ENBİYA

Mekkîdir.

Âyetleri yüz on ikidir.

Fasılası : - (.......) harfleridir.

1

Yaklaştı nâsa hisabları onlar ise hâlâ gaflette aldırmıyorlar

2

Rablarından kendilerine gelen her yeni ıhtarı mutlak eğlenerek dinliyorlar

3

Kalbleri hep oyunda hem onlar o zalimler şu gizli fısıltıyı sirleştiler: bu sırf sizin gibi, bir beşer artık göre göre sihere mi gidiyorsunuz?

(.......) NECVÂ, gizli fısıltı demek olduğu halde bir de bunun sirren söylendiğini tasrih etmek son derece gizlendiğini beyandır. Böyle iken min tarafillâh Resulullaha ma'lûm oldu da onlara ne söylediklerini haber verdi. Binaenaleyh şaşaladılar da nereden duydun dediler. Cevaben

4

Dedi: rabbım söyleneni bilir: Gökte de Yerde de ve o öyle semî, öyle alîmdir

(.......) dedi ki, (.......) bunun üzerine nübüvveti ı'tiraf etmeleri lâzım gelirken yine kendi aralarında

5

Dediler: adgâsü ahlâm, yok onu uydurdu, yok o bir şâir, yoksa bize evvelkilerin gönderildikleri gibi bir âyet getirsin

(.......) hayır, dediler, adgasü ahlâm -yalan ru'ya (Sûre-i Yûsüfe bak) lâkin yalan ru'ya ile bir hakıkatin bilinemiyeceği âşikâr olduğundan dediler ki, (.......) hayır uydurdu - kendiliğinden attı üstüne vurdurdu. Bu iftirayı da beğenmediler de (.......) hayır o bir şair - bir şiir söylüyor dediler. İşte rablarından gelen zikrile eğlenen, Kur’ân nâzil oldukça alay eden o kalbleri lâhî zalim kâfirler nübüvvetin bir Allah vergisi olduğuna inanmak istemeyip kendi gönülleri o yunde olduğundan dolayı nefislerine kıyas ile onu gizliden gizli bir sihirbazlık, bir hilekârlık addetmek isterlerken sirlerine haber veren vahyin ı'cazı karşısında şaşırarak yok ru'ya yok uydurma, yok şaır diye saçmaladılar da nihayet (.......) dediler, sanki inanacaklarmış gibi evvelki Peygamberlerin mu'cizelerini istediler. Ki, bu gün de hulâsa edildiği zaman münkirlerin müddeayatı bunlardan ıbarettir.

6

Onlardan evvel ihlâk ettiğimiz hiç bir karye îman etmedi şimdi onlar mı îman edecekler?

7

Senden evvel de başka değil ancak kendilerine vahiy gönderdiğimiz bir takım ricâl gönderdik, haydin zikr ehline sorun bilmiyorsanız

8

biz onları hem yemek yemez bir cesed yapmadık hemde mühalled değildiler

(.......)

Ya'ni cansız heykellerden ıbaret değiller idi

9

Sonra onlara olan va'de sadık olduk da kendilerini ve dilediklerimizi necata çıkarıp müsrifleri helâk ettik

10

Şanım hakkı için size bir kitab indirdik ki, bütün şanımız onda? hâlâ akıllanmıyacakmısınız?

(.......) zikriniz bunda - ya'ni muhtac olduğunuz nasıhat, ve vird-ü zikriniz olacak şan-ü şeref bunda.

11

Halbuki biz zulmetmekte olan nice memleket kırdık geçirdik, ve arkasından diğerlerini başka bir kavm olarak neşet ettirdik

12

Be'simizi hissettikleri vakit, hemen oradan üzengi depiyorlardı,

13

yok, dedik: tepinmeyin, dönün o içinde şimartıldığınız şeylere ve meskenlerinize, ki, sorguya çekileceksiniz

14

Vay bizlere: bizler cidden zalimler idik dediler

15

Artık bütün davaları bu oldu kaldı, nihayet onları öyle yapdık ki, biçildiler, söndüler

16

Biz o Göğü ve Yeri oyunculuk etmek üzere yaratmadık

(.......) Oyuncu olarak yaratmadık - ya'ni üzerinizde türlü bedayi' ile meşhun bir sakfi merfu' halinde yükselip duran Sema ve altınızda nice menafi' ile memlû bir mehdi mevzu' halinde döşenmiş olan Arz ve aralarındaki acaibi mahlûkat, Gönülleri oyunda olan ve Rahmanın zikr-ü ıhtarını eğlence yerine koyan o zalimlerin tevehhüm etmek istedikleri gibi oyuncak değildir. Hakkı tanımak ve hayatı ebediyye yolunda menafi'i âliyesinden istifade edilmek üzere hak ve hikmetle yaradılmış bürhanı kudrettir. Eğer bunlar yalnız beşerin hayatı Dünyası için yaradılmış olsa idi (.......) mantukunca bir levh-ü leıbden ıbaret olmak lâzım gelirdi. Netekim hayatı Dünyadan başkasını düşünmiyen kâfirler, bütün âlemi kendilerine bazîçe etmek istemişler ve hattâ bu hiss ile felsefe yapacağız diye neler söylemişlerdir.

Buyuruyor ki, :

17

Eğer bir eğlence ittihaz etmiş olsa idik onu kendi ledünnümüzden ittihaz ederdik, yapacak olsa idik öyle yapardık

(.......) eğer biz bir eğlence ittihaz etmek murad etseydik (.......) elbette onu ledünnümüzden ittihaz ederdik - ya'ni sırf ilâhî bir lehiv ittihaz ederdik. Ve o halde o bir lehiv değil aynı hıkmet olurdu. Demek ki, Allahü teâlânın lehiv ittihaz etmesi kabili tesavvur değildir. - Yahud âlemi onlar tarafından eğlenmek üzere bir eğlence değil, kendi tarafımızdan kendimiz için bir eğlence yapardık (.......) eğer yapacak olsa idik - öyle değil böyle yapardık amma yapmayız. Şanı ulûhiyyete bilfarz lehiv yakışsa idi böyle yakışırdı, fakat, hakîmi mutlakın kemaline lehiv asla yakışmaz. Tâli batıl binaenaleyh mukaddem de öyle.

18

Hayır biz hakkı bâtılın tepesine fırlatırız da beynini parçalar, bir de bakarsın o anda mahvolmuştur, vay sizlere de o ettiğiniz vasıflardan

19

Halbuki Göklerde Yerde kim varsa onundur, ve onun huzurundakiler ona ibâdetten ne çekinirler ne de yorgunluk duyarlar

20

Gece gündüz ona tesbih ederler, fütur getirmezler

21

Yoksa bir takım ilâhlar edindiler de Arzdan neşri onlar mı yapacaklar?

