HACCSûre-i Hacc, esas i'tibarile Mekkîdir, nüzulü Mekkede başlamıştır. Maahaza medenî olan âyetleri de vardır. Ancak bunların ta'yininde ihtilâf edilmiştir. Ba'zıları üç, ba'zıları dört, ba'zıları da ekser âyetlerinin medenî olduğunu söylemişlerdir. Âyetleri : - Kufî ta'dadında doksan sekiz, Mekkîde doksan yedi, Basrîde doksan beş, Şamîde doksan dörttür. Kelimeleri : - Bin iki yüz doksan birdir. Harfleri : - Beş bin iki yüz beştir. Fasılası : - (.......) harfleridir. 1Ey o bütün insanlar! Rabbınıza korunun, çünkü o saat zelzelesi çok büyük bir şeydir 2Onu göreceğiniz gün her emzikle emzirdiğinden geçer ve her yüklü kadın hamlini vaz' eder, ve nası hep sarhoş görürsün halbuki sarhoş değillerdir ve lâkin Allah’ın azâbı şediddir 3Nâstan kime de vardır Allah hakkında bigayri ılim mücadele eder de her kaypak Şeytanın ardına düşer 4Ki, onun üzerine şöyle yazılmıştır: her kim buna dost olursa muhakkak onu sapıtır ve doğru saîr azâbına götürür 5Ey insanlar! Eğer ba'sten şübhede iseniz şu muhakkak ki, biz sizi bir topraktan halketmekteyiz, sonra bir alekadan, sonra hılkati belli belirsiz bir mudgaden, ki, size anlatalım diye hem müsemma bir ecele kadar dilediğimiz müddet rahimlerde durduruyoruz da sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da kuvvetinize irmeniz için, bununla beraber içinizden kimisi vefat ettiriliyor, yine içinizden kimisi de biraz ılimden sonra bir şey bilmesin diye erzeli omre doğru giri itiliyor, Arzı da görürsün sönmüş kül halinde, derken üzerine suyu indirdiğimiz zaman ihtizaz eder kabarır da her dilber çiftten nebatlar bitirir (.......) ba'sten dolayı reybde iseniz - ölülerin diriltilmesi mes'elesi hakkında şübhe ediyorsanız etmeyin, zira o enfüs-ü âfakta delilini görüb durduğunuz bir hakıkattir. Evvelâ nefislerinizde (.......) muhakkak ki, biz sizi ibtida bir topraktan-(Sûre-i Hıcre bak) ölüyü diriltmek, hayatı olmıyan bir şey'e hayat vermek demek olduğu cihetle camid topraktan bir zîhayat yaratmak bir ölüyü diriltmekten daha yüksek bir kudret olduğunda şübhe mi edilir. (.......) sonra bir nufteden-bir meniyden, daha doğrusu menîdeki tohumdan, (.......) erkek nutfesinin kadın yumurtalığını telkıhinden sonra bir alekadan-mütekevvin bir kan totuğundan (.......) sonra da muhallak ve gayrı muallak bir mudgadan halkettik-o alekadan mütekevvin kısmen hılkati belirmiş kısmen de belirmemiş bir çiğnem etten yarattık (.......) ki, size tebyin edelim için-ya'ni kudretimizin ızhar edelim, sizi beyana mazher eyliyelim de şübhe etmiyesiniz için. Bir silsilei tekâmülde her biri hayatın bir sureti mahsusasını ifade ve her mertebesinden bir nevi' ıhyaya tazammun eyliyen şu tedricî meratibi hılkati teemmül eden kimse o kudreti hâlîkanın ölüleri ıhya edebileceğinde ve hattâ ettiğinde nasıl şübhe edebilir? Bir de bunlarda kudret delilinden maadâ bir irade ve meşiyyet delili bulunduğundan da gaflet etmemelidir. Zira : (.......) bunula beraber dilediğimizi bir eceli müsemmâya kadar rahimlerde karar ettiriyoruz. -Ba'zılarında sıkıt vakı' oluyor düşüyor da diğer ba'zıları ezelde takdir olunmuş bir müddeti hamil kadar rahimlerde duruyor. Demek ki, hâlık dilediğine hayat veriyor (.......) sonra sizi bir tıfolarak çıkarıyoruz (.......) sonra da eşüddünüze bâliğ olmanız için-ya'ni kuvvete, akl-ü temyizde kemalinize irmeniz için büyütürüz (.......) ve sizden kiminiz vefat ettirilir-bülûğtan sonra veya evvel veye tam o sırada ruhu kabzolunur (.......) kiminiz de omrün erzeline reddedilir. -Girisin giri kuvvetten düşürülüp kocaltılarak pek düşgün bir hale getirilir (.......) tâ ki, hayli ılimden sonra bir şey bilemez olsun için-ki, bu suretle tufûliyyet halindeki za'f-u aciz ve idrâksizliğe doğru dönerek mebdei olan türaba yaklaşır. İşte enfüste olan bütün bu tehavvülât her dilediğini-yapmağa kadir olan Hâlık tealânın kudret-ü iradesile ba'sin sıhhatine delâlet eyliyen beyyinattır. Âfâka gelince : Ey insan (.......) Arzı da yanmış kül olmuş görürsün-bu ıhtar gerçi ilk nazarda yazın Güneşin harareti karşısında Arzın kuruduğu hali irâe eder. Maamafih bunu teşbih tarikıle değil, hakıkati üzere anlamak ben maksudü isbatta daha vâzıhtır. Hem de zamanımızın nazarriyatti ılmiyyesi bu ma'nâya muvafıktır. Ya'ni Arz vaktile yanar bir ateş olduğundan toprak esas ı'tibariyle yanıp sönmüş bir ateşin kül halinde tesallüb ve teressübüdür ki, hayatın son derece zıddıdır. (.......) böyle iken üzerine suyu indirdiğimiz vakıt- o yanık Arz (.......) ihtizaz etmekte - ya'ni zerrat ve eczası kuvvei hayatiyye ibraz ederek bir hareketi ihtizaziyye ile teprenmekte (.......) ve kabarıp nemâ bulmakta (.......) ve her dilber çiftten nebatât bitirmektedir. Bunlar ne sebeble oluyor? 6İşte bunlar hep Allah’ın şübhesiz hak ve o muhakkak ölüleri diriltiyor ve hakıkaten her şey'e kadir olmasındandır (.......) O - beyan halk-u tahvil ve tehziz ü inbat (.......) şu sebebledir ki, Allah hak o - ya'ni hakıkaten Allah var ve hiç değişmeyerek hakıkaten sâbit olan ancak o (.......) ve hakıkaten o, ölüleri diriltiyor (.......) ve hakıkaten o, (.......) 7Ve hakıkat o saat gelecektir, onda hiç şübhe yoktur, ve hakıkat Allah kabirlerdeki kimseleri ba'sedecektir (.......) Ve hakıkaten o saat - zelzelesi azîm bir şey olan dehşetli vakıt, ehli Dünyanın Dünyasını başına yıkacak olan o Kıyamet (.......) gelecektir. (.......) Bunda şübhe yoktur. - Ya'ni şübheye mehal yoktur. (.......) ve hakıkaten Allah, kabirlerdeki kimseleri ba'sedecektir. 8Nâstan kimi de vardır ki, ne bir ılme, ne bir rehbere nede tenvir eder bir kitaba istinad etmeksizin Allah hakkında mücadele eder (.......) Bu âyet, Nadr İbn-i Hâris ve Ebû cehil gibi şeytanetkâr rüesayı mücadilîn hakkında yukarıda geçen nazîri de böylelerin arkasına düşen mukallidîn hakkındadır. (.......) ya'ni yakınî bir ılm ile değil, mücerred zann-ü hissiyyatına tebean. 