İBRAHİM

(.........)

Ilmi kitab cümlesinden İbrahim aleyhisselâmın duâsını tezkir eden bu Sûre-i celîlenin hepsi Mekkîdir. Bahri muhıtta İbn-i Abbas ve Katâdeden (.........) ilâ (.........) dan maadası mekkî olduğu menkul, tefsiri Nişaburîde de bu iki âyetin «Bedr» de nâzil olduğu mezkûrdur.

Âyetleri : - Elli iki.

Kelimeleri : - Sekiz yüz elli beştir.

Hurufu : - Üçbin dört yüz otuz dörttür.

Fasılası : - (.........) harflarıdır.

(.........)

1

(.........) bir kitab ki, sana indirdik insanları Rablarının iznile zulmetlerden nûra çıkarasın diye: doğru o azîz hamîdin yoluna ki, bütün izzet-ü hamd onun

(.........) - Sûre-i «Yunüs» ten beri geçen nazîrlerine bak. (.........) bu (.........) mahreci muayyen ve mahdud olmıyan, bâtından çıkıp her harfe imdad eden elif gibi tevhid ve istikamet delili olarak tecelli eden ve tilâvet-ü kıraetile (.........) gibi dillerde çalkalanarak vahdetten kesrete hıtab eyliyen bu mümtaz harfler, ya'ni nazmı ı'cazkâriyle bu Sûreyi teşkil eden basit ve mürekkeb sesler (.........) öyle muazzam bir kitabdır ki, - ya Muhammed (.........) onu sana şanı azemetimizle biz indirdik. - İndirdik ki, (.........) insanları zulmetlerden çıkarasın (.........) rablarının iznile nûra (.........) doğru o azîz hamîdin sıratıra

-bütün ızzet ve kudret kendisinin, bütün hamd-ü senâ kendisine mahsus olan ve binaenaleyh yoluna gidip vikayesine sığınanları ızzet-ü in'amiyle muazzez ve mükerrem kılacağı derkâr bulunan o rabbı mün'ımin doğru yoluna, hak dinine ya'ni

2

O Allah’ın ki, Göklerde ne var, Yerde ne varsa hep onun, şiddetli bir azâbdan da veyl kâfirlere

(.........) o Allah’ın - yoluna -ki, (.........) bütün Göklerdekiler ve bütün yerdekiler hepsi onun - şu veya bu devletin değil hep onundur. Onun milki ve mülküdür. O yalnız Semavâttakilerin değil, Yerdekilerin de rabbıdır, ızzetiyle Göktekileri Yere indirir, nûrı ınayetiyle Yerdekileri Göklere çıkarır. İşte ya Muhammed, bu kitab böyle bir nûri münzel ve sen öyle kâffei nâsa mürsel bir Resulsün.

Ya'ni hangi kavmden olursa olsun bütün insanları tenvir edecek Yer yüzünde cehl-ü sefahet ve küfr-ü dalâlet akıdelerine kapılarak sefîl gayelere, bâtıl ma'budlara aldanarak kat kat zulmetler içinde kalmış, mebde'-ü meadı tanımaz, nerede bulunduğu- nu, nereden gelip nereye gittiğini bilmez olmuş alel'umum insanları dalâlet ve sefaletten kurtarıp nurı îman ile ızzet-ü hamd yoluna, azîz-ü hamîd olan Allah din ve şeriatine hidayet edeceksin. Fakat kendi kudret ve iradenle değil, hepsinin rabbı olan o rabbül'alemînin izn-ü tevfikıle. Çünkü nûr onun, sen onun, Semavât ve Arzda müjde mü'minlere (.........) ve vay kâfirlere! - O nûru örtmek istiyen ve ızzet-ü hamd yoluna çıkmak istemiyen iymansızlara (.........) şedid azâbdan.

3

Onlar ki, Dünya hayatı sever, Âhırete tercih ederler de Allah yolundan çevirirler ve onun eğrilmesini isterler, işte bunlar çok uzak bir dalâl içindedirler

(.........) Onlar ki, (.........) o alçak hayati sever, Dünyayı Âhiret üzerine tercih ederler. - Bu gün yaşıyalım da yarın ne olursa olsun derler, Dünya için Âhireti satarlar. (.........) ve Allah yolunda men'ederler (.........) ve ona ı'vicac isterler. - İstikameti hoşlanmaz, Allah yoluna eğri der, aykırı gidilmesini isterler, doğrudan eğri diye tezvirât yapar. Hiylekârlıkla nâsı sapıtmağa, hak dinini eğmeğe, tahrif ve tebdil etmeğe çalışır, nûru zulmet, zulmeti nûr görmek ve göstermek isterler. (.........) işte bunlar, uzak bir dalâl içindedirler. - Tarikı haktan o kadar uzağa sapmışlardır ki, ona yanaşmak, felâh bulmak ıhtimalleri yoktur. Onun için vay hallerine! Böyle dalâli baîd içinde bulunan, ı'vicac peşinde dolaşan kâfirler bu kitabın Arabî olmasına ı'tiraz ederek «sen bütün insanlara mürsel bir Resul olsa idin bu kitab Arabca mı olurdu? Hem bu hangi Peygamberde görülmüş? Şimdiye kadar hiç bir Peygambere Arabî bir kitab nâzil olmamış iken bunun Arabî olması adetullaha muhalif değil midir?» Diyecek olurlarsa: (.........)