(.......) Neşri onlar mı yapacaklar?

Ya'ni mevtayı kabirlerinden onlar mı kaldıracak, ba'sedecekler?

22

Yerde Gökte Allahtan başka ilâhlar olsa idi ikisi de fâsid olmuş gitmişti, rabbın o arşın rabbı Allah münezzeh sübhandır onların isnad ettikleri vasıflardan

(.......) Yerde Gökte ya'ni bütün âlemi vücudde öyle tasarruf edecek ıbadet olunacak Allah’ın gayri ilâhlar olsa idi (.......) lâbüd ikisi de fâsid olurlardı - Yer ve Gök bütün âlem mahvolmuş bulunurdu ve yahud hiç vücude gelmezlerdi. Madem ki, bütün nizamile mevcuddurlar. Binaenaleyh Allahdan başka ilâh yoktur. Çünkü ilâh demek hiç bir hususta aczi mümkin olmıyacak vechile kudreti baliga sahibe demektir. Onun için Allahdan başka Arz ve Semada kudretiyle tedbir ve tasarruf eden ilâhlar faredildiği takdirde her biri ılleti tamme olmak lâzım gelir. Her birinin kudreti baligaya malik olduğu ve iycad ve i'dam, ihya ve imâte, tagyir ve teddil ilh... alel'ıtlak her tasarrufa bil'istıklâl kudreti bulunduğu farzedilmiş olur. Ve o halde Arz ve Semanın sıhhati vucudunda ya her biri müessir olacak veya yalnız birisi müesser olacak. Yalnız birisi müessir olacak ise diğerleri ilâh değil imiş demek olur. Ve eğer her biri müessir olacaksa müteaddid ılletlerin ma'lû'li vahid üzerine bil'ıstiklâl tevarüd ve tesadümü lâzım gelir ki, muhaldir. Tevaffuk üzere tevarüdleri de muhaldir, tehalüf üzere tevarüdleri de muhaldir. Zira tehalüf üzere olursa meselâ biri yapmak isterken diğeri yıkmak isterse eserde tenazu' ve temanu olur hiç bir şey vücude gelemez, Tevafuk üzere olursa istıklâlde tenazu' ve tenakuz olur. Ta'biri âharle kudretler beyninde tetârüd vuku' bulur veya hasılı tahsıl lâzım gelir. Ve yine birinden ziyadesi ilâh olmamak ıktiza eder, ve eğer hepsinin ittifakıyle müştereken te'sirleri farzedilecek olursa bu surette de ılleti tamme ancak mecmuu olacağından her biri müessiri tam değil cüz'i ıllet yan'i ılleti nâkısa olmuş olur. Nâkıs olan ise ilâh olamıyacağından hiç biri ilâh olamamak ıktiza eder. O halde olsa olsa mecmuu birleşmek şartile bir ilâh olacak, ya'ni müteaddid ilâhlar cem'ıyyet: değil de nâkıslardan mürekkeb bir cemıyyetin küllüne bir ilâh denmiş olacak, halbuki her ne olursa olsun mecmu'da kadir bizatihi değildir, Arz-ü Semâ gibi bir terkib-ü nizama ve terkibini yapacak müessire muhtaçtır. Ma'lûldür. Muhtacın ma'lûlün ilâh olmıyacağı ise âşikârdır. Velhasıl Allah’ın gayri ilâhlar ve hattâ ondan başka bir ilâh farzolunursa gerek iştirâk suretile farzedilsin ve gerek istiklâl suretile farzedilsin ilâh farzolunanların ilâh olmaması lâzım gelir.

Tenakuz muhakkak olurdu, vücudi mutlakta sıhhate imkân kalmaz, hiç bir vücud sahih olmazdı, Arz-ü Sema bulunmazdı. Halbuki bu gün Arz-ü Semâ fasid değil sahihan ve muntazamen mevcuddur. Binaenaleyh Allah’ın vahdaniyyeti Arz-u Semânın mevcudiyyetinden bizzarure ma'lûmdur. (.......) imdi Allah o her şey'e galib, o büyük vücud ve hılkat saltanatına sahib olan o rabbül'arş başka ilâhlar ittihaz eden müşriklerin, zâlimlerin, gafillerin isnad ettikleri vasıflarından çok münezzeh bir sübhandır. Onu noksan şâibelerinden tenzih ederek tesbih etmelidir.

O halde Allah o zâlimleri, kâfirleri, o ehli şerri ne için yaratıyor? Velev bir zaman için olsun onların fenalıklarına neye meydan veriyor? Denecek olursa

23

O yaptığından mes'ul olmaz onlar ise mes'uldürler

(.......) o lâ yüs'elüammâ yef'aldir. - Fi'linden sual olunmaz hiç bir veçhile mes'ul olmak ihtimali yoktur. Hıkmeti teharrî ve tefekkür olunmaz değil fakat zati sübhanîsi hiç bir fiılden dolayı münakşa olunmak imkân ve ıhtimali olmadığı gibi ef'aline kendisinden başka hâkim bir ılleti mucibe olacak bir niçin? Bulmak ıtimali de yoktur. Çünkü onun fevkında hiç bir hâkim, hiç bir ıllet yoktur. O bütün hâkimlerin ahkemi, bütün esbab-ü ılenin hâlık ve müsebbibi bir fâıli muhtardır. Keyfe mâ yeşâ tesarruf eder, onunla beraber lehivden münezzehtir. Hiç bir işi oyuncak değil her fı'li aynı hıkmettir. Hıkmetin hakıkati de kendi ılmindedir. Bildirirse bildirir, bildirmezse yalnız kendi bilir. Hasılı ona karşı şu neye şöyle oldu, niçin yaptın söyle bakayım gibi sual-ü ıtaba kalkışmak kimsenin haddi değildir. (.......) halbuki onlar, ya'ni kullar mes'uldürler - huzurı ilâhîde bütün fiıllerinden sual olunacak, ona göre sevabını veya azâbını göreceklerdir.

24

Yoksa ondan başka ilâhlar mı edindiler? De ki, haydi getirin bürhnınızı, işte benimle beraber olanların zikri ve benden evvelkilerin zikri, fakat çokları hakkı bilmezler de onun için ı'raz ederler

(.......) haydi, de getirin bürhanınızı - ya'ni Allahdan başka ilâh ittihaz edenlerin da'valarını isbat edebilecek aklî ve naklî hiç bir delilleri yoktur. Halbuki umurı diniyyede ve bâhasus böyle en hatarlı bir da'vada delilsiz söylenen sözlerin de hukmü yoktur. Binaenaleyh bu beyandan sonra dillerini boğazlarına tıkmak ve hadlerini bildirmek için ya Muhammed, onlara deki haydi o da'vanıza bir bürhan getirmek mümkin ise getirin bakayım.

