54

Melik de dedi: getirin bana onu kendime tahsıs edeyim! bunun üzerine vaktâ ki, onunla konuştu, dedi: sen bu gün, nezdimizde cidden bir mevkı' sahibisin, eminsin,

(.........) Melik de dedi getirin bana onu - o Yusüfü (.........) kendim için istihlâs edeyim - ya' ni halıs olarak kendime hass kılayım. Lisanı Arabda «Azîz» dahi Melik demek olduğuna nazaran ba'zıları bu meliki salifüzzikir Azîz zannetmişlerse de ifadei Kur’ân’ın zâhirine muhaliftir. Zira bu surette Azîzin (.........) demesi ma'nâsız olacağı gibi birine Azîz birine de Melik denilmesi tegayürde zâhirdir. Binaenaleyh Azîz, Mısrın hukümdarına yakın en büyük payede bir vezir veya emîr. Melik de hukümdarı demek olduğu anlaşılıyor. Netekim ba'zı rivayetlerde Azîzin ismi «Kıtfir» Melikin ismi de «Reyyan» olduğu nakledilmiştir. Eski Mısır hükümdarlarına «Fir'avn» ıtlakı ma'ruf olduğu halde buna Fir'avn ta'bir olunmayıp da Melik ıtlak edilmesi her halde şu iki nükteden birini iş'ar etmekten halî değildir:

Birincisi: «Fir'avn» unvanı zulm ile müştehirdir. (.........) Halbuki Yusüfü istihlâs eden bu Melikin evsafı memduhası, rüşd-ü kiyaseti mevzuı bahistir. Bu suretle bu Melikin siyret noktai nazarından bir Fir'avn olmadığına işaret edilmiş demektir. Netekim Mücahidden bu Melikin müslim olduğu menkuldür.

İkincisi: Esasen Fir'avn lâkabının lisan ve kavmiyyet ı'tibarile Mısrî olduğuna göre bu Mısır hukûmdarının Fir'avn sülâlesinden ve Kıbıt Kavminden olmadığına da bir iymayı tazammun eder. Netekim ba'zı tarihlerde Amalikadan idi denilmiştir ki, Mısır tarinde «hiksüsler» namı verilen ve Arabistan tarafından geçip Fir'avnlara galebe ederek dört yüz sene kadar Mısırda icrayi hukûmet ettikleri söylenen kavm olacaktır. İsminin «Reyyan» olduğu hakkındaki rivayet de bunun Arabî olduğuna dalâlet eder. Sûre-i «Bakare» de geçtiği üzere ba'zıları bunun Hazret-i Musâ zamanına kadar yaşadığını ve Fir'avni Mûsanın da bu Reyyan olduğunu zannetmişlerse de zâhiri Kur’âna muvafık değildir. Çünkü Kur’ân’da buna Fir'avn denilmemiş, hasmı Musânın ise Fir'avn olduğu tansıs edilmiştir. Bu Melik âyâtı hakka ı'tibar ile Yusüfü istihlâh etmiş, Fir'avn ise bunun tam zıddına olarak beyyinatı Musâya küfr-ü zulmile Fir'avnlık mahiyyetinin yegâne misali olmuştur. Hâsılı bu Melik, kıymet şinas bir zat idi, Hazret-i Yusüfü henüz görmeden bil'vücuh kemalâtına meclûb oldu, zamanının vahîdi olduğunu anladı, onu kendine tahsıs etmek istedi, getirilmesini emretti. (.........) Binaenaleyh konuştuğunda - ya'ni Melikin emri derhal icra edildi, Yusüf geldi, Melik ile konuştu, bu suretle Melik, Yusüfün tekellümünü de müşahede etti, o vakıt: (.........) Cidden sen dedi (.........) bu gün - ya'ni bu günden, şu mükâlememiz anından ı'tibaren (.........) nezdimizde mekîn - büyük bir mekânet ve mertebe sahibi (.........) bir emînsin - her hususta mü'temen ve mu'tebersin. Rivayet olunur ki, resul, gelib haberi getirince Hazret-i Yusüf kalkmış zındanın kapısına «burası belâlar konağı, diriler kabri, a'da' şemateti, asdika tecribesidir» diye yazmış ve çıkmış, hanedanına dua etmiş yıkanmış,

yeni elbise giymiş (.........) yarab hayrinle senden bunun hayrini dilerim, bunun ve başkasının şerrinden senin ızzetine ve kudretine sığınırım» diye dua ederek Melikin nezdine girmiş, Arabca selâm vermiş ve Ibranîce bir dua etmiş, Melik «bu ne lisanı» demiş, «atalarımın lisanı» diye cevap vermiş. Melik, bir çok lisan bilirmiş, hepsinden söylemiş, o da cevap vermiş, binaenaleyh Melik, teaccüb etmiş de «arzu ederim ki, demiş ru'yamı senden bizzat dinleyeyim» müşarün'ileyh de sığırları, sümbüleleri ve yerlerini onun gördüğü vechile tavsıf ederek anlatmış, bunun üzerine seririne oturtmuş ve re'yini sormuş. «Re'yim demiş bu bolluk senelerde çok zer'ıyyat yaptırırsın ve depolar bina ettirir, oralarda mahsulâtı toplatırsın, kıtlık seneler gelince bu galleleri satarız bu suretle hazineyi büyük bir servet de hasıl olur.».. «Fakat demiş bana bu işi kim yapıverecek?» O vakıt Yusüf kendini arzederek:

54 ﴿