islâmın Maidesidir. Burada (.........) müeddasınca ni'meti islâm temamen kurtarılmış, ahidlerine vefa, akıdlerini iyfa eden Ehli îmana sunulmuştur. (.........)

(.........)

Bu surenin diğerlerinde bulunmıyan on sekiz farizayi tazammun ettiği beyan olunuyor. Ebuhayyanın kaydettiği veçhile derler ki, Arabın ilk feylesofu meşhur (.........) ye tilmizleri «ey hakîm! bize şu Kur’ân’ın bir mislini yapıver» demişler, o da «peki, hepsinin değil, amma bir kısmının mislini yapayim» demiş ve bir çok günler çekilib kapanmış, sonra çıkmış «vallahi demiş buna ne bizim kudretimiz yetecek, ne de başka birinin, mushafı açtım, Sûre-i «Maide» çıktı, baktım vefayi söylemiş, nekisten nehyetmiş. Bir tahlili amm yapmış, sonra bir istisna istisna eylemiş, sonra da kudret-ü hikmetinden haber vermiş ve bütün bunları iki satra sığdırmış, bunu ise hiç kimse cildlerle yazı yazmadan ifade edemez. ilh...»

UKUD: Akdin cem'idir. Akd, tevsık olunmuş ahid demektir ki, bir şeyi diğerine sağlam surette bağlayan bağ ve düğüme, meselâ ip düğümüne teşbih edilmiştir.

Ya'ni akıd asli lüğatte sıkı bağlamak ve düğümlemek, muhkem bağ ve düğüm demek olub bundan naklen bir kimsenin bir şey'i iltizam veya âhare ilzam ederek kendini veya diğerini bağlamasına veya mütekabilen bağlanmalarına akıd tesmiye olunmuştur ki, itikad de bundandır.

Binaenaleyh her akıd icab-ü kabule mütevakkıf olmayıb ba'zıları mücerred icab ile dahi mün'akıd olur ki, nezirler ve mustakbele taalluk eden yeminler bu kabildendir.

AHİD dahi asli lüğatte bir şey'i halden hale hıfzedib mura'at etmektedir. Böyle mura'atı ilzam veya iltizam edilen tevsikata da ahid tesmiye olunur. Bu itibar ile ahid ve akıd müteradif veya mütalâzim demek iseler de akıd kelimesi misak gibi daha ziyade bir ihkâm ifade eder.

VEFA VE İYFA ise ahd-ü akdin mucebini eda etmek, icabını temamen icra eylemektir. Burada cem'i muhallâ billâm olan (.........) istiğrak ifade eder ki, gerek Allahü teâlânın kullarına ilzam ve akd eylediği tekâlif ve ahkâmı diniyyeye ve gerek ibadın kendiliklerinden Allah’a karşı akdettikleri nezirlere ve yeminlere ve gerekse insanların kendi beyinlerinde sahihan akdeyledikleri emanat, muamelât ve saireye müteallık her nevi' ukuda şamildir. Hatta Ehli harb, Ehli zimmet ve Havaric ve sair nâs ile akdedilen muahedat dahi dahildir. Şu halde bundan şu kaide müsteban olur ki, «ukudda aslolan sıhhattır, meğer ki, fesadına bir delil kaim olsun». Bunun için her hangi bir akıdde kavil; sıhhat müdde'isinin, beyyine fesad müddeisinindir. Meğer ki, o akıdde kavil; sıhhat müdde'isinin, beyyine fesad müddeisinindir. Meğer ki, o akıdde fesad butlandan başka bir ma'na ifade etmemiş olsun. Çünkü butlan iddiası akdin ademini iddia ve vücudunu inkâr demektir. Bunda ise beyyine vücud ve sıhhat müddeisine teveccüh eder. Akid, sabit ve mün'akıd değil ise iyfa edilecek şey yoktur. Ebubekri Razî bu ma'nayi Fıkhî ile Ahkâmı Kur’ân’da der ki, (.........) ukud isminin mütenâvil olduğu cemii ukudun iyfasını ıktiza eder. Binaenaleyh her hangi bir akdin cevaz veya fesadında veya her hangi bir nezrin sıhhat ve lüzumunda ihtilâf ettiğimiz zaman (.........) kavli İlâhîsi ile ihticac sahih olur. (.........). Lâkin ukud her nevi' tekâlifi şer'iyyeden eamm olduğu ve halbuki tekâlifi şer'iye içinde mendubat ve müstehabbatın dahi vücudu ma'lûm bulunduğu cihetle işbu (.........) emrinin de vücub ve nedibden eamm bir ma'nâya mahmul olması lâzım geleceği de unutulmamak ıktiza eyler. Netekim bunu Ebüssüud tasrih etmiştir. Velhasıl dinin hulâsası Allah ve kullarla sağlam bir takım uhûd ve mukavelât akd etmek ve sahihan akd edilen uhûd ve ukûdu iyfa ile hukmünü yerine getirmek demek olduğu bu Sûrenin başında bir asli küllî olarak icmal olunub buyurulmuştur ki,