4

Ve biz her gönderdiğimiz Resulü ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara iyi beyan etsin sonra da Allah dilediğini dalâlette bırıkır, dilediğini de hidayete irdirir, ve öyle azîz hakîm o

(.........) Biz hiç bir Resulü - gerek hususî gerek umumî bir şeriat veya kitab getiren hiç bir Peygamberi - başka türlü göndermedik (.........) ancak kavminin lisanile gönderdik - ya'ni adetullah böyledir. Öteden beri her Resul, gönderildiği ümmetten ve bilhassa içlerinde kaim olduğu cemaatin dili ile gönderile gelmiştir. (.........) ki, onlara tebyin etsin - tebliğine me'mur olduğu şeyleri kavmine anlatsın anlattırsın. Bilenin bilmiyene, şâhadin gaibe anlıyacağı bir lisan ile beyan ve tebliği bir vazife olduğunu tefhim etsin. Zira bir Resulün risaleti gerek kavmine muhtass olsun gerek daha başkalarına da şamil bulunsun ve bu şümul gerek risaleti Muhammediyyede olduğu gibi bütün insanlara ve hattâ İns-ü Cinne kadar umumî olsun ve gerekse bir kaç kavme âid bulunsun her halde o Resul, kavmini da'vet edecek ve ilk işi onlara risaletini anlatmak olacaktır. Bu ise onların en iyi en kolay anlayabilecekleri kendi lisanları, kendi lügatlerile beyana mütevakkıftır. Evvel emirde (.........) mucebince en yakından başlayarak Resul, kavmine bu tebyinî yapar, Allah’ın emirlerine beyan ve i'lân eder (.........) Bunun üzerine Allah da, kimini diler, ıdlâl eder - ya'ni gerek o kavmden olsun ve gerek haricden bulunsun bizzat veya bilvasıta tafsilen veya icmalen o beyanı işiden nasın kimisini Allah, yola getirmez, hakkı sevdirmez, o beyandan müstefid etmez, îmana muvaffak kılmaz, dalâle mahkûm eder. (.........) Kimine de diler, hidayet eyler - lisanı Resulden, o tebyînden istifade ettirir, hakkı sevdirir, îman ve ılim ve mucebince amel nasîb eder ve binaenaleyh bir taraftan Arabî bilenler bilmiyenlere bildikleri lisanlar ile nakl-u tercema ederek beyanı Resulü tebliğ ve tebyîn ederler. Resulünün Resulü, veresei Enbiya olmak şerefine nail olurlar. Diğer taraftan bu şerefe nail olmak için bir takımları da Arabî öğrenirler ve bu suretle lisanı Resulü esas olarak beyan ve da'vet, dilden dile kavmden kavme neşr-ü ta'min olunur. Allah’ın ıdlâl ettiği bedbaht, hidayet ettiği bahtiyar olur. (.........) ve o - Allah (.........) öyle azîz -Her şeyden üstün, meşiyyeti bütün esbab-ü avmile hâkim, binaenaleyh iradesine münazea edilmek gayri mümkindir. Onun için ıdlâl ettiğini yola getirecek, hidayet ettiğini şaşırtabilecek hiç bir kudret, hiç bir irade bulunamaz. Ve beyanı Resul ne kadar kuvvetli ve vazıh olursa olsun Allah’ın izni olmayınca hidayete kâfi gelmez, hem de (.........) öyle hakîmdir. - Hiç bir sebebe muhtac olmamakla beraber yaptığını hikmet ile muntazam yapar, iradesi mahzı hikmet olur. Onun için beyandan evvel kimseyi dalâle mahkûm etmez. Izzeti hasebile Resulünü dilediği kavmden intihab eder ve hikmeti hasebile beyanını o kavmin lisaniyle yaptırır. Binaenaleyh (.........) hıtabiyle umum insanları biiznillâh tenvir etmek ve hidayet-ü dalâlin tefrikında huccet olmak için risaleti Muhammediyye ile gönderilen bu kitabın, bu Kur’ân’ı mübînin Arabî olarak inzal buyurulmasında ve nâzil olduğu gibi (.........) hâkim kılınmasında dahi nice hikmeti ilâhiyye vardır. Kur’ân, başka bir lisan ile indirilse idi Peygamberin içlerinde bulunduğu ve ilk evvel hitab edeceği kavmi anlamıyacak, «Sûre-i fussılet» de geleceği vechile (.........) demeğe hakları olacak ve diğer akvama tebliğ-u ta'min için ilk naşirler yetişmiyecek ve binaenaleyh hiç bir kavm hakkında huccetullah tahakkuk etmiyecekti ve eğer lisanları kâffesiyle indirilse idi de Arabîsi gibi bir çok Kur’ân bulunsa idi böyle bir mu'cize büsbütün muzır ve hikmeti tevhide münafî olurdu, akvam arasında niza' ve ıhtilâfı azaltacak yerde çoğaltır, birleştirecek yerde dağıtırdı. Çünkü her biri yalnız kendi lisanını asıl ve hâkim tanımak lâzım gelecek ve aralarında hâkim ve furkan bir kitab bulunmamış olacaktı. Hem bu taaddüd, terceme ihtiyacından kurtarmıyacak, her kavm kendi lisanındaki ile diğerlerinin tevafuk edip etmediğini anlamak ihtiyacında bulunacak ve bundan dolayı taaddüd ne kadar çoksa terceme ihtiyacı da o nisbette artacak ve bir mütercimin bütün lisanları bilmesi ıktıza edecek ve teklifi mâlâyutak halini alacaktı. Bunun beyanı : (.........)