(.......) İşte - de görüyorsunuz ya (.......) benim meıyyetimdekilerin zikri - ya'ni ümmetime zikr-ü fikrolmak üzere tebliğ ve beyan ettiğim kitab ve tezkir (.......) ve benden evvelkilerin zikri - evvelki Peygamberlerin ümmetlerine edilen tezkir - bunlar meydanda, hepsi aklî ve naklî ikame edilmiş tevhid bürhanlarıdır. Hani ya sizinki?.. Yahud işte benim ümmetimin kitabı olan Kur’ân ve evvelki ümmetlerin kitabı olan Tevrat ve saire ma'lûm bunlara müracaat edin, sizin şirk da'vanıza bir bürhan bulabilir misiniz? Haydin bakalım! Ne mümkin (.......) hayır onların ekserîsi hakkı bilmezler, taklid arkasında giderler (.......) da onun için ı'raz etmektedirler. - Ancak bir akalliyyet vardır ki, hakkı hoşlanmazlar, haksızlıklarından dolayı bile bile ı'raz ederler.

Bundan evvelki Peygamberlerin zikri tevhıd değil idi diyecek olurlarsa:

25

Senden evvel hiç bir Resul göndermedik ki, ona şöyle vahyetmiş olmıyalım: hakikat bu: benden başka ilâh yoktur, onun için hep bana ıbadet edin

26

Böyle iken dediler ki, Rahman veled ittihaz etti, tenzih o sübhana, doğrusu onlar ikram olunmuş kullardır

27

Onun sözünün önüne geçmezler hep onun emriyle hareket ederler

28

O onların önlerindekini arkalarındakini bilir ve onlar onun rıza verdiği kimselerden başkasına şefaat etmezler, ve hepsi onun haşyetinden titrerler

29

Ve içlerinden her kim ben ondan başka bir ilâhım derse biz ona Cehennemi ceza veririz, zalimleri biz böyle cezalandırırız

30

Ya o küfredenler görmedilerdemi ki, Semavât-ü Arz bitişik idiler de biz onları ayırdık, hayatı olan her şey'i sudan yaptık, hâlâ inanmıyorlar mı?

(.......) O küfredenler görmediler mi? Baksalar â. Veya haberleri yok mu, sorsalar â, ve yâhudşu re'y-ü fikirde değiller mi? (.......) ki, Semavât ve Arz-şu gördükleri âlemin yukarı kısmını teşkil eden yer (.......) ratk idiler-ikisi de deliksiz idi, yukarıdan yağmur yağmıyor, Yerde ot bitmiyordu, bunu görüyorlardı. Ve yâhud Arz, dağsız deresiz yekpare, eb'adi Sema da Şems ve Kameri, ecram ve kevakibi yok yekpare idi, ve yâhud Arz, ecramı ve ecrami Semâviyyeye bitişik hepsi bir şeydi. O mütenevvi' ecram ve ecsam yok hepsi mütemasil bir madde idi, ve yâhud hepsi ibtida ma'dum olmakta müşterek idi, haricde mevcud ve mütemayiz değil idi. Bunları da ahvali meşhudeden re'y-ü istidlâl ile veya nakl-ü semi' ile bilirler. Veya bilebilirler. Baksalar (.......) öyle iken biz onları fatkettik-kopardık ayırdık yoğiken yaratıldılar,

bir şey iken çoğaldılar. İbtida duman gibi bir madde iken müteaddid ecram ve escam oldular. Bir tabiatta kalamayıp muhtelif tabiatlere tenevvü' ettirildiler, Arz Semavâttan ayrıldı, yukarısından yağmur yağdırıldı. Üzerinde otlar bitirildi (.......) ve her hayy şeyi sudan husule getirdik-ya'ni gerek nebat ve gerek hayvan, gerek insan zihayat olan şey'in hayatına suyu sebeb kıldık. Ba'zıları burada sudan murad nufte olduğuna kail olmuşlardır. Lâkin bu surette hayvanattan bir kısmı hayy mefhumundan tahsıs olunmak iycab edecektir. Halbuki su zâhiri vechile asıl ma'nâsına olduğu takdirde (.......) mefhumu alel'umûm hayvanattan başka nebatata dahi şamil olacaktır. Ve filhakika gerek hayati hayvanînin ve gerek hayati nebatînin suya olan alâkası da ma'lûmdur. Son zamanlarda suyun en mühim unsurunu teşkil eden müvellidülma bütün anasırın esası gibi mutalea olunmağa başladığına nazaran Kur’ân’ın ıhtarı daha şumullü bir hakikate işaret de ihtiva etmiş olur. Gerçi kimyayi uzvîde karbon bir esas olarak mutalea edilmektedir. Ve hayatın heva ile alâkası vardır. Fakat zikri şey, mâadaya münâfi olmadığı gibi bunlar umum için su kadar bariz ve meşhud da olmadığından burada en zâhir delil ileri sürülmüştür ki, o da sudur. Suyun ratk ve fatk ile münasebeti bâhir ve herkes için zâhirdir. Tabiat üzerinde bu ratk ve fatk ve bu tahvil o kâfirlerin görüb durdukları veya rey-ü fikr ile bildikleri veya haber aldıkları bir fi'ıl ve te'sir olduğu halde (.......) yine de îmana gelmezler ha!... Bir sudan yaradıldıklarını bilirler de hâlâ Allah’ın sun-u te'sirine inanmazlar, tabiat tabiat derler dururlar ha!... iş tabiate kalsa idi tabiat kendi kendine değişir mi idi?

Arz-ü Sema ademden vücude gelirler miydi? veya Arz, Semadan ayrılır mı idi? Veya kuru hevada yukarıdan yağmur yağar, kuru toprakta otlar bitermiydi, sonra o câmid tabiatlerde aynı bir sudan muhtelif hayatlar husule gelir mi idi, insanlar olurmuydu, kendileri hayat bulumiydi? Onlar kendilerini parçalanmaz mı zannediyorlar?