9Allah yolundan şaşırtmak için yanını bükerek ki, Dünyada ona bir rüsvalık vardır, Kıyamet günü de kendisine o yangın azâbını tattıracağızdır 10Bu, diye: senin iki elinin takdim ettiği ve Allah’ın kullarına zulümkâr olmadığı içindir 11Nâstan kimi de Allah’a kıyıdan kıyıya ıbadet eder, eğer kendisine bir hayır isabet ederse ona yatışır ve eğer bir mihnet isabet ederse yüz üstü dönüverir (.......) olur, işte husranı mübîn odur (.......) nâstan kimi de Allah’a alâ harfin ıbadet eder. - Ya'ni can-ü gönülden değil de bir kenardan, bir maksadi mahsus için dindarlık eder veya dil ucile müsliman olur (.......) da kendisine bir hayır isabet ederse ona mutmainn olur. (.......) Ve eğer bir mihnet isabet ederse ona (.......) yüzü üzerine dönüverir-kıçını çeviriverir. Bunun sebeb-i nüzulünde bir rivayete göre müellefetülkulubdan Uyeynetübni Bedr, Akra' İbn-i Habis, Abbas İbn-i Mirdas birbirlerine «Muhammedin dinine gireriz, eğer bize bir hayr isabet ederse hak tanırız, yoksa bâtıl tanırız» demişlerdir. 12Allah’ı bırakır da kendine ne zarar ne menfeat vermiyecek şeylere yalvarır, işte dalâli baîd odur 13Her halde zararı nef'ınden daha yakın olan zat diye yalvarıyor, o ne fena efendi, o ne fena yardak 14Şübhe yok ki, Allah, îman edib salih ameller işliyenleri altından ırmaklar akar Cennetlere koyacak, şübhe yok ki, Allah ne isterse yapar 15Her kim, ona Allah Dünyada ve Âhırette aslâ yardım etmez zannediyorsa hemen Semâya bir ip uzatsın sonra nefesini kessin de baksın keydi gayzını giderecek mi? (.......) Her kim ona - ya'ni Peygambere - Allah Dünya ve Âhırette kat'iyyen nusrat etmez zannında bulunuyorsa (.......) hemen Semaya bir ip uzatsın (.......) sonra intihar etsin - ya'ni kendini boğup nefesini keserek intihar eylesin (.......) de baksın - ya'ni onun o zanda bulunması bugz-u hasedinden, Peygamberin Dünya ve Âhıret nusratı ilâhiyyeye mazheriyyet ve muvaffakiyyetini görmek istememesindendir. Halbuki Allah’ın Peygambere Dünya ve Âhıret nusratı öyle kat'î, öyle muhakkaktır ki, onu istemiyenlerin hakkı, kahrından kendi kendini boğmaktır. Binaenaleyh Peygamberin ve dolayısiyle dinin mensuriyyetini arzu etmiyen her kim ise onu Dünyada görmek istemediği için intihar etsin de Âhıretten baksın (.......) keydi gayz beslediği şeyi lâbüd giderecekmi - din mensur olmasın diye kurduğu hîle, çevirdiği desîse muhakkak olan o nusrate sanki mani'mi olacak? Hayır, Allah’ın Peygamberine va'dettiği o nusrat Dünyada ve Âhırette lâbüd tehakkuk edecektir. (.......) Ve işte böyle - her türlü şekk-ü şübheden ârî bir kat'ıyyetle (.......) bir çok beyyinelerden ıbaret âyetler olarak indirdik onu - o Kur’ân’ı ya Muhammed (.......) ve hakikat şudur ki, Allah kime dilerse hidayet eder. 16Ve işte biz onu böyle "âyâti beyyinat" olarak indirdik ve çünkü Allah istediğine hidayet eder 17Onlar ki, îman ettiler ve onlar ki, Yehûdî oldular ve o sabiîler ve o Nesârâ ve o Mecûs ve o şirk edenler her halde Allah her şey'e şâhiddir (.......) Onlar ki, îman ettiler-ya'ni bu inzal olunan âyâtı beyyinâta ve mucebince vahdaniyyeti ilâhiyye ve risaleti Muhammediyye gibi îman edilmesi lâzım gelen esasata îman eylediler (.......) ve onlar ki, Yehûdî kaldılar (.......) ve sabiîler (sûreî «Mâide» de (.......) bak). Ancak burada sabiîn Sûre-i «Bakare» de olduğu gibi Yehûd ile Nesârâ arasında ve mansub olarak zikredilmiş, bir de Mecus ve Müşrikîne dahi tekabül ettirilmiş olduğu cihetle ma'nayi ehass ile telakkı edilmek ıktiza edeceğinden de gaflet edilmemelidir (.......) ve Mecûsîler (.......) ve onlar ki, şirk koştular-ya'ni müteaddid ma'budlar ittihaz eylediler. Görülüyor ki, bu âyette altı din zikrolunmuş ve bunlardan yalnız birincisinin ehli îman olduğu gösterilmiştir. Demek ki, mütebakı beşi ehli küfürdür. Sonra bu beşten yalnız sonuncusundan şirk tasrih edilmiştir. Halbuki diğerlerinde de şirk yok değildir. Ezcümle Mecûsun ateşperestliği ma'lûmdur. Şu halde buradaki (.......) ta'mim ba'dettahsıs kabîlinden olarak «ve sâir müşrikîn» demek olabilirse de burada tasrih olunan şirkten murad hiç bir veçhile tevhid iddası veya te'vili karıştırılmıyan şirk olması tekabül karînesine daha muvafıktır. Zira Nesârâ üç birdir diye tevhıd iddiasından bulunduğu gibi Mecûs ve ezcümle zerdüştîler de bir ma'bud tanıdıkları iddiasındadır. Bu suretle (.......) mahzı sineviyyet iddia eden Maneviyye ile Abedei asnam gibi mahzı teaddüd iddia eden müşrikleri iş'ar etmiş olur. Ve binaenaleyh sabiînden murad da Nesârâ gibi sarahaten şirk iddiasında bulunmıyanlardır. Bütün bunlar (.......) Ey muhatab 18Görmedin mi hep Allah’a secde ediyor Göklerdeki kimseler, Yerdeki kimseler, Güneş, Ay ve yıldızlar, dağlar, bütün hayvanlar, ve insanlardan bir çoğu, bir çoğunun da üzerine azâb hakk olmuş her, kimi de Allah tahkır ederse artık ona ikram edecek yoktur, şübhesiz Allah ne dilerse yapar «SECDE AYETİDİR» (.......) görmedin mi - ya'ni kalb göziyle idrâk edemedin mi veya haberin yok mu? (.......) Hakıkatte Allah, ona hep şunlar secde ediyor: - ya'ni hukm-ü tedbirine temamen inkıyad eyliyor (Sûre-i «Ra'd» e bak) (.......) Göklerdekiler ve Yerdekiler - yukarılarda ve aşağıda her kim ve her ne varsa, Melâike ve Nüfus, canli ve cansız her şey; ezcümle: (.......) Şems-ü Kamer ve nücum, dağlar ve ağaçlar ve bütün hayvanat (.......) ve insanlardan bir çoğu ya'ni insanlara gelince hepsi değil, ekserîsi de değil, bir kısmı, mukabilinden daha çok değilse de haddi zatında bir kesret teşkil eden bir kısmı secde ediyor. Gerçi Allahü teâlânın te'sirâtı cebriyyesine, bütün insanlar da ister istemez inkıyad eyler. Bu cihetle (.......) ın umumunda dahildir. Fakat ıhtiyar ile alâkadar olan inkıyadı iradîyi ve secdei itâati yapan insanların ancak bir kısmıdır ki, mü'minlerdir. Bundan dolayı ba'zı müfessirîn bu secdei itâat ma'nâsını ibraz için işbu (.......) kaydının atfı'cümle kabîlinden olmak üzere (.......) takdirinde olduğunu söylemişlerdir. (.......) bir çoğu da üzerine azâb hakkolmuştur. - Çünkü Allah’ın emrine karşı küfr-ü ısyan ile serkeşlik edip secdei itâatten istinkâf eylemiştir. Ki, bunlar Şeytanlar ve Şeytanlara uyan insanlardır. 