NAHLBu Nahil sûresinin medenî olduğuna dair dahi bir kavil nakledilmiş ise de doğrusu Mekkîdir. Hasen, Ata, Ikrime, Cabir hepsinin Mekkî olduğunu rivayet etmişlerdir. İbn-i Abbas yalnız üç âyetin Medinede Hazret-i Hamzeden sonra nâzil olduğunu söylemiştir. Ki, bu üç âyet (.......) dur. Bir kavle göre de (.......) âyetleridir. Âyetleri : - Yüz yirmi sekizdir. Kelimeleri : - Bin sekiz yüz kırk birdir. Harfleri : - Yedi bin yedi yüz yedidir. Fasılası : - (.......) harleridir. Bu sûrenin bir ismi de (.......) dır. Sebeb-i nüzul: - Bir rivayete göre şudur: Resulullah kâh katil ve istîlâ gibi azâbı Dünya ile ve kâh Kıyamet azâbiyle tahvif ediyordu. Kâfirler ise bunlardan derhal bir şey görmedikleri için tekzib ve istihzaya Kıyam ediyor «hani getirsen a o azâbı görelim» diyorlardı. (.......) nâzil olduğu zaman sarsılmışlar ve aralarında demişlerdi ki, «bu Adam Kıyametin yaklaştığı zumünde bulunuyor, hele şu yaptıklarınız bir azından vaz geçiniz, ne olacak bakalım». Fakat taahhur edince yine «ya Muhammed hani ya bizi korkuttuğun şey olmadı» demeğe başladılar. Binaenaleyh (.......) nazil oldu. Bir müddet daha çekindiler, intizar ettiler, günler imtidad edince yine «haniya ya Muhammed bizi korkuttuğun şeylerden bir şey görmeyoruz» dediler ve o vakıt (.......) nâzil oldu. Resulullah hemen sıçradı, yanındakiler ne oluyor diye başlarını kaldırıp bakıştılar, arkasından (.......) nazil oldu (.......) Şu halde demek olur ki, bu Sûre azâb ve kıyamet va'dlerinin taahhurundan dolayı hasıl olan şüphelerin izalesi ve (.......) emrinin takviyesi hıkmetile nâzil olmuştur. 1Allah’ın emri geldi, sakın onu isti'cal etmeyin, o sübhan onların şirklerinden münezzeh, yüksek çok yüksek (.......) Allah’ın emri geldi - buradaki (.......) kelimesi «umur» un müfredi, ya'ni iycabı ilâhînin mucebi olan şein ma'nâsına emrolmak muhtemil olduğu gibi «evamir» in müfredi, ya'ni Allah’ın nefsi iycabı, hukm-ü fermanı ma'nâsına emrolmak da muhtemildir. Ve ikisiyle de tefsir varid olmuştur. Evvelki takdirde murad, küffara mev'ud olan azâb veya Kıyamettir. Fakat bu surette geldi demek, gelmek üzeredir, gelmektedir, geliyor ma'nâsına mecaz olmak lâzım gelir (.......) buyurulması da buna karine olur. Zira gelmiş olsa idi emri vakı' olurdu. Vakıi isti'cal etmek de muhal olurdu. İkinci takdirde ise: onun vukuunu iycab eden (.......) hukmullah geldi demek olacağından (.......) hakıkati üzeredir. Ancak (.......) zamirinde bir istıhdam gözetmek ıktiza eder. Ve bu suretle iki ma'nânın ikisine de riayet edilmiş olur. Ya'ni Allah’ın emr-ü fermanı geldi (.......) imdi onu isti'cal etmeyiz - o emrin mazmununu ivmeyiniz, acele etmeyiniz, olacaklar olacak, müşrikler kahrolacak (.......) Allah sübhanehu onların işrâklerinden münezzeh ve mütealîdir. - Binaenaleyh ındallah şefaatcilerimiz olur diye tapıp Allah’a şirk koştukları şeylerin hiç birisinin onları Allah’ın emrinden kurtarmasına imkân yoktur. Allah’ın emri geldiğini kim biliyormuş mu diyecekler? O yüksek ve mukaddes Allah: 2Kullarından dilediğine emrinden rûh ile Melâike indiriyor da buyuruyor ki, : şu hakikati bildirin: benden başka ilâh yok, hemen bana korunun (.......) kullarından dilediğine emrinden ruh ile Melâikesini indirir - elçiler gönderir. (.......) âyetinde olduğu gibi burada da ruh ile murad, vahiydir. Çünkü vahiy, bir şe'ni ruhîdir. Ruh da Allah’ın emirlerinden bir emir, ta'biri âharle şuunâtı ilâhiyyeden bir şein olduğu cihetle vahiy bir ruhı mahsus demektir. Ve bu suretle bu âyet, vahyin bir ta'rifini tazammun etmektedir. Ya'ni vahıy, Allah’ın emirlerinden bir bir rûhî şeindir ki, Allahü teâlâ, onu ındi sübhanîsinden Melâikesile kullarından dilediği kimseye indirir, emrini haber verir bildirir. İşte abdi ve Resulü Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi veselleme de diledi o ruhu indirdi (.......) şöyle diye ki, (.......) inzar ediniz - ya'ni inkârının akıbeti vehîm olduğunu anlatarak nâsa bildiriniz (.......) şu şanlı hakıkati ki, (.......) benden başka ilâh yoktur (.......) binaenaleyh bana ittika ediniz, benden korkunuz, şirk-ü ısyandan sakınınız. - Demek ki, bütün vahiylerin hâsılı bu iki esasta hulâsa idilir. Birisi tevhid ki, kuvvei ılmiyyenin müntehayi kemalidir. Birisi de takvâ ki, kuvvei ameliyyenin aksayı kemalidir. Ve demek ki, nübüvvet, kesbî değil vehbîdir. Bu suretle delili sem'ıyi tesbitten sonra hıtabatı akliyye ile de te'yidi ma'rifet için buyuruluyor ki, 3Gökleri ve Yeri hakk ile yarattı, o, onların şirkinden yüksek, çok yüksek Semavât ve Arzı hakk ile halketti - Hepsinin bir hakk-u hakıkati vardır ki, onu tecavüz edemez ve hiç biri haksızlıkla tutunamaz, hepsinin hakkı mahlûkıyyettir. Halikı'küllün hakkı olan ülûhiyyet hiç birinin haddi değildir. Bunları böyle yaratan Halık (.......) tealâ ammâ yüşrikûndur. O müşriklerin şirk koştukları şeylerden yüksek, çok yüksektir. 4İnsanı bir nutfeden yarattı, bir de bakarsın o, natûk bir muhasım kesilmiştir (.......) O, insanı bir nutfeden halketti - düşünmeli ki, bir nutfe, bir meniy katrası ne hakır bir mayi', ne âciz bir şeydir? Ve ondan bir insan yaratmak ne büyük kudrettir. Maddesine bakınca böyle bir katra sümükten ıbaret olan insan, mahzâ Allahü teâlânın kudretiyle, Allah’ın ona nefhettiği ruh ile hıss-ü irade, nutk-u beyan sahibi kavî bir insan kılığına girer de (.......) bir de bakarsın o - bir nutfeden yaratılan mahlûk (.......) mübîn bir muhasım kesilir - kendini müdafaa yolunda natûk bir münazaracı, mücadeleci haline gelir, veya mahiyyetini unutur da Halikına karşı bile açık bir muhasım olur. Ona karşı şirk koşmağa, Mantık ve Felsefeden bahsetmeğe kalkışır. Ve binaenaleyh bütün bu âlemde haksızlık yalnız insanlarda bulunur. Ve onun içindir ki, inzar emri de insanlara teveccüh eder. 5En'amı da yarattı, sizin için onlarda bir ısınıklık ve bir takım menfaatler vardır, hem onlardan yersiniz (.......) En'am - ya'ni Sûre-i «En'am» da tafsıl olunduğu üzere erkeği ve dişisile koyun, keçi, sığır, deve sekiz eşe baliğ olan ve en'am ıtlak edilen davar (.......) Allah onu da halketti - dili olmıyan ve derdini anlatmaktan âciz bulunan o mahlûkları da yarattı fakat boşuna değil (.......) sizin onlarda korunmak vasıtalarınız, ve menfaatleriniz vardır. (.......) Onlardan yersiniz de - ya'ni hepsini değil, halâl ve temiz olan ecza ve aksamını ve onların bedenlerinden veya hizmetlerinden husule gelen hasılâtı yer, taayyüş edersiniz. 6Akşam getirir, sabah salarken onlarda sizin içîn bir cemal de vardır (.......) Ve akşam sabah getirdiğiniz saldığınız sırada sizin onlarda bir cemaliniz de vardır. - Karınları tok, memeler dolu olarak mer'adan dönüşleri ve yavruları ile karşılaşıp meleşmeleri ve yayılmıya giderken koşuşup oynaşmaları ne hoş ne zevklıdır. Malın gelişinde sahiblerinin zevkı gidişinden daha ziyade olduğu için (.......) takdim olunmuştur. 