ŞUARÂŞuarâ, Sûresi mekkîdir. Anak Âhirinde (.......) dan nihayete kadar beş âyet Medinede nâzil olmuştur. Vechi tesmiyesi de bu âyetler olduğu zâhirdir. Âyetleri: - Kûfî, şamî medenî ta'dadında iki yüz yirmi yedi, diğerlerinde iki yüz yirmi altıdır. Kelimatı: - Bin iki yüz doksan dokuzdur. Hurufu: - Dört bin beş yüz kırk ikidir. Fasılası: - (.......) dört âyette Âhiri İsraîl. Bu sûre, Sûre-i Fürkandaki inzarın misalleriyle best-u tafsılini ve onun gibi Resulullaha tesliyeyi tazammun ediyor şöyle ki, (.......) 1(.......) Bu Sûrenin ismi, ma'nâsını Allah bilir. (.......) den (.......) den (.......) dan diye Muhammed İbn-i Kâbdan bir rivayet de vardır. (.......) şiddet harflerinin en şedidi, kalkale harflerinin en serti, isti'lâ harflerinin en kalını olduğu cihetle ilk seste bu Sûrenin şiddetli bir inzar ifade ettiğini de ihsas eder. «Ta» nın Ture, «Sîn» in Musâya, «mim» in Muhammede bir iyması da zihne çarpar. 2Bunlar sana o mübin kitabın âyetleri (.......) Bunlar - bu Sürede böyle basît heca harflerinden müellef olarak okunacak âyetler işte (.......) o mübîn kitabın âyetleridir- MUBİN, «bâne» ma'nâsına «ebâne» den «beyyin» gayet açık, parlak demek olduğundan kitabı mübîn i'cazı zâhir olan parlak kitab demek olur ki, murad Kur’ândır, hakkı beyan eden demek dahi olabilirse de makama enseb olan evvelkidir. 3Sen âdetâ kendine kıyacaksın mü'min olmıyacaklar diye 4Dilersek üzerlerine Semadan bir âyet indiriveririz de ona boyunları eğile kalır (.......) Semadan bir âyet - îmana ilca edecek cebrî bir âyet, tepeden inme ka'î bir beliyye. Halbuki Peygamber ve kitab göndermekten muradı ilâhi cebr ile değil, rıza ile kemale erdirmektir. (.......) Boyunları - huzu' boyun eğmek ma'nâsını anlattığından buradaki a'nak, cemaat ma'nâsına unukun cem'i olmak da tecviz edilmiştir. Ya'ni bütün cemaatleriyle ona boyun eğerler 5Bununla beraber Rahmandan kendilerine yeni bir zikir gelmiyor ki, ondan yüz çevirmiş olmasınlar (.......) Rahmandan zikir - va'z-u ihtar yâhud Kur’ân 6Evet tekzib etmekteler, fakat onlara o istihza ettikleri şeyin müdhiş haberleri gelecek 7Arza bir bakmadılar da mı? biz onda her hoş çiftten ne kadar bitirmişiz. (.......) KERÎM, her şeyin iyisi, a'lâsı, faidelisi. ZEVC, burada sınıf cins, nev'i. İNBAT, zâhiren nebatâta münhasır gibi görünürse de hayvanâta ve insana dahi şamildir. Zira hepsinde kuvvei namiye vardır. Maamafih yalnız nebatâtı mülâhaza kâfidir. Ya'ni o Arzda sınıf sınıf her türlüsünden ne kadar güzel ve faideli nebatât bitirmişiz ve bitirmekteyiz ? Baksalar a. Filvaki' Yer yüzündeki o çeşit çeşit nebatatı güzel bir tasnıf ile gözden geçirmeli de bir bakmalı, o ne kadar hoş. ne kadar mütevvi', ne kadar faideli çiftler? Aynı muhît içinde o türlü elvan, türlü eşkâl, türlü ezhar ve esmar türlü havass ile o kadar muhtelif sınıflar, cinsler, nevi'ler, çeşitler, o güzel çiftler nasıl tertib ve tanzim olunup çıkıyor? Hem ölüp kurulduktan sonra yeniden yeniye kaç kerreler bitirilip bitirilip duruyor. Hiç bu mükemmel san'at bir kör tabiatın kendi kendine tekâmülü olur mu? 8Şübhesiz ki, bunda mutlak bir âyet var, hemde ekserîsi mü'min olmadı (.......) Şübhesiz ki, bunda - bu inbatta yâhud biten her zevci kerimde (.......) mutlak bir âyet var - Allah’ın birliğine, rahmetinin genişliğine, kudretinin büyüklüğüne, Âhiretin varlığına delâlet eden, îmanı ıktıza eyliyen bir delil var. (.......) Bununla beraber ekserîsi mü'min olmadı - hattâ nebatât ve hayvanât müteleasyile meşgul olan ve tasniflerini yapanların bile bir çoğu Allah’a îman edecek yerde küfre gittiler 9Ve şübhesiz ki, rabbın o öyle azîz, öyle rahîm (.......) ve şübhe yok ki, rabbın o öyle azîz öyle rahîmdir - azîz dilediğini yapar. Binaenaleyh dilediği anda kâfirlerden intikamını alır, te'hır ediyorsa rahîm olduğu için ediyordur. Şübhesiz îman edenleri rahmetiyle bekâm edecektir. Şimdi bunu bervechi âti yedi kıssaile tenvir buyuracaktır. 10Bir vakıt da rabbın, Mûsaya nidâ buyurdu: git o zalim kavme dedi 11Fir'avn kavmine, daha sakınmıyacaklar mı? 12Yarab! dedi: doğrusu ben korkarım ki, beni tekzib ederler 13ve Göğsüm daralır, dilim açılmaz, onun için Harûna da risalet ver 14Hem onlara üzerinde bir günah var, ondan dolayı korkarım ki, hemen beni öldürürler (.......) onlara üzerimde bir günah var - Şûrei Kasasta geleceği üzere kazara kıptıyi öldürmüştü. Zenb ta'biri onların zu'muna nazarandır. (.......) onun için hemen beni öldürüvermelerinden korkarım - risaleti eda etmeden evvel katlolunmaktan korkuyor. 15Hayır, buyurdu: haydi ikiniz bir, âyetlerimizle gidin, her halde biz sizinle beraberiz, dinliyoruzdur 16Haydin Fir'avne varın da deyin : inan biz, rabbülaleminin resulüyüz 17Beni İsraili bizimle beraber salıver 18Â, dedi: seni çocukken bizde büyütmedik mi? hem bizde ömründen senelerce kaldın 19Hem de o yaptığın fi'li yaptın, o halde sen o nankör kâfirlerdensin 20O vakıt, dedi: o fi'li yaptım şaşkınlardandım 21Onun üzerine vaktâki sizden korktum, içinizden kaçtım, derken rabbım bana huküm ihsan buyurdu ve beni mürselinden kıldı 22O başıma kakdığın bir ni'met de Beni İsraili kul, köle edinmiş olmandır. 23Fir'avn, rabbülâlemin de nedir? dedi (.......) rabbül'âlemînin Resülüyüz denildiği için Firavn: hem o rabbül'âlemin nedir? Diyor (.......) ile süal mahiyyetten süaldir. Mahiyyet kelimesi (.......) ya nisbettendir, ya'ni (.......) süaline verilecek cevabdır. Demek ki, Firavn bu süal ile rabbül'âlemînin mahiyyetini sormuş oluyor. Bir şey'in mahiyeti ise emsalile beraber müşterek oldukları hakıkati külliyyedir. Fülânın mahiyyeti nedir ? Denildiği zaman ona şeriklerile beraber ne denilir? Nev'ı veya cinsi nedir? Denilmiş olur. Halbuki Allahü teâlânın şeriki, misli, nazıri muhal olduğundan ona mahiyyet tasavvur olunamaz. Onun için Hazret-i Musâ, cevabda üslûbi hakîm denilen tarzı iltizam edip yalnız rabbül'âlemîn ismini mefhumile tasavvur ettirmek üzere âlemîni tefsir ederek 24Göklerin ve Yerin ve bütün aralarındakilerin rabbı, eğer ehli yakîn iseniz dedi (.......) Semavat ve Arzın ve bütün aralarındakilerin rabbı, eğer iykana ehl iseniz dedi ya'ni iykana ehil değil iseniz anlamazsınız. Fakat eşyayı tahkık etmiş, sebebsiz bir hâdise olamıyacağına bir yakîn edinmiş iseniz bilirsiniz ki, bu üstünüzdeki Semavat ve altınızdaki Arz ile aralarındaki bütün bu mahsûsat, hudûsleri teaddüdleri, teşekkülleri, tefayyürleri ve bütün nızamı tehavvülleri ile bir rabbın tahti huküm ve terbiyesinde