19Şu ikisi rabları hakkında muhakemeye duruşmuş iki hasımdırlar, binaenaleyh o küfredenler, için ateşten çamaşırlar biçilmiştir, başlarının üstünden kaynar su dökülür (.......) bu ikisi - ya'ni insanlardan secdekâr olan kısım ile olmıyan kısım, mü'minlerle kâfirler (.......) iki hasımdırlar (.......) ki, kendilerinin rabbı hakkında muhasame etmektedirler - rabları hakkında birbirlerine karşı da'vaya duruşmuş muhâkeme halindedirler. Demin söylendiği vechle aralarını Allahü teâlâ yevmi Kıyamette fasledecek. Hakkı ayırd edip niza'larını kesecek ve her birinin müstehakkını verecektir. (.......) Şöyle ki, o küfredenler (.......) için ateşten elbiseler biçilmiştir. (.......) tepelerinin üstünden o hamîm dökülecek. ilh... İbn-i Abbastan rivayete göre işbu (.......) den ıtibaren üç veya dört âyet, Medînede nâzil olmuştur. Ebû Zer radıyallahü anhten rivayet olunduğuna göre de Bedr günü Hazret-i Hamze, Hazret-i Ali ve Hazret-i Ubeydetibnilhâris radıyallahü anhüm üçünün Kureyşten Utbe ve Şeybe ibnâ rebi'a ve Velîd İbn-i Utbe ile mübarezelerinde nâzil olmuştur. Alel'umum kâfirlerle alel'umum mü'minler hakkındaki inzar ve tebşirden sonra kâfirlerden bir sınfın inzariyle erkânı islâmdan hacce terğib için buyuruluyor ki, : 20Bununla karınlarındaki ve derileri eritilir 21Bir de bunlara demirden kamçılar vardır 22Her ne zaman ateşten, onun bir gamından çıkmak isterlerse yine içine iade olunurlar, haydi tadın yangın azâbını 23Şübhesiz Allah o îman edip salih salih ameller işliyenleri altından ırmaklar akar Cennetlere koyacak, orada altın bileziklerden ve inci süslenecekler elbiseleri de orada ipek 24Hem sözün hoşuna hidayet edilmişlerdir, hem hamîdin yoluna hidayetedilmişlerdir 25Amma şunlar ki, küfr ettiler hem Allah yolundan ve o Mescidi haramdan meni' ediyorlar ki, biz onu, mukîm ve müsafir içinde müsavi olmak üzere, umum insanlar için yapmışız ve her kim onun içinde zulm ile ilhad ile bir irade ederse ona muhakkak elîm bir azâb tattırırız (.......) Onlar ki, küfrettiler ve Allah yolundan ve Mescidi haramdan menediyorlar. - Bu âyetin hudeybiye senesi Resulullah ve eshabını Mescidi haramdan menettikleri zaman nâzil olduğu merviydir (Sûre-i Bakareye bak). (.......) Öyle bir mescidden ki, (.......) biz onu nas için (.......) onda akif ve badi müsavi kıldık. - Ya'ni mukîmi müsafiri müsavi olmak üzere gerek Mekkî ve gerek âfâkî umumi nas için mescid kıldık. (.......) Ve her kim ki, bunda zulm ile ilhad ile irâde eyler - ya'ni haksızlıkla istikametten udul etmek ister (.......) her birine elîm bir azâbdan tattırırız. - Bu âyetin zâhirine nazaran Mekkede mücerred irade, ya'ni fi'le çıkmıyan niyyet ile dahi ındallah mes'uliyyet vardır. 26Hem unutma o vakti ki, o beytin yerini İbrahime şöyle diye hazırlamıştık: sakın bana hiç bir şey şirk koşma, ve beytimi dolaşanlar ve duranlar ve ruküa sücude varanlar için tertemiz et (.......) hem an o vaktı ki, İbrahime beytin yerini tebvie etmiştik -ya'ni Ka'benin yapılmasını te'min etmek üzere evvel emirde yerini ıhzar etmiş, umran ve ıbadet için müraceat edeceği bir merci kılmıştık (.......) şöyle diye ki, (.......) bana hiç bir şeyi şerik tutma - ıbadette bana hiç bir şerik koşma ve beytin binasında bana ıhlâstan başka bir garaz besleme, mahza benim rızam ve bana halıs ıbadet için yap. Ve işte bu ma'nâdan dolayı ona Beytullah ıtlak olunur ki, Allah için ıbadete mahsus hane demektir. (.......) Ve beytimi tavaf eyleyenler ve kaim olanlar ve rüku' ve sücud edenler için tathir eyle - taharet nezafeti hissiyye ve ma'neviyyeye şamildir. Binaenaleyh (.......) olan asnam ve evsandan tathir de bunda dahildir. Ya'ni beytin içini dışına gerek hissî ve gerek ma'nevî pisliklerden temizle, çok temiz tut, dolaşanlar ve duranlar, tavaf eden ve namaz kılanlar tertemiz ıbadet etsinler 27Ve umum nas içinde haccı i'lân eyle gelsinler sana: gerek yaya ve gerek her derin vadiden gelerek incelmiş her bir binid üzerinde (.......) ve nas içinde Hacci i'lân eyle - Haseni basrî gibi ba'zıları bu emirlerin Resulullaha hıtab olduğuna kail olmuşlardır. Zira tathir emri buna ensebdir. Bu surette Resulullaha ve ümmetine Haccin farzıyyeti bu âyetlerin nüzulünden i'tibaren başlamış olur. Lâkin zahir olan Hazret-i İbrahime olan hıtabları tezkir olmasıdır. Bu surette Resulullah ve ümmeti hakkında farzıyyet henüz sabit olmaz, nedb-ü tergib ifade edebilir. Bunun için Haccin farzıyyetini kat'î olarak ifade eden delil (.......) âyeti olmuştur. (.......) Sana yaya olarak (.......) ve derin derin vadîlerden gelen artık artık develer üzerinde gelsinler 28Gelsinler kendilerine aid bir takım menfeatlere şâhid olsunlar ve En'am behîmelerinden kendilerine merzük buyurduğu kurbanlıklar üzerine ma'lûm günlerde Allah’ın ismini ansınlar da onlardan yeyin ve yoksulu, fakıri doyurun (.......) ki, kendilerine âid bir çok menfeatlere şahid olsunlar - Haccin hıkmetleri olan bu menfeatler, Sûre-i Mâidede (.......) ve (.......) buyurulduğu ve İbn-i Abbastan da rivayet olunduğu üzere hem Dünyevî olarak da müşahedei şeâirle ırfanî, ahlâkî, ticarî ictimaî bir takım menafi' vardır. Bu menafia hazır olsunlar (.......) ve kendilerini merzuk kıldığı en'am behîmesi üzerine ma'lûm günlerde Allah’ın ismini zikretsinler için - ya'ni (.......) diyerek Allah için kurban kessinler. Behimetül'en'am, deve sığır, koyun, keçidir. (Sûre-i Maidenin evveline ve Sûre-i En'amın ahırlerine bak). Hacc âyetlerinde eyyamı ma'dudat, eyyamı teşrik (Sûre-i Bakarede (.......) bak). Eyyamı ma'lûmat aşri Zilhicce veya eyyamı nahirdir. Zira, Zilhıccenin on günü âhirinde vaktı Hacc, Arefe ve Kurban bayramı olduğundan dolayı halkın bunları bilmeğe şevkı vardır. Ve binaenaleyh beyinlerinde ma'lûmdur. Bu sebeble İmamı a'zam Ebû Hanîfe ve İmamı Şafiî bu ma'lûm günlerin aşri Zilhicce olduğuna kail olmuşlardır ki, Mücahidin, Atanın, Katadenin, Hasenin kavilleri ve Said İbn-i Cübeyrin İbn-i Abbastan rivayetidir. Bu surette bu eyyamı ma'lûmatın kurbana zarf olması yevmi nahir ya'ni Kurban bayramı günü olan onuncu gün i'tibarile demektir. Halbuki Kurban, bayramın yalnız birinci günü değil ikinci ve üçüncü günleri de kesilebildiğinden bu üç gün eyyamı nahir namiyle ma'ruftur. Ve şu halde kurban kesilmek için ma'lûm olan günler bu eyyamı nahr ile tefsir edilmek lâzım gelir. Bunun için İmam Ebi Yusüf ve İmamı Muhammed eyyamı ma'lûmatın eyyamı nahriden ıbaret olduğuna kail olmuşlardır ki, muhtar olan da budur. (.......) Görülüyor ki, burada gıyabdan hıtaba ıltifat vardır ki, bununla hıtab Resulullaha ve ümmetine tahvil olunmuştur. Şüphe yok ki, Hazret-i İbrahim zamanında kesilen kurbanlardan ümmeti Muhammedin yemesi ve yedirmesi tasavvur olunamaz. Şu halde burada ki, «fa» nın bir iycazı hazf ifade eden «fa» i fasıha olduğu anlaşılır. Ve binaenaleyh ma'nâ şu olur: İmdi ya Muhammed ve ümmeti siz de o günlerde kurbanlarınıza ismullahı zikr ediniz de onlardan yeyiniz (.......) ve muhtac olan sıkılmışa it'am ediniz - yemek emri, ibaha; it'am emri vücub içindir. Ya'ni Kurban bayramı kurbanından sahıbinin yemesi caizdir. Bir mıkdarını fukaraya it'am vacibdir. Mendub olan, bir sülüüsünü kendisile âilesi, bir sülüsünü ahıbbası bir sülsünü de fukarâ için ayırmaktır. Ancak zikri gelecek olan nezir kurbanlarından sahibinin yemesi câiz olmaz. 