5

Celâlim hakkı için âyetlerimizle Musâyı gönderdik ki, kavmini zulûmâttan nûra çıkar ve onlara Allah ğünlerile öğüt ver diye, şüphesiz ki, bunda çok âyetler vardır: çok sabırlı, çok şükredici her kimse için

(.........) Filhakıka Musâyı âyetlerimizle irsal eyledik - ya'ni risaletini mübeyyin mu'cizat ve kitab vererek zikrolunduğu üzere kavminin lisanile Resul yapıp gönderdik (.........) şöyle diye ki,

(.........) kavmini zulmetlerden nûra çıkar. - (.........) buyurulduğu üzere Musânın kavmi Benî İsraîl idi. Benî İsraîl de Mısırda bulunuyordu, Fir'avnın zulm-ü kahri altında ne yapacağını şaşırmış, cehl-ü dalâlet, za'f-ü zillet, yeis gibi türlü türlü zulmetler içinde kalmış idi. Binaenaleyh bundan sonraki âyetten de anlaşılacağı üzere bu emrîn hasılı ma'nâsı şu olur: Benî İsraîli tenvir ederek Fir'avndan kurtar (.........) ve onlara Allah günlerile tezkir yap - tarihte ümmetlerin başından geçen ve doğrudan doğru Allah’ın kudretini gösteren, Allah dedirten acı veya tatlı büyük vak'aları anlatarak veya Allah’ın ni'metlerini, belâlarını hatırlatarak va'z-u nasıhat et (.........) şüphe yok ki, onda - o tezkir de veya o günlerde hangi kavmden olursa olsun (.........) pek sabırlı, çok şükürlü her kimse için behemehal bir çok âyetler vardır. -Ki, Allahü teâlânın kudret ve vahdaniyyetine, belâ ve ni'metine delâlet ve gönüllerini intibah-ü ıbret ve ümid-ü inşirah ile tenvir eyler. Gerçi bunlar herkes için âyet iselerde sabrı veya şükrü veya ikisi de az veya hiç olmıyan kimseler onlardan müstefid olmaz, fi'len tenevvür edemezler, o tenevvür hem sabbar, hem şekûr olanlara mahsustur ki, mihnet karşısında yeis ve telâşa düşmez, nı'metin kadrini bilir daima şükrünü edaya çalışırlar. Bu iki huy îman huylarından olduğu cihetle burada (.........) mü'min demekten kinaye olduğu da söylenmiştir. Görülüyor ki, Hazret-i Musâya (.........) buyurulmuştur, Resulü ekrem sallâllahü aleyhi ve selleme ise (.........) buyurulmuştur. Demek ki, risalette esas, kadri müşterek bu tenvir ve fakat risaleti Muhammediyye kavminden başlamak üzere umum insanlar için oluyor. Risaleti Musâ ise kavmine aid bulunuyordu. Diğer âyetlerde geçtiği vechile onun Fir'avne gönderilmesi de bilhassa Benî İsraîl dolayısiyle idi. Maamafih böyle olması Musâya emredilen tezkîrat, Tevratta mezkûr âyât içinde yalnız kavmi Musâyı değil, herkesi tenvir edecek âyetler bulunmasına mani' değildir. Onun için Sûre-i «Maide» de geçtiği vechile Tevrat hakkında (.........) buyurulduğu gibi burada (.........) buyurulmuştur. İşte Allah günlerinin tezkirindeki bu hikmete mebnî bunun bir zübdesini tezkir etmesi emrolunarak Resulullaha da buyuruluyor ki, : (.........)