7Ağırlıklarınızı da yüklenir, canlarınızın yarısına tüketmeden varamıyacağınız beldelere kadar götürürler, her halde rabbınız size çok re'fetli, çok merhametli (.......) Sizin ağırlıklarınızı da yüklenirler. - O «En'am» dan develer, öküzler, mandalar kendinizin ve eşyanızın sıkletlerine hammallık da ederler, götürürler (.......) öyle uzak bir beldeye götürürler ki, - sırf kendinize kalsa (.......) siz ona varamadınız (.......) meğer ki, yarı canla olmuş olsun - ya'ni varanlarınız olsa bile meşakkatten tab-ü tüvani kesilmiş yarım ölü halinde varırdınız (.......) her halde rabbınız çok rauf çok rahîm - ki, size bu ni'metleri ihsan etmiştir. Binaenaleyh sizin de onları şefekat ve merhametle kullanmanız lâzım gelir. Bunlardan başka : 8Hem binesiniz diye, hem de ziynet olarak atları, katırları, merkebleri de yarattı ve bilemiyeceğiniz daha neler yaratacak (.......) Atları, katırları, eşekleri de (.......) binmeniz ve zinetlenmeniz için - yarattı. Binaenaleyh bunları yememelidir (.......) ve daha ne acaib şeyler halkeder ve edecektir ki, şimdi bilemezsiniz -filvaki' eslâfın görmediği, bilemiyeceği şeylerden biz, şimendiferler, otomobiller, tayyareler gibi türlü binitler Gördük. Kim bilir bundan böyle de Allahü teâlâ bizim bilmediğimiz ve bilemiyeceğimiz daha neler yaratmış ve yaratacaktır. Şüphe yok ki, bütün bu merakkibden istifade etmek için yol da lâzımdır. İşte Allahü teâlâ hep onların halikı olduğu gibi 9Yolu doğrultmak da Allah’a aiddir, ondan sapan da var, maamafih Allah, dilerse hepinizi hidayette kılardı (.......) hak maksude götürecek olan doğru yol da Allah’a aiddir. - Doğru yolu, hak şeriat bildirecek olan ve onun doğruluğunu tahhüd eden de Allahtır. (.......) Maamafih ondan sapan da vardır. - Yolun egrisi ve doğru yoldan sapan yolcuları da vardır. Demek ki, Allah, onların bilfiil hidayetini dilememiştir. Çünkü (.......) dilemiş olsa idi hepinize bilfiil hidayet ederdi - doğru yolu, hak dini yalnız beyan iktifa etmez de bütün insanlara ona sülûk dahi nasıb ederdi. 10O odur ki, Semâdan bir su indirdi. size ondan bir içecek var, yine ondan bir ağaç ki, hayvan yayarsınız 11Onunla size ekin, zeytun, hurmalıklar, üzümler türlüsünden meyveler bitirir, elbette bunda tefekkür edecek bir kavm için bir âyet var 12Hem sizin için geceyi ve gündüzü ve Şems-ü Kameri teshır buyurdu, bütün yıldızlar da onun emrine müsahhardırlar, elbette bunda aklı olan bir kavm için âyetler var 13Daha sizin için Arzdan muhtelif renklerle yarattıkları, neler var, elbette bunda tezekkür edecek bir kavm için bir âyet var 14Yine odur ki, o, denizi teshır etmiştirki ondan taze bir et yiyesiniz ve içinden giyeceğiniz bir ziynet çıkarasınız, gemileri de görürsünüz ki, onda yara yara akar giderler, hem fazlından nasıyb arayasınız diye hem de gerek ki, şükredesiniz 15Hem Arzda ağır baskılar bıraktı ki, sizi çalkar diye, hem de nehirler ve yollar, gerek ki, doğru gidesiniz 16Ve alâmetler, yıldızla da onlar yol doğrulturlar O halde : 17İmdi yaratan yaratamıyana benzer mi? Artık siz bir tezekkür etmez misiniz? 18Halbuki Allah’ın ni'metini saysanız ihsâ edemezsiniz, her halde Allah çok gafûr, çok rahîmdir 19Hem Allah neyi sir tutar, neyi ı'lân edersiniz hepsini bilir 20Allahdan başka yalvardıklarınız ise hiç bir şey yaratamazlar, halbuki kendileri yaratılıp duruyorlar 21Hep ölüdürler, bizzat hayy değildirler ne zaman ba'solunacaklarına da şuurları yoktur 22İlâhınız bir tek ilâhtır, öyle iken Âhırete inanmıyanlar kendilerini büyüksündüklerinden dolayı kalbleri münkirdir 23Şüphe yok ki, Allah, onların ne gizlediklerini, ne açıkladıklarını hep bilir, her halde o, kibirlenenleri sevmez 24Onlara rabbınız ne indirdi? Denildiği vakıt da "eskilerin masalları" dediler 25Şunun için Kıyamet günü kendi veballerini kâmilen yüklendikten başka ılimsizlikleri yüzünden ıdlâl ettikleri kimselerin veballerinden bir kısmını da yüklenecekler, bak ne fena yük yükleniyorlar 26Evet, onlardan evvelkiler hiyleler kurmuşladı, Allah da kurdukları bünyana kaidelerinden geldi de sekıf, tepelerinden üzerlerine çöktü ve azâb kendilerine duyamıyacakları cihetten geldi 27Sonra Kıyamet günü onları rüsvay edecek ve diyecek: hani nerede o sizin haklarında şikak çıkarıp durduğunuz şeriklerim? Kendilerine ılim verilmiş olanlar dediler ki, hakıkat bütün sefalet-ü zillet bu gün kâfirlerin üstünedîr. 28Onlar ki, Melekler onları nefislerinin zalimleri olarak kabzederler de o vakıt bakarsın şöyle diyerek teslim olmuşlardır : biz bir kötülükten yapmıyorduk, hayır, Allah sizin ne maksadla yapıyorduğunuzu tamamen biliyor. 29Onun için girin bakalım Cehennemin kapılarına: içinde kalmak üzere, bak artık mütekebbirlerin mevkıi ne fena? 30Allahdan korkup korunanlara ise "rabbınız ne indirdi? Denildiğinde "hayır" demişlerdir" bu Dünyada güzel iş yapanlara güzel bir mükâfat var ve elbette Âhıret yurdu daha hayırlıdır, Müttekılerin yurdu da ne hoş 31Adin Cennetleri, ona girecekler, altından nehirler akar, onlara orada ne isterlerse var, işte Allah müttekılere böyle mükâfat eder 32Onlar ki, Melekler onları hoş hoş kabzederler "selâm, size girin, Cennete, çünkü çalışıyordunuz" derler (.......)yukarıdaki (.......) üzerine ma'tuftur. Fakat o kâfirler: 33O kâfirler başka değil ancak kendilerine o meleklerin gelmesine veya Rabbının emri gelmesine bakarlar, onlardan evvelkiler de böyle yaptılar ve onlara Allah zulmetmedi ve lâkin kendileri nefislerine zulmediyorlardı 34Onun için amellerinin fenalıkları başlarına musîbet oldu ve istihza ettikleri şey kendilerini sarıverdi 35Bir de müşrikler dediler ki, "Allah dileseydi ne biz, ne atalarımız ondan başka hiç bir şey'e tapmazdık ve onsuz hiç bir şey tahrim etmezdik, bunlardan evvelkiler de böyle yaptılar, buna karşı peygamberin vazifesi ancak açık bir tebliğden ibarettir 36Celâlim hakkı için biz, her ümmette "Allah’a ibadet edin ve Tâguttan ictinab eyleyin" diye bir Resul ba'settik, sonra içlerinden kimine Allah hidayet nasîb etti, kiminin de üzerine dalâlet hakkoldu, şimdi Yer yüzünde bir gezin de bakın peygamberleri tekzib edenlerin akibeti nasıl oldu? 37Sen onların hidayet bulmalarına harîs isen her halde Allah dalâlette bırakacağı kimselere hidayet vermez, onların yardımcıları da yoktur 38Allah ölen kimseyi ba'setmez diye olanca yeminleriyle Allah’a kasem hak bir va'd, ve lâkin nâsın ekserisi bilmezler 39Ba'sedecek ki, onlara ıhtilâf ettikleri hakkı anlatsın ve onu inkâr edenler kendilerinin yalancı olduklarını bilsinler 40Bizim her hangi bir şey için sözümüz, onu murad ettiğimiz zaman, sade ona şöyle dememizdir: "Ol" hemen oluverir 41Allah uğrunda zulme ma'ruz olduktan sonra hicret edenlere gelince de, elbette onları Dünyada güzel bir surette yerleştiririz, maamafih âhıret ecri her halde daha büyüktür, eğer bilseler (.......) Bu Sûrenin Mekkî olduğuna göre bu âyetin sebeb-i nüzulü Habeşistana hicret eden ilk muhacirîn olsa gerektir. 42Onlar ki, sabretmişlerdir ve hep Rablarına tevekkül kılarlar 45Ya şimdi eman mı buldu o kimseler: o fenalıkları yapmak için hile kurup duranlar, Allah’ın kendilerini Yere geçirmesinden? veya hatır-u hayallerine gelmez cihetlerden kendilerine azâb gelivermesinden? 