29Sonra kirlerini atsınlar ve adaklarını yerine getirsinler ve o Beyti atikı tavaf etsinler (.......) sonra kirlerinizi izâle etsinler - menasiki edâdan sonra tırnaklarını kesmek, bıyığını ve sakalını düzeltmek, koltuklarını yolmak, başını ve kasığını tıraş etmek gibi temizlenmeğe müteallık ıhtiyaclarını kaza etsinler (.......) ve nezirlerini iyfa eylesinler (.......) ve o atiyk beyti tavaf etsinler - ya'ni Kâ'beyi tekrar tekrar dolaşsınlar. Bir tavaf yedi şavt, bir şavt bir dolaşımdır. Yedi şavtın dördü farz üçü vâcibdir. Cumhurı müfessirîn demişlerdir ki, buradaki tavaftan murad, haccin erkânından olan tavafı ifâza namı diğerle tavafı ziyarettir ki, tehallülün tamamı bununladır. Ya'ni bu tavaf yapılmadan Ihramdan çıkılmaz, kirlerin izâlesi ma'nasına kazâi tefes, buna mukarin olur. Vav tertibe delâlet etmediği için bunun kazai tefesten sonra yapılmasını ıktiza etmez. Lâkin zikirdeki tertibe nazaran bu tavafın kazai tefesten sonra olması zihne tebadür ettiği ve tavafi ziyaret Ihram ve vakfe gibi hacc mefhumunda dahil bulunduğu için ba'zıları bunu tavafı sader denilen veda' tavafına hamletmişlerdir ki, afâki için vacibdir. Bunun tam mukabili de tavafi kudumdur. Ki, ilk varıdığı vakıt yapılır. Bu üç tavafın gayri olarak da her zaman arzu edildiği kadar nâfile tavaflar da yapılabilir. Kâ'beye Beyti atiyk denilmesinin vechine gelince: Bunda bir kaç ma'nâ vardır: 1 - Atiyk, lisanımızda da meşhur olduğu üzere kadim ma'nâsına gelir, evvel zamandan kalma demektir. Gerçi biz ba'zan bu ma'nâda «eski» ta'birini de kullanırız, lâkin eski daha ziyade «halak» ya'ni köhne ve harab mefhumunu ifade eder. Halbuki atîk ve kadim köhne demek değildir. Antika demektir. (.......) âyeti mantukuna nazaran Kâ'beyi Muazzeme ruyi zeminde mevcud ma'bedlerin en kadimi olmak ı'tibarile «atîk» tesmiye edilmiştir. Bu ma'nâ, Haseni Basrîden menkuldür. 2 - Atiyk, Sûre-i İsrânın Âhirinde beyan olunduğu üzere ıtak gibi ceyyid ve muteber ma'nâsına gelir ki, birinci ma'nânın lâzımıdır. Bu ma'nâca Beyiatîk, Beyti şerif ve mükerrem demektir. Netekim Beytülharâm dahi denilir. Bu ma'nâ Saı'd İbn-i Cübeyrden menkuldür. 3 - Atiyk, azad ve hur ma'nâsına gelir. Kâ'bei muazzame de Cebabirenin tesallutundan âzâde olduğu için atiyk tesmiye edilmiştir. Bu ma'nâ bir Hadîs-i şerif ile Resulullahdan da mervîydir. Buyurmuş ki, (.......) ya'ni Allahü teâlâ Beyte «El'atiyk tesmiye etti, çünkü onu Cebabireden âzâde kıldı da ona asla bir cebbar galebe edemedi. Bu hadîsi Buharî tarihinde ve İbn-i Cerir ve Taberanî ve daha başkaları İbnüzzübeyrden tahric eylemiş, Tirmizî Hasendir demiş, Hâkim sahih demiştir. İbn-i Ebi Necîh ile Katade de bu ma'nâ ile tefsir etmişlerdir. Filhakıka bir zamanlar «Tübba'» hedmetmek istemiş felce uğramış vaz geçmesi tasvıye edilmiş, binaenaleyh bırakmış iyileşmiş, ta'zîmen bir örtü ile iksâ etmiş idi ki, ilk Kâ'be örtüsüdür. Sonraları Ebrehe de Fil vak'ası ile musab olmuştu. Gerçi Haccac yıktı, lâkin onun kasdı Beyte tesallut değil İbn-i Zübeyri çıkarmaktı, sonra bina etti. Karamıtanın Haceri esvedi bir kaç seneler alıb götürmüş olmaları da bu kabilden olmak gerektir. Âhir zamanda Habeş tarafından hedmedilip taşları denize atılacağına dair rivayet edilen bir hadîs mazmunu da sahih olduğuna göre Kıyamet alâmatındandır. Mücahid, kimsenin milki olmadığından dolayı hurrül'asıl ma'nâsına atîk tesmiye edildiğini söylemiştir. Ba'zıları da atiyk, mu'tık ma'nâsınadır demişler ki, haccedenlerin rakabelerini zünubdan azâd eder demektir. İmdi bu izahattan anlaşılır ki, (.......) unvanı bu ma'nâların hepsine kabil bir surette terceme edilemiyeceğini cihetle aynen muhafaza edilmek ıktiza eder. 30Emir budur, her kim de Allah’ın hurmetlerine ta'zîm ederse bu kendisi için rabbı ındinde mutlak hayırdır, size ise karşınızda tilâvet olunub duranlar müstesna olmak üzere bütün en'am halâl kılındı, o halde o evsandan, o pislikten kaçının ve tezvir sözden kaçının (.......) İşte öyle - ya'ni emir böyle, böyle yapılmak lâzım gelir. (.......) her kim de Allah’ın hurmetlerine ta'zım ederse - ya'ni Allah’ın ahkâmına, emirlerine, nehîlerine ve Beyti haram, Mescidi haram, Beledi haram, Meş'ari haram, Şehri haram ve saire gibi muhterem kıldığı şeylere riayetin vücubunu bilerek ve mucebince amel ederek ihtiram ederse (.......) rabbı ındinde o onun için hayırdır. - Âhırette o ta'zımin hayrını görür. (.......) Size ise en'am hep halâl kılındı - hurumattan değildir, Sûre-i «En'am» da beyan olunduğu üzere Bahîre, Saîbe, Vasıyle, ham yok, semaniyete - ezvac hepsi halâl (.......) ancak üzerinize tilâvet olunan müstesnâ - ki, bu da Sûre-i «Mâide» nin başında tafsıl olunduğu üzere meyte, dem, (.......) dır. (.......) binaenaley pislikten, evsandan ictinab ediniz - ya'ni meyte gibi hissî ve maddî pisliklerden ictinab ile beraber nusub-ü asnam gibi ma'nevî pisliklerden de sakınınız. O en'amı ismullah ile kesiniz de Allahdan başkasının namına kesip pis etmeyiniz ve beyti de putlardan tathir ediniz (.......) tezvir sözden de ictinab eyleyiniz - yalanı söylemediğiniz gibi terviç de etmeyiniz, tezvirattan uzak olunuz, ya'ni evsana tapmak da yalancı şahidlik kabîlinden tezvirattır, hattâ tezviratın başıdır. Bir de Allah’ın haram kılmadığı şeylere haram demekten, bahîre sâibe, vasıyle, ham haramdır demek gibi yalan sözlerden ve akıdelerden sakının ve böyle pisliklerden son derece ıhtiraz etmek lâzımdır. Şöyle ki, 31Allah için, ona şirk koşmayan hanîfler olun, her kim Allah’a şirk koşarsa öyle olur ki, sanki Semadan düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor, veya rüzgâr onu ocara bir yere sürüklüyordur (.......) Allah için hunefa olmak - her dinden çekilib ıhlâs ile tevhıdi hakka sarılmış bir cemâat olmak (.......) ona hiç şirk koşmamak suretiyle (.......) ve her kim Allah’a şirk koşarsa (.......) sanki Semadan sükut etmiş (.......) de onu kuşlar didikliyor (.......) ve yahud ruzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir. - Şirk böyle mühliktir. İnsanın kalbini didik didik didikler, uçurumlara sürükler. 