6

Ve o vakıt Musâ kavmine dedi ki, Allah’ın üzerindeki nı'metini anın: birvakıt sizi Âli Firanvden kurtardı, sizi azâbın kötüsüne peyliyorlardı ve oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı diri tutmak istiyorlardı ve bunda rabbınızdan size azîm bir imtihan var

7

Ve düşünün ki, rabbınız şöyle i'lân buyurdu: Celâlim hakkı için şükrederseniz elbette size artırırım, ve eğer nankörlük ederseniz haberiniz olsun ki, azâbım çok şiddetlidir

8

Siz ve bütün Arzda bulunanın cemıisi küfran etseniz şu muhakkak ki, Allah hepinizden müstağni ve zatında hamîd bir ganîdir

Ey Muhammed ümmeti : (.........)

9

Size önünüzden geçenlerin haberleri gelmedi mi? Kavmi Nûh’un, Âd’ın ve Semûdun ve daha onlardan sonrakilerin ki, tafsıllerini ancak Allah bilir, onlara resulleri beyyinelerle geldiler de ellerini ağızlarına ittiler ve biz dediler: sizin gönderildiğiniz şey'i tanımıyoruz ve biz, sizin bizi da'vet ettiğiniz şeyden bir şekk içindeyiz

(.........) - Bu hitab zahiren kelâmı Musâdan gibi görünürse de tarafı ilâhîden kavmi Resule bir ibtidai hıtab olması bir çok müfessirînce tercih edilmiştir. Filvaki' Tevratta Ad ve Semûdün zikri olmadığı doğru ise bu müteayyin demektir. (.........) Ki, onları Allahdan başkası bilmez - ya'ni kavmi Nuh ve Ad ve Semûdden sonra tarihin mechuliyyeti içine gömülmüş, mikdar ve hususıyyetlerini Allahdan başkasının bilemeyeceği daha nice kavmler (.........) mantukunca ne kadar çok karınlar mahv-ü munkarız olmuştu ki, bunlar hakkında da (.........) buyurulduğu üzere velev kısmen ve icmalen olsun haber gelmedi mi? İbn-i Mes'ud radıyallahü anh bu âyeti okuduğu zaman dermiş ki, (.........) ya'ni Ilmi ensab iddiasında bulunanlar ve Âdem’e varıncaya kadar bütün urukı beşerin silsilei nesebini ta'yine kalkışanlar yalan söylemiş olurlar. Zira (.........) buyurulmuştur. İbn-i Abbas radıyallahü anhümadan merviydir ki, «Adnan ile İsmail arasında otuz baba vardı ki, ma'ruf değildir» demiştir. Aleyhıssalâtü vessalâmdan mervidir ki, «Maadd İbn-i Adnan Edd» i geçmezdi ve buyurmuştur ki, (.........) neseblerinizden erhamınıza sıle yapacak kadarını öğrettiniz, yola istidlâl edecek kadar da nücum öğrettiniz. Ba'zı müfessirîn de demişlerdir ki, şu halde bu münasebetle hılkati Âdemden beri geçen senelerin adedini de kestirmek mümkin değildir. Onu da Ancak Allah bilir. Bütün o kavmler ne oldu bilir misiniz? - (.........)

Onlara Resulleri beyyinelerle geldiler. - Açık deliller, beyanlar, mu'cizeler getirdiler (.........) de onlar ellerini ağızlarına ittiler -gayızlarından parmaklarını ısırdılar, yahud bütün kuvvetlerile ağızlarını tutmağa, susdurmağa çalıştılar, yahud o Peygamberlerin kendilerini uzatılan desti imdad ve hidayetlerini ağızlarıle reddettiler, öpecek yerde ısırdılar (.........) ve dediler ki, (.........) her halde biz sizin kendisile gönderildiğiniz şeylere kâfiriz - ve getirdiğiniz beyyinelere inanmayız. Da'vetinize gelince de (.........) bizi da'vet ettiğiniz şeylerden de muhakkak ve muhakkak şekk içindeyiz (.........) öyle bir şek ki, kocundurucu - ya'ni pireleniyoruz, kuşkulanıyoruz, ürküyoruz. (.........)

10

Resulleri hiç, dediler: Gökleri ve Yeri yaradan Allahda şekk edilir mi? O, sizi günahlarınızı mağrifet etmek için çağırıyor ve müsemmâ bir ecele kadar size müsaade ediyor, siz, dediler bizim gibi bir beşersiniz, bizi babalarımızın taptıklarından çevirmek istiyorsunuz, o halde bize sultası açık bir bürhan getiriniz

11

Resulleri onlara: evet, dediler: biz, sizin gibi bir beşerden başka bir şey değiliz ve lâkin Allah kullarından dilediğine nı'metini ihsan buyurur ve Allâhın izni olmadıkça size bir sülta ve bürhan getirmek bizim haddimiz değildir, ve hep Allah’a tevekkül etmelidir onun için mü'minler

12

Ve biz, neyimize Allah’a mütevekkil olmıyalım ki,, o, bizlere yollarımızı dos doğru gösterdi, ve elbette bize yaptığınız ezalara karşı sabredeceğiz, ve hep Allah’a tevekkül etmelidir onun için mütevekkiller