46Veya dönüp dolaşırken kendileri yakalayıvermesinden, ki, onlar âciz bırakacak değillerdir 43Senden evvel de Resul olarak başka değil, ancak kendilerine vahy veriyor idiğimiz erler göndermişizdir, ehli zikre sorun bilmiyorsanız (.......) Sûre-i Yusüfe bak. 44Beyyinelerle ve kitablarla; sana da bu zikri indirdik ki, kendilerine indirileni nâsa anlatasın ve gerek ki, tefekkür edeler (.......) Beyyineler, açık mu'cizeler ve kitablarla gönderdik. Bu ba, evvelki âyetteki (.......) fi'line muteallıktır. 47Yâhut da kendilerini korkuta korkuta, eksilte eksilte alıvermesinden? Demek ki, Rabbımız çok refetli çok merhametli (.......) demek ki, Rabbımız hakıkaten çok rauf çok rahîmdir. -Çünkü o kudretiyle beraber seyyiâta karşı ukubeti ta'cil edivermiyor. 48Ya görmedilerde mi? Her hangi bir şeyden Allah’ın yarattığına bir baksalar a: gölgeleri sağ ve sollarında sürünerek Allah’a secdeler ederek döner dolaşır (.......) göndermediler mi? - Bir baksalar (.......) Allah’ın halhettiği her hangi bir şey'e - ya'ni her hangi bir şey'e bakıp bir düşünseler görürler ki, (.......) gölgeleri Allah’a mütezellilâne secde ederek sağ ve soldan tefeyyü' eder - ya'ni etrafından yâhud Şarktan Garba doğru döner meyleder. Burada secdeden murad, fi'li ıhtiyarîye munhasır eşyanın gölgeleri bile sahiblerinin hukmüne değil, Allah’ın emrine mahkûm ve musahhardır. Sahibi ne kadar uğraşırsa uğraşsın gölge Allahü teâlânın emr-ü takdiri vechile zıyanın noktai vürudu istikametinde düşer ve onun tahavvülâtını ta'kıb eder. Aynı zamanda gölge zıyanın eseri de değildir, ecsam ile zıya arasında öyle bir nisbete, bir kanuna mahkûmdur ki, işte o kanun Allah’ın bir emridir. Ve Binaenaleyh eşyanın gölgelerinde bile hukm ve tesarruf Allah’ındır. Onlar yerde sürünürken sahiblerine değil, Allah’a secde eder ve Allahü teâlânın vahdaniyyetini ı'lân eylerler. 49Hem Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’a secde eder, gerek Dâbbe kısmından olsun ve gerek Melâike, ve bunlar kibirlenmezler «SECDE AYETİDİR» (.......) gerek Semâvâtta ve gerek Arzda deprenenlerin hepsi -Göklerde ve Yerde hareketi cismaniyye ile müteharrik her ne varsa (.......) ve bütün Melâike ancak Allah’a secde ederler. - İradî olsun gayri iradî olsun munhasıren Allah’a ınkıyad ederler (.......) ve bunlar istikbar etmezler. - Allah’a secde, ıbadet etmekten kibirlenmezler 50Fevklerinden rablarının mahafetini duyarlar ve her ne emr olunurlarsa yaparlar (.......) fevklerinden hâkim olan rablarından korkarlar. (.......) ve kendilerine her ne emrolunursa yaparlar. - Gerek tâate ve gerek tedbiri âleme müteallık emredilen vazifelerini icra ederler. Demek ki, Melekler de mükelleftirler ve beynelhavfi verreca idare olunmaktadırlar. Bununla beraber itaat hususunda insanlar gibi değildirler. Zira yerde deprenenler içinde dahil bulunan insanlar ef'ali ıztırariyyeleri cihetinde Allah’a inkıyad etmemek yapamaz, Allah’ın emrine kerhen ve bilıztırar arzı teslimiyyet ederlerse de irade ve ıhtiyarlarına menût olan hususatta Allahdan korkmıyan, Allah’a secde ve ıbadetten kibirlenen kâfirler, asîler de vardır. 51Allah da buyurmuştur ki, iki ilâh tutmayın o ancak bir ilâhdır, onun için benden yalnız benden korkun (.......) Ya'ni fazlası şöyle dursun iki ilâh bile tutmayın. (.......) 52Hem Göklerde yerde ne varsa onun, din de daima onundur, öyle iken siz Allah’ın gayrisinden mi korkuyorsunuz? 53Hem sizde ni'met namına her ne varsa hep Allahdandır, sonra size keder dokunduğu zaman da hep ona feryad edersiniz 54Sonra sizden o kederi açtığı zaman da içinizden bir kısmı derhal rablarına şirk ederler 55Kendilerine verdiğimiz ni'meti küfrân ile karşılamak için şimdi zevk edin bakalım fakat yarın bileceksiniz 58Halbuki onların birine dişi müjdelendiği vakıt öfkesinden yüzü simsiyah oluyor 59Verilen müjdenin sui te'siriyle kavminden gizleniyor, hakaret üzere onu tutacak mı? Yoksa toprağa mı gömecek? Bak ne fena hukümler veriyorlar 56Bir de bizim kendilerine merzuk kıldığımız şeylerden tutuyorlar ılim şanından olmıyan nesnelere bir nasîb ayırıyorlar, tallahi siz bu yaptığınız iftiralardan mutlak mes'ul olacaksınız (.......) Sûre-i «En'am» da (.......) bak. 57Allah’a kızlar da isnad ediyorlar, hâşâ o sübhane, kendilerine ise canlarının istediği (.......) Huzaa ve Kinane kabîleleri Melâikeye Allah’ın kızları diyorlardı. Halbuki kendileri kız evlâdlarını diri diri gömüyorlardı (.......) âyetine bak. (.......) 60Âhırete îmana olmıyanlar için kötülük meseli sıfatlar var, Allah için ise en yüksek sıfatlar, ve azîz odur, hakîm o (.......) Âhırete îmanı olmıyanların (.......) öyle kötü meseli vardır. - Ya'ni kötülükte mesel olan çirkin sıfatları vardır. Ki, evlâda muhtac olmakla beraber evlâdını öldürmek gibi. (.......) Allah’ının hakkı ise meseli a'lâdır. - Ya'ni ulviyyette mesel olan en yüksek sıfattır ki, vücubı zatî, gınai mutlak, rahmeti vâsia, mahlûkatın evsafından münezzeh olmak gibi. Onun için Allahü teâlâ, onların yaptıkları tavsıfâttan çok âli, çok münezzehtir. Ona ne kız isnad edilir ne de oğul (.......) ve o yegâne azîz - kemali kudretle müteferrid ve bahusus onları her lâhza muahazaya kadir. (.......) yegâne hakîmdir. -Yaptığını hikmeti baliğa ile yapar. Netekim: 61Maamafih Allah insanları zulümleriyle muahaze ediverse idi Yer yüzünde bir deprenen bırakmazdı, velâkin onları mukadder bir ecele kadar te'hır eder, ecelleri geldiği vakıt da bir saat ne geriletebilirler, ne öne geçebilirler Allah böyle azîzi hakîm ve onun hakkı en âli, en güzel evsaf ile vasfolunmak iken : (.......) 62Hem Allah’a kendilerinin hoşlanmıyacakları şeyler isnad ediyorlar, hem de dilleri kendilerine yalan söylüyor: en güzel akıbet onlarınmış! Doğrusu ateş onların, hem onlar ona en önde gidecekler (.......) Bir de tutarlar kendilerinin hoşlanmıyacakları şeyleri Allah’a kılarlar. - Netekim kız evlâdını hoşlanmazlar, Allah’ın kızları var derler, kendileri riyasette ortağı hoşlanmazlar, Allah’a şirk koşarlar, kendileri elçilerine hurmet edilmesini isterler, Allah’ın Resullerile istihfaf ederler, putlarına kıymetli mallarını takdim ederler, beğenmedikleri aşağılık mallarını Allah için vermeğe kalkışırlar ilh.. 63Tallahi biz senden evvel bir çok ümmetlere Resuller gönderdik, buna karşı Şeytan onlara amellerini tezyin etti, bu gün de o onların veliysidir ve onlara elîm bir azâb var 64Sana bu kitabı indirmemiz de ancak şunun içindir ki, onlara hakkında ıhtilâf ettikleri şey'i beyan edesin ve îman edeceklere bir hidayet, bir rahmet olsun 65Evet Allah Semâdan bir su indirdi de onunla Arza ölümünden sonra hayat verdi, her halde bunda dinliyecek bir kavm için bir âyet vardır (.......) Sem'i bulunan, dinliyecek olanlar- burada ba'delmevt hayata sebeb olan Semavî suyun indirilmesi ıhtar olunurken (.......) buyurulması şayani dikkattir. Halbuki suyun nüzulüne mülâyım olan dinlemek değil, görmek veya düşünmek görünür. Binaenaleyh bunda mühim bir nükte vardır ki, o da zikrolunan suyun Kur’ân’ı temsil olduğuna işarettir. Netekim Sûre-i Ra'dde (.......) âyetinde de bunun bir nazîri geçmişti. 