32Bu budur, her kim de Allah’ın şeairine -kurbanlıklarına - ta'zîm ederse şübhesiz o kalblerin tekvasındandır (.......) Bu böyle (.......) halbuki her kim Allah’ın şeâirine -muhterem kıldığı alâime - ta'zım ederse (.......) muhakkak o ta'zımat kalblerin takvâsındandır. - Esbabi vikayesinden ve korunmasındandır. Binaenaleyh şeâirden olan hacc hediylerine, o büyük kurbanlara ta'zım etmeli, hurmetle bakmalı ve onları ancak Allah’ın ismini zikrederek kurban etmelidir. 33Sizin için onlarda muayyen bir zamana kadar bir takım menfeatler vardır, sonra da varacakları yer Beyti atika müntehîdir (.......) Sizin için onlar da - ya'ni o şeâir de, o hedayâ da (.......) muayyen bir zamana kadar bir takım menfeatler vardır. - Sağımından, dölünden, tüyünden hizmetinden ve sairesinden bir vakta kadar bir çok istifadeler edilir. (.......) sonra da ecellerinin yetimi Beyti atîka kadar varır. - «Mina» da kurban olurlar ki, bu da menfeati uhreviyyeleridir. Binaenaleyh böyle mübarek şeylere tazım edilmez mi? Bunlar, yaradanı Allahdan başkasının namına nasıl kesilir. Başkaları bunların bir kılını yaratabilir mi? Burada Beyti atîk fasılasının tercii Kâ'benin müşriklerden tahlisıle putlardan tathiri kazıyyesini te'kiddir. Bunların Beyti atîka kadar varmalarının hıkmetine gelince: 34Ve her ümmet için, Allah’ın kendilerine merzuk kıldığı en'am behimesi üzerine ismini zikretsinler diye bir ma'bed yapmışızdır, imdi hepinizin tanrısı bir tek tanrıdır, onun için yalnız ona teslim olan müsliman olun ve müjdele o muti', mütevazı'ları (.......) biz her ümmet için bir mensek ya'ni bir ıbadet ve kurban yeri yaptık ki, (.......) kendilerine rızk ettiği En'am behîmeleri üzerine Allah’ın ismini zikretsinler için (.......) imdi hepinizin ilâhı bir ilâhdır. - Her ümmet için bir mensek yaptığı gibi sizin için de yapmıştır. (.......) Binaenaleyh ancak ona - o vahid olan ilâha - islâm ediniz - ıhlâs ile ıbadet ediniz de zikrinizi, kurbanınızı şirk ile şaibedar etmeyiniz (.......) bir de o mütevazı'ları müjdele - ya Muhammed 35Ki, Allah anıldığı vakıt kalbleri oynar, ve kendilerine isabet edene sabırlı ve namaza devamlıdırlar ve kısmet ettiğimiz şeylerden infak da ederler (.......) ki, Allah denilince kalbleri çarpar -Celâlı kibriyanın derhal yüreklerinde parladığını hıssederler (.......) kendilerine isabet eden zahmetlere karşıda sabırlıdırlar. (.......) ve namaza müdavimdirler. (.......) Ve nasıb ettiğimiz rızklarından infak ederler - zekât, sadaka verirler kurban keser it'am ederler. 36Hem o bedeneler, o güvdeli hayvanlar - var â biz onları Allah şeâirinden kıldık, sizin için onlarda hayır vardır, binaenaleyh ön ayaklarının biri bağlı olarak bir düzüye üzerlerine Allah’ın ismini anın, yanları yere yaslandığı vakıt da onlardan yiyin, kanaatliye ve istiyene ıt'am da edin, o böyle onları size müsahhar kıldı ki, şükr edesiniz (.......) bedeneleri de - o bedenlileri ya'ni En'amın iri gövdelilerini ki, hareme ihda olunan develerdir. (.......) Hadîs-i şerifi mucebince sığır da deve gibi yedi kişiden kurban edilmek caiz olduğu cihetle şer'an sığırlar dahi bedene cinsinden ma'duddur. (.......) sizin için Allah şeâirinden kıldık - ya'ni Allah’ın size teşri' ettiği dinin tecelliyatını iş'ar için alâiminden kıldık (.......) sizin için onlarda hayır vardır. - Balâda iş'ar olunduğu üzere dinî dünyevî menfeat vardır. (.......) Binaenaleyh onlar dikili iken üzerlerine ismullahı, zikrediniz - ya'ni ismullahı zikrederek kurban ediniz. Bu suretle kurban deveye mahsustur. Deve ayakta iken elinin biri bağlanıp gerdanından boğazlanır ki, buna nahır tesmiye edilir. Maamafih çene altından zebhi de caizdir. Sığır ve koyun, keçi ise yatırılıp üç ayağı bağlanarak zebh olunur. Nehır veya zebihte ismullahın zikri de (.......) denilmektedir ki, « Allah’ın İsmile, Allah en büyük, ya Allah senden ve sana» demektir. (.......) Binaenaleyh yanları yere düştüğünde - ki, ruhu çıkmıştır. (.......) Artık onlardan yiyiniz - ya'ni her şeyini değil, yenilmesi caiz olan ba'zı aksamından yiyiniz (.......) kanaatkâra ve dilenene it'am da ediniz (.......) biz onları size böyle teshıyr ettik - o iri hayvanları böyle müsahhar kıldık (.......) o teshıyr her istediğinizi yapasınız diye değil, şükredesiniz diyedir. Bir o hayvanların iriliklerine bir de insanın küçüklüğüne bakmalı da ma'neviyyetin karşısında maddiyyetin nasıl zebun kaldığı görmeli ve Allahü teâlânın insana verdiği ni'met ve kudretin kadrini bilmeli de Allah’a şükretmelidir. Muhyiddini Arabî Hazretleri demiştir ki, Mina kurban mahalli kılınmıştır. Nahır Minada olur. Mina ümniyyeye irmektendir. Zira meşru' Münâya iren gayeye irmiş demektir. Ve Kurbanları nahırde insanî ecsamın tagaddisi için hayvanî cisimleri tedbirden ruhlarını itlâf vardır ki, onlar tefrık olunurken ruhları nazar eder. O bedenleri deve, sığır olarak tedbir ettikten sonra insanî olarak tedbir eylerler. Bu bir dakık mes'eledir ki, Allah basiretlerini tenvir etmiş olan ehlullahdan maadası tefettun edemez (.......) Buna nasıl şükretmeli? 37Elbette onların ne etleri, ne kanları Allah’a ermez, velâkin ona sizden olan tekva irecektir, böyle onları size müsahhar kıldı ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tekbir ile büyükleyesiniz, ve müjdele o vazifelerini güzel yapan muhsinleri (.......) onların ne etleri ne kanları Allah’a ermez - rızasına nâil olamaz (.......) ve lâkin ona sizden olan o tekva irer. - Sizin ma'neviyyetinizden gelen, kalblerinizi Allah’ın emrine imtisal ve ta'zime ve ona ıhlâs ile takarrübe da'vet eden tekvanızdır ki, ındallah kabule karîn ve rızasına nâil olur. (.......) Onları böyle teshıyr etti ki, (.......) size verdiği hidayet ve muvaffakıyyetten dolayı Allah’ı büyükliyesiniz - onları teshıyr etmek yolunu öğretib esbabını bahş eden ve takarrübün keyfiyetine irşad eyliyen ni'metinin celâletini ve kudretinin azametini tanıyıb büyüklükte birliğini hem kalben hem kavlen hem fi'len tekbir ile ı'lân edesiniz (.......) bir de muhsinleri müjdele - ya Muhammed ! Zira : 38Haberiniz olsun ki, Allah îman edenler tarafından müdafaa edecektir, çünkü Allah her hangi bir hâini, nankörü