bulunduğuna ve bütün mümkinatın fevkında olan o vacibül'vücûdun şeriki olamıyacaığından nefsi mahiyyetile ta'rif olunamayıp ancak asâri zâhiresiyle bilinebileceğinden yakîn hasıl ederdiniz. Bu cevaba karşı Fir'avn 25Etrafındakilere dinlemezmisiniz? dedi (.......) etrafındakilere dinlemezmisiniz dedi - bakın bakın ben ne soruyorum o nasıl cevab veriyor demek istiyor ve ihtimal ki, tabiatin rabba ihtiyacını kabul etmiyordu. Onun için Musâ 26Rabbınızın ve evvelki atalarınızın rabbı dedi (.......) rabbınız ve evvelki atalarınızın rabbı dedi - tabiat üzerinde mutasarrıf olan bununla beraber hükûmete ihtiyaçları ma'lûm bulunan zevil'ukulün bariz olan delâletini ileri sürdü ki, âlemîn mefhumunun rüknü bulunuyordu. Bunu sizin ve atalarınızın diye hıtab ve izafetle ifade etmesi de daha ziyade müessir ve vazıh olmak içindir. Çünkü sizin rabbınız demekle kendi ihtiyaçlarını göstermiş oluyor. Ve evvelki atalarınız demekle de beşerriyyetin faniliğini anlatarak gururlarını kırmış bulunuyor. Bununla beraber zevil'ukul hayyizinde göstermekle kendilerine bir şeref de izafe eyliyordu. Buna mukabil Fir'avn yine etrafındakilere hıtaben 27Her halde size gönderilmiş olan resulünüz mutlak mecnun dedi (.......) her halde size gönderilmiş olan Resulünüz mutlak mecnun dedi - bu suretle Resulünüz demesi belli ki, bir istihza oluyordu. İşte Fir'avnlık taslıyanların hepsi de ilâhilere böyle mecnun derler, alay ederler. Bidayeten yumuşaklıkla hakîmâne idârei kelâm eden Musâ bu ınad ve tecavüze karşı yine evvelki kelâmını tefsir ederek mislile mukabele etti 28Meşrık ve Mağrıbın ve bütün aralarındakilerin rabbı, eğer siz âkıl iseniz dedi (.......) o Maşrık ve Mağbirin ve bütün aralarındakilerin rabbı eğer siz âkıl iseniz dedi - ya'ni her gün gürüldüğü üzere güneşi doğurup batıran, o Maşrık ve Magribi ta'yin eden ve değiştiren ve bu suretle ecramı hareket ettirerek bütün kâinatı idare eden. hepsinin üzerinde huküm süren, hepsinin sahib ve maliki o, eğer siz âkıl olsanız bunu anlardınız, o Maşrık ve Mağribin rabbı bizi parlatıp sizi dulundurmağa (batırmağa) kadir ve şerîkten münezzeh olduğunu anlardınız da o nedir diye sormazdınız. Bu def'a da Fir'avn münakaşadan tehdîde geçerek 29Yemin ederim ki, dedi: eğer benden başka bir ilâh tutarsan seni mutlak ve muhakkak zindandakilerden ederim (.......) kasem ederim ki, dedi: eğer benden başka bir ilâh ittihaz edersen seni mutlak ve muhakkak o zindandakilerden ederim - zindana atarım yerinde bu ta'biri kullanması o zindandakilerin halindeki fecaati bilhassa hatırlatmak içindir. 30Ya, dedi: sana ap açık isbat edecek bir şey getirdimse demi? 31Haydi, dedi: getir onu bakayım sadıklardan isen 32Bunun üzerine Asasını bırakıverdi, ap açık bir ejderha kesiliverdi 33Bir de elini çekti çıkardı, o da bakanlara bem beyaz oluverdi 34Etrafındaki cem'ıyyete bu, dedi: her halde bilgiç bir sihirbaz 35Sihrile sizi yerinizden çıkarmak istiyor, binaenaleyh ne emredersiniz? 