13

Küfredenler de resullerine dediler ki, mutlak ve mutlak sizi toprağımızdan çıkarırız, yâhud ki, milletimize dönersiniz, rabları da onlara şöyle vahiy verdi ki, muhakkak ve muhakkak zalimleri ihlâk edeceğiz

14

Ve arkalarından sizi o Arza iskân eyliyeceğiz, bu işte makamımdan korkana, vaıydimden korkana va'dim

15

Hem futuhat istediler, hem de haib oldu her cebbarı anîd

16

Arkasından Cehennem, neler olacak ve irin suyundan sulanacak

17

Yutmağa çalışacak, boğazından geçiremiyecek, her taraftan ona ölüm gelecek, halbuki ölmiyecek, arkasından da galiz bir azâb

18

Rablarına küfredenlerin meseli şudur: amelleri bir küle benzer ki, onu fırtınalı bir günde rüzgar şiddetli savurmaktadır, kazandıklarından hiç bir şey ellerini geçmez, işte budur asıl o uzak dalâl

19

Görmedin mi? Allah Gökleri ve Yeri hakkile yaratmış, dilerse sizi giderir yep yeni bir halk getirir

20

Ve Allah’a göre bu, ehemmiyyetli bir şey değildir

21

Bir de hepsi toplanarak Allah’ın huzuruna çıkmışlardır, zuafâ kısmı büyüklük taslıyanlara: şöyle demektedirler: bizler sizlere tabi' idik, şimdi siz, bizden Allah’ın azâbından zerrece bir şey defi edebiliyor musunuz? Eğer, demişlerdir: Allah bize hidayet verse idi elbette sizi hidayeti erdirirdik, şimdi bizler sızlansak da sabretsek de müsavîdir, bizim için kurtuluş yok

22

İş bitince Şeytan da der ki, doğrusu Allah size hak va'di va'd buyurdu, ben de bir va'd yaptım size yalan çıktım, maamafih benim size karşı bir sültam yoktu, ancak sizi da'vet ettim siz de bana icabet eylediniz, o halde beni levmetmeyiniz nefislerinizi levmediniz, ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız, ben sizin bundan evvel beni şerik koşmanızı tanıdımadım, her halde zalimlerin hakkı elîm bir azâbdır

23

Îman edip salih salih ameller işliyenler ise altından ırmaklar akar Cennetlere konulmuşlardır, rablarının izniyle orada muhalled olarak kalacaklardır, tehıyyeleri orada selâmdır

24

Gördün'a Allah nasıl bir temsil yaptı; hoş bir kelimeyi, hoş bir ağaç gibi ki, kökü sâbit dalı Semada

25

Yemişlerini rabbının izniyle her dem verir, ve Allah insanlara böyle temsiller yapar ki, kavrayıp düşünsünler

26

Habîs bir kelimenin temsili de habîs bir ağaç gibidir ki, üstünden cüsselenmiş kararı yoktur

27

Allah, îman edenleri hem Dünyada hem Âhırette sâbit söz ile tesbit buyurur, haksızlık edenleri ise şaşırtır ve Allah ne isterse yapar

28

Bakmaz mısın onlara ki, Allah’ın nı'metini küfre değiştiler ve kavimlerini helâk yurduna kondurdular

29

Cehenneme, yaslanırlar ona, o ise ne fena makardır

30

Ve Allah’ın yolundan sapıtmak için Allah’a menendler uydurdular, de ki, keyfinize bakın çünkü gidişiniz ateşedir

31

Söyle: o îman etmiş olan kullarıma : namazı kılsınlar ve kendilerini merzuk kıldığımız şeylerden gizli ve açık infak etsinler, öyle bir gün gelmeden evvel ki, onda ne alım satım var, ne dostluk

32

Allah öyle bir İlahdır ki, Gökleri ve Yeri yarattı ve yukarıdan bir su indirdi de onunla size rızk için türlü semereler çıkardı ve emriyle denizde cereyan etmek için size gemileri muhassar kıldı, size nehirleri de muhassar kıldı

33

Ve sizin için birbiri ardınca Şems-ü Kameri muhassar kıldı, yine sizin için leyl-ü neharı verdi

34

öyle ki, Allah’ın nı'metini saysanız onu bitiremezsiniz, her halde insan, çok zâlim, çok nankör

Şunu da yadet ki, ya Muhammed! (.........)

