116Hem Allah buyurduğu vakit: Ey Meryemin oğlu Isâ! Sen mi dedin o insanlara; "beni ve anamı Allah’ın yanında iki ilâh edinin" diye? hâşâ, der: münezzeh sübhansın yarab! Benim için hakk olmıyan bir sözü söylemekliğim bana yakışmaz, eğer söyledimse elbette ma'lûmundur, sen benim nefsimdekini bilirsin: ben ise senin zatindekini bilmem, şüphesiz ki, sen "allâmülguyub" sun (.........) o nâsa «beni ve anamı Allahdan başka iki ilâh ittihaz edin» diye sen mi söyledin?.»- Bunun ne müthiş bir hıtabı tavbıh olduğunu düşünmeli ve Hazret-i Isânın makamı ülûhiyyete karşı nasıl bir mevkıi acz-ü ubudiyyette bulunduğunu anlamalıdır. Şüphe yok ki, bu tevbihın asıl hedefi şimdi tebeyyün edeceği üzere bizzat Hazret-i Isâ değil, onu ma'bud ittihaz eden erbabı teslistir. Fakat onların Hazret-i Isâya ta'zîm namına gulüvvettikleri küfrün ona huzurı ilâhîde nasıl bir mes'uliyyet tevcih etmiş olduğunu ve binaenaleyh o kâfirlerin nezdi hakta nasıl bir mevkı'i tevbıh-u ıkabda bulunduklarını tasavvur etmelidir. Bu âyetten anlaşılıyor ki, Allahdan başka Isâyı ilâh ittihaz edenler bulunduğu gibi anası Hazret-i Meryemi de ilâh ittihaz edenler varmış. Acaba bunlar kimlerdir? âyet bu ciheti tasrıh etmemiştir. Maamafih zâhir ki, bu da olsa olsa Isevîler miyanında bulunacaktır. Gerçi Nesârâ tarafından mezheblerince Hazret-i Meryemin teslise idhal edilmediği ve binaenaleyh ona oğlu Isâ gibi ilâh denmediği dermiyan edilerek bu âyette ı'tiraz olunmak istenilmiştir. Lâkin evvelâ İbn-i Hazmin Fisalinde zikrettiği veçhile Nesârâdan «berberaniyye» fırkası var idi ki, bunlar Isaya da anasına da ilâh diyorlardı. Bu mezheb bilahare munkarız olmuş kalmamıştır. Demek ki, bunlar teslisi eb, üm, ibin diye sayıyorlardı ve avamın nazarında teslisin vechi zâhiri de budur. Saniyen teslisi Nesârâ ittihad değilse hulûl akıdesinden münfek değildir. Isâda bir tabiati lâhût veya Isânın bir cüzünü lâhût farz ederek onu bir ilâhı ekmel ittihaz edenler Meryeminde esnayı hamilde o cüz'i lâhuti hâmil ve binaenaleyh bir ilâh olduğu akıdesinden bizzarure halî değildirler ve sonra kiliselerinde ve hanelerinde Hazret-i Isâ gibi Hazret-i Meryemin dahi tasvirlerine karşı vaziyyetleri vaz'ı teabbüdden başka bir şey değildir. Bu ı'tibar ile âyetin mazmunu yalnız berberanîlere değil, diğerlerine de şamildir. Salisen böyle bir i'tiraz âyetin mazmunundaki hıtabı tevbıh ve mes'uliyyetin dehşetini tasavvur etmemek ve hisaba almamaktan münbaistir. Zira tevbihın asıl şiddeti Isânın ilâh ittihaz edilmesi noktasında toplanmaktadır. Çünkü hıtabı mes'uliyyet «ya Isâ İbn-i Meryem» diye doğrudan doğru ona tevcih olunmuştur. Buna karşı Hazret-i Isânın «ya rabbi anamı demedim amma beni dedim» diyebileceğini farzetmek ve binaenaleyh Isâya ilâh demekte ısrar ettikleri halde anasına ilâh dememekle bu dehşetli mesuliyyetin ıkabını tahfif edecekleri zu'munda bulunmak ne büyük dalâlet olduğunu ıhtara bile hacet yoktur. Ve işte bu küfürlerdir ki, Hazret-i Isâyı huzurı ilâhîde böyle müdhiş bir mevkıi mes'uliyyette bulundurmuştur. Isâ bu mes'uliyeti kabul eder zannetmesinler, o bu suale cevaben ne dedi ve ne diyecek bilir misiniz? (.........) seni sana lâyık nezahet ile tenzih ederim, nezaheti sübhaniyyeye iltica eder ve öyle nâhak ve nâvera bir sözden arzı beraet eylerim, hâşâ ya râbbi!. (.........) bana hak ve lâyık olmıyan sözü söylemem bana reva olmaz buna ilmini işhad ederim (.........) eğer ben onu söylemiş olsa idim (.........) elbette sen bilirdin, çünkü sen benim dışım, izhar-ü ı'lân eylediklerim şöyle dursun (.........) nefsimde gizlediğim, gönlümden geçirdiğim şeyleri bilirsin (.........) ben ise senin nefsindekini, ilminde gizlediğin ma'lûmatı bilmem. -Binaenaleyh söylemediğimi bildiğin halde bana bu suali sormaktaki hıkmeti sübaniyyeni de bilmem (.........) çünkü bütün gaybları tamamiyle bilen «allâmülguyub» sen ancak sensin.» -Tenzihatı kâmile ve ta'zımatı bâliga ile Isâ o müdhiş suale karşı böyle rakık bir ebedi ubudiyyet içinde delâleten nef'yile müekked ve müberhen bir surette cevab verdikten sonra o isnadı sarahaten nefyederek diyecek ki, |
﴾ 116 ﴿