36Bunu ve kardeşini dediler; eğle, şehirlere de derleyiciler yolla 37Bütün bilgiç sihirbazları getirsinler 38Bu suretle ma'lûm bir gün miykat ta'yin olunarak sihirbazlar cemolundu 39Ve halka siz toplu musunuz denildi 40Sanırız bizler sihirbazlara tabi' olacağız şayed onlar olursa galibler 41Derken vaktâ ki, sihirbazlar geldiler Firavne elbette: biz galip gelirsek bize mutlak ecir var ya ? dediler 42Evet, dedi: hem siz o vakıt muhakkak mukarrebîndensiniz 43Mûsâ onlara atın dedi: siz ne atacaksanız 44Hemen iplerini ve sopalarını ortaya attılar ve Firavnin ızzeti hakkı için elbette biz galibiz, şüphesiz, dediler 45Mûsâ da Asasını koyuverdi, bir de baktılar ki, o, her ne dolap çeviriyorlarsa yutuyor 46Derhal sihirbazlar secdeye kapandılar 47"iman ettik rabbül'âlemîne 48Musâ ve Hârunun rabbına" dediler 49Ona, dedi: ben size izin vermeden îman ettiniz, anlaşıldı ki, o size sihri ta'lim eden büyüğünüzmüş, o halde mutlak yakında bileceksiniz, çaresiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazına kestireceğim, hem muhakkak hepinizi çarmıha gerdireceğim" 50Dediler: zararı yok, her halde biz rabbımıza döneceğiz 51Her halde biz mü'minlerin evveli olduğumuzdan dolayı rabbımızın bize mağfiret buyuracağını ümid ederiz. 52Hem Musâya şu vahyi yerdik: kullarımı gece yürüt çünkü ta'kıb edileceksiniz 53Firavn de şehirlere asker toplayıcılar gönderdi 54Şunlar şübhe yok ki, bir şirzimei kaliledirler 55Fakat hakkımızda çok gayz besliyorlar 56Biz ise uyanık ihtiyatlı bir cem'ıyyet bulunuyoruz. diyordu 57Bu suretle bunları bostanlardan, pınarlardan 58Hazinelerden, ve dilrubâ makamlardan çıkardık 59Ve onları Beni İsraile miras kıldık 60Derken arkalarına düştüler Güneş doğmuştu 61Vaktâ ki, iki cem'ıyyet biribirine göründü Musânın eshabı yakalandık dediler 62Hayır asla, dedi: rabbım muhakkak benimledir, bana yolunu gösterecektir 63Bunun üzerine Musâya "vur Asan ile denize " diye vahyeyledik, vurunca bir infilak etti her bölük koca bir dağ gibi oluverdi 64Ötekileri de buraya yanaştırmıştık 65Musâyı ve maıyyetindekileri tamamen necata çıkardık 66Sonra da ötekileri gark ettik 67Şübhesiz bunda mutlak bir âyet var, öyle iken ekserîsi mü'min olmadı 68Ve şübhesiz ki, rabbın o öyle azîz öyle rahîm 69Onlara İbrahimin kıssasını da oku 70O bir vakıt babasına ve kavmine: siz neye taparsınız? dedi 71Bir takım putlara taparız da dediler: onlar sayesinde toplanırız 72Onlar, dedi: dua ettiğiniz vakıt işidirler mi ? 73Veya size bir menfeat verir yâhud bir zarar ederler mi 74Yok dediler: atalarımızı bulduk, böyle yapıyorlardı 75Şimdi, dedi: gördünüz o sizin taptıklarınızı 76Siz ve eski atalarınızın 77Hep onlar benim düşmanım ancak o rabbül'âlemîn başka 78O ki, beni yarattı sonra da bana o hidayet eder 79Ve o ki, bana o, yedirir, o içirir, 80Hastalandığım vakıt da bana o şifa verir 81Ve o ki, beni öldürür, sonra beni yine diriltir 82Ve o ki, ceza günü ben onun günahımı afivbuyurmasını niyaz ederim 83Yarab, bana bir huküm ıhsan et ve beni sâlihine ilhak buyur 84Ve bana sonrakiler içinde bir "lisanı sıdık" tahsıys eyle (.......) LİSANI SIDK - Dünyada Kıyamete kadar eseri bakı kalacak güzel bir nam, ya'ni bir husni sıyt, dosdoğru bir zikri cemîl, şaşmaz bir yadı hasen, onun için her ümmet, Hazret-i İbrahimi seve gelmiştir. Yahud zürriyyetim içinde benim asıl dinimi yenileyecek, benim gibi sıdk ile tevhide da'vet edecek bir sâdık dil ki, Muhammed sallallahü aleyhi vesellemdir. 