35

Bir de İbrahimin dediği vakti an: rabbım! Bu beldeyi emin kıl, beni ve oğullarımı putlara uzak bulundur

36

Rabbım!. Çünkü onlar insanlardan bir çoğunu şaşırtırlar, bundan böyle izimce gelirse işte o bendendir, kim de bana ısyan ederse artık sen gafursun, rahîmsin

37

Yarabbenâ! Ben, zürriyyetimden ba'zısını senin beyti muharreminin yanında, ekin bitmez bir vâdide iskân ettim, yarabbenâ! namazı ikame etsinler diye, bundan böyle insanlardan bir takım gönülleri onlara doğru akıt, ve onları hasılâttan merzuk buyur, gerek ki, şükrederler

38

Yarabbenâ! biz ne gizliyoruz ve ne ı'lân ediyoruz her halde sen bilirsin, ve ne Yerde, ne Gökte hiç bir şey Allah’a karşı gizli kalmaz

39

Hamd o Allah’a ki, bana ıhtiyarlık halimde İsmail ve İshakı ihsan buyurdu, şüphe yok ki, rabbım her halde duayı işitiyor

40

Rabbım! Beni namaza müdavim kıl, zürriyyetimden de, yarabbenâ! hem duâmı kabul buyur

41

Ya rabbanâ! mağrifet buyur bana ve anama babama ve bütün mü'minlere, hisab başa dikileceği gün

42

Bunları an ve sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma, onları o, ancak öyle bir güne te'hır eder ki, o gün gözler belerir

43

Başkalarını dikerek koşarlar, nazarları kendilerine dönmez, ve yüreklerinin içi bom boş hevâ kesilmiştir

44

Hem inzâr ile haber ver insanlara o azâbın geleceği günü, o vakıt diyecek ki, o zulmedenler yarabbenâ! Bizi yakın bir ecele te'hır buyur, da'vetine icabet edelim ve Peygamberlerin izince gidelim, hani ya bundan evvel yemin etmiş değil miydiniz: Sizin için zeval yoktu ya?

45

Siz de o kendilerine zulm etmiş olanların meskenlerine sakin oldunuz, onlara nasıl yaptığımız ise sizce tebeyyün etti ve size emsal gösterdik

46

Filhakıka onlar mekirlerini yaptılar, Allah ındinde de onlara mekir var, isterse onların mekirleri dağları yerinden oynatacak olsun

47

O halde sakın Allah’ı Peygamberlerine olan va'dine hulf eder sanma, şüphesiz Allah azîzdir, intikamı vardır

48

O gün ki, Arz başka tebdil olunur, Semavat da ve hep o vâhid, kahhâr olan Allah için fırlarlar

(.........) - Bu terkib iki ma'nâya gelebilir: birisi Arz mahiyyetinden başkasına demek olur. Birisi de bu Arzın, gayriye ya'ni başka bir Arza demek olur. Ve her iki ma'nâ ile te'vil varid olmuştur. Netekim ba'zı rivayetlerde Arz ateş olacak, Semavat Cennet denilmiş, ba'zı rivayetlerde de Arz gümüş sebîkesi gibi bembeyaz, üzerine kan dökülmedik günah işlenmedik bambaşka bir Arz olacak denilmiştir. Sehl İbn-i Sa'dden menkuldür ki, dinledim demiş Resulullah buyuruyordu ki, «yevmi Kıyamette nâs kursatünnakıy gibi beyzâ ve afrâ bir Arz üzerinde haşrolunacak». Hazret-i Aişeden merviydir ki, (.........) kavli ilâhîsinden Resulullaha sual ettim: «ya Resulallah o gün insanlar nerede olacak? dedim. Buyurdu ki, «bir şey sordun ki, ümmetimden hiç biri sormamıştı, o vakıt nâs cisri Cehennem üzerinde - diğer bir rivayette - Sırat üzerinde olacak» demiştir. Arz, ma'rife olarak zikr-ü iade edilmiş olduğuna ve bu surette sani evvelin aynı olması asıl bulunduğuna nazaran da ikinci ma'nâ zahirdir. Maamafih zamir ile (.........) buyurulmayıp da ismi zahir ile (.........) buyurulması evvelki ma'nâya da ihtimal verdirmektedir. Sonra her iki takdirde de tebdil dahi iki ma'nâya muhtemildir: birisi i'damı küllîden sonra halkı cedid, ya'ni tebdili zat, diğeri de maddesinin bakasıle tebdili sıfat ki, tahvil demek olur. Mütekellimînin ba'zısı evvelki ma'nâyı ahz etmiştir. Çünkü tebdil, zatı Arza isnad edilmiş olduğu gibi (.........) kavli ilâhîsi de zahiren bunu muktezidir. Bâlâdaki nakle muvafık olarak İbn-i Mes'ud Hazretleri «Arz, üzerinde kan dökülmedik, günah işlenmedik, Süzülmüş beyaz gümüş gibi bir Arza tebdil olunacak» demiş olduğu cihetle bunun tebdili zat demek olduğu da söylenmiştir. Ba'zı mütekellimîn de ikinci ma'nâyı ahzetmişlerdir. Çünkü tebdilin tahvil ma'nâsına isti'mali de mütearef olduğu gibi ba's hakkındaki (.........) hadîsini bakai maddeyi bir iş'ar var gibidir. İbn-i Abbas Hazretlerinden de merviydir ki, «Arz, yine bu Arz, şu kadar ki, sıfâtı tagayyür edecek, ezcümle dağları yürüyecek, denizleri yarılacak, dümdüz olacak, iğrilik büğrülük görülmiyecek» demiş ve beyti okumuştur.