31

Arzda da onları çalkalar diye baskılar oturttuk, hem onda bol bol açıklıklar yaptık ki, doğru gidebilsinler

(.......) Halbuki onları yaratan biz o Arzda kendilerini sarsacak diye ağır baskılar yaptık-ya'ni Semadan ayırdığımız ve üzerinde kendilerine sudan hayat verdiğimiz insanları Arz hareketiyle çalkayıp muztarib etmesin, sakin olacak Yer bulsunlar diye o Arzda suya mukabil sulb oturaklı kıt'alar. dağlar husule getirdik. Bir düşünmeli ki, Arz, mayi' bir halde kalsa idi ve Arz hareket ettikçe insanlar çalkayıp dursa idi ne büyük ıztırab olurdu, kütlei türabiyyenin yaratılması ve dağların kazık gibi oturtulması ile bu ıztırab bertaraf edilip Arz, hayatı beşer için kabili süknâ bir hale getirildi (.......) ve onda bir takım meydanlar, yollar yaptık (.......) ki, hidayeti bulabilsinler-matlûblarına doğru gidebilsinler veya hak yolunu tutsunlar

32

Semayı da mahfuz bir sakıf yaptık, onlar ise onun âyetlerinden yüz çeviriyorlar

(.......) Semayı da öyle bir sakıf yaptık ki, mahfuz (.......) mantukunca Şeytanların tearruzundan mahfuz. Ve yâhud vakti ma'lûmuna kadar fesad ve inhilâlden mahfuz. (.......) onlar ise bunun âyetlerinden ı'raz etmektedirler. -Semâda Allah’ın kudret-ü vahdaniyyetine delâlet etmekte bulunan bunca delillerin delâletlerinden yüz çevirip geçiyorlar.

33

Halbuki o, o hâlık ki, geceyi, gündüzü ve Şems-ü Kameri yaratmış, bütün o ecram her biri birer felekte yüzüyorlar

(.......) Halbu ki, Allah odur ki, geceyi ve gündüzü Güneşi ve Kameri halketit

(.......) Her biri bir felekte yüzüyorlar-Demek ki, zannedildiği gibi onları felek döndürüyor değil, onlar felekte ve her biri bir felekte yüzüyorlar. Felek devreden şey demek olduğuna göre ba'zıları feleği bir cismi devvar addetmişlerdir ki, bunlar zamanlarının fen telâkkısine kapılmış görünüyorlar. Halbuki Dahhâkten rivayet olunduğu üzere felek, nücumun medarı, ya'ni devrettiği mahal diye ta'rif edilmiştir ki, sırf riyazî bir ifadedir. Son zamanlarda lisanımızda bu medar kelimesi gibi «mahrek» demek te ıstılah olmuştur. Biri devirden ismi mekân, biri de hareketten ismi mekândır. Âyette yalnız Şems-ü Kamer mezkûr olduğu halde haberde tesniye getirilmeyip de ikiden ziyadeyi ifade eden cemi' sıygasiyle (.......) buyurulması şayanı dikkat görülmüştür. Burada müfessirîn bir kaç vecih söylemişlerdir. Birisi (.......) takdirinde olmasıdır ki, Şems-ü Kamerin yanında nücum hazfedilmiş sonra da kül ve cemi' ile hepsine işaret olunmuş demektir.

İkincisi bu karîne ile Şems-ü Kamerden cinsi nücum kasdedilmiş olmasıdır. Bunu ba'zıları, metali'in ıhtilâfı ı'tibariyle Şems-ü Kamerin bir kesreti gibi mülâbaza etmek ve binaenaleyh diğer yıldızları meskûtün anh bırakmak istemiştir. Lâkin bu vecih mülâhaza edilecek olunca sâir yıldızların da kimisi Kamer ma'nâsında olduğuna işareten bu ikisini hepsinin cinsi gibi ahzetmek dahâ münasibdir. Sonra «kül» ta'mimi Şems-ü Kamerle beraber mâkablinde zikri geçen Arzı dahi ihtiva ederek hepsine işaret olmak da muhtemildir ki, Arz, Şems, Kamer bütün ecramdan her biri bir felekte yüzüyorlar demek olur. Ve demek ki, ne kadar ecram varsa o kadar da felek var. Hâsılı hangisi olursa olsun şurası muhakkak ki, burada eski fenni Hey'et nazariyyesini bir ibtal vardır. Zira onlar Şems-ü Kameri, felek hareket ettiriyor diyorlardı. Burada ise her birinin birer felekte kendilerinin yüzdükleri haber veriliyor ki, ecramdan her birinin fezada bir mihver veya mahrek üzerinde hareket ettikleri kail olan yeni Hey'et nazariyyesinin esası da budur. Şübhe yok ki, ekilerin nazarında da fenleri şimdikilerinki gibi ve belki daha kuvvetli bir kanatle ta'kıb ediliyordu. Demek ki, bu gün bu ve emsali âyetler de Kur’ân’ın fenne karşı büyük bir zaferini okumaktayız. O halde bildiğimiz fenne muhalif görünen noktalara tesadüf edildiği zaman Kur’ân’ı fenne uydurmağa çalışmalı, fenni Kur’âna tevfık etmeğe uğraşmalıdır. Şimdi teemmül etmeli ki, kimi Güneş, kimi Kamer, kimi zıya, kimi nûr, bütün ecramdan her biri bir felekte, kendine mahsus bir dairede yüzüyor da yüzüyor, hiç biri sâkin değil, hepsi birer hareketi devriyyede, bir tutarı yok, hepsi muallâkta, hepsi yolunda, hepsi nizamında, hepsi mahfuz yüzüyorlar da yüzüyorlar. Bu ne bedi' san'at ne büyük kudret ve ne yüksek âyetlerdir. Bunların hepsinden Allah’ın azamet-ü vahdaniyyeti okunur. Lâkin kâfirler bunları görseler dahi delâletlerinden ı'raz ederler de şuna isnad etmeğe kalkışırlar. Zerrece insafı olanların ı'tiraf etmesi lâzım gelir ki, işbu (.......) kavli kerîmi Allahü teâlânın kudret-ü vahdaniyyeti âyetlerini âlemi şühudda irâe ederken aynı zamanda âyâti ilâhiyyeden birisi de nûri Muhammedî olduğunu göstermek için nübüvveti Muhammediyyeyi anlatacak bir delili mahsus olmak üzere Arzın Semâdan ayrılmış olması gibi bir hakıkati ılmiyye ile Fizık ve Felsefe eshabına ders verdikten sonra Batlimyus hey'etini kökünden yıkan bir vecize ile Hey'et eshabına de yeni bir fenne mebde' olacak bir düsturı ılmî vermiş bulunuyor. Gerçi Kopernık, Nevton, Lâplâs gibi bu fennile tevaggul eden kimselerin böyle bir düstur bulmaları haddi zatında mühim bir muvaffakıyyeti ılmiyye, bir dehâ olmakla beraber bir mu'cize teşkil etmezse bunu ümmî bir fıtratin bütün cihanı fenne karşı bir makamı tehaddîde haber verivermiş olması onun nübüvvetini meydana koyan âyâti ilâhiyyeden bir âyet olduğunda da şüpheye mahal bırakmaz.