85Ve beni naıym cennetinin varislerinden eyle 86Babama da mağfiret buyur, çünkü o yanlış gidenlerden idi 87Ve utandırma beni ba's olunacakları gün 88O gün ki, ne mal faide verir ne oğulları 89Ancak Allah’a selim bir kalb ile varan başka 90Hem müttekiler için cennet yaklaştırılmış 91Azgınlar için de Cehennem hortlatılmıştır 92Onlara denilir: Hani nerede o taptıklarınız? 93Allah’ın gayrıdan. Nasıl size yardım ediyorlar veya kendilerini kurtarıyorlar mı? 94Ve arkasından hep onlar o Cehennemin içine fırlatılmaktadır 95Ve bütün o İblis orduları 96onun içinde birbirleriyle çekişirlerken şöyle demektedirler: 97Tallahi biz doğrusu açık bir dalâl içinde imişiz 98Çünkü sizi rabbül'âlemîn seviyyesinde tutuyorduk 99Ve bizi hep o mücrimler şaşırtmıştı 100Bak şimdi bizim için ne şefaatciler var 101Ne de yakın bir sadîk 102Bari bizim için geriye bir dönmek olsa idi de mü'minlerden olsa idik 103Şübhesiz bunda mutlak bir âyet var, öyle iken ekserîsi mü'min olmadı (.......) Şübhesiz bunda - şu okunan İbrahim kıssasında (.......) mutlak bir âyet var - ya'ni ıbret ve öğüd alınacak, ders edinilecek büyük bir huccet ve bürhan var. 104Ve şüphesiz ki, rabbın o öyle azîz öyle rahîm 105Nuh kavmı gönderilen Resulleri tekzib etti 106O vakıt ki, kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: siz Allahdan korkmaz mısınız ? (.......) kardeşleri Nuh - ya'ni ayni kavmden olan Nuh. 107Haberiniz olsun ben size gönderilmiş bir Resulüm, bir eminim 108Gelin Allahdan korkun, bana itaat edin 109Buna karşı ben sizden bir ecir de istemiyorum, benim ecrim ancak rabbül'âlemîne aiddir 110Gelin Allahdan korkun bana itaat edin 111A, dediler: hiç biz sana inanır mıyız ? Senin ardına hep o ezrail düşmüş? 112Benim ne ılmim olabilir? dedi: onlar ne yapıyorlarmış 113Sizin şuurunuz olsa onların hısabı ancak rabbıma aiddir 114Hem ben îman edenleri koğmaya me'mur değilim 115Ben ancak açık, bir nezirim 116And ederiz ki, dediler; eğer vazgeçmezsen yâ Nuh! Mutlak ve muhakkak recm edilenlerden olacaksın 117Yâ reb! dedi: anlaşıldı ki, kavmım beni tekzib ettiler 118Artık benimle onların arasını nasıl ayırd edeceksen et de bana ve beraberimdeki mü'minlere necat ver 119Bunun üzerine biz de onu ve beraberindekileri o dolu gemide necata çıkardık 120Sonra da arkasından kalanları garkettik 121Şübhesiz bunda mutlak bir âyet var 122öyle iken ekserîsi mü'min olmadı ve şübhesiz ki, rabbın, o öyle azîz, öyle rahîm 123Âd, gönderilen Resulleri tekzib etti 124O vakıt ki, kardeşleri Hûd onlara demişti: siz Allahdan korkmaz mısınız? 125Haberiniz olsun ki, ben size gönderilmiş bir Resulüm' emînim 126Gelin Allahdan korkun ve bana itaat edin 127Buna karşı ben sizden bir ecir de istemiyorum. benim ecrim ancak rabbül'âlemîne aiddir 128Siz her tepeye bir alâmet bina eder eğlenir misiniz? (.......) her yüksek mevkı; tepe (.......) alâmet, burada büyük saray ve yüksek köşk gibi ifrat bina ma'nâsına (.......) oynuyorsunuz - abes, hakıki veya hukmî bir faidesi olmıyan oyun ve eğlence gibi boş şeyler, ya'ni ciddi bir maksadi meşru' olmaksızın mücerred binasile eğlenmek, iftihar etmek için yapıyorsunuz, yahud oyun yerleri yapıyorsunuz 129Bir takım masnuat da ediniyorsunuz ki, sanki muhalled kalacaksınız (.......) Mısnaın cem'ı yahud mas'nuun cem'ı ya'ni san'athaneler yâhud mas'nüat, bundan anlaşılıyor ki, o zaman sanayiın bir ifratı varmış, cem'ıyyetin hakıki menafiı, ma'neviyyatı, ahlâkı gözetilmiyerek maddî mas'nuat ile zulm-ü cebr yapılıyormuş. 