66Her halde size sağmal hayvanlarda da bir ıbret vardır, size onun butûnundakinden fers ile dem arasında halıs bir süt içiriyoruz ki, içenlerin boğazından kayar gider 67Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvalarından da, bundan hem bir müskir çıkarırsınız hem de bir güzel rızık, her halde bunda aklı olan bir kavm için elbet bir âyet var (.......) Bir müskir bir de güzel rızk alırsınız - bu âyet müskirâta dâir ilk nâzil olan âyettir. Bununla şarab henüz tahrim edilmiş olmamakla beraber görülüyor ki, rızkı hesene mukabil zikr edilmiş ve binaenaleyh güzel bir şey olmadığı anlatılmıştır. Makabline de dikkat edilince anlaşılır ki, rızkı hasen ile sekerin tekabülü süt ile fers ve demin tekabülüne nazîrdir. Bu ise ricis tahrimine iymadır. Binaenaleyh burada rızkı hasen pekmez ve ma'mûlâtı gibi tatlılardır. 68Rabbın bal arısına da şöyle vahyetti: dağlardan ve ağaçlardan ve kuracakları köşklerden göz göz evler edin (.......) Buradaki vahyi müfessirîn vahyi ilham diye tefsir etmişlerdir. Çünkü bundan mürad vahyi nübüvvet olmadığı zâhirdir. İlham bir ma'nâyı kalbe ilkadır. Fakat ilham, ılmî veya amelî bir vücub ve ıztırar ifade etmez. Halbuki bal arısında şu ifade olunan meani zarureti ameliyye ifade eden bir fıtrati mahsusadır. Denebilir ki, arının san'atı bir nübüvvet vahyi olmamakla beraber zarurî bir huküm ifade etmesi haysiyyetilye ona şebihtir. Ve vahiy denilen şeni ruhînin kuvvet ve isabetini tasavvur-ü tefekkür edebilmek cihetinde ilhamdan daha kuvvetli bir misaldir. Ya'ni Hak teâlâ tarafından arıya bal yapmak ruh ve san'atı şaşmaz bir vücub ve isabetle verildiği gibi Peygambere gelen vahiy de zarurî bir ılmi ledünnîdir. Ve buna işareten (.......) buyurulmuştur. Binaenaleyh arıya vahyin ma'nası ona o ruh-u fıtratı vermek ve zâhiri bir vasıta olmaksızın gizli bir surette terbiye ederek ona o hiss ve san'atı kemali kat'ıyyetle ta'lim edip belletmek demektir. 69Sonra meyvaların hepsinden ye de rabbının müyesser kıldığı yollara koy, içlerinden renkleri muhtelif bir içecek peydâ olur ki, onda insanlara bir şifa vardır, her halde bunda tefekkür edecek bir kavm için elbet bir âyet var 70Hem Allah sizi halketti, sonra sizi vefat ettiriyor, içinizden kimi de erzeli ömre reddolunuyor ki, biraz ılimden sonra bir şey bilemez olsun, her halde Allah hem alîm hem kadîr 71Allah ba'zınızı ba'zınıza rızıkta tafdıl de etti, fazla verilenler rızıklarını ellerinin altındakilere reddediyorlar da hepsi onda müsavi oluyorlar da değil, şimdi Allah’ın nı'metini mi inkâr ediyorlar? 72Allah size kendilerinizden zevceler de verdi ve size zevcelerinizden oğullar ve torunlar verdi ve sizi hoş hoş nı'metlerden merzuk buyurdu, şimdi bâtıla inanıyorlar da onlar Allah’ın nı'metine küfür mü ediyorlar? 73Allah’ı bırakıp da kendilerine Göklerden ve Yerden zerrece bir rızka malik olmıyan ve olmak ıhtimali bulunmıyan şeylere tapıyorlar 74Artık Allah’a temsiller yapmağa kalkmayın, çünkü Allah bilir siz bilmezsiniz 75Allah şunu temsil getirdi: bir abdi memlûk, hiç bir şey'e kudreti yok, bir de o zat ki, kendisine tarafımızdan güzel bir rızık nasîb etmişiz de o ondan gizli, açık infak edip duruyor, hiç bunlar müsavi olurlar mı? Bütün hamd Allah’ındır amma çokları bilmezler (.......) Burada (.......) buyurulmayıp da cemi' sıgası irad olunması yalnız iki ferd değil, iki sınıf arasında mukayese olduğuna işarettir. Ya'ni hurriyyetine sahib olmayıp başkasının milki olan âciz köleler sınıfı ile hurler sınıfı ve bahasus güzel rızk ile merzuk olup da onu muhtac olanlara sarf-ü harc eden hurler sınıfı müsavi olur mu? Elbette olmazlar değil mi? İşte Allahdan başkasına tapanlar abdi memlûk gibi hurriyyetini verip bir mahlûka kul olmuş köleler kabilindendir Allahdan başka ilâh tanımıyan muvahhid mü'minler de ahrar demektir. Filvakı' (.......) diye bilmekten büyük hurriyyet tasavvur olunamaz. Binaenaleyh küfr-ü şirk, bâtıl dinler hep birer kaydi esaret, dini hak ve îmanı tevhid insan için bir hurriyyet, bir servettir. Düşünmeli ki, o hurriyyet ni'meti ne büyük ni'mettir ve onu veren kimdir? (.......) bütün hamd Allah’ındır. - Hurriyyet onun ni'meti olduğu gibi her ni'met de onundur. Binaenaleyh hakkı şükür ve ta'zım de münhasıren onundur. Hurriyyetin kıymetini bilmeli, din ve iymanın kadrini anlamalı da münhasıren Allah’a ubudiyyet ederek hamd etmelidir. (.......) fakat ekserîsi bilmezler - bilmezler de küfr-ü küfranda bulunurlar. Hurriyyet da'vasile Şeytana esir olurlar. Gelelim ikinci temsile: 76Allah şunu da bir temsil getirdi: iki kişi birisi dilsiz, hiç bir şeye kudreti yok, efendisine sade bir ağırlık, ne tarafa gönderilse hiç bir hayre yaramaz, hiç bu, adâletle âmir olan ve doğru bir yolda giden kimseye müsavi olabilir mi? (.......) Allah şunu da darbi mesel yapmıştır. (.......) iki adam (.......) birisi dilsiz - söz söyliyemez (.......) hiç bir şey beceremez (.......) ve o efendisine de bir bârdır - ya'ni o hımbıl aynı zamanda bir efendiye muhtac bir köledir. Fakat o efendisine ne de bir yüktür. Boşuna yer içer (.......) nereye gönderirse bir hayre yaramaz - işte kâfirlerin darbi meseli budur. Hak söz söylemez, hakka karşı dilsizdir, mevlâsı olan Allahü teâlâya muhtactır. Fakat onun emirlerini iyfa etmez, yer içer bir hayra yaramaz. Şimdi bir tasavvur olunsun (.......) o - ebkem, kell (.......) bir de adalet emreden ve bununla beraber kendisi de sıratı müstekım üzere bulunan kimse hiç müsavi olur mu? - Elbette olmaz. İşte kâmil mü'minin darbi meseli de budur. Kendisi doğru yolda gider, hak din ile mütedeyyin, ilmi ile âmil olarak hakkı söyler, adl-ü hakkaniyyet emreder, emir bilma'ruf yapar ve bu suretle sahib kelâm, ülül'emr olur. Ve böyle yaparken kendisi adl-ü istikametten ayrılmaz. (Sûre-i «Nisâ» da (.......) bak). Şüphe yok ki, böyle adlemreden insanlar içinde icrayi adalete me'mur olanlar da haktan inhiraf edecek olsalar bile kolaylıkla edemezler. Onun içindir ki, bir hadîsi nebevîde (.......) buyurulmuştur. Zamanımızdaki müslimanların esbabı sükutları da bu noktadan ve bu meselden istihrac olunabilir. 77Bütün Semavât-ü Arzın gaybını bilmek de Allah’a mahsus, saat emri ise sâde lemhi basar gibi yâhud daha yakındır, şüphe yok ki, Allah her şey'e kadir 78Ve Allah sizi analarınızın karınlarından öyle bir halde çıkardı ki, hiç bir şey bilmiyordunuz, öyle iken size, işitme, gözler, gönüller verdi ki, şükredesiniz (.......) Bu âyet ılim nazariyyesinde ıhtibar ve tedrib mezhebini müeyyid görünüyor. 