1

Ey o bütün îman edenler! akıdlerinizi iyfa ediniz, ihrama girdiğinizde avı halâl saymamanız şartiyle size en'am behaiminin âtide okunacak olanlardan maadası halâl kılındı, şüphe yok ki, Allah ne isterse hukmeder

(.........) Ey îman etmiş olan mü'minler bağlandığınız bütün akidleri iyfa ediniz.» -Yâni evvel emirde îman bir akiddir. Ve siz bu akd ile Allah’a karşı bir takım uhud ve ukud yapdınız bağlandınız, sonra kendiliğinizden veya kendi aranızda veya alel'umum insanlar beyninde bir takım akıdler daha yapar bağlanırsınız. İşte bütün bu akıdleri iyfa ediniz. dinin kökü, iymanın hukmü, Allah’ın emri icmalen budur. Şimdi Sûrenin ismile mütenasib olmak üzere evvelâ vesaitı ma'işetten başlayarak bunun biraz tafsıline gelelim: (.........) Size behîmei en'am halâl kılındı»- bunlarla intifa' eder ve halâl halâl yiyebilirsiniz (.........) ancak hurmeti okunan veya bervechi atî okunacak olanlar müstesna. -ki, ezcümle (.........) gelecektir.- Daha evvel bilhassa şu calibi dikkattir ki, (.........) siz ihramda iken saydi halâl kılamıyacağınız, ihram halinde avlanmayı ve av eti yemeyi tecviz edemiyeceğiniz halde behîmei en'am bazı müstesna ile halâl kılındı» -ya'ni ey mü'minler siz hayvan öldürmek caiz olmıyan ihram halinde avdan ve av eti yemekten memnunsunuz, fakat bu halde bile bir akdin semeresi olmak üzere et yemekten mahrum kılınmadınız.

Siz ihramda iken av olmamak şartile ihramda bulunmıyanların kesdikleri en'amdan yiye bilirsiniz ki, bu hıll-ü hurmet birer akdi İlâhîdir. Ve böyle başkasının kesdiği hayvanın etini yiyebilmeniz her halde kendi aranızda yapacağınız beyi' veya hibe gibi bir akdin semeresidir. Binaenaleyh bununla ukudun faidelerini ve dini islâmda ma'işetinizin nasıl tevsi' edildiğini takdir ve bu hıll-ü hurmeti iyfa eyleyiniz de halâlı haram, haramı halâl yapmayınız.- İleride (.........) âyetinde sarahaten görülecektir ki, ihram halinde haram olan sayd, deniz avı değil, kara avıdır. Buradaki sayd da kara hayvanatı demek olan behimei en'amdan istisna mevkiinde bulunmak i'tibariyle buna bir iymayi mutazammındır. Behime esasen aklı olmıyan her hangi bir hayvan demekdir ki, ibham ma'nâsından mehuzdur. Sonra bu isim berrî veya bahrî dört ayaklı hayvanatta daha ziyade isti'mal olunarak onlara kesbi ıhtısas etmiştir. Burada halâl kılınan ise mutlak behaim değil, behimei en'amdır.