(.........)

Fünunı tecribiyye ve ezcümle kimya kavaidine nazaran bakai madde suretiyle Arzın tahvili imkânını mülâhaza kolay ise de maddenin i'damı tarikıle tebdilin imkânını mülâhaza müşkildir. Onun için maddenin kıdem ve bakasına zahib olan feylesoflar bunu mümteni' addettiklerinden tahvil suretine kasrı nazar etmişlerdir. Maamafih son zamanlarda maddenin mücerred kuvvete tahavvülü imkânını gösteren ba'zı tecribelere tesadüf edildiğinden bakai madde kanunu «bakai kuvvet» kanununa, bu da «bakai ıllet» kanununa irca' olunmuştur. Bakai ıllet ise şüphe yok ki, bakaullaha raci'dir. Hulâsa maddenin fenası aklen de mümteni' değildir. Binaenaleyh tebdile îman ile tafsılini ilâhîye ılmi ilâhîye tefvız etmek, daha muvafıktır. Maa'haza bu hususta maddenin ifnası şart olmadığından tahvile i'tikad da kâfi olabilir. Bir de İbn-i atıyye tefsirinde şunu da rivayet etmiştir ki, tebdil Arz da olacak ve lâkin her ferikın haline göre: kimine ekmek, kimine gümüş, kimine ateş (.........). Bu rivayette muhtelif rivayetlerin bir cem'-ü tevfikı vardır. Maamafih bu kabil tebdilât Dünyada dahi görülüp durmaktadır. Hasılı, o şaşmaz va'd-ü intikamın tahakkuku, o gün ki, Arz, başka arza tebdil olunacak. (.........) gibi âyetlere bak. (.........) Semavât da - öyle değişecek, infitar ve inşikak ederek Güneş ve Kameri tutulup derilerek, yıldızları söndürüp dağıtılarak dürülecek, başka Semalara tebdil edilecek.

Ya'ni Kıyamet kopacak, bu Dünyanın Arz ve Semavâtı yerine Âhıret Arzı Âhıret Semavâtı kurulacak. (.........) ve hepsi Allah için büruz edecekler

- ya'ni bütün halk ve bu miyanda alel'husus o zalimler mevkuf bulundukları kabirlerinden yürütülecek. Gizli yapıyoruz zu'mettikleri bütün amellerile Arasat meydanına döküülecek, hiç bir yerde gizlenemiyerek ve başka hiç bir merci' bulunamıyarak Allah için, Allah’ın hukm-ü cezası için mahkemei kübrâya çıkacaklar (.........) O Allah için ki, vahıd, kahhâr. - Vâhid, ya'ni şeriki yok, bu âlemde ondan başka ilâh iddia edenler, başka ma'bud, başka rab tanımak istiyenler veya nefislerine, hevâlarına tapanlar, o gün görecekler, anlıyacaklar ki, Allahdan başka ilâh yok, ona karşı iddia ettikleri şerikler, menfaat umdukları, kuvvet isnad ettikleri metbu'lar, hâkim zannettikleri hayaller hiç imiş. Allah, bir ve kahhar, ya'ni her şey'e galib, her şey onun hukm-ü kudretine mağlûb ve mahkûm, iradesine karşı gelinmek ıhtimali yok, kahrine Yerler Gökler dayanmaz, onun için Yerler Gökler değişmiş. Herkes onun huzuri celâlinde boyun bükmüş ve esasen hepsi onun için vücude çıkmış. Hâsılı burada sıfâtı ilâhiyyeden bilhassa vahıd ve kahhar sıfatlarının zikr olunması o günün kemali dehşetini ifade içindir ki, bunun nazıri (.........) dır.

49

Ve görürsün mücrimleri o gün birbirlerine çatılı çatılı bukağılardadırlar

(.........) Ve o gün o mücrimleri göreceksin ki, (.........) esfadda çatılmışlar - esfad denilen bağlarla çatılmış bağlanmışlar.

50

Gömlekleri katrandan, ve yüzlerini ateş kaplıyor

(.........) gömlekleri katrandan - ma'lûm ki, katran: siyah, çirkin ve sert kokulu. Sür'atle iştial eder, hârr ve keskin bir usâredir. Arablar bunu uyuz develere sürerler. Denilmiş ki, eshabı nâr, katranla tılâ olunacak ve o, adetâ onların donu, gömleği olacak, ve bu suretle kendilerinde dört türlü azâb içtima' edecek; ki, çirkin renk, fena koku, şiddeti hararet, sür'atle iştiale kabiliyyet. Ancak unutulmamak lâzım gelir ki, bütün Arz-u Semavâtiyle âlemin tebeddül ettiği o gün eşyanın havass ve evsafı bambaşka bir halde değişmiş bulunacaktır. Binaenaleyh o günkü katran, bu gün bildiğimiz katranlarla takdir-ü ta'yin olunamıyacak bir şeydir. O halde ifade, bir temsil demek olur.