79Görmediler mi baksalar a kuşlara cevvi Semâda müsahharlar iken onları Allahdan başka tutan nedir? Elbette bunda îman edecek bir kavm için çok âyetler var 80Allah size evlerinizden bir mesken yaptı ve en'am derilerinden size gerek göç günümüzde ve gerek ikametiniz gününde hafif hafif taşıyacağınız evler ve yünlerinden yapağılarından, kıllarından bir zamana kadar (giyinecek, kuşanacak, serilecek, döşenecek) bir esas ve (ticaret edilecek) bir meta' yaptı 81Allah halkettiği şeylerden sizin için gölgeler yaptı ve sizin için dağlardan siperler yaptı, hem sizi sıcaktan vikaye edecek esvablar hem de harbde vikaye edecek esvablar yaptı, bu suretle üzerinizde olan ni'metini tamamlıyacak ki, siz halıs müsliman olup selâmet neşredesiniz 82Buna karşı eğer yüz çevirirlerse artık senin üzerine düşen ancak tebliği beliğdir 83Allah’ın nı'metini tanırlar, sonra da inkâr ederler ve ekserisi kâfirdirler 84Bir gün de gelecek ki, her ümmetten bir şâhid ba'sedeceğiz, sonra o küfredenlere ne izin verilecek ne de onlardan tarzıye istenecek 85Ve o zalimler azâbı gördükleri vakıt artık o onlardan ne tahfif olunacak ne de kendilerine mühlet verilecek 86Ve o müşrikler şeriklerini gördükleri vakıt «Ya rabbenâ! işte şunlar seni bırakıp da kendilerine taptığımız şerikler diyecekler, onlar da şu sözü fırlatacaklar: her halde siz kat'iyen yalancılarsınız 87Ve o gün Allah’a arzı teslimiyyet etmişlerdir ve bütün o uydurdukları şeyler kendilerini bırakarak gaib olup gitmişlerdir 88O hem küfretmiş hem de Allah yolundan çevirmiş olanlar diğerlerini de ifsad ettikleri cihetle o azâb üstüne bir azâb ziyade etmişizdir 89Hele her ümmet içinde kendilerinden üzerlerine bir şâhid ba's edeceğimiz, seni de onlar üzerine şâhid getirdiğimiz gün!... ve bu kitabı sana ceste ceste indirdik ki, her şeyi beliğ bir surette beyan etmek hem bir hidayet kanunu, hem bir rahmet, hem de müslimîne bir müjde olmak için 90Haberiniz olsun ki, Allah size adli, ihsanı ve yakınlığı olana atâyı emrediyor ve fuhşiyyâttan, münkerden, bagiyden nehyediyor, size va'zediyor ki, dinleyip anlayıp tutasınız (.......) Muhakkak Allah, adli (.......) ihsanı (.......) ve - hususiyle (.......) akrabaya vergiyi emreder (.......) ve fuhşiyyâttan (.......) münkerden (.......) bagiden neheyler. ADİL, her şeyi mertebesine vaz'etmek, hakkı yerine koymaktır ki, bagyin, ta'biri aharle cevr-ü zulmün zıddıdır. Adil, insaf ve hakkaniyyet ve istikamet mefhumlarını tazammun eden bir denkleştirmedir ki, terâzinin dili gibi ıfrat ile tefrıt beyninde bir noktai tevhid ve istikamet olarak tarafeyninde muadele denilen bir muvazenet ifade eder. Ve Bundan dolayı adâlete ve adalet düsturlarına mizan dahi ıtlak olunur. Netekim (.......) buyurulmuştur. Ya'ni adalet, nizamı âlemdir. Ve amel ve taatte mikdari vacıb olan bir fazıleti ahlâkıyyedir. Şüphe yok ki, her hakkın başı Hak tealanın hakkı olan ulûhiyyet hukukudur. Ulûhiyyet hukukunun birincisi ise vahdaniyettir. Çünkü şerik ve nazıri bulunanın aksayı ta'zıme istihkakı olamaz. Binaenaleyh adlin başı tevhidi ilahtır. Netekim bu ayetin tefsirinde İbn-i Abbastan: (.......) rivayetler varid olmuştur. IHSÂN kelimesi de lûgatte iki suretle isti'mal olunur. Birisi (.......) dur ki, bir şeyi güzel yapmak demektir, Birisi de (.......) dir ki, ona iyilik etti demektir. Lisanımızda ihsân bu ikinci ma'nada müteareftir. Âyette ise ikisine de muhtemildir. Ve her ikisile de tefsir, varid olmuştur. Evvelkisi yaptığını güzel yapmak demek olur. Bu ma'na ile ıhsan, hadîsi nebevîde (.......) sanki görüyorsun gibi Allah’a ıbadet eylemen» diye tefsir olunmuştur. Ya'ni bu surette ıhsan, «vazıfeyi en güzel surette yapmak» demektir. Yine bu ma'nadan olarak aleyhıssalatü vesselam: (.......) buyurmuştur ki, «Allah teala her şey üzerine ihsanı yazdı, binaenaleyh katil ve zebhi dahi güzel surette yapınız her biriniz bıçağını iyi bilesin ve zebihasına rahat ettirsin» demektir. İkincisi nasa iyilik yapmak demek olur. Bu ma'na ile ihsan da (.......) kendin için sevdiğini kardeşin için de sevmen» Hadîs-i şerifile tefsir olunmuştur. (.......) akribaya muhtac oldukları hususatta atıyye ve ihsan ile sıla ve ikramdır. Bu esasen ihsanda dahil ise de şanına ihtimamen bilhassa zikrolunmuştur. Resuli ekrem sallallahü vesellemden merviydir ki, buyurmuştur: (.......) sevabı en çabuk olan taat sılei rahîmdir» ya'ni akrıbaya ıhsan ile te'yidi alâkadır (.......) FAHŞÂ, çirkinlikler, zinâ gibi şehevâta mutabeatte ifrat ile alâkadar olan günahlardır ki, lisanımızda fuhşiyyat ta'bir olunur. Ve bunlar insanların en çirkin halleridir. Münker, ne şeriatte ne âdette tanınmıyandır. Zira şer'-ü âdette ma'ruf olmıyan fi'ıller hoş görülmez, gadabı tehyic eyler, redd-ü inkâr edilir. Ya'ni hakkı olmıyan şey'i taleb etmek, gayrın hukukuna tecavüz eylemektir ki, adlin zıddı ya'ni zulümdür. Kibari sahabeden Osman İbn-i Maz'uni Cumahı radıyallahü anhten merviydir ki, «ben, demiş, iptidada sırf Muhammed Aleyhısselâmdan utandığım için müsliman olmuş idim, islâm henüz kalbimde tekarrur etmemişti. Bir gün huzuruna vardım. Bana konuşuveriyordu. Konuşurken gördüm ki, gözünü Semaya dikti sonra da sağından aşağı indirdi. Sonra bunu bir daha tekrar etti. Sordum, buyurdu ki, sana konuşuverirken birden bire Cibril sağımdan nüzul etti de «Ya Muhammed! (.......) adil, (.......) ihsan, kıyam bilferaız (.......) ya'ni karabeti olana sıla (.......) zina (.......) ne şeriatte ne sünnette tanınmıyan (.......) istitale dedi. İşte bunun üzerine, dedi müşarünileyh Osman: kalbime îman oturdu. Vardım Ebû Talibe haber verdim «ey ma'şeri Kureyş, dedi, biraderzademe ittiba' ediniz ruşdü bulacaksınız. Her halde size ancak mekârimi ahlâktan başka bir şey emretmiyor.». Bunun üzerine Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem» ey amucacığım! Nâsın bana ittiba' etmeleri emredersin de kendini bırakır mısın?» Dedi ve cehdetti. Fakat o, ıkrarı islâmdan ibâ etti ve binaenaleyh (.......) âyeti nâzil oldu. Hazret-i Aliden de mervîdir ki, şöyle demiştir: «Allahü teâlâ, Peygamberine kendisini Arab kabîlelerine arzetmesini emretti, binaenaleyh Nebiyyi ekrem çıktı ben ve Ebû Bekir beraberinde idik, bir mecliste tevakkuf ettik ki, üzerlerinde vekar vardı. Ebû Bekir, bu kavim, kimlerden diye sordu, Şeyban İbn-i Sa'lebeden dediler. Bunun üzerine Resulullah onları iki kelimei şehadet da'vet ve Kureyş tekzib ettiği için kendisine yardım etmelerini teklif etti. Edince Makrun İbn-i Amir, ya Eha Kureyş, dedi, bizi da'vet ettiğin şey nedir? Resulullah (.......) tilâvet buyurdu. Binaenaleyh Makrun İbn-i Amir «vallahi, sen mekarimi ahlâka ve mehasini a'male da'vet ediyorsun. Seni tekzib eden ve senin aleyhinde hareket etmek istiyenler kasem ederim ki, ifk-ü iftira ediyorlar» dedi. İbn-i Mes'ud radıyallahü anh demiştir ki, «Kur’ân’da hayr-u şerri en camı' olan âyet budur. Demişlerdir ki, eğer Kur’ân’da bu âyetten bir şey olmasa idi ona yine (.......) ıtlakı sadık olurdu. (.......) bunun (.......) âyeti akıbında irad olunması buna tenbih içindir. Böyle emr-ü nehiy ve hayr-ü şerri beyan ve temyiz ile Allah (.......) size va'zediyor ki, (.......) tezekkür edesiniz. - Belleyib tutasınız. Binaenaleyh bu nasıhati dinleyiniz bu emr-ü nehyi tutunuz. 