130Hem tuttuğunuz vakıt merhametsiz, cebbarcasına tutuyorsunuz 131Artık Allahdan korkun ve bana itaat edin 132O Allahdan korkun ki, size o bildiğiniz şeylere imdad buyordu 133En'am, oğullar 134Cennet gibi bağlar, bahçeler, menba'lar ile size imdad buyurmakta 135Cidden ben size büyük bir günün azâbından korkuyorum 136Sen, dediler: ha va'zetmişin ha va'zedenlerden olmamışın bizce müsavidir 137Bu sırf eskilerin âdeti 138Biz ta'zib olunmayız 139Diye onu tekzib ettiler de kendilerini helâk ediverdik. Şübhesiz bunda mutlak bir âyet var, öyle iken ekserîsi mü'min olmadı 140Ve şübhesiz ki, rabbın o, öyle azîz öyle rahîm 141Semûd gönderilen Resulleri tekzib etti 142O vakıt ki, kardeşleri Salih onlara demişti: Allahdan korkmaz mısınız? 143Haberiniz olsun ki, ben size gönderilmiş bir Resulüm, eminim 144Gelin Allahdan korkun ve bana itaat edin 145Buna karşı ben sizden bir ecir istemiyorum, benim ecrim ancak rabbül'âlemîne aiddir 146Siz burada emn-ü eman ile bırakılacak mısınız? 147O Cennetler, pınarlar 148Lâtıf tal'ı sarkmış hurmalar, ekinler içinde 149Ki, bir de dağlardan keyfli keyfli evler yontuyorsunuz 150Gelin Allahdan korkun da bana itaat eyleyin 151İtaat etmeyin o kimselere ki, 152yer yüzünü gesada verirler de islâh etmezler 153Sen dediler: çok büyülenmişlerdensin 154Sen bizim gibi bir beşerden başka nesin? Haydi bir âyet getir eğer sadıklardan isen (.......) haydi bir âyet getir - ya'ni Peygamber olduğunu alâmet olacak bir mu'cize 155Ha, dedi: işte bir naka ona bir şirb hakkı' size de ma'lûm bir günün şirb hakkı (.......) hakkı şirb Fıkıhta içmek, hayvan ve tarla sulamak ve kullanmak için su almak hakkı, yalnız içmek için olan hakkı şefe «dudak hakkı» denilir. Bir harktan böyle nevbetle intifa' etmeğe (.......) ta'bir olunur. Salih aleyhisselâm Naka ile kavmı arasında suyu nevbete koymuştu. 156Sakın ona bir kötülükle ilişmeyin ki, o yüzden sizi büyük bir günün azâbı yakalar 157Derken onu vurdular, fakat nâdim oldular 158Çünkü kendilerini azâb yakalayıverdi şüphesiz bunda mutlak bir âyet var öyle iken ekserîsi mü'min olmadı 159Ve şüphesiz rabbın o, öyle azîz öyle rahîm 160Lût kavmı gönderilen Resulleri tekzib etti 161O vakıt ki, kadeşleri Lût onlara demişti: siz Allahdan korkmaz mısınız? 162Haberiniz olsun ben size gönderilmiş bir Resulüm, eminim 163Gelin Allahdan korkun da bana itaat edin 164Buna karşı ben sizden bir ecir de istemiyorum, benim ecrim ancak rabbül'âlemîne aiddir 165Âlemîn içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? 166Bırakıyorsunuz da sizin için yarattığı çiftleri? Doğrusu siz insanlıktan çıkmış bir kavimsiniz 167And ederiz ki, dediler vazgeçmezsen ya Lût, mutlak ve muhakkak çıkarılanlardan olacaksın 169Ben, dedi: doğrusu sizin amelinize buğz edenlerdenim 170Biz de onu ve ehlini temamen halâs ettik 171ancak bir acüze kaldı 172Sonra geridekileri hep tedmir eyledik 173Ve üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki, ne fena idi o münzerin yağmuru (.......) münzerin yağmuru - inzar edilip de dinlemiyenlerin başına yağdırılan taş yağmuru. 