3

Sana bu Kur’ân’ı vahyetmemizle biz bir kıssa anlatıyoruz ki, ahsenülkassas senin ise doğrusu bundan evvel hiç hâberin yoktu

(.........) bu Kur’ân’ı sana vahyetmemizle en güzel kıssayı, veya kıssayı en güzel, sana biz naklediyoruz - ya'ni bu Sûre, ahsenülkasastır. Kıssai Yusüf, (.........) mantukunca haddi zatında çok ıbretli pek güzel bir kıssa olduğu gibi bunun en güzel beyanı da bu Sûrede, bu Kur’ân’dadır. Hiç bir kitabda, hiç bir eserde bu kıssa bu kadar güzel bir surette nakl-ü beyan edilmemiştir. Arabî bir Kur’ân olarak inzal olunan o kitabı mübînin âyetlerinden bir kısmolan bu Sûre de sana Kur’ân vahyile, ya'ni nazm-ü ma'nâsı birlikte makruvv olarak vahyedilmiş bir Kur’ân olduğu ve Kur’ân’ın husni beyanı bînazîr bulunduğu cihetle en güzel kıssa bu Kur’ân’ın vahyile ve ancak bu vahiy tarihinden i'tibaren sana anlatılmıştır ki, bunu anlatan ancak Allahdır. (.........) yoksa bu bir hakikat ki, bundan - bu vahiyden - evvel sen elbette gafillerden idin - kıssadan asla haberin yoktu, buna dair hiç bir şuura malik değil idin, ne aklına gelmişti ne hayaline, ne işitmiş ne düşünmüştün. Temamen hâlizzihin bulunuyordun. Binaenaleyh bu ne başka bir menba'dan ahz-u intihal olunmuş bir nakıl, ne de senin tarafından tasavvur ve tasvir olunmuş bir roman değil, senin hiç haberin yokken birdenbire sana gayıbdan vahy olunmuş gayb haberlerdendir. Hem sâde bir vahyi ma'nevî ile yalnız ma'nâsı değil, husni beyanı bînazîr olan nazmile ma'nâsı birlikte makruvv olarak Kur’ân vahyile vaholunmuş gayb haberlerindendir. Böyle bir husni beyan, böyle bir vahyi makruvv, böyle bir gayb haberi hiç şüphe yok ki, bunların her biri ancak bir Allah vergisi olabilir. İmdi her biri bir delili beyyin olan bu üç bürhan ile bu âyetin ifade ve ıhtar ettiği bu hakikati teakkul ederek bu güzel beyanı duyacak olanlara Sûrenin âhirinde tasrih olunacağı üzere aklen ve naklen tebeyyün eder ki, bu sûre (.........) dir. Bu Kur’ân (.........) dır.

AHSENÜLKASAS, en güzel anlatış veya en güzel kıssa ma'nâsına mef'uli mutlak veya mef'ulünbih olur.

Kafın fethile KASAS, esasen masdardır. Ve aslı lügatte ma'nâsı bir şeyin izni ta'kıb ederek arkasına düşmektir. Netekim (.........) izlerini ta'kıb ederek geriye döndüler demektir. (.........) de (.........) izini ta'kıb et, arkasını bırakma demektir.

Saniyen bundan me'huz olarak ta'kıbe şayan bir haber nakl. ü hikâye etmek manâsına gelir ki, türkçe ayıtmak ve ba'zı lehcelerde ayırtmak ta'bir olunur.

Salisen o anlatılan haber veya hikâyede masdar bima'nâ mef'ul, ya'ni maksus ma'nâsına kasas yahud kıssa denilir ki, «kaf» ın kesrile kısas bunun cem'ıdır.

Kıssa da esasen izi ta'kıb olunmağa şayan hal-ü şan ma'nâsınadır. Bu münasebetle şehnameler gibi kaleme alınan; dillerde dolaşan hikâyelere de ıtlak olunur. Ki, farisîde destan veya efsane denilir. Lisanımızda destan ta'biri şöhreti şayia i'tibarile, efsane ta'biri de inanılmayacak gibi acaibliği i'tibariyle, kıssa da ıbreti haysiyyetiyle müteareftir. Demek ki, bir haber veya hikâyenin kıssa olabilmesi şayanı ta'kıb ve tahrir bir haysiyyeti haiz olmasına mütevakkıftır : bunun içindir ki, Edebiyatta kıssanın bir ehemmiyeti mâhsusası vardır. Bir hikâyenin dillerde dolaşacak bir destan veya efsane halini alması husni bâkıye delâlet eden bir fevkal'adelikle alâkadardır. Husn ise mebzul olamıyacağından cidden kıssa denilebilecek hikâyeler nâdir olur. Kıssaların hakikîsi de hayalîsi de vardır. Şüphe yok ki, en güzel kıssalar, hakikî olanlar, hakikî bir vakıanın husni bâkıya delâlet eden nikatı bediasile tasviri beliği olanlar miyanındadır. Zira husni hakikî daima maverai hayaldedir. Ve hayalin husnü ancak hakikate bir rezm-ü misal olması i'tibarıledir. Bir husni ma'sumun sergüzeşti kemali olan ve husni bâkı bürhanını görmüş bir gözün husni fani cilvelerine nasıl bir nazari ıhtikar ile baktığını anlatan kıssai Yusüf, gaybi haktan bir remzi müteşabih ile tecelliye başlayıp peyderpey inkişaf ederek mealini bulmuş bir hakikatın beliğ bir beyanı ve aynı zamanda husni Muhammedînin bir remzi ezel nişanıdır. Hazret-i Yusüfün ru'yası onun husni ma'sumunun istıkbalde münkeşif olacak meal ve mukadderatına gaybi haktan nasıl bir remz-ü misal olmuş ise bütün tafsılâtıyle kıssasî Yusüf de husni Muhammedînin meali ekmeline öyle bir remzi mütekaddim olarak nâzil olmuş bir hakikati gaybiyyedir. Ve bilhassa bu haysiyyetiledir ki, ahsenülkasastır. Şöyle ki, (.........)

3 ﴿