EN'AM da (.........) ın cem'i olub Sûre-i (.........) da (.........) diye beyan olunduğu üzere hayvanatı ehliyyeden deve, sığır, davar, ya'ni koyun ve keçiye ıtlak olunur ki, yumuşaklık ma'nâsına olan nu'umetten me'huzdur. Pençeliler şöyle dursun beygir, katır, eşek gibi «hâfir» denilen tek tırnaklı hayvanat bile en'amda dahil değildirler. Netekim Sûre-i «Nahılde» (.........), buyurulmuştur. Şu halde behimetülen'am terkibi izafîsi ya çam ağacı gibi izafeti beyaniyye olub «en'am denilen behimeler» demekdir ki, bu surette diğer bir âyetteki (.........) gibi doğrudan doğru en'amın hılli tansıs olunmuş ve bunlara şebih olan ceylân geyik ve saire gibi av hayvanatı en'ama mülhak olarak tahlil kılınmış olur. Veya behîmeden murad en'amın gayri olarak izafeti lâmiyyei teşbihiyye ile «en'am gibi olan behaim» demektir ki, bu surette de geviş getirmek ve enyabı olmamak i'tibariyle en'ama benzeyen geyik ve sair behaimi vahşiyenin hılli tansıs edilmiş ve menatı hılle işaret kılınmış olur. En'amın hılli ise mukaddema diğer nassıle beyan olunmuş bulunduğu gibi buradan da müşebbehün bih bir asıl olmak üzere yine bil'işare anlaşılır ve bundan (.........) fıkrai haliyyesi ile saydın istisnaı bir istisnai muttasıl mevkıınde bulunacağı «behîme» kaydi de te'kide değil te'sise masruf olub bir faidei zaide ifade edeceği cihetle ba'zı müfessirîn bu sureti tercih etmişlerdir. Lâkin bunda hali ihrama nazaran kelâmı, tahrimi mahza tevcih vardır ki, (.........) siyakına pek de mülâyım değildir. Zira vuhuşdan intifa sayde mütevakkıf olduğu cihetle bunu müteakıb hali ıhramda saydın memnuiyyeti beyan olunurken hali ıhrama nazaran bu hıllin hiç hukmü kalmamış ve o halde siyakı kelâm büsbütün tahrime teveccüh etmiş ve binaenaleyh bu memnuiyyet halinde en'amın hıllinden intifa' ve ukudün semeratından ıstifade hususu tansıs edilmemiş ve bu ni'meti islâm ile imtinan ma'nâsı gösterilmemiş olacaktır. Gerek bu ince zevkı beyan ve gerek hılli en'amın esaleti müsellem olması hasebiyle ekser müfessirîn de evvelki izafeti beyaniyye suretini tercih eylemişlerdir. Ki, bunda behîme lâfzı menatı hılli tansıs etmemekle beraber bunu iymâ nüktesinden de hâlî değildir. Vuhuşun ilhakına medar olur. Ve her iki takdirde behîmei en'am behaimi bahriyyeye şâmil değildir.

Şimdi bu in'amı İlâhîye karşı acaba bu hıll-ü hurmet niçin böyle oluyor? Niçin en'am, ıhlâl ve ıhram, cemii ahvalde mübah kılınır da sayd ba'zan mübah, ba'zan haram oluyor? Hayvanatın hepsi can değil midir? Nasıl oluyor da hukmi İlâhîde bu hayvanların ve levse ba'zıları insanlara halâl olabiliyor? Gibi bir takım mülâhazalara

da lüzum yoktur. Hıll-ü hurmet ahkâmını ta'lilden ziyade taabbüdle iyfa etmelidir. Zira (.........) şübhe yoktur ki, Allah neyi irade ederse onu hukmeder. Hukmünde muhtardır.»-

Ya'ni esas i'tibarile bütün ahkâm onun meşiyyet-ü iradesine tabi'dir. İradei İlâhiyye üzerinde icrayı te'sir etmesi melhuz hiç bir ıllet, hiç bir kuvvet yoktur. Gerçi bir çok def'alar geçdiği üzere Allahü teâlâ hakîm olduğundan tekâlifi İlâhiyyenin medarı da masalih ve menafii ıbaddır. Ve şu halde bu hıll-ü hurmet de bir çok hıkemi baligayı mutazammındır. Fakat bütün bu hikmetler iradei İlâhiyyenin semerat ve ahkâmı müterettibesinden başka bir şey değildirler. Asıl ılleti huküm, o hikmetler, o maslâhatlar değil, iradei Sübhaniyyedir. Meselâ insan hayvanata müreccah ve en'am hayvanatı insaniyyenin masalihine diğerlerinden daha elverişli yaradılmış ve bu gibi hıkem-ü masalihı fıtriyyeye binaen en'am halâl kılınmış denebileceği farz olunsun. Fakât buna karşı acaba bu hılkat, bu nizam neye böyle olmuş? Bunda ne zaruret varmış? Suali derhal varid olur. Bunun ise yegâne cevabı Allah’ın böyle irade etmiş ve böyle hukmeylemiş olmasıdır. Binaenaleyh esas i'tibariyle bunların hiç birinde zarureti zatiyye yoktur. Hepsi mümkinattandır. Bütün vücubun, zaruretin, husnün menşei Allahdır. Huküm, hıkmet, hukuk, şeri' hep bu iradenin teayyünatıdır. Ve bunun için tekâlifin hüsn-ü kubhu de her şeyden evvel halık ve mahlûk, rububiyyet ve ubudiyyet nisbetiyle iradetullaha müsteniddir. Ve ilim ve hıkmeti hukuk ne kadar ta'mık edilirse edilsin esasında kanunı taabbüdden harice çıkamaz. Asıl hıkmet tabiatı eşyanın değil, onlarnı halıkı ve (.........) olan Allah’ındır. Teşri' noktai nazarından bu hıll-ü hurmet de mahaza onun iradesi eseridir. Bunun için

1 ﴿