Evvelâ şurası zahir ki, bu ta'birden son derece bir sefalet tebadür eder.

Saniyen Ebüssüud tefsirinde der ki, bunun cevheri nefsi ihata edip ona âlâm ve gumum celbeyliyen, redîy melekeler, denîy huylar olması muhtemildir. Daha doğrusu mezkûr katran onların bu neş'ette ya'ni Dünyada bulaştıkları ve kendilerine şiar edindikleri batıl akıdelerin türlü türlü azâbları calib olan çirkin amellerin aynıdır ki, diğer neş'ette ya'ni Âhırette o suretle tecessüd ederek azâblarının iştidadına ba'ıs olacaktır (.........) Ve yüzlerini ateş bürüyor. - (.........) mantukunca evvel emirde kalblerden tutuşacak olan Cehennem ateşi yalnız içlerini yakmakla kalmıyacak, o katranlı cesedlerinin her tarafını kaplıyacak ve hattâ a'zayi zâhirelerinin en kıymetlisi olan ve havass-ü meşaırin mecmaı bulunan yüzlerini dahi bürüyecek.

Müfessirînin ıhtiyar ettikleri bu ma'nâ (.........) mazmuna gibi Cehennem içindeki bir halleri demek olur. Fakat bunun ondan önce haşir sırasında veya Sırat üzerinde olması daha zahirdir. (.........) hıtabı da buna karînedir.

51

Çünkü Allah her nefsi kazandığıle cezalandıracak, haberiniz olsun ki, Allah’ın hisabı seri'dir

(.........) Çünkü Allah, her nefsi kesbiyle cezalandıracaktır. -

Ya'ni bütün onlar: Arz ve Semavâtın o inkılâb ve tebeddülü, o büruz ve mücrimlere o muahaze, Allah’ın herkesi, her insanın benliğini kazancına göre hayra hayır, şerre şer karşılıkla cezalandırması hıkmeti için yapılacaktır. Ve onun için o gün o mücrimler cezalarını bulurken sen onları öyle göreceksin ya Muhammed, veya ey mu'mini kâmil! (.........) Şüphe yok ki, Allah, seriulhisabdır. - Zira onu bir şe'n, diğer bir şe'nden meşgul etmez. İmhal edip dururken birdenbire hisaba çeker. Ve isterse hepsini bir anda intac eder. Sûre-i Ra'dde (.........) buyurulmadımı idi?

52

Bu işte insanlara beliğ bir tebliğdir, hem bununla inzar edilsinler, hem onun ancak bir tek İlâh olduğunu bilsinler hem de öğüd alsın akl-ü vicdanı temiz olanlar

(.........) İşte bu - kitab, ya'ni bu Sûre-i İbrahim veya bu sûrenin hatimesini teşkil eden işbu (.........) ilâ (.........) ıhtarı (.........) nasa bir tebliğ -kâfî ve beliğ bir nasıhattir. (.........) Bir de bununla inzar edilsinler için (.........) ve hakikaten ilâh bir, ancak bir olduğunu bilsinler için (.........) ve ülül'elbab olanlar tezekkür etsinler - ya'ni ne yaptıklarını ve ne yapacaklarını, şimdiye kadar ne dinde, ne mezhebde ne amelde bulunduklarını ve bundan sonra ne yolda hareket etmeleri lâzım geleceğini düşünsünler, anlarsınlar içindir ki,... - Bu indirildi. (.........) buyurulmayıp da bir «vav» ilâvesile (.........) buyurulmasında ne kadar cem'ıyyetli bir belâgat vardır. Bu «vav», atıf veya ibtidaiyye olarak mülâhaza edilebileceği cihetle evvel emirde iki sureti rabıt muhtemil olur. Atfolduğu takdirde makablinde (.........) gibi mukadder bir ma'tufün aleyh ıhtar ederek nasıhat edilsinler için ve ilh... mealini ifade eyler. İbtidaiyye olduğu takdirde de gösterildiği vechile «lâm» ın müteallakını kelâmın nihayetinde mülâhaza ettirir. Öyle ki, bu önündeki Sûreye teallûk edebilir. Binaenaleyh bu âyet, bir taraftan Sûre-i «İbrahim» i itmam ederken diğer taraftan maba'dindeki Sûre-i «Hıcr» e bir tavtıe' denebilecek surette beliğ bir tahallûs olmuştur. Şu halde Sûre-i «İbrahim»i müştemil olduğu ahkâmı i'tikadiyye hasebile nasa bir tebliği mahsus, Sûre-i «Hıcr» i de inzar, tevhid, tezkir hikmetlerile onun bir tetmimi halinde mülâhaza edebiliriz.

0 ﴿