34

Bir de biz senden evvel hiç biri beşer için huld nasîb etmedik, şimdi ser ölürsen onlar muhalled mi kalacaklar?

(.......) Bir de biz senden evvel hiç bir beşeri muhalled kılmadık - her kim olursa olsun beşer cinsinden hiç bir ferde bu âlemde beka nasîb etmedik (.......) o halde sanki sen ölürsen onlar kalacaklar mı? -

Ya'ni senin ölümünü gözeten (.......) diyen o kâfirler bâkı mi kalacaklar ki, senin mevtinle müteselli olmak istiyorlar?

35

Her nefis ölümü tadacak ve sizi bir imtihan olarak şer ve hayr ile mübtelâ kılacağız, hepiniz de nihayet bize irca' olunacaksınız

(.......) her nefis, ölümü tatacaktır - o acıyı duyacaktır (Sûre-i Âli Imrana bak) (.......) ve biz, sizi bir imtihan olmak üzere şerr-ü hayr ile mübtelâ kılacağız - bu âlem, böyle bir dari ibtilâ ve imtihandır ki, her hayrının önünde bir şey vardır. Bununla beraber ölümle her işi bitiriverecek de değildir (.......) sonra hep bize irca' olunacaksınız - da haşr-ü neşr olunup hisab görülecek, imtihanların hayır veya şer mücazat veya mükâfatı verilecek.

36

O küfredenler seni gördükleri vakıt da seni alaya tutuyorlar, bu mu ilâhlarınızı anıp duran diyorlar, halbuki onlar hep rahmânın zikrine küfrediyorlar

37

İnsan aceleden yaratıldı, yarın ben onlara âyetlerimi göstereceğim şimdi siz acele etmeyin

38

Bir de bu va'd ne zaman? Doğru iseniz, diyorlar

39

Bilseler o küfredenler ne yüzlerinden ne arkalarından ateşi men'edemiyecekleri, ve hiç bir taraftan yardım olunmıyacakları o demi

40

Doğrusu o onları bağdeten gelecek de kendilerini dondura kalacak, artık ne reddini güçleri yetecek ne de kendilerine mühlet verilecek

41

Kasem olsun ki, senden evvel bir çok Peygamberlerle istihzâ edildi de içlerinden alay edenleri o istihzâ ettikleri şey kuşatıverdi

42

De ki, sizi: gece ve gündüz o rahmandan kim koruyabilir? Fakat onlar rablarının zikrinden sarfı nazar etmişlerdir

43

Yoksa onlar için kendilerini önümüzden men'edecek ilâhlar mı var? Onlar kendi nefislerini bile kurtaramıyacakları gibi bizden sahabet de olunmazlar

44

Doğrusu biz, onları ve atalarını yaşattık hettâ o ömür onlara uzun geldi, fakat şimdi görmüyorlar mı o Arzı etrafından eksiltip duruyoruz, o halde galip onlar mı?

(.......) Sûre-i Ra'de bak.

Evvelki Peyamberlere neler verildiğine gelelim :

45

De ki, ben sizi ancak vahyile inzar ediyorum, amma ne kadar inzar edilseler sağırlar da'veti işitmezler

46

Maamafih kasem olsun rabbının azâbından onlara bir nefha dokunursa muhakkak diyeceklerdir ki, vay bizlere! Bizler cidden zâlimler idik

47

Biz ise Kıyamet günü için mizanlara adâleti koruz da hiç bir nefis, zerrece zulm edilmez, bir hardel tanesi ağırlığınca da olsa onu getirir koruz, hisabcı da biz yeteriz

48

Celâlim hakkı için biz Musâ ile Harûna fürkan ve bir zıya ve bir zikir vermiştik, müttekıler için

(.......)

Ya'ni Musâ ve Hâruna verilen âyât ve mu'cizât içinde en mühim ve en müfid olarak Tevrat verildi ki, hakkıla bâtılı fârık ahkâmı, tenvir ve tezkir ifade eden irşadat ve mevaızı muhtevi idi. Bu böyle.

49

O müttekıler için ki, rablarına gıyabda haşyet beslerler ve o saatten titrer dururlar

50

İşte bu - Kur’ân - da bizim indirdiğimiz mübarek zikirdir şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz

(.......) işte bu da - ya'ni Kur’ân da (.......) öyle mübarek bir zikirdir ki, (.......) onu biz indirdik - ey evvelki Peygamberlere verilen gibi âyet istiyenler (.......) şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz.

51

Şanım hakkı için bundan evvel de İbrahime rüşdünü vermiştik

52

O vakıt ki, babasına ve kavmine ne bu başına toplanıb durduğunuz temasîl dedi

53

Atalarımızı bunlara ıbadet ediyor bulduk dediler

54

Kasem olsun ki, dedi, siz de atalarınız da açık bir dalâl içindesiniz

55

Dediler: ciddi mi söylüyorsun yoksa sen şakacılardan mısın

56

Doğrusu, dedi: rabbınız o Göklerin ve Yerin rabbıdır ki, onları yaratmıştır ve ben buna şehadet edenlerdenim

57

Ve tallahi siz dönüp gittikten sonra putlarınıza lâhüdd bir tedbir yapacağım

58

Derken onları parça parça etti, ancak bir büyüklerini bıraktı ki, belki ona müracaat ederler

59

Bunu bizim ilâhlarımıza kim yapmış? Her halde o zalimlerden biri dediler

60

Bir delikanlı işittik bunları anıyor adına İbrahim deniyormuş dediler

61

Haydin dediler: getirin onu nâsın gözleri önüne belki şehadet ederler

62

Dediler: sen mi yaptın bunu ilâhlarımıza ya İbrahim

63

Belki dedi şu büyükleri yapmıştır, sorun bakalım onlara eğer söylerlerse

64

Bunun üzerine vicdanlarına müracaat ettiler de dediler: doğrusu siz haksızsınız Sonra yine tepeleri üstü ters döndüler,

65

sen cidden bilirsin ki, bunlar söylemez dediler

66

O halde dedi: Allah’ı bırakıp da size hiç bir faide veremiyecek, zarar da edemiyecek nesnelere mi tapıyorsunuz?

67

Yuf size ve Allahdan başka taptıklarınıza! hâlâ akıllanmıyacak mısınız?