174Şübhesiz bunda mutlak bir âyet var, öyle iken ekserîsi mü'min olmadı 175Ve şübhesiz ki, rabbın o, öyle azîz öyle rahîm 176Eshabı Eyke gönderilen Resulleri tekzib etti (.......) ESHABI Eyke, Eykeliler -Leyke kıraetlerine göre - Leykeliler. Eyke yumuşak ağaç bitiren bataklık demek olup Medyene doğru sahili bahrde bir mevkıın ismidir. Burada sakin olan bir taife vardı, Şuayb aleyhisselâm, bunlara da meb'us olmuş idi. Lâkin onlardan değil, ecnebi idi. Onun için «ehuhüm» denilmiyerek sadece Şuayb buyurulmuştur. Leyke (.......) nin nakl ile okunuşu olabilirse de merkezleri olan kasabanın ismi de deniliyor. Ya'ni Leyke eshabı Hıcrın merkez şehirleri imiş Şu halde Eshabüleyke, Eshabülhıcir demek olur. Bunların ticaret ile meşgul oldukları ve zalim ve hilekâr bulundukları anlaşılıyor. 177O Vakit ki, Şuayb onlara demişti: siz Allahdan korkmaz mısınız? 178Haberiniz olsun ben size gönderilmiş bir Resulüm, emînim 179Gelin Allahdan korkun ve bana itaat edin 180Buna karşı sizden bir ecir istemiyorum, benim ecrim ancak rabbül'âlemîne aiddir 181Ölçeği tam ölçün de hak yiyenlerden olmayın 182Ve doğru terazi ile tartın (.......) KISTAS - Mizan: terazi kantar, çeki gibi vezin mıkyası demektir ki, aslı Rumcadır denilmiş. 183Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin ve yer yüzünü ihtilâlcılıkla fesada vermeyin 184O sizi ve sizden evvelki cibileti yaratan hâlıktan korkun 185Sen, dediler: muhakkak sihirlilerdensin 186Sen bizim gibi bir beşerden başka nesin, doğrusu biz seni her halde yalancılardan sanıyoruz 187Üzerimize Semâdan bir kıt'ayı düşürüver haydi sâdıklardan isen 188Rabbım a'lemdir, dedi: yaptıklarınıza 189Hasılı onu tekzib ettiler, kendilerini de o zulle gününün azâbı alıverdi ki, o cidden büyük bir günün azâbı idi (.......) zulle günü - rivayet olunduğuna göre Allahü teâlâ bunlara yedi gün ve gece şiddetli bir hararet musallat kılmış, nefesleri tıkanıyormuş, evlerinin içlerine sokulmuşlar duramamışlar, sahraya fırlamışlar, bir bulut Güneşe gölge olmuş, bir serinlik bir lezzet duyar gibi olmuşlar, biribirilerine bağrışarak altına toplanmışlar, o zulle, o gölgelik min tarafillâh bir ateş halinde üzerlerine inmiş, hepsini yemiş bitirivermiştir. Bu suretle özürlerine istedikleri gibi Semâdan bir kıt'a düşürülmüş demektir. Bu kıssa burada muhtasaran zikrolunan yedi kıssanın sonuncusudur. Peygamberleri teksib edenlere azâbın nüzulü bir âdeti cariye olduğu bu yedi kıssa ile anlatılarak münkirlere tehdid ve Peygambere tesliye yapıldıktan sonra buyuruluyor ki, 190Şüphesiz bunda mutlak bir âyet var, öyle iken ekserîsi mü'min olmadı 191Ve şüphesiz ki, rabbın o, öyle azîz öyle rahîm 192Ve hakıkat bu (kur'an) rabbül'âlemînin şübhesiz bir tenkizilidir (.......) Ve hakıkaten o - zikrolunan âyetleri nâtık bulunan Kur’ân (.......) şübhesiz rabbül'âlemînin bir tenzilidir. - Esasen onun kelâmı, onun sıfatı olup hurufı Arabiyye ile bu elfazı geydirip indirten odur. Onun tarafından indirilmedir. Rabbül'âlemîn ismine izafeti bu tenzil, Hak teâlânın bütün âlemîne şâmil bir terbiyesi ve re'feti ahkâmından bulunduğunu anlatmak (.......) mazmununu andırmak içindir. 193Onu Ruhