TEVBE

İşbu Berae Sûresi de medenîdir. Ve en sonra nâzil olan Sûredir. Nüzulü hicretin dokuzuncu senesi başlamıştır. Şöyle rivayet olunmuştur ki, Mekke sekizinci senei hicriyyede fethedildi. Attab İbn-i Üseyd vâli idi, ertesi dokuzuncu sene Resûli ekrem sallallahü aleyhi vessellem «Tebük» ten avdette Hazret-i Ebû Bekri Sıddık radıyallahü anhı mevsimi hacce emîr nasb edib gönderdi. Hareketinden sonra bu Sûre-i Berae nâzil oldu. Binaenaleyh bunu mevsimi hacde ahaliye kıraet etmek üzere arkasından da Hazret-i Ali radıyallahü anhı memur edib kendi nakası «abda» ye bindirerek gönderdi, Ebû Bekre gördeseydiniz denildi (.........) buyurdu ki, böyle ahidlerin akd-ü halline müteallık bir tebliği benim yakın akrıbamdan olan bir adamdan başkası tarafımdan te'diye etmez, arabın örf-ü âdeti böyledir» demektir. Vaktaki Hazret-i Ali yaklaştı, Hazret-i Ebû Bekir nakanın buzalamasını işitti ve bu Resulullahın devesinin sesi diyüb durdu, iltihak edince Hazret-i Aliye «emîr mi veya me'mur musun?» diye sordu «me'mur» dedi yürüdüler. Vaktaki Terviye önü oldu, Ebû Bekir hutbeyi okudu ve nâsa menasiki haccı söyledi. Ali de yevmi Nahirde Cemrei Akabe yanında kalktı (.........) ben size Resulullahın Resulüyüm» dedi «ne ile» dediler, otuz veya kırk âyet kıraet etti, sonra da dedi ki, «şu dört ile emrolundum, bu seneden sonra bu Beyte müşrik yaklaşmıyacak, Beyti uryan tavaf etmiyecek, her nefsi mü'minden başkası Cennete girmiyecek, her ahid sahibine ahdi itmam edilecek. »

Âyetleri - Yüz otuz

Kelimeleri - 2479

Harfleri - 10087

Fasılası - (.........) harfleridir.

(.........) bir kalil; (.........) el'guyub, (.........) bir kaç fasıla, (.........) essatır (.........)

İsimleri - Berâet, tevbe, Elmükaşkışe, Elmüba'sire, Elbüşerride, Elmuhziye, Elkadıme, Elmüsiyre, Elhafire, elmünekkile, elmüdemdime ve Sûretül'azâb. Zira bunda müşriklerden bir teberri ve mü'minlere tevbe vardır. Nifak ılletinden beri kılar, Münafıkların esrarını faş eder, onları kaçırır, terzil, berbad eder. Yüreklerini deşer tenkil eder. Üzerlerine hışım yağdırır, Hazret-i Sıddık radıyallahü anhden merviydir ki, «buna Sûre-i Tevbe tesmiye edersiniz. Hakıkaten vallahi dokunmadık bir kimse bırakmadı» demiştir.

Bir de bu sûreyi ilk nazarda diğerlerinden fark ettiren bir hususiyyet vardır ki, evvelinde besmele olmamasıdır. Buna başlıca iki hıkmet beyan edilmiştir. Birisi arada uzun müddet bir fasılai nüzul bulunmakla beraber bunun Sûre-i «Enfal» e bilhasebilma'nâ kuvvetli bir taallûk ve irtibati bulunması, ikincisi de harb mesaili hakkında nazil olmak ı'tibariyle bu onun temadîsi gibi olub ikisinin bir sûre addedilebilecek kadar müşabih ve mütenasib bulunmasıdır. O derecede ki, rivayete göre eshab içinde bile bu ikisini bir sûre zannedenler olmuştur. Fakat hem âyetlerinin kesreti hem de bu sûrenin bervechi balâ bir çok isimlerle iştiharı, bir Sûre-i müstekılle olduğunu anlattığı gibi şunda da ittifak vardır ki, Resulullah bunun Sûre-i «Enfal» den veya her hangi bir sûreden olduğunu söylememiştir. Ma'rızı hacette sükût ise beyanı zaruret olduğundan onu söylememesi müstakıl bir sûre olduğunu beyandır. Şu halde aralarında münasebeti kaviyye bulunan diğer sûreler dahi mevcud olduğundan bu zikrolunan hikmet, besmelenin terki için sebebi aslî değildir. Ve bu yalnız nazarı ı'tibare alındığı takdirde kıraette ancak «Enfal» den Berâeye geçerken besmele çekilmemek ve fakat Berâe ayrıca okunduğu zaman başında dahi olsa her hangi bir sûre eczasında olduğu gibi besmele çekilmesi mendub olmak ıktiza edecektir. Halbuki bunun evvelinde besmele nâzil olmadığı şübhesizdir. Ve bunun asıl sebebini şu diğer hikmette aramak lâzım gelir, Hazret-i Aliden merviydir ki, burada besmele niçin yazılmadığı kendisinden suâl olunduğu zaman (.........) bir emandır. Bu sûre ise seyf ve nebzi uhud ile nâzil oldu» demiştir. Süfyan İbn-i Uyeyne bu ma'nâyı anlatırken (.........) kavli ilâhîsi mazmuniyle te'kid ederek anlatmıştır.

Ya'ni selâm vermenin ref'ı emana mani' bulunduğu düşünülürse «rahmân, rahîm» sıfatlariyle rahmeti ilâhiyyeyi müekked bir surette ıhtar ve o rahmete vesilei vuslet olarak ismullahı yâd-ü tezkâr demek olan besmelenin kat'ı ısmet ve ref'ı emâne münafi ve münakız olacağı da tebeyyün eder. Filhakıka mes'ele iyi teemmül olunursa ne naklen ne de aklen bu sûrenin evvelinde besmelenin ne nüzulüne, ne yazılmasına, ne de okunmasına cevaz tasavvur olunmak ihtimali yoktur. Hattâ burada rahmeti tasrih etmiyerek sâde (.........) demekte bile iki büyük mahzur vardır.

Evvelâ bu bir tenakuz olur. Çünkü besmele, Allah’ın ismine sarih bir vuslet (.........) ise «Allahdan kat'ı alâka» demektir. Bu ikisi ise açıktan açığa mütenakızdır.

Saniyen bunun zâhirinden Allah’ın ismiyle teberrük ve teyemmün, Allahdan kat'ı alâkadır. Demek gibi bir ma'nâ tebadür eder ki, bir küfr olacağında şübhe yoktur. Binaenaleyh bu sûrenin evvelinde besmele nâzil olmamış ve yazılmamış olduğu gibi okunması dahi kabili tecviz değildir. Ve hattâ bu tahkıka nazaran nemazda böyel bir sehiv, vakı' olsa tegayyüri fahiş bulunacağından nemaz fasid olmak lâzım gelir. Ancak bu mahzur yalnız sûrenin evvelindedir. Eczasına gelince diğer sûrelerin eczasındaki ahkâmı kıraetten farkı zâhir değildir. Filvakı' teamül de böyledir. Meselâ âhirinden (.........) diye okunacağı zaman besmele terk edilmez. Hulâsa bu sûrenin başı müşriklere bir ültimatum sernamesi olduğundan besmelenin tam zıddı olan kat'ı alâka ile başlanarak buyuruluyor ki, (.........)

(.........)

BERAET - (.........) bu maddenin asıl ma'nâsı Müfredat ve Besâirde beyan olunduğuna göre «her hangi bir mekruhtan tefassı ve tebaud» demektir. Kazı Beyzavî Sûre-i «Bakare» de (.........) de der ki, bu terkibin aslı: bir şeyin gayrisinden halis olması ma'nâsınadır ki, ya «hasta mazarından, medyun deyninden beri oldu» dedikleri gibi tefassı tarikıyle olur veya (.........) gibi inşa suretiyle olur. İlh...» Bu iki ma'na ile de kelime lisanımızda müsta'meldir. Meselâ «berâeti zimmet asıldır» denildiği zaman, ibtidaen inşa suretiyle olan hulûs ve selâmet ma'nâsı kasdedilir. Cezada cürümden beraet de böyledir. Lâkin deynden beraet bu suretle olabildiği gibi ibra veya istîfa suretiyle de olur ki, bu da tefassı tarikıdır. Hukukta böyle olduğu gibi bundan me'huz olarak kelimenin bir de hukukı siyasiyye ve harb noktai nazarından mukarrer ma'nâsı vardır ki, burada asıl maksud olan da odur. Netekim Ebû Bekri Razî bunu izah ile ahkâmı Kur’ân’da der ki, «beraet, kat'ı muvalât ve irtifaı ısmet ve zevali emandır». Fahruddini Razî de tefsirinde der ki, «beraetin ma'nâsı inkıtası ısmettir. (.........) denilir ki, beynimizde ısmet, inkıta' etti, aramızda alâka kalmadı demektir. İlh...» Ve işte burada beraet her hangi bir keraheti nekısadan selâmet ve tebaud ma'nâyi aslîsini mütezammın olmakla beraber bilhassa ma'nâyı hukukî ve siyasîsi ile hukukı düvel ıstılâhatında «hali harb hudusünü ıktıza eden kat'ı münasebet» demektir. Ve bu suretle Sûrenin ilk âyeti bir ültimatum ve ondan sonrası bunun esbabı mucibesiyle umuma i'lân ve izahıdır. Şöyle ki,

