YÛSUF

Bu Sûre, Yusüf aleyhisselâmın kıssası zikrolunan bir Sûredir ki, hepsi hicretten mukaddem nâzil olmuştur, Mekkiyyedir. Nisaburî tefsirinde zikrolunduğuna göre hicret zamanında Mekke ile Medine arasında nâzilolduğu da söylenmiştir.

Âyetleri - Yüz on birdir.

Kelimatı - Bin yedi yüz altı.

Hurufu - Yedi bin yüz altmış altı.

Fasılası - (.........) harfleridir.

Sebeb-i nüzulü - Rivayet olunuyor ki, Yehûd uleması Mekke müşriklerinin rüesasına «Beni İsraîl ne sebeble Mısıra geçmişlerdi, Muhammede sorun bakalım ne diyecek» diye telkın etmişler, onlar da sormuş bu sûri nâzil olmuştur. Netekim (.........) âyetinde (.........) ta'birinde buna işaret vardır. Muhammed İbn-i İshakın kavline göre de sebebi, Resulullaha kavminin yaptığı ezadan dolayı Hazret-i Yusüfe kardeşlerinin yaptığı hased ve ezayı ve buna mukabil Allahü teâlânın ikram ve ihsanını beyan ile tesliyettir. Sa'd İbn-i Ebi vakkas radıyallahü anhten nakledildiğine göre de «Kur’ân, inzal olundu, üzerine bir zaman tilâvet buyurdu « (.......) = bize kıssa anlatsan» dediler. Binaenaleyh bu nâzil oldu» (.........)

(.........)

1

(.........) bunlar işte âyetleridir sana o mübîn kitabın

(.........) - (Sûre-i «Yunüs» e bak) (.........), Allahü a'lem bakınız içeriden gelip ağızlarda çalkalanan o heca harfleri ne sirri ilâhîdir! (.........) Bunlar - bu (.........) ya'ni bu Sûre (.........) o mubîn kitabın âyetleridir. -

MÜBÎN, Sûre-i «Hud» da dahi geçtiği üzere (.........) den ismi faıldir ki, lâzım da müteaddi de olur. Lâzımdan mübîn nefsinde zahir ve beyyin ya'ni haddi zatında ne olduğunu açık, kendini beyana kendisi kâfi olan demektir. Müteaddisi de beyan edici, ızhar edici, ayırd edici demek olur. Bir de lisanı gayet güzel, muradını yerine göre dilediği gibi anlatır, fasıh ve beliğ ma'nâsına gelir ve Kur’ân’ı azîmüşşan hüdâ, nur, furkan bir kitabı hakîm, bir katabı mufassal olduğu gibi her ma'nâsıle bir kitabı mübîndir de.

Evvelâ, bütün bülgayı Arabi ve hattâ bütün İns-ü Cinni İ'cazı haysiyyetile min ındillah nâzil olmuş bir kitab olduğunu kendinden başka hiç bir delile muhtac olmıyacak surette bizzat kendi mevcudiyyetiyle isbata kâfi bir kitabdır. (.........) mezakınca bu, bizatihi beyyin, bittecribe sabit, lâraybefih bir mu'cizedir.

Saniyen ahkâm ve şerayi', hafayayi mülk-ü melekût, ahbarı gaybiyye, kısası mazye gibi usul ve mearifi diniyyeyi beyan eden bir kitabdır.

Salisen hakkı batıldan, hayrı şerden, doğruyu eğriden, güzeli çirkinden ayırd eden, bir kitabdır.

Rabian lisanının kuvveti beyanı husni ifadesi i'tibariyle de gayet parlak bir kitabdır ki, bunun üç sebebi vardır : birincisi lisanı Ârabîdir, Arabî ise hurufı hecasındaki ciyadet ve temamiyyet (1) kelimatındaki i'tidal ve vus'at, şitirakındaki esalet ve ahenk ve tenevvü', kinayatında tezkir-ü te'nis vesaire gibi iycaz içinde vuzuha hizmet eden furukı dakika, edavatındaki kabiliyeti insicam ve kesreti fevaid ve alel'husus terkib ve i'rabındaki incelik ve vücuhi iltima' hasebiyle ifadei merama mevzu' lisanlar içinde en kuvvetli bir vasıtai beyandır.

İkincisi Kur’ân bu lisanın en açık, en güzel, en mümtaz lehceleri üzerine nâil olmuştur.

ARABÎY, Araba mensub, Arab da Arabînin ismi cem'i olduğu gibi bir de tesfiri Ebî hayyanda ıhtar olunduğu üzere (.........) ismi vardır ki, İsmail İbn-i İbrahim alehyimesselâmın diyarı, nahiyei darı demektir. Netekim şair : (.........) diye Resulallahın Mekkeyi fethini anlatmış ve zarureti vezn için (.........) nin rasını sakin kılmıştır. Bunun da nisbeti Arabîdir. Binaenaleyh Kur’ân’ın Ârabî olması ibtidaen buna da nisbet edebilir ki, Arabe diyarının lügatına mensub demek olur.

Üçüncüsü ve en mühimmi de nazmi Kur’ân, lisanı Arabîye öyle yüksek bir nekahat ve halâvet vermiş, öyle bedi' bir üslûbi beyan ibda' eylemiştir ki, doğrudan doğru bir husni fıtrî olan bu bedi' üslûbi beyan, bülegayı Arabi i'cazda başlı başına bir âmil olmuştur. İşte Kur’ân’ın lisanı beyanında böyle vücuh ile muzaaf bir kuvvet ve musaffa bir husni mümtaz bulunmak ma'nasıyle de bir kitabı mübîndir. Birinci ma'nâ, bu dördüncü ma'nâyı dahil müstelzim ise de bu haddi zatında Kur’ân’ın evsafı mümtazesinden birini teşkil eden bir ma'nâyı mahsustur. Ki, burada birinci ma'nâ tesbit olunmak için muazibni cebel radıyallahü anhden mervi olduğu üzere bilhassa bu dördüncü ma'nâya işaret olunmuştur. Demek ki, (.........) olan Sûre-i Yunüs ve (.........) olan Sûre-i Hud, Kur’ân’ın hıkmet vasfile daha ziyade alâkadar olan âyetlerinden olduğu gibi ılmi te'vili ehadis ile o hıkmetlerin sureti tebeyyününe pek güzel bir misal verecek olan ve onlar gibi husni ezelî lemhalarından bir remz ile başlıyan Sûre-i «Yusüf» de Kur’ân’ın daha ziyade husni beyan vasfile alâkadar olan âyetlerindendir. Onun için buyruluyor ki,

1 ﴿