68

Siz bunu, dediler: yakın da ilâhlarınızın öcünü alın, bir iş yapacaksınız

69

Ey nâr, serin ve selâmet ol İbrahime dedik

70

Ona bir dolab kurmak istediler, biz de daha ziyade kendilerini husrâna düşürdük

71

Ve onu Lût ile beraber kurtarıp içinde âlemîne bereketler verdiğimiz Arza çıkardık

72

Ve ona İshakı ihsan ettik, fazla olarak Ya'kubu da ve her birini salihînden kıldık

73

Ve hepsini emrimizle yol göteren imamlar ettik ve kendilerine hayırlar işlemeği, namaz kılmayı zekât vermeyi, vahyeyledik ve hep bize âbid idiler

74

Lût, ona da huküm, bir ılim verdik ve onu habasetler işliyen o karyeden kurtardık, hakıkat onlar kötü, fasık bir kavm idiler

75

Onu ise rahmetimize idhal eyledik, çünkü o cidden salihînden idi

76

Nûh’u da, zira mukaddemâ nidâ etmişti, biz de duâsını kabul ettik de kendisini ve ehlini büyük bir sıkıntıdan kurtardık

77

Ve âyetlerimizi tekzib eden kavmden öcünü aldık, hakikat onlar kötü bir kavm idiler, biz de hepsini birden gargettik

78

Davud ile Süleymanı da, o vakit ki, ikisi de hars hakkında huküm veriyorlardı, o vakıt ki, ekinde geceleyin kavmin davarı yayılmıştı, biz de hukümlerine şâhid idik

(.......) hani harste ikisi de hukmettiler (.......) hani onda kavmin koyunları yayılmıştı - rivayet olunduğuna göre Davud aleyhisselâm koyunların ayniyle harsin tazminine hukmetmişti, Süleyman aleyhisselâm, ise koyunların menfeatiyle tazminini tarafeynin haline erfak görmüştü.

79

Derhal onu Süleymana anlattık, bununla berâber her birine bir huküm ve bir ılim vermiştik ve Davudun maıyyetinde dağları müsahhar kılmıştık, kuşlarla beraber tesbih ediyorlardı ve biz bunları yaparız

80

Bir de ona sizin için sizi harbinizin şiddetinden korusun diye giyecek san'atı ta'lîm etmiştik, şimdi siz şükrüne eda ediyor musunuz?

81

Süleyman için de şiddetli rüzgârı ki, o içine bereketler verdiğimiz Arza emriyle cereyan ediyordu ve biz her şeyi biliriz

82

Şeytanlardan da onun için dalgıçlık edenleri ve daha başka amel için çalışanları teshır etmiştik ve hep onları zabteden biz idik

83

Eyyubu da, zira (.......) diye rabbına nidâ etti

84

Biz de duâsını kabul ettik de hemen kendisindeki durru açtık ve tarafımızdan bir rahmet ve âbidler için bir muhtıra olmak üzere ona ehlini ve beraberlerinde onların bir mislini de verdik

85

İsmaili de, İdrisi de, Zül'kıfli de; hepsi sabirînden

86

Bunları da rahmetimize idhal eyledik, çünkü cidden salihîndendirler

87

Zennunu da; hani öfkelenerek gitmişti de biz kendisini aslâ sıkıştırmayız zannetmişti, derken zulmetler içinde (.......) diye nidâ etti

(.......) senden başka ilâh yok, sana arzı tesbih ederim, ben doğrusu zâlimlerden oldum.

88

Biz de duâsını kabul ile icabet ettik de kendisini gamden kurtardık ve işte mü'minleri böyle kurtarırız

89

Zekeriyyayı da; hani rabbına (.......) diye nidâ etmişti

(.......) rabbım! beni tek bırakma, gerçi sen, vârislerin en hayırlısısın.

90

Biz de duâsını kabul ile icabet ettik de kendisine Yahyâyı verdik ve onun zevcesini ıslâh eyledik, hakıkat bunlar hayrâtta müsaraat ve bize rağbet ve rehbetle duâ ederlerdi ve bizim için haşı'lerdi

91

Ve o dişiyi de ki, ırzını muhkem korudu da kendisine ruhumuzdan nefhettik, ve kendisile oğlunu âlemîne bir âyet kıldık

(.......) o Hanımı da ki, ırzını muhkem korudu. (.......) da kendine ruhumuzdan nefhettik - ya'ni (.......) mantukunca emrimizden olan ve Âdem’e nefhedilen ruh cinsinden üfledik, içinde Isâyı ıhya eyledik.

Yâhud ruhumuzdan demek ruhumuz tarafından demektir ki, Cibrîl, namı diğerle Ruhulkudüs vasıtasile nefhettik demek olur. Netekim Sûre-i Meryemde (.......) bu ma'nâda merviydir. Sûre-i Tahrîme de bak. (.......) Sûre-i Meryeme bak.

92

İşte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmet, rabbınız da bir benim onun için hep bana kulluk edin

(.......) İşte şu-ya'ni şu önümüzdeki millet, bu Kur’ân ile verilen tevhid ve islâm milleti (.......) sizin ümmetinizdir-sizin me'mur olduğunuz millettir. (.......) Ümmeti vâhide olarak-bütün Peygamberlerinki gibi İmamı bir, Şeriatı bir, Kıblesi bir olarak öne düşmüş bir cemaat halinde (.......) ben de rabbınızım (.......) binaenaleyh bana ıbadet ve ubudiyyet ediniz. -

Ya'ni ümmeti vâhide olabilmek için ancak beni ma'bud biliniz, bana ıbadet ediniz

93

Onlar kumandalarını beyinlerinde parçaladılar, fakat hepsi bize rücu' edecekler

(.......) halbuki onlar emirlerini ya'ni Hukûmetlerini aralarında parçaladılar-vahdeti milliyyeyi bozdular (.......) fakat hepsi bize raci'dirler-ya'ni o muhtelif fırkalar, mezhebler, milletlerin taptıkları, uydukları muhtelif ma'budler, matbu'lar hiçtir. Hepsinin en nihayet dönüp gelecekleri merci' bizizdir.

94

İmdi her kim mü'min olarak salihattan bir amel işlerse onun sa'yine küfran yok ve her halde biz onun hisabına yazarız

95

İhlâk ettiğimiz karyeye dahi haramdır ki, rücu' etmiyecek olsunlar

(.......) ihlâk etmiş olduğumuz her hangi bir karyeye de rücu' etmemeleri haramdır. -

Ya'ni Sûrenin başlarında geçtiği üzere helâke mahkûm ettiğimiz bir memleket ahalisine de dönün bakalım denildiği zaman inkârlarından dönecekler, dönmemeleri mümkin değildir. Eyvah, bizler zalim idik!... diye i'tiraf ederek feryad ede ede biçilip söneceklerdir.

