52

Hem biz senden evvel ne bir Resul ve ne bir Nebiy göndermedik ki, bir temenni kurduğu vakıt Şeytan onun ümniyyesine bir ilka yapmış olmasın, bunun üzerine Allah Şeytanın ilka ettiğini derhal nesheder de sonra Allah, âyetlerini muhkemler ve Allah, alîmdir, hakîmdir

(.......) senden evvel ne bir Resulü ne de bir Nebiyyi başka bir halde göndermedik - bu âyet Resul ile Nebiyyin ma'nalarında fark olduğunu iş'ar etmektedir. Nebiynin Resulden eamm olduğunu ifade eden ba'zı hadîsler de nakledilmektedir. Urfi şer'îde meşhur olduğuna göre Resul, kendine vahyolunan ve tebliğa me'mur bulunandır. Nebiy ise tebliğa me'mur olsun olmasın vahyolunandır. Binaenaleyh her Resul Nebiydir, her

Nebiy Resul değildir. Fakat ma'lûm ki, amm, hassa mukabil zikrolunduğu zaman o hassın maverâsına masruf olur. Burada da Nebiy Resule mukabil zikredilmiş bulunduğundan Resul olmıyan, ya'ni tebliğa me'mur edilmiyen Nebiy kasdedilmek ıktıza eder. Halbuki âyetin başındaki irsal fi'li ikisine de teallûk etmektedir. Tebliğa me'mur edilmiyenin ise irsal edilmiş olması anlaşılmaz, Bunun için denilmiştir ki, : Resul, Allahü teâlânın nası da'vet etmek üzere yeni bir şeriati gönderdiği hur erkektir. Nebiy ise buna ve sâbık bir şeriati takrir için gönderilene şamildir. Netekim Benî İsraîl enbiyası hep şeriati Musâyı takrir için gönderilmişlerdir. Lâkin buna da şöyle bir iyrad vardır: İsmail aleyhisselâm hakkında (.......) buyurulmuştur. Binaenaleyh hem Nebiy hem Resudür. Halbuki şer'i cedid ile değil, Hazret-i İbrahimin şeriatiyle gönderilmiştir. Buna cevaben de gönderildiği nasa nisbetle şer'i cedid olması kâfîdir deniliyor. Bir de Resul, mu'cizesi ve münzel bir kitabı olan, Nebiy ise kitabı olmıyandır diye ta'rif edilmiş ise İsmail aleyhisselâm ile i'tiraz bu ta'rife daha ziyade vâriddir. O halde en doğrusu evvelki ta'riftir. (.......) fi'linin teallûkuna gelince; bunu (.......) kabîlinden olarak (.......) takdirde anlamak ıktıza eder.

Ya'ni senden evvel başka halde ne bir Resul irsal, ne de bir Nebiy inba etmedik (.......) ancak-o halde ki, (.......) temenni ettiğinde-temeninin esası gönlün arzu ettiği şeyi nefs-ü hayalde takdir ve tasvir eylemektir. Ve bununla nefiste hasıl olan surete ümniyye veya münye denilir ki, fransızca «ideal» ta'bir olunur. Son zamanlarda bu kelime felsefede ehemmiyyet kesbetmiş ve idealizm namiyle bir mesleki felsefînin teşekkülüne menşe' olmuş ve sanki uydurma olduğu belli olmak için lisanımıza tercemesinde «mefkûre» kelimesi uydurulmuş ve suyu' bulmuştur. Şu halde temenni bir ümniyye beslemek, bir mefkûre kurmak demek olur. İdealistler bütün hakikatin aslı (.......) de olduğunu farzettiklerinden nefsin münyesini her hakikatin menşei gibi farzederler ve muvaffak olmuş büyük adamları hep idealcı telâkkı eylerler. Bununla ülûhiyyet ve nübüvvet mes'elesini de hallettiklerine zâhib olarak Peygamberi bir ideal kurmuş, bir zaman programına yapmakla uğraşmış, sonra da nübüvvet da'vasıyle ortaya atılmış bir idealist gibi göstermek isterler. Fakat Kur’ân bilhassa bu âyet ile anlatıyor ki, nübüvvet ve risalet bir ümniyye işi değildir. (.......) olan Peygambere temenni yakışmaz. Çünkü vahiy temamen emri haktır. Ümniyyeye ise Şeytan karışır. Başkaları şöyle dursun Nebiy ve Resul bile hasbelbeşeriyye temennide bulunduğu vakıt (.......) ümniyyesine Şeytan ilkaat yapar-hakk olmıyan şübheler karıştırır. Ümniyye heva ve hayalden, isabetsizlikten halî kalmaz. Demek ki, Peygamberlerin ısmeti, yakîni, vahiy haysiyyetiyledir. (.......) Onun üzerine Allah, Şeytanın ilkasını nesheder-izale eyler (.......) sonra da Allah o âyetlerini muhkemleştirir. -Hiç bir vechile reddi kabil olmıyacak, hata ihtimali bulunmıyacak surette kuvvetleştirir. Burada (.......) zamanda değil, rütbede terâhı içindir. Çünkü ıhkâm, nesıhten a'lâ mertebededir. (.......) Ve Allah, yegâne alîm yegâne hakîmdir. -Her şeyi hakkıle bilen, o olduğu gibi Şeytanın ilkasını da bilir. Ve her yaptığını hikmetle yaptığı gibi Peygamberlerde bile ümniyyeyi Şeytanın ilkasiyle alâkadar kılması ve onu neshedip sonra âyetlerini ıhkâm etmesi de hikmetledir.

Şöyle ki, :

Bunlar

52 ﴿