sevmez (.......) Muhakkak ki, Allah (.......) îman edenlerden müdafaa eder. - Mü'minlerden kâfirlerin taarruzlarını def'eder. Binaenaleyh balâda söylendiği üzere Allah yolundan ve hacdan men'e kıyam eden ve edecek olan kâfirlere karşı müdafaaya husni suretle hazırlansınlar (.......) şübhe yok ki, Allah hiç bir hâin nankör kömesini sevmez-ya'ni emanatına hıyanet, ni'metlerine nankörlük edenlerin hiç birini sevmez, cem'ıyyetlerini müdafaa etmez. bil'âkis defi'lerine hak verir. Onun için : 39İzin verildi o kendilerine kıtal edilenlere, çünkü onlara zulm olundu ve şübhesiz ki, Allah onları muzaffer kılmağa her halde kadirdir (.......) Mukatele olunanlara izin verildi-hain kâfirler tarafından kıtale ma'ruz kalan mü'minler onlara karşı harb-ü kıtale me'zun kılındılar (.......) çünkü zulmolundular-Resulullah ve Eshabına müşrikler eza ediyorlardı, eshab kimi darbolunmuş, kimi yaralanmış bir halde gelirler, aleyhissalâtü ves-selâma tezallüm ederlerdi. «sabrediniz, çünkü kıtal ile emrolunmadım» buyurdu, nihayet hicret ettiler bu âyet nâzil oldu ki, kıtal hakkında ilk nâzil olan âyettir. (Sûre-i «Bakare»de (.......) bak) (.......) Ve şübhe yok ki, Allah onlara, o mü'minlere nusret etmeğe, muzaffer kılmağa elbette kadir, çok kadirdir-Binaenaleyh kâfirler çok, mü'minleraz nasıl mukatele edebilirler gibi şübheye düşmemelidir. 40Onlar ki, rabbımız bir Allahdır demelerinden başka bir sebeb, bir hakk olmaksızın diyarlarından çıkarıldılar. Allah’ın da nasın bir kısmını bir kısmiyle def'etmesi olmasa idi her halde manastırlar, kiliseler, havralar Mescidler yıkılırdı ki, bunlar da Allah’ın ismi çok zikr olunur ve elbette Allah kendine nusret edeni mensur kılacaktır, şübhe yok ki, Allah çok kuvvetli, çok ızzetlidir (.......) O mazlûmlar ki, (.......) Rabbımız Allah demelerinden başka bir sebeb olmaksızın mallarından ve diyarlarından bigayri hakkın çıkarıldılar. (.......) Ve eğer Allah nasın bir kısmını bir kısmiyle defetmese idi-mütecaviz zalimleri, mü'minlerle defetmesi olmasa idi (.......) savm'aalar, bî'alar, salutalar, ve içinde ismullah çok zikr olunan mescidler yıkılırdı. -Netekim o def'ı yapılmıyan yerlerde ilhad görülmektedir. SAVMAA, esasen tepesi sivri mürtefi' bina demektir ki, İslâmdan evvel Nesârâ râhiblerinin manastırlarına ve Sâbie müslimanların ezan yerleri olan minarelerde de kullanıldı. Fakat burada murad, Nasârânın manastırları veya Sâbienin zaviyeleridir. Bİ'A, Nasârâ ıbadethanesi olan kilise demektir. SALÂT, burada Ibranîce saluta muarrebidir ki, Yehûdîlerin namazgâhı, ya'ni havra demektir. Görülüyor ki, mescidler, içinde ismullahın kesiren zikr edilir olmasiyle tavsıf edilmiştir ki, bunda iki nükte vardır. Birisi islâm ıbadetinde ismullahın çok zikredilmesi maksudi aslî olduğunu tasrih, ikincisi de diğerlirinin vaz'ı aslî olan zikrullahın udul ile başka maksadlarda isti'mal olunduğuna işarettir. Hasılı Allah, dindar olanları mütecavizlerin def'ıne sevketmese, ehli îmana harb hakk-u salâhıyyeti vermese idi manastırlar ve zaviyeler, kiliseler ve havralar, ve içinde Allah ismi kesiren zikredilen mescidler bütün hedmolunurdu, dinsizlerin tearruzu hiç birini bırakmaz, Sûre-i Bakarede geçtiği üzere Arz Fâsid olurdu. Bütün bunların mahfuziıyyet ve selâmeti müdafealariyle mütenasibdir. O halde bütün bunların hımayesini istihdaf eden islâmın hakkı müdafeası evleviyyetle sâbittir. (.......) Ve elbette Allah, onanusrat edeni mansur kılar. -Allah’a nusrat dinini nusrat demektir. Zira din ef'ali ıhtiyariyyeye teallûk ettiği cihetle olbabda maksudun husulü için iradei ilâhiyyenin teallûku abdin iradei cüz'iyyesine muallâk olduğundan kulların iradei cüz'iyyelerini sarf ile sâyileri iradei ilâhiyyenin incazına vesile olmak i'tibarile bir nusrat gibidir. Onun için mü'minlere müdafea va'deden Allahü teâlâ, nusratının kat'î tehakkukunu onların nusratına ya'ni çalışmalarına rabteylemiştir. Yoksa (.......) muhakkak ki, Allah hiç şübhesiz kavîdir, azîzdir. - Nusrata ıhtiyacı yoktur. Ve nusrat ettiği muazzez ve gayrı mağlûbdur. 41Onlar ki, şayed kendilerini Arzda makamı iktıdara getirirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler, ma'ruf ile emir ve Münkerden nehiy ederler bütün umurun akıbeti de sırf Allah’a aiddir (.......) Onlara - izin ve nusrat - ki, (.......) biz onları Arzda temkin edersek - ya'ni makamı ıktidara getirir, icrayı hukûmet ettirirsek (.......) namazı ikame ve zekâtı i'ta ederler (.......) emir bilma'ruf, nehiy anilmünker yaparlar - meşru', müstahsen tanınacak şeylerle emir, na meşru, çirkin merdud şeylerden nehyederler. - Mevkıi ıktidara geçince ahlâklarını bozmaz, dinden, adaletten inhiraf etmez evliyai umur olurlar. Filhakika Hulefai Raşidîn böyle olmuşlardı. Maamafih (.......) dur. 42Ve eğer seni tekzib ederlerse emin ol onlardan evvel kavmi Nuh da tekzib etti, Ad da, Semûd da, 43kavmi İbrahim de kavmi Lût da 44Eshabi Medyen de. Musâ da tekzib olundu, ben de o kâfirlere bir mühlet verdim, sonra da kendilerini tuttum alıverdim, nasıl oldu o vakıt benim inkârım? 45Evet, nice memleketler vardı ki, biz onları zulm etmektelerken helâk ettik de şimdi onlar damlarının üzerine çökmüş ıp ıssız, hem nice muattal kuyu ve müşeyyed köşk 46Ya o yerde neye bir seyr etmediler ki, kendileri için akıllanmalarına sebeb olacak kalbler ve işıtmelerine sebeb olacak kulaklar olsun, zira hakikat budur ki, gözler körelmez ve lâkin sînelerdeki kalbler körelir 47Bir de senden acele azâb istiyorlar, elbette Allah, va'dinde hulf etmez, bununla beraber rabbının ındinde bir gün sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir 48Zulm etmektelerken kendilerine mühlet verdiğim nice memleket vardı ki, ben onu tutmuş alıvermiştim, bütün inkılâb nihayet banadır 49De ki, ey o bütün insanlar: ben size ancak açık anlatan bir nezîrim 50İmdi îman edip salih salih iş yapanlar, onlar için hem bir mağrifet var hem kerîm 51Âyetlerimiz hakkında muaccizlik için koşuşanlar ise işte onlar eshabı cehîm Böyle de, ve ümniyye ta'kıb etme. Zira: 52Hem biz senden evvel ne bir Resul ve ne bir Nebiy göndermedik ki, bir temenni kurduğu vakıt Şeytan onun ümniyyesine bir ilka yapmış olmasın, bunun üzerine Allah Şeytanın ilka ettiğini derhal nesheder de sonra Allah, âyetlerini muhkemler ve Allah, alîmdir, hakîmdir (.......) senden