96

Nihayet Ye'cûc ve Me'cûc açılıb da her tepeden saldırdıkları

(.......) Ta ki, Ye'cûc ve Me'cûc açıldığı-Ye'cûc ve Me'cûcu tutan ve bir rahmeti rabbaniyye olan o ahenîn sed, dini tevhid seddi açılıp o, ne idiği belirsiz halk boşandığı (Sûre-i Kehfe bak) (.......) ve bunlar her tepeden akın ederek çıktığı

97

ve hak va'd yaklaştığı vakıt, o zaman işte o küfredenlerin derhal gözleri belerecek "eyvah bizlere biz bundan gaflet ettik, hayır kendimize zulmetmiş olduk" diyecekler

(.......) ve hak va'd yaklaştığı vakıt-ya'ni Kıyamet alâmetleri zuhur edip hisab gününün tekarrub ettiği vakıt (.......) artık öyle müdhiş bir hal ki, (.......) o küfür edenlerin-bunlara inanmayıp bünyanı vahdeti rahnedar eden o nankör kâfirlerin gözleri fırlamış (.......) vay bizlere biz bundan hakikaten gaflette idik (.......) hayır bizler zalim idik diye çırpınacaklar. Ey müşrikler

98

Haberiniz olsun ki, siz ve Allahdan başka taptığınız nesneler hep Cehennem mermisisiniz, siz, ona vürud edeceksiniz

(.......) muhakkak ki, sizler ve Allahdan başka tapındığınız şeyler (.......) Cehennem çırasısınız (.......) siz ona varacaksınız

99

Onlar ilâh olsalardı ona vürud etmezlerdi, halbuki hepsi onda muhalled kalacaklar

(.......) Eğer onlar ilâh olsaydılar ona varırlarmıydı (.......) halbuki hepsi -tapanlar ve tapılanlar onda muhalleddirler.

100

Öyle ki, onların orada bir zefîri var, bunlar da orada iken işitmiyecekler

(.......) onların o tapanların orada öyle bir zefîrleri: öyle bir iç çekişleri vardır ki, (.......) bunlar, tapılanlar oradadırlar da (.......) işitmezler.

101

Şübhe yok ki, haklarında bizden husnâ sebkedenler, bunlar, ondan uzaklaştırılmışlardır

(.......) Amma haklarında bizden husnâ sebketmiş olanlar-ya'ni haklarında tarafı ilâhîden (.......) gibi en güzel medh-ü tebşir kelimeleri sebketmiş, saadetleri mukadder kullar (.......) bunlar ondan uzaklaştırılmışlardır. -Binaenaleyh Isâ ve Uzeyr ve Melâike gibi ıbadı mükremîn (.......) hukmünden haricdir. Eğer bunlar içinde kâfirlerin iddia ettikleri gibi ülûhiyyet iddia edenler bulunsa idi balâda geçtiği üzere (.......) mantukunca bunların da cezası Cehennem olacağı şübhesizdi. Fakat o mükrem kullar o kâfirlerin isnadlarından müberredır. Kendilerinin ilâh ittihaz edilmesine razı olmak şöyle dursun yukarıdan beri izah edilegeldiği vechile bunlar mahzâ tevhid için gönderilmiş, tevhid için mücahede etmişler ve bu suretle ikramı ilâhîye mazher olmuşlardır. Böyle kendilerine en güzel haslet mukadder olmuş memduh kullar Cehennemden öyle uzaktırlar ki,

102

ve bunlar canlarının istediğinde muhalled kalacaklardır

(.......) hışıltısını bile duymazlar (.......) ve bunlar canlarının istediği şeyler içinde muhalleddirler.

103

O fezeı ekber bunları mahzun etmiyecek ve bunları Melekler şöyle karşılayacaklar: bu işte sizin o gününüz ki, va'dolunuyordunuz

(.......) o en büyük feza' dehşet onları mahzun etmez (.......) ve onları Melâike şöyle karşılar: (.......) işte bu o gününüz ki, va'dolunuyordunuz-diye müjdelerler.

104

O gün ki, Semâyı kitablar için defter dürer gibi düreceğiz evvel başladığımız gibi halkı iade edeceğiz, uhdemizde bir va'd, şübhe yok ki, biz yaparız

(.......) Düşün o günü ki, Semayı kitablar için defter dürer gibi düreceğiz (.......) evveli halka bed'ettiğimiz gibi iâde edeceğiz (.......) üzerimize aldığımız bir va'd ki, (.......) muhakkak yapacağız-evveli halk, burada iade mukabili olmak ı'tibarile ilk hılkat demek olduğu zâhirdir. (.......) diye üç Hadîs-i şerif merviy olduğunu ve binaenaleyh akli evvel, kalemi evvel, nuri Muhammedî demek olacağına nazaran iade nuri Muhammedî ile başlıyacaktır.

105

Şanım hakkı için zikirden sonra Zeburda da yazmıştık: ki, her halde Arz, ona benim salih kullarım vâris olacaktır

(.......) Filhakıka zikirden sonra Zeburda yazdık-Tevrattan sonra Zeburda, yahud bu babda ba'zı ıhtarattan sonra Zeburda yazdık (.......) ki, Arz, ona salih kullarım varis olur. -Arz ifsad edenlerden alınır, verasete lâyık, hılâfete ehil salâhiyyetli hak kullarına verilir.

