65Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona nezdimizden bir rahmet vermiş ve ledünnimizden bir ılim öğretmiştik (.......) derken kullarımızdan bir kul buldular ki, (.......) biz ona ındimizden bir rahmet vermiştik - ya'ni vahiy ve nübüvveti ni'metile mütena'ım kılmış (.......) ve ledünnümüzden ona bir ılim ta'lim eylemiştik - ba'zıları bu zatın kim olduğu hakkında ıhtilâf etmişlerse de ekser müfessirin Hızır olduğunu nakl-ü beyan eylemişlerdir. Sofiyye muhaddisînce tashih edilemiyen ba'zı haberlerle Hızrın hiç vefat etmediğine ve ba'zen görüldüğüne kaildirler. Onun için buradaki rahmeti tûli hayat ile tefsir edenler olmuştur. Muhyiddini Arabî hazretlerinin futuhatı mekkiyyesinde Hızrın hayatına dair bir takım bahisler ve hikâyeler görülür. İbn-i Salâh ve Nevevî gibi ba'zı zevatı fiham, Hızrın hayatı hakkında meşayihın icmaını nakletmişler, fakat ta'kıyb olunmuşlardır. Buna mukabil bir çok ulemada ba'zı hadîslerle (.......) âyetiyle aklî ve naklî ba'zı delillerle istidlâl ederek vefat etmiş olduğuna kaildirler. Ebû Hayyan bunun Cumhur kavli olduğunu kaydetmiş, filhakıka Cumhurı müfessirîn bir çok yerlerde olduğu gibi buradaki rahmeti dahi vahy-ü nübüvvet ile tefsir etmişlerdir. İbn-i Kayyimi Cevzî Hızır aleyhisselâmın hayatı hakkında zikrolunan hadîslerin hepsi yalandır, hayatı hakkında sahih bir hadîs bile yoktur demiş, Âlûsî de bu babdaki akval ve istidlâlâtı uzun uzadıya tedkık ve muhakemeden sonra demiştir ki, her türlü hisabdan sonra ahbarı sahihai nebeviyye ve mukaddimatı racihai akliyye vefat etti diyenlerin kavline tamamile müsaid ve da'valarını tamamile müeyyiddir. Ve bu ahbarın zavahirinden udulü muktezıy yoktur. Olsa olsa ba'zı ahyari salihînden - ki, sıhhatini Allah bilir, -merviy olan hikâyelerin zavahirine Muraat ve Muhyiddini Arabî gibi vücuduna kail olan ba'zı sâdâtı Sofiyyeye hüsni zann mes'elesi kalır ki, bu da bir delil teşkil etmez. Eğer mücerred kailinin celâlati kadrinden ve onun hakkında hüsni zanden dolayı o gibi sözlere ı'tibar edip de kabul edersen Kıyamete kadar Hızrın berhayat olduğuna inanabilirsin. Eğer Hazret-i Alinin «söyleyene bakma söylediğine bak» dediği gibi kailin celâleti kadrine mağrur olmayıp da sözü delilin vücud ve ademine göre kabul veya reddedecek isen tarafeynin delillerine velh ve aleyhindekilere vukuftan sonra kalbinden istiftâ et, vereceği fetva ile amel et. Sakın bir takımlarının yaptığı gibi bir hususta Sofiyyeye muhalefet edeni hemen tadliyle kalkışma. Zira şer'an veya aklen bir delilin redd edemiyeceği hususatta ehlinden işitilen bir söze inanmamak bir mahrumiyyet olabilirse de şer'î veya aklî delilin reddettiği bir da'va Sofiyyece de kabul edilmez (.......) Biz de şunu söylemek isteriz ki, mes'ele hayatı zâhire noktai nazarından mülâhaza edilirse reddeden ulemanın kavli, zâhir olduğunda şüphe yoktur. (.......) bu babda delili kâfidir. Fakat remz, şıarları olan sofiyyenin kelâmlarını da zâhiri üzere münakaşa etmemek iycab eder. Bahusus Musâ ve Hızır kıssası bir zâhir ve bâtın kıssası olduğuna göre o bâtın Hızır mes'elesinin mevzuunu teşkil eyler. Sofiyyenin kelâmında buna delil de yok değildir. Şeyh Sadrüddin İshakı Kunevî Tebsıretülmübtedi ve Tezkiretülmüntehi namındaki eserinde «Hızır aleyhisselâmın vücudü âlemi misalde» olduğunu nakletmiş, Abdürrezzakı Kâşî «Hızır, basittan, İlyas kabızdan ıbaret» demiş, ba'zıları da hızriyyet Hızır aleyhisselâmın kademi üzere ba'zı salihînin irdiği bir rütbe» olduğunu söylemiştir. Ki, bu üç sözü mes'elenin miftahı olmak üzere kabul edebiliriz. LEDÜNN, ınde gibi bir zarftır. (.......) lisanımızda nezdimizden veya tarafımızdan demek gibidir. Ve görülüyor ki, (.......) ılmin değil, ta'limin kaydidir. Maamafih ta'limin ledünniyyeti ılmin de ledünniyyetini müstelzim olmaz değildir. Şüphe yok ki, bütün Enbiyanın ılmi tarafı ilâhîden vahy-ü ta'lim olmak ı'tibariyle ledünnîdir. Fakat burada şayani dikkattir ki, (.......) kaydiyle Hızra ta'lim edilmiş olan ılim, Musânınkinden bam başka bir ılim, ya'ni ulûmı ledünniyyeden bir ılmi mahsus olduğu anlatılmıştır ki, âyetteki kıssalar karînesile müfessirîn, bunu «ılmülguyub ve esrarı ulûmı hafiyye» diye tefsir etmişlerdir. Ta'biri âharle demişlerdir ki, Musânın ılmi ma'rifeti ahkâm ve zâhir ile ifta, Hızır ılmi ise, beyatını umura ma'rifet idi. Sahihi Buharîde merviydir ki, Hızır «ya Musâ! Demiş, ben Allah’ın ılminden bana ta'lim ettiği bir ılm üzereyim ki, sen onu bilmezsin, sen de Allah’ın ılminden sana ta'lim ettiği bir ılim üzeresin ki, ılmi ben onu bilmem» (.......) Bu suretle ılmi ledünnî ta'biri bu ılmi mahsusta bir ma'nâyı ehass ile ıstılâh olmuştur ki, buna ılmi hakikat ve ılmi bâtın dahi denilmiş ve Sofiyye, bu kıssaya bir huccet olarak tutunmuştur. Hasılı ılmi ledünnî cehdi fikrî ile istihsal olunamayıb tarafı haktan mevhibei mahza olan bir kuvvei kudsiyyenin tecellîsidir. Eserden müessire, vicdandan vücuda doğru giden bir ılim değil, müessirden esere, vücuddan vicdana gelen evvelî bir ılimdir. Nefsin vakıa geçişi değil, vakıın nefiste teayyünüdür. Doğrudan doğru bir keşiftir. Fakat ledünnî ta'biri bunun bilhassa esrarı hakka aid olanında daha ziyade ıstılâh olmuştur. Lisanımızda da bir işin ledünniyâtı demek bâtınındaki gavamız ve esrarı ma'nâsında müteareftir. Bu kıssada ılm için taharri ve sefere bir tergıb delili ve maamafih ılmi için ledünnînin cehd-ü taleble kesbi kabil olmadığını ifham vardır. Bakınız Musâ ile fetâsı Allahdan böyle bir rahmet ve ılme mazhar olmuş hass bir kulu bulduklarında ne yaptılar: |
﴾ 65 ﴿