evvel ne bir Resulü ne de bir Nebiyyi başka bir halde göndermedik - bu âyet Resul ile Nebiyyin ma'nalarında fark olduğunu iş'ar etmektedir. Nebiynin Resulden eamm olduğunu ifade eden ba'zı hadîsler de nakledilmektedir. Urfi şer'îde meşhur olduğuna göre Resul, kendine vahyolunan ve tebliğa me'mur bulunandır. Nebiy ise tebliğa me'mur olsun olmasın vahyolunandır. Binaenaleyh her Resul Nebiydir, her Nebiy Resul değildir. Fakat ma'lûm ki, amm, hassa mukabil zikrolunduğu zaman o hassın maverâsına masruf olur. Burada da Nebiy Resule mukabil zikredilmiş bulunduğundan Resul olmıyan, ya'ni tebliğa me'mur edilmiyen Nebiy kasdedilmek ıktıza eder. Halbuki âyetin başındaki irsal fi'li ikisine de teallûk etmektedir. Tebliğa me'mur edilmiyenin ise irsal edilmiş olması anlaşılmaz, Bunun için denilmiştir ki, : Resul, Allahü teâlânın nası da'vet etmek üzere yeni bir şeriati gönderdiği hur erkektir. Nebiy ise buna ve sâbık bir şeriati takrir için gönderilene şamildir. Netekim Benî İsraîl enbiyası hep şeriati Musâyı takrir için gönderilmişlerdir. Lâkin buna da şöyle bir iyrad vardır: İsmail aleyhisselâm hakkında (.......) buyurulmuştur. Binaenaleyh hem Nebiy hem Resudür. Halbuki şer'i cedid ile değil, Hazret-i İbrahimin şeriatiyle gönderilmiştir. Buna cevaben de gönderildiği nasa nisbetle şer'i cedid olması kâfîdir deniliyor. Bir de Resul, mu'cizesi ve münzel bir kitabı olan, Nebiy ise kitabı olmıyandır diye ta'rif edilmiş ise İsmail aleyhisselâm ile i'tiraz bu ta'rife daha ziyade vâriddir. O halde en doğrusu evvelki ta'riftir. (.......) fi'linin teallûkuna gelince; bunu (.......) kabîlinden olarak (.......) takdirde anlamak ıktıza eder. Ya'ni senden evvel başka halde ne bir Resul irsal, ne de bir Nebiy inba etmedik (.......) ancak-o halde ki, (.......) temenni ettiğinde-temeninin esası gönlün arzu ettiği şeyi nefs-ü hayalde takdir ve tasvir eylemektir. Ve bununla nefiste hasıl olan surete ümniyye veya münye denilir ki, fransızca «ideal» ta'bir olunur. Son zamanlarda bu kelime felsefede ehemmiyyet kesbetmiş ve idealizm namiyle bir mesleki felsefînin teşekkülüne menşe' olmuş ve sanki uydurma olduğu belli olmak için lisanımıza tercemesinde «mefkûre» kelimesi uydurulmuş ve suyu' bulmuştur. Şu halde temenni bir ümniyye beslemek, bir mefkûre kurmak demek olur. İdealistler bütün hakikatin aslı (.......) de olduğunu farzettiklerinden nefsin münyesini her hakikatin menşei gibi farzederler ve muvaffak olmuş büyük adamları hep idealcı telâkkı eylerler. Bununla ülûhiyyet ve nübüvvet mes'elesini de hallettiklerine zâhib olarak Peygamberi bir ideal kurmuş, bir zaman programına yapmakla uğraşmış, sonra da nübüvvet da'vasıyle ortaya atılmış bir idealist gibi göstermek isterler. Fakat Kur’ân bilhassa bu âyet ile anlatıyor ki, nübüvvet ve risalet bir ümniyye işi değildir. (.......) olan Peygambere temenni yakışmaz. Çünkü vahiy temamen emri haktır. Ümniyyeye ise Şeytan karışır. Başkaları şöyle dursun Nebiy ve Resul bile hasbelbeşeriyye temennide bulunduğu vakıt (.......) ümniyyesine Şeytan ilkaat yapar-hakk olmıyan şübheler karıştırır. Ümniyye heva ve hayalden, isabetsizlikten halî kalmaz. Demek ki, Peygamberlerin ısmeti, yakîni, vahiy haysiyyetiyledir. (.......) Onun üzerine Allah, Şeytanın ilkasını nesheder-izale eyler (.......) sonra da Allah o âyetlerini muhkemleştirir. -Hiç bir vechile reddi kabil olmıyacak, hata ihtimali bulunmıyacak surette kuvvetleştirir. Burada (.......) zamanda değil, rütbede terâhı içindir. Çünkü ıhkâm, nesıhten a'lâ mertebededir. (.......) Ve Allah, yegâne alîm yegâne hakîmdir. -Her şeyi hakkıle bilen, o olduğu gibi Şeytanın ilkasını da bilir. Ve her yaptığını hikmetle yaptığı gibi Peygamberlerde bile ümniyyeyi Şeytanın ilkasiyle alâkadar kılması ve onu neshedip sonra âyetlerini ıhkâm etmesi de hikmetledir. Şöyle ki, : Bunlar 53Şunun için ki, Şeytanın ilka edeceğini kalbleri katı olanlar ve kalblerinde bir maraz bulunanlar için bir fitne kılacaktır ve çünkü o zalimler uzak bir şikak içindedirler (.......) Şeytanın ilka eylediğini (.......) kalblerinde maraz olanlarla kalbleri katı bulunanlara bir fitne, ya'ni kapılacakları bir mihnet ve azâb kılmak için-zira bunlar hep ümniyyeye kapılır ve temenni peşinde dolaşırlar. (.......) Ve hakikaten o zalimler uzak bir şıkak içindedirler. -Araları o kadar açıktır ki, iltiyam kabul etmez. Her biri bir ümniyye ile haktan uzaklaşmış adaveti şedîde ve muhalefeti tamme içindedir. 54Bir de kendilerine ılim verilmiş olanlar muhakkak rabbından gelen hakk olduğunu bilsinler ve ona îman etsinler de kalbleri ona saygı duysun ve çünkü Allah, îman edenleri doğru bir caddeye çıkarır (.......) bir de ılim verilmiş olanlar şunu bilsinler için ki, (.......) o hakikat haktır, rabbındandır-Kur’ân veya o nesh-u ıhkâm rabbın tarafından münzeldir. Ya'ni Peygamber bir ümniyye ta'kıb ettiği vakıt Şeytanın ilkasına imkân bırakılması veya o ilka nesholunup da âyatullah ıhkâm edilmesi idi vahyile ümniyyenin farkı olmazdı ve o vakıt ehli ılim Kur’ân’ın ve binaenaleyh nübüvvet-ü risaletin min tarafillâh hakk ve sâbit olduğunu bilemezlerdi. Fakat Allah’ın hikmetiyle öyle yapıldı ki, ehli ılim bilsinler (.......) de ona-o Kur’âna veya ıhkâma-îman etsinler (.......) binaenaleyh kalbleri ona mutmeinn olsun (.......) ve şübhe yok ki, Allah, îman edenlerin elbette bir doğru yola hâdîsidir. -Bu âyetlerin nüzulü garanık uydurması ile alâkadar olduğuna dâir bir söz vardır. Onun için «Vennecmi» sûresine bak. 55O küfredenler de kendilerine o saat bağteten gelinciye veya akîm bir günün azâbı gelinciye kadar ondan bir şekk içinde kalır giderler 56Mülk o gün bir Allah’ındır, beyinlerinde hukmünü verir, artık îman edip salih iş yapmış olanlar Naîm Cennetlerindedir 57Kâfirlik edip âyetlerimize yalan demiş olanlar ise, işte bunlara mühîn bir azâb vardır 58Allah yolunda hicret edip de sonra katl edilmiş veya ölmüş olanlar ise elbette Allah, onları muhakkak güzel bir rızk ile merzuk edecektir, ve çünkü Allah, elbette rızk verenlerin en hayırlısı odur 59O elbette onları hoşnûd olacakları bir medhale koyacaktır ve çünkü Allah, gayet alîm, gayet halîmdir 60Bu böyle, bir de her kim kendine edilen ukubete mislile makabele eder de sonra yine üzerine bağy olunursa elbette Allah ona nusrat eder, çünkü