91Bir de muahede ettiğinizde Allah’ın ahdini yerine getirin, ve sağlam sağlam ettiğiniz yeminleri bozmayın, nasıl olur ki, ona Allah’ı kefil kılmıştınız, şüphe yok ki, Allah, ne yaparsanız temamen bilir 92Ve bir ümmet diğer bir ümmetten daha nemalı olduğu için yeminlerinizi aranızda bir hud'a ittihaz ederek o, ipliğini kat kat kuvvetle büktükten sonra sökmeye çalışan karı gibi olmayın, her halde Allah sizi onunla imtihan eder ve elbette o ıhtilâf etmekte olduğunuz şeyleri Kıyamet günü size muhakkak beyan edecektir 93Allah, dilese idi elbet hepinizi bir tek ümmet yapardı ve lâkin o, dilediğine dalâlet, dilediğine hidayet buyurur ve her halde hepiniz bütün yaptıklarınızdan mes'ul olacaksınız 94Yeminlerinizi aranızda hud'a ve fesada vesile ittihaz etmeyin ki, sonra sağlam basmışken bir ayak kayar ve Allah yolundan saptığımız için fena acı tadarsınız, Âhırette de size pek büyük bir azâb olur 95Allah’ın ahdini cüz'î bir bedele değişmeyin her halde Allah yanındaki sizin için daha hayırlıdır, eğer bilir iseniz 96Sizin yanınızdaki tükenir, Allah’ın yanındaki ise bâkîdir, elbette biz o sabredenlere yaptıkları amelin daha güzelile ecirlerini muhakkak vereceğiz 97Erkekten dişiden her kim mü'min olarak iyi bir amel işlerse muhakkak ona hoş bir hayat yaşatacağız ve yapmakta oldukları amellerin daha güzelile ecirlerini muhakkak vereceğiz 98İmdi Kur’ân okuduğun vakıt evvelâ Allah’a sığın o recîm Şeytandan (.......) İstiâze ile emir, ma'nâsile emirdir. Kur’ân okumaktan müstefid olmak için evvel emirde Şeytandan Allah’a sığınmak lâzımdır. Bu ise esasen kalbin fı'lidir. Onun için Cumhûr, lâfzan istiâze ya'ni euzü çekmek vacib değil, müstehab demişlerdir. Hasılı şeytanet peşinde dolaşan Şeytan dostları Kur’ân’dan hidayet alamazlar. Onun için: 99Hakikat bu ki, îman edip de Rablarına tevekkül edenler üzerine onun sultası yoktur 100Onun sultası ancak onu veliy ittihaz edenlere ve Allah’a şirk koşanlaradır 101Bir âyeti bir âyetin yerine bedel yaptığîmız vakıt Allah indirdiğine ve indireceğine a'lem iken o Şeytan yârânı: "Sen sırf bir müfterisin" dediler, hayır onların çoğu bilmezler (.......) Bir âyetin yerine diğer bir âyetin bedel getirilmesi nesıhtır. Evvelki mensuh sonraki nâsıh olur. Kâfirler nesıh mes'elesini nübüvveti Muhammediyye hakkında bir şüphe gibi ileri sürmek istemişlerdi ki, zamanımızda da hâlâ bunu ta'kıb eden kâfirler çoktur. Bu onlara cevabdır. Ya'ni bir âyeti neshedip yerine diğer bir âyeti bedel getirdiğimiz vakıt (.......) ki, Allah, ne indirdiğini, indireceğini bilir. - Onun nesh-u tebdili hâşâ cehilden değil, ilm-ü hikmetindendir. Evvelkisi de, sonraki de hikmeti ilâhiyyenin ve maslahati ıbadın muktezasına göre nâzil olur. Bir vakit için maslahat olan diğer bir vakit için mefsedet olabilir, Bunun aksi de vardır. Zira devaı, muhteliftir. Şeriatler ise meaş-ü meadde ıbadullahın masalihile mütenasibtir. Halbuki Allah teala, şeriati Muhammediyyeyi Kıyamete kadar muhtelif zamanların masalihine hâkim olmak için inzal buyurmuştur. Allahü teâlâ, ne indirdiğini ve indireceğini bilib dururken bir âyeti tebdil ettiği zaman (.......) sen, Peygamber değil, bir müfterisin dediler -bu Kur’ân’ı kendin uyduruyorsun da Allah’a iftira ediyorsun. Bu Allah kelâmı olsa idi tebdil olunur mu idi? demeğe kalkıştılar. Rivayet olunduğuna göre: evvelâ şiddetli bir âyet sonra da ondan yumuşak bir âyet nâzil oldumu Kureyş kâfirleri derlerdi ki, «Muhammed, eshabı ile eğleniyor, bu gün bir şey emrediyor, yarın da ondan nehyediyor. Her halde bunları o kendiliğinden uyduruyor da Allah’a iftira ediyor». (.......) hayır (.......) onların ekserîsi bilmez -içlerinde bilen ve bildiği halde ınad ve istikbar edenler dahi varsa da ekserîsinin ılim şanından değildir, ve Kur’ân’ın hakikatini ve nesh-u tebdilin faide ve hikmetini bilmezler. 102Söyle onlara: onu Rabbından hikmeti hakkile Ruhulkudüs indirdi ki, îman edenleri tesbit etmek ve müslimanlara bir hidayet, bir bişaret olmak için (.......) Sen söyle ki, - ya Muhammed (.......) onu Ruhulkudüs rabbından hakk ile indirdi - RUHULKUDUS, kudsiyyet ruhu, ya'ni hiç bir şaibe ile lekelemek ihtimali olmıyan pâklık ruhu, bir emniyyete şayan, mukaddes, tertemiz ruh demektir ki, Cebraîldir. Netekim (.......) âyetindeki ruhu emin de odur. (.......) kavli ilâhîsinde olduğu gibi burada Cebraîlin ruhulkudus unvanile zikri kâfirlerin iftiralarını şiddetle reddiçin Peygamberin kemali nezahat ve kudsiyyetini tashiran tesbit nüktesile alâkadardır. Ya'ni ya Muhammed, Kur’ân öyle mukaddes bir kitabdır ki, bunu sana hiç bir şaiba ile lekedar olmak ihtimali olmıyan ruhulkudus, rabbın tealâdan indirmekte, hem de hiç bir bâtıla mahallolmıyacak surette hakkile indirmektedir. Binaenaleyh bu kitab nâsıh ve mensuhıyle bütün mazmunu hak bir kitabı mukaddes ve sen, Rusulkuduse sahib bir Resuli haksın. Rabbın bunu böyle indirdi ki, (.......) îman edenleri tesbit etsin - iymanda sâbit kılsın (.......) ve Allah’ın hukmüne inkıyad eden bütün müslimîne hidayet ve bişaret olsun için - İşte nesih, böyle tesbit ve hidayet ve bişaret hikmetlerile alâkadardır. Burada bu «müslimîn» fasılasının terciı bâlâdaki (.......) âyetine işaretle (.......) âyetini ıhtar eder. 103Muhakkak biliyoruz ki, onlar "mutlaka onu bir beşer ta'lim ediyor" da diyorlar, ilhad etmek istedikleri kimsenin lisanı A'cemîdir, bu Kur’ân ise gayet beliğ bir Arabî lisan (.......) Filvaki' biliyoruz (.......) onlar - o kâfirler (.......) hayır, onu muhakkak bir beşer ta'lim ediyor diyorlar. - Ya'ni Kur’ân’ı Muhammede Ruhulkudus indirmiyor, mutlak bir beşer ta'lim ediyor diyorlar. Böyle demeleri bir kerre şimdiye kadar bir beşerden ta'lim görmediğini i'tiraf ve «kendi uyduruyor» demelerini tekzibdir. (.......) diyemiyorlar. Ya'ni Resulullahın i'lâni risaletten mukaddem ne gizli ne aşikâr bir kimseden teallüm görmediği herkesin ma'lûmu olduğu cihetle hiç kimseyi iğfal edemiyecek olan öyle bir iddiaya cesaret edemiyorlar. Fakat gödükleri fevkal'adelik karşısında bunu bahane ederek diyorlar ki, «bu şimdiye kadar hiç bir ta'lim görmediği için bunu kendisi yapamaz. Bir ümmînin böyle bir kitab yapabileceğini akıl kabul etmez. Bunu şimdi muhakkak birisi ta'lim ediyor». Lâkin Allah’ın ta'lim ettiğine inanmak istemiyorlar da mutlak bir beşer ta'lim ediyor diyorlar. Bu Kur’ân’ı ona bir beşer yapıveriyor, o da öğrendiklerini Allah kelâmı diye satmak istiyor, tarzında iftira ve istihza ediyorlar. Bu âyetin sebeb-i nüzulü hakkında varid olan rivayetlerde denilmiştir ki, Mekkede Âmir İbn-i Hadramînin «Cebrâ» yâhud «Yeıyş» namında rum bir kölesi varmış, okur yazar sahibi kitab imiş. Herkesi da'vet eden Resulüllah ba'zan Mervede onu meclisine alır konuşurmuş, Kureyş müşrikleri buna kızar, Kur’ân’ı Muhammede bu nasranî ta'lim ediyor diye istihza etmek isterlermiş. Bir de Cebra ile, Yesâra namlarında iki rum, Mekkede kılıç yaparlar ve Tevrat ve İncil okurlarmış. Resulullah ba'zan bunlara uğrar, okuduklarına rast gelirse dinlermiş. Ba'zıları da bunu behane etmek istemişler. Bir de «Huveytıb İbn-i Abdül'uzzâ» nın kölesi «Âbisâ» sahib kütüb imiş, müsliman olmuş, bunu