Ya'ni sirri beka, salâh kanununa müterettibdir, bozukların hakkı bekası yoktur. Fir'avn ve Cebâbirenin gark ve def'ıyle onların zaıyf gördükleri kulların Arzı mukaddesin şark-u garbına varis kılınması, Davudun Calûtü katledip (.......) emriyle mazheri hılâfet edilmesi gibi vekayi' ile fı'len ıhtar olunduktan sonra Zeburda da bu kanun tansıs edilmiş ve bununla Âhır zamanda ümmeti Muhammedin verasetine işaret olunmuştur. Eslâh kanunu yahud elyak kanunu denilen bu kanunun hukmiledir ki, evvelâ sureti umumiyyede nev'ı beşer içinde Ehli kitab olan milletlerle diğerleri arasındaki mübareze de nihayet Ehli kitab, galebe etmiş; saniyen Ehli kitab içinde de ibtidaen Yehûd, galebe etmiş, ba'dehu Nesarâ, galebe etmiş, ba'dehu Müslimanlar galebe etmiş ve salâhını muhafaza ettikçe yine edecektir. Ve Zeburda ıhtar olunduğu gibi burada Kur’ân ile de haber veriliyor ki, bi'seti Muhammediyyeden sonra veraseti Arz, îmanı tevhıd ile mü'min ve a'mali saliha ile amil ümmeti vahide olarak zuhur edecek ve şirk ve tefrikadan, ısyan ve ıhtilâftan korunarak en güzel amellerle sa'y-ü mücahede eyliyecek salih kullarındandır. Nihayet Gökler dürülüp Arz değiştikten sonra Arzı Cennetin veraseti de bunlarındır. (.......) ile işaret edildiği ve ehadisi sahihada varid olduğu üzere bu ümmette de tefrikalar çıkacak, arada emir, parçalanacak, memleketler zayi' olacak, maamafih yine Peygamber ve eshabının yolunda giden bir fırkai naciye, zümrei salihîn, garib kalacak, sonra yine din bed'ettiği gibi dönüp zuhur edecek, Peygamberlik iddiasında bulunacak olan otuz kadar deccalden sonra ülûhiyyet iddiasına kalkışacak olan koca Deccal, Mesihin nüzulile helâk olacak, derken Ye'cûc ve Me'cûc çıkacak, Yer yüzünde görülmedik fesadlar, tasvire sığmaz harbler yaptıktan sonra biemrillah mahvolacaklar, artık salib kırılacak, hınzir öldürülecek, salihîn hâkim olacak, şer'ı Muhammedînin ta'mimile beşeriyyet bir devri saadet girecek velhasıl suğra ve vüstâ nice kıyametlerden sonra dabbetülarzın hurucü ve Güneşin Mağribden tulûu ve surun nefhile büyük Kıyammet kopacak, ve nefhaâhi saniye ile, hal kı evvel başladığı gibi iade oluncak, haşr-ü neşr olup yevmi din, sureti mutlakada gelecek, akıbet Cennet salihlerin olacaktır.

106

Şübhe yok ki, bunda âbid bir kavm için kâfi bir öğüd vardır

(.......) muhakkak bunda-bu Kur’ân’da ve bilhassa bu Sûrenin mazmununda (.......) âbid bir kavm için her halde bir belağ vardır. -

Ya'ni himmetleri hakıkaten ıbadete masruf olan efrad ve cemaat için bâliğan mâ belağ bir nasıhat, maksada iysal etmeğe kâfi bir tebliğ vardır. Ve hattâ bu son hıtab, belki yalnız bu son kanun başlı başına bir belağdır ki, ıbedetin hakıkatini, ma'bubü, nübüvveti, gayei maksudeyi tebliğ eder.

107

Ve seni sâde âlemîne rahmet olarak göndermişizdir

(.......) ve seni ancak âlemîne rahmeten gönderdik-ya'ni ya Muhammed başka bir sebeb için değil ancak bütün âlemlere ve bâhusus zevil'ukul âlemlerine merhamet ettiğimiz için, veya başka bir halde değil ancak âlemine bir rahmet olarak Resul gönderdik; risaletin umuma bir rahmeti ilâhiyye veya sen bir rahmeti ammesin ki, bütün zevilukul âlemlerine o salâh ve sen te'lim edeceksin ve bütün âlem bundan müstefid olacaktır. Artık vay o bedbahtlara ki, bu rahmetten kaçınırlar ve bu nura karşı göz yumarlar.

Ey rahmetenllilâlemîn :

108

De ki, bana sade vahyolunuyor ki, ilâhınız ancak bir ilâhdır, şimdi siz müsliman oluyor musunuz?

(.......) de ki,-her kim esası ve her salâhın başı olan ma'bud mes'elesinde (.......) bana ancak şöyle vahy olunuyor: (.......) hepinizin ilâhı ancak bir ilâhdır ki,-Allahdır. Balâda isbat olunduğu üzere maadası batıldır. (.......) Binaenaleyh sizin buna islâmınız var mı? -Bu vahyi teslim edip kemali ıhlâs ile hepiniz bir ilâha inkıyadı kabul ediyor musunuz? Kısaca böyle tebliğ et

109

Bunun üzerine aldırmazlarsa o halde de de ki, size düpedüz ı'lân ettim, ve bilmem bu size edilen va'd-ü vaîd pek yakın mi, yoksa uzak mı?

(.......) kabul etmedikleri takdirde de şöyle de: (.......) size alesseviyye iyzan, ettim-emri bildirdim, tehlükeyi i'lân eyledim-iyzan hali harb i'lân etmek ma'nâsına da geldiğine göre bu âyetin nüzuliyle Resulullah Mekke müşriklerine karşı vaz'ıyyetin hali harb olduğunu anlatmış demek olur ki, şu halde ileride vâki'

olacak Bedr muharebesinin i'lânı da bu andan i'tibaren yapılmış demektir. (.......) Ve size yapılan o vaîd, yakınmı uzak mı bilmem-ya'ni dini hakkın zuhuru, müslimînin galebesi ve yahud Kıyametin kopması lâbüdd olduğunda şüphe yoksa da yakın mı uzakmı bilmem. Şu halde Sûrenin başında (.......) buyurulması (.......) olmak i'tibariledir.

110

Şübhe yok ki, o, söylenenden, açığa vurulanı da bilir gizlediğinizi de bilir

(.......) Şübhe yok ki, o-Allah-sözün i'lân edilenini de bilir, sizin ketmettiklerinizi de -binaenaleyh cezanızın vaktını da bilir.

111

Ve bilmem belki bu-mühlet-sizin için bir imtihan ve vakta kadar bir istifadedir

(.......) Ve bilmem belki o-o ikinci şık ya'ni vaîdin uzaması, cezanızın te'hıri (.......) sizin istidrac (.......) ve bir zamana kadar bir meta'dır-bir istifade ile oyalayıştır.

Bu emri tebliğ ve bu iyzanı icra ettikten sonra Resulullahın ne yaptığına gelince :

Şöyle duâ etti :

112

Dedi: ya rabb! hakka hukmet ve rabbımız rahmandır ancak isnadlarınıza karşı sığınılacak müstean

(.......) dedi (.......) rabbım! Hakk ile hukmünü ver - adaletin gecirgemesin (.......) ve Rabbımız o Rahmandır ki, (.......) isnad ettiğiniz vasıflarınıza karşı müsteandır - ey zalimler! Sihirdir, edgasü ahlâmdır, iftiradır, şiırdır gibi isnadlarınıza, dini islâm ve müslimîn aleyhindeki küfriyyatınıza karşı avn-ü nusrati matlûb olan ancak odur.

0 ﴿