Allah’ın afvi çok, mağfireti çoktur 61Çünkü Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar ve Allah, semi'dir, basîrdir 62Çünkü Allahdır ancak zati hak, onların ondan başka da'vet ettikleri ise hep bâtıldır, ve Allahdır ancak yegâne yüksek, yegâne büyük 63Görmedin mi Allah, Semadan bir su indirmekle Arz yemyeşil oluveriyor, hakikat Allah, çok lâtîf bir habîrdir 64Göklerdeki ve Yerdeki hep onundur ve hakıkat Allah, hamd olunacak yegâne ganiy ancak odur 65Görmedin mi Allah, hakıkaten bütün Yerdekileri sizin için müsahhar kıldı, Semayı da izni olmaksızın Yere düşmekten tutuyor, hakıkaten Allah, insanlara çok ra'fetli bir rahîmdir 66Size hayatı veren de odur, sonra sizi öldürür, sonra sizi yine diriltir, hakıkat insan çok nankördür 67Biz her ümmet için bir ıbadet yolu yapmışızdır ki, onlar onun âbidleridir, binaenaleyh emirde sana aslâ münazea etmesinler, ve rabbına da'vet et, çünkü sen cidden hakka götüren doğru bir yol üzerindesin 68Ve eğer sana mücadele ederlerse de ki, ne yapıyorsunuz Allah pekâlâ biliyor 69Ve muhalefet edip durduğunuz şeyler hakkında Kıyamet günü Allah aranızda hukmünü verecek 70Bilmez misin ki, Allah Gökte ve Yerde ne varsa bilir, muhakkak o kitabdadır, her halde o Allah’a göre kolaydır 71Onlar Allah’ın karşısında öyle bir şey'e tapıyorlar ki, o ona öyle bir ferman indirmedi ve öyle bir şey ki, olbabda lehlerine hiç bir ılim yok, zalimlere ise yardımcı yoktur 72Kendilerine karşı âyetlerimiz birer beyyine olarak okunduğu zaman da o kâfirlerin yüzlerinde münkirliklerini tanırsın, hemen hemen karşılarında âyetlerimizi tilâvet edenlere saldırıverecek gibi olurlar, de ki, şimdi size ondan daha şer olanını haber vereyim mi? Ateş, Allah onu küfredenlere va'd buyurdu, ki, o ne fena akıbettir 73Ey insanlar! bir mesel darbedildi, şimdi ona iyi kulak verin, haberiniz olsun ki, sizin Allahdan başka taptıklarınız bir sinek yaratamazlar, hepsi onun için toplansalar bile, ve şayed sinek onlardan bir şey kaparsa onu ondan kurtaramazlar, tâlib de zaıyf matlûb da 74Allah’ın kadrini gereği gibi takdir edemediler, hakıkat Allah, yegâne kaviy, yegâne azîzdir 75Allah, hem Melâikeden Resuller süzer hem insanlardan, hakıkat Allah, yegâne semi', yegâne basîrdir 76Hepsinin önlerindekini ve arkalarındakini bilir ve bütün işler hep Allah’a irca' olunur 77Ey o bütün îman edenler, rükü' edin, secde edin, rabbınıza kulluk edin, hayır işleyin ki, felâh bulabilesiniz (.......) Ya'ni rükû' ve sücud ile namaz kılınız. Zikredildiğine göre evveli islâmda bu âyet nâzil oluncuya kadar namazda gâh rükû' gâh secde yaparlardı. Bu âyet ile ikisinin cem'ı emredilmiştir. Şu halde buradaki secde, secdei tilâvet değil, salâtiyyedir. Fakat İmamı Şafiî Hazretleri bu âyette de secdei tilâvetin lüzumuna kail olmuştur. (.......) ve rabbınıza ıbadet ediniz-ya'ni rükû' ve sücudu rabbınıza ıbadet kasd-ü niyyetiyle yapınız. Bir de yalnız namaz ile vazifenizin bittiğine zâhib olmayıp emrolunan diğer ıbadetleri de yapınız, hem başkasına değil, ancak rabbınıza yapınız (.......) ve hayır işleyiniz-namaz ve diğer ıbadetten maada bir de her işinizde hayr olanı teharri edip nevafili taât, sılai erham, mekârimi ahlâk, nâse menfeat ve Allah’ın mahlûkatına şefekat gibi gücünüzün yetebildiği hayri yapınız (.......) ki, felâh ümid edebilesiniz-ya'ni bunları yapmakla amellerinize güvenerek felâhınızın kat'î olduğuna hukmetmeksizin ümid besleyebilirsiniz, çünkü asıl felâh, fadlı ilâhîdir. Fakat (.......) hadîsi Kudsîsi mazmunu üzere Allah’a tekarrüb de yalnız feraiz ile değil, onlara munzammolan nevafil iledir. (.......) emri de bilhassa bu mazmunu iş'ar eder. Ve bâhusus 78Ve Allah uğruna hak cihâdiyle mücahede eyleyin, sizi o seçti, üzerinize dinde bir harec de yükletmedi, haydin babanız İbrahimin milletine, bundan evvel ve bunda size müsliman ismini o - Allah - taktı, ki, Peygamber size karşı şâhid olsun, siz de bütün insanlara karşı şâhidler olasınız, haydin namazı kılın zekâtı verin, ve Allah’a sıkı tutunun ki, mevlânız odur, artık ne güzel mevlâ, ne güzel nasîr (.......) Allah uğrunda hakkıyle cihad ediniz de ediniz-CİHAD, düşmana müdafeada bütün vüs'ünü sarfetmektir ki, üç kısımdır: birisi zâhir düşman ile mücahede, birisi Şeytan ile mücahede, birisi de nefs ile mücahededir. Ba'zıları burada cihaddan murad, evvelkidir demiş, ba'zıları da hevâ ve nefsile mücahededir demiş. Fakat evlâ olan üç kısmın üçüne de şamil olmasıdır. Ve bu şümul, hakıkat ile mecazın cem'ı kabîlinden değil, mücahede mefhumunun bizzat şümulündendir. Şübhe yok ki, mücahede mukateleden eammdır. Netekim rivayet olunur ki, Hazret-i Hasen bu âyeti okumuş ve demiştir ki, adam, Allah uğrunda cihad eder ve halbuki bir kılıç vurmamış bulunur (.......) Sonra Allah uğrunda cihadın hakkı da hak ve ıhlâsa mukarin bulunması, haksızlıktan, ağrazı fâsideden, istitaat nisbetinde taksîr ve tekâsülden sâlim olmasıdır. (.......) O sizi ictiba etti-ya'ni ey Muhammed ümmeti, düşmanlarına karşı cihad için sizi Allah kendisi seçti (.......) ve sizin üzerinize dinde hiç bir harec, ya'ni bir tazyık yapmadı-yani size emrettiği dinde teklifatını vüs'ile mütenasib kıldı (Sûre-i «Bakare» nin âhirine bak. ) Diğer dinler gibi ağır, çekilmez yükler tahmil etmedi, herkesin ıztırarına, ihtiyacına, ma'ziretine göre ruhsatlar verdi, meselâ ayakta namaz kılamıyan oturmasına, oturmıyanın iyma ile kılmasına müsaade etti, kolaylıklar gösterdi. Cihadı da istitaat ile mütenasib kıldı (.......) ki, babanız İbrahimin milleti gibi (.......) bundan evvel ve bunda size müslimîn ismini tesmiye etti-ya'ni gerek bu Kur’ân’da ve gerek Hazret-i İbrahimin ve İsmailin (.......) duâsında olduğu gibi mazıyde size müslim ismini Allah taktı (.......) ki, Resul size şâhid olsun (.......) siz de bütün insanlara şâhid olasınız-ya'ni hakkıyle mücahedenin, diyanetin, müslimanlığın nasıl olacağını Peygamber size fi'len göstersin öğretsin, hak şâhidi bir nümunei imtisal olsun. Siz de ona ittiba' ederek bütün insanlara nümunei imtisal hak şâhidleri olasınız. (.......) Binaenaleyh namazı dürüst kılınız ve zekâtı veriniz. (.......) Ve Allah’a sarılınız (.......) ki, mevlânız odur. - İşinizi görecek veliyyül' emriniz, felâhı verecek efendiniz, muıniniz ancak Allahdır. (.......) o, ne güzel mevlâ ve ne güzel nasîrdir. |
﴾ 0 ﴿