gören müşrikler «hâ, Muhammedi bu öğretiyormuş» demeğe kalkışmışlar. Bir de Selmâni Farisîden bahsedilmiştir. Fakat müşarünileyhin islâmı Medinede olduğu cihetle âyetin mekkî olmasına nazaran sebebi nüulünde bunun mevzuıbahsedilmesi doğru olamıyacağı beyanile buna ı'tiraz olunmuştur. Hasılı nübüvveti kabul etmek istemiyen müşrikler, Resulullahın yeni tahsıle başlamış acemî bir müteallim veya başkasına yaptırdığını kendine isnad eden bir aldatıcı gibi göstermek için bir beşerin ta'limi şüphesini uyandırmak istiyor ve gâh şuna gâh buna isnad ederek muhtelif propagandalar yapıyorlardı. Netekim son zamanlarda ba'zı hırıstiyanlar da Muhammed, dinini hırıstiyanlardan öğrendi, müslimanlığı hırıstiyanlıktan aldı diye aynı vechile neşriyatta bulunmuşlardı. İşte bütün bunlara şamil hile olmak üzere görülüyor ki, âyette bir isim tasrıh edilmemiş mutlak olarak «bir beşer» denilmiş ve bununla şüphenin sureti umumiyyede kökünden halline işaret olunmuştur. Zira bu surette müfterîlerin asıl garazları her hangi bir beşerin ta'limi şüphesini ileri sürmektir. Hatâlarının da meb'nası budur. Kur’ân’ın bir tenzili ilâhî olduğunu inkâr etmek için öyle söyliyenler düşünmüyorlar ki, (.......) ilhad etmek istediklerinin lisanı A'cemîdir. - Arabî değil, ana lisanı Arabcanın yabancısı bir A'cemîdir. Ya'ni ona bir beşer ta'lim ediyor demelerinden maksadları nâsın aklını çelmek, fikirlerini Allahdan bir beşere çevirmektir. Halbuki bu dedikleri büsbütün hılâfı ma'kuldür. Çünkü Muhammede ta'lim ediyor diye fikirleri eğmek istedikleri o mefruz beşerin bir kerre Arabdan olmasına ıhtimal yoktur. Zira Kur’ân, bütün cihana meydan okuyup dururken Arab içinde öyle bir muallim olsa idi hiç şüphesiz, kalkıp «sana öğreten ben değil miyim?» diye yüzüne vuruvermez miydi? Veyahûd Kur’ân’ın nezîrlerini yapıp hiç olmazsa el altından dağıtı vermez miydi? Arabın bütün büleğâ ve ağniyası bununla uğraşıyor ve Peygamberin malen ve maddeten hiç bir kuvvei cebriyyesi bulunmıyor. Ve ona muaraza etmek için o kadar devâı ve evsâık mevcud bulunuyordu ki, bu şeriat altında öyle bir şahsın kendini tanıtmamasına «ihtimal mutessavver değildi. Onun için Arab içinde öyle bir muallim olmadığı bil'istikra sâbit bulunduğu gibi ak'len ve bil'istidlâl de sâbit idi. Binaenaleyh öyle bir şahsı mefruz, olsa olsa Arabın haricindeki her hangi bir kavimden bir a'cemî olmak üzere farzolunabilirdi. Bundan dolayı Arablar da Arabla değil, balâda nakledildiği üzere a'cemî ile ilhad ediyorlardı (.......) halbu ki, bu -Kur’ân’ı kerîm (.......) parlak bir Arabî lisandır. - Öyle Arabî bir beyandır ki, bütün Arab büleğasını tenzîrinden âciz bırakmıştır. Bunu bir a'cemî nasıl yapabilir? Böyle parlak bir Arabî artık bir a'cemînin ta'limine nasıl isnad olunabilir? Gerçi bir A'cemînin oldukça iyi bir Arabça öğrenmesi ve bilmiyenlere ta'lim etmesi âdeten mümkindir. Fakat Arab değil, a'cemî olmak, sonra da bütün Arabın fevkında parlak bir Arabî lisana sahib olmak şüphe yok ki, böyle bir farzıyye de bir değil, iki mertebe harikulâdelik vardır. Allahü teâlânın o a'cemî hakkında harıka üzerine harıka olan bir ihsan ve ı'nayetini mülâhaza ve kabul etmeden böyle bir farzıyye yürütmek aklın bütün bütün zıddınadır. İşte Allah’ın ta'lim-ü tenzilini kabul etmeyip de akılları çelmek için «onu bir beşer ta'lim ediyor» diyen mülhidlerin bir ma'kul gibi ileri sürmek istedikleri o söz, ma'kul değil, daha ziyade hılâfı ma'kul ve tenakuzdur. Bir fevkalâdeyi kabul etmemek için iki fevkalâdenin kubulünü ma'kul farzeyler ve tenakuzlarından haberleri olmaz. İdrâk etmezler ki, «onu bir beşer ta'lim ediyor» demekle Kur’ân’ın parlaklığı sönmez o mefruz beşere daha fazla bir kıymet verilmiş, harika katlanmış olur. Denebilir ki, aceba bunların maksadları «bir a'cemî ma'nâyı telkin ediyor, o da onu o parlak Arabî ile ifade eyleyor» demek olamaz mı? Fakat böyle demek, Kur’ân’ın nazmi, münzel bulunduğunu ve nazmı arbîsindeki fesahat ve belâgat i'tibarile kat'î ilzam ifade eden bir mu'cize olduğunu i'tiraf eylemektedir. Hulâsa mülhidler, iftiralarında böyle mütenakız ve fikirlerinde böyle şaşkındırlar. Zira 104Allah’ın âyetlerine inanmıyanları elbette Allah, hidayete erdirmez ve onlara elîm bir azâb vardır (.......) Allah’ın âyetlerine inanmıyanlar, şüphe yok ki, (.......) Allah onlara hidayet etmez (.......) ve onlara elîm bir azâb vardır. 105Yalanı ancak Allah’ın âyetlerine inanmıyanlar uydurur iftira ederler, işte onlar kendileridir ki, o yalancılardır (.......) yalanı ancak Allah’ın âyetlerine inanmıyan böyle ıymansızlar uydurur. - İftira ederler (.......) ve yalancı ancak onlardır -ya'ni sana müfteri diyen o iymansızlardır ya Muhammed, sen her halde sadıksın, bu Kur’ân bir beşerin ta'limi değil, nazm-u ma'nâsile (.......) dır. Binaenaleyh mü'minler, öyle mülhidlerin sözlerine aldanıp da küfre düşmekten sakınsınlar. Çünkü : 106Her kim imanından sonra Allah’a küfrederse - kalbi îman ile mutmainn olduğu halde ikrah edilen başka - velâkin küfre sinesini açan kimse lâbüdd onların üstüne Allahdan bir gadab iner ve onlara azîm bir azâb vardır (.......) Her kim iymanından sonra Allah’a küfrederse - ya'ni kelimei küfr tefevvüh eder, küfrolan sözü söylerse (.......) kalbi îman ile mutmeinn olduğu halde ikrah olunan değil - ya'ni canını veya a'zasından bir uzvunu itlâftan korkulur bir emr ile ikrah edilmek suretile değil (.......) ve lâkin küfre sinesini açan - küfür hoşuna giden, ya'ni ikrah olunmadığı halde rızasiyle kelimei söyliyen veya ikrah olunduğu zaman kalbini bozup da küfre i'tikad ediveren kimseler (.......) bunlar üzerine Allahdan bir gadab - ya'ni künhü ta'rif olunmaz büyük bir gadab (.......) ve bir de bunlara azîm bir azâb vardır. - Çünkü cürümleri en büyük cürümdür. Rivayet olunur ki, Kureyş ammarı ve babası Yasiri ve anası Sümeyyeyi irtidada ikrah ettiler, imtina' eylediler. Bunun üzerine Sümeyyeyi birer ayağından iki devenin arasına bağladılar ve: sen erkekler için müsliman oldun, diyerek bir harbe ile önünde deştiler. Develere sürükletip parçalatarak öldürdüler, arkasından Yasiri de öldürdüler ve islâmda ilk maktul bu ikisi oldular (.......) anasını babasını bu halde gören Ammar ise ikrah olunanı lisanen söyleyiverdi. Bunun üzerine: ya Resulullah, denildi Ammar küfretmiş. Resulallah sallallahü aleyhi vesellem buyurdu ki, hayır Ammar, baştan ayağa îman dolmuş, îman onun etine kanına karışmıştır. Derken Ammar ağlıyarak Resulullaha geldi, Resulullah da gözlerini silmeğe başladı ve buyurdu ki, nen var, tekrar ederlerse sen de dediğini tekrar et». Birde Müseylimetül'kezzab iki kişiyi tutmuştu. Birisine: Muhammed hakkında ne dersin? Dedi, Resulullah dedi. Benim hakkımda ne dersin? Dedi, sen de dedi. Binaenaleyh bunu bırakıverdi, o birine Muhammed hakkında ne dersin? dedi. Resulullaha dedi. Benim hakkımda ne dersin dedi. Dilsizim cevabı verdi. Üç def'a terar etti, o yine aynı cevabı verdi, binaenaleyh bunu katleyledi. Resulullah haber alınca buyurdu ki, evvelkisi Allah’ın ruhsatını tuttu, ikincisi hakkı ızhar etti. (.......) Demek ki, böyle ikrahı mülci halinde yalnız lisaniyle kelimei küfrü telâffuz etmek câizdir, fakat bu ruhsattır ve âyetten anlaşıldığı üzere kalbi îman ile mutmeinn olmak şartıyle bir ruhsattır. Fâkat ızharı hak ve ı'zazi din için helâki göze alıp da ictinab etmek azimettir. Ve bu hususta azimet ile amel efdaldir. 107Bunun sebebi: çünkü onlar Dünya hayatı sevmiş âhırete tercih etmişlerdir, Allah da kâfirler güruhunu doğru yola çıkarmaz 108Onlar öyle kimselerdirler ki, Allah kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemişdir ve işte onlardır ki, hep gafillerdir 109Çare yok onlar âhırette tamamen hüsrana düşeceklerdir 110Sonra şüphesiz ki, rabbın o mihnete mübtelâ olmalarının arkasından hicret eyleyen, sonra mücahade ve sabreden kimseler hakkında şüphesizdir ki, rabbın bunun arkasından elbette gafurdur rahîmdir 111O gün ki, her kes nefsi için mücadele ederek gelir, her nefse işlemiş olduğu amel tamamile ödenir ve hiç birine zulmedilmez 112Bir de Allah bir şehri mesel yaptı ki, emniyyet ve asayiş içinde idi, ona her yerden rızkı bol bol geliyordu, derken Allah’ın nı'metlerine nankörlük etti, Allah da ona o yaptıkları san'atla açlık ve korku libâsını tattırıverdi 113Celâlim hakkı için, onlara içlerinden bir Resul geldi de ona yalan söyleyor dediler, zulmederlerken azâb da kendilerini yakalayıverdi 114Onun için siz Allah’ın size verdiği rızıklardan halâl ve hoş olarak yeyin de Allah’ın nı'metine şükredin, eğer gerçekten ona ıbadet edecek iseniz 115O size ancak ölüyü ve kanı ve hınzır etini, bir de Allah’ın gayrisinin namına kesileni haram kıldı, her kim de muztarr olursa bâğiy ve mütecaviz olmadığı halde, artık şüphe yok ki, rabbın gafurdur rahîmdir 116Sade dilinizin yalan tavsıfile şu halâl, şu haram demeyin ki, yalanı Allah’a iftira etmiş olursunuz, şüphe yok ki, yalanı Allah’a iftirâ edenler felâh bulmazlar 117Az bir istifade ve haklarında elîm bir azâb vardır 118Yehudî olanlara ise bundan evvel sana naklettiklerimizi haram kıldık ve onlara biz zulm etmedik ve lâkin kendi kendilerine zulmediyorlardı 119Sonra şüphesizdir ki, rabbın bir cehaletle kötülük işleyen, sonra arkasından tevbe edip düzelen kimseler hakkında şüphesiz ki, rabbın bunun arkasından elbette gafurdur, rahîmdir (.......) Sûre-i «En'am» da (.......) bak. 120Muhakkak ki, İbrahim başlı başına bir ümmet idi, tek bir hanîf olarak Allah’a itaat için kıyam etmişti ve hiç bir zaman müşriklerden olmadı (.......) Muhakkak ki, İbrahim başlı başına bir ümmet idi - nâs, hep kâfir iken o, (.......) bir hanîf, ya'ni bâtıl dinlerin cümlesinden teberri ile hakka teveccüh etmiş temiz bir muhavvid olarak Allah için kıyam etmişti (.......) hem o, müşriklerden değil idi - ya'ni müşrik oldukları halde kendilerini İbrahimin milletinden addeden Kureyş ve saire gibi müşriklerin dinlerine aslâ iştirak etmemişti 121Onun ni'metlerine şâkir idi, o onu seçmiş ve doğru bir yola hidayet buyurmuştu (.......) Allah’ın ni'metlerine şakir idi - o ni'metlerin şükrü iyfa etmek üzere kıyam etmişti. O ni'metler ne idi denilirse (.......) Allah, onu içtiba etmişti. (.......) Buyurulduğu vechile nâsın önüne düşmek üzere nübüvvete ıstıfa (.......) ve bir doğru yola hidayet eylemişti - şu veya bu vasıtayı dolaştırmaksızın doğrudan doğru Allah’a götüren hak dine muvaffak kılmıştı ki, milleti islâmdır. «İctiba» karînesiyle anlaşılır ki, bu hidayetin neticesi mücerred onun kendi ihtidası değil, halkı da irşad olmuştur. İşte Dünya küfr-ü küfran içinde iken o, bu ni'metlerin şükrünü eda etmek üzere bu doğru yolda giderek (.......) duasile Allah için kıyam etti 122Ve biz ona hem Dünyada bir hasene verdik, hem de şüphesiz ki, o Âhırette elbette salihînden (.......) biz de ona Dünyada bir hasene verdik, çok güzel bir halet ve mazheriyyet ıhsan eyledik - bütün insanlar arasında zikri cemîl ile senaya mazher kıldık. Her din eshabi onu sever, bahusus müslimanlar (.......) diye her namazda yadederler (.......) ve muhakkak ki, o, Âhırette hiç şüphesiz salihlerdendir - (.......) diye duası vechile Cennette yüksek derecât eshabındandır. Şimdi bütün bunların fevkında İbrahime bahşedilen en yüksek şeref ve hasene şudur ki, 123Sonra da sana vahyeyledik ki, hakperest (hanîf) olarak İbrahim milletine ittiba' et, o hiç bir zaman müşriklerden olmadı (.......) Sonra sana şöyle vahyettik (.......) bir hanîf olarak milleti İbrahime Ittiba' et - diğer dinlerin hepsinden teberri edip İbrahimin dinini ta'kib et, sen de o doğru yolu tutup Allah için kıyam eden bir ümmet ol. Fakat milleti İbrahim denilince Arab Yehûd ve Nesarâ gibi ona mensubiyyet iddia edip de putlara tapanların veya Mesîha Allah’ın oğlu diyenlerin dinleri veya kavmiyyetleri zannedilmemelidir. Ekiden ıhtar olunur ki, (.......) o müşriklerden değil idi. - (.......) Şu halde milleti İbrahime ittiba' demek, cumartesi veya pazar tutmak demek değildir. 124Sebt tutmak ancak onda ıhtilâf edenlere farz kılındı, her halde rabbın onların o ıhtilâf edegeldikleri şeyler hakkında Kıyamet günü beyinlerinde hukmünü elbette verecek (.......) Sebt, sırf onda ihtilâf edenler üzerine kılındı - ya'ni Cumartesi İbrahimin dininden değil, onda ihtilâf eden Beni İsraîl üzerine tahrim kılındı ta'tıl yapıldı. Bu ihtilâf hakkında ba'zı müfessirîn şunu rivayet eylemişlerdir: Musâ aleyhisselâm haftada bir günü ıbadete tahsıs etmek için Yehudîlere emretmiş ve bunun Cuma olmasını söylemişti. Buna pek azı razı olmuş, ekseriyyeti azîme: hayır Allahü teâlânın Semavât ve Arzın halkından fariğ olduğu gün olsun ki, Cumartesidir demişler. Bunun üzerine Allahü teâlâ da Cumartesine izin vermiş ve kendilerini o gün avdan meni' ile mübtelâ kılmış. Sonra da Cumaya razı olan ekalliyyet, bu emre itaat ettikleri halde a'kabları ava sabredememişler, Allahü teâlâ da onları meshedip maymuna çevirmişti. Diğer ba'zı müfessirîn de av hususundaki ıhtilâf ve vebal ile tefsir etmiştir ki, (.......) bak. Lâkin bizce âyetten zâhir olan sebit hakkındaki bu ıhtilâfın Yehûd ve Nesarâ arasındaki ıhtilâfa işaret olmasıdır. Zira nesarâ sebtin mensuh olduğuna kail olarak Pazarı tutarlar ve bu surette ma'nâ şu olur: Cumartesi İbrahimin dininden değil idi Beni İsraîlde yapılmıştı. Onların ise Yehûd ve Nesarâsı ıhtilâf etmektedirler, Bunu müteakıb (.......) buyurulması da mülâyimdir. Milleti İbrahime ittiba' işte şöyledir : 125Rabbın yoluna da'vet et: hikmet ile ve güzel güzel mevıza ile, onlara da en güzel olan suretle mücadele yap, çünkü rabbın odur en ziyade bilen yolunda sapanı, doğru gidenleri en iyi bilen de ancak odur 126Ve şayed ıkab ile mukabele edecek olursanız ancak size edilen ukubetin misliyle muâkabe ediniz ve şayed sabrederseniz kasem olsun ki, sabredenler için elbette daha hayırlıdır 127Sabret, sabrın da ancak Allah’ın ınayetiledir, ve onlara karşı mahzun olma, yaptıkları mekirden telâş da etme 128zira muhakkak ki, Allah iyi korunanlar ve hep güzellik yapanlarla beraberdir |
﴾ 0 ﴿