1

Bir ültimatum; Allah ve Resûlünden, muahede ettiğiniz müşriklere:

(.........) Bir beraet -ya'ni bu öyle ehemmiyyetli ve mutlak bir kat'ı münasebet ve inkıtaı ısmet, bir ültimatomdur (.........) ki, Allah ve Resulünden (.........) o muahede yaptığınız müşriklere- vusul bulacak.

Görülüyor ki, bu âyet «falandan falana mektub» denilmesi gibi bir sernâme üslûbundadır. Fakat burada her hangi bir mektub veya tahririn değil, muntazam bir tebliği resmînin ve bahusus Edebiyyatı siyasiyyeden olmak üzere bir nebz, bir ültimatum sernâmesinin bütün erkânı lâzımesiyle beliğ bir nümunei tahriri vardır. Bunda evvelâ tebliğin mahiyyeti, saniyen mürsil ve vasitai irsal, salisen mürselün ileyhler ve haysiyyetleri, rabian alâkadaran temamen fezleke edilerek gayet vecîz ve aynı zamanda açık ve müessir bir surette ta'rif ve irâe olunuvermiş ve anlatılmıştır ki, bu tebliğin sebebi şirk ve müslimanlara sebkı ahiddir. Demek olur ki, müslimanlara ahdi sebketmemiş olanlara esasen bir alâka ve menasebet olmadığından böyle kat'ı münasebet ıhbarına lüzum yoktur. Ancak müslimanların muahede yaptıkları müşriklere karşı doğrudan doğru nakzı uhd etmeksizin ibtidaen nebzi ahd ile böyle bir kat'ı münasebet ıhbar eylemeleri lâzım gelmiştir. Çünkü esbabı izah olunacağı üzere Allah ve Resulü o ahidlerden berîdirler. Ma'lûm ki, muahede ahidleşmek demektir. Ahd ise mutlak akid ma'nâsına dahi gelirse de asıl ma'nâsı yemîn ile tevsık olunan akiddir. En kavi ve en cami' yemîn ise Allah’a yemîndir. Ve Müsilmanın yapacağı yemîn de budur. Müşrikler ise müşrik olmaları haysiyetiyle nazarlarında böyle sıfr Allah için yapılan bir yemîn ve ahdin huküm ve kıymeti yoktur. Verdikleri ahdin hakkına Allah için riayet etmezler,a kidelerinin muktezası olarak her hangi bir vesilei şirk ile nakzı ahidden ictinab eylemezler. Ve böyle bir ahid ise hakikî ve samimî olmaz. Maamafih her kiminle olursa olsun bir ahid vakı' olduktan sonra onu habersiz nakza kalkışmak gadr-u hıyanet olacağından müslim için haramdır. Ve böyle bir ahidden kurtulmak için üç yol vardır.

Birincisi bir müddeti muayyene ile mukayed ise o müddetin hıtamını beklemek, ikincisi istenildiği zaman feshedilebileceği meşrut bulunmak ki, şarta göre hareket olunur.

Üçüncüsü (.........) medlûlünce muzmer bir hıyanet tehlükesi karşısında nebzi ahd etmek ki, bu surette aldatıb baskın edilmemiş ve açıktan açığa istikamet dairesinde ıhbar ve i'lânı keyfiyyet edilmiş olacağından hıyanet yapılmış olmaz. Ve bu veçhile bu beraet, «Enfal» deki o nebiz emrinin şumullü bir tatbiki demektir ki, bu âyette bu sernâme ile bu cihetler telhıs olunduktan sonra ültimatumun mündericatı aslıyyesi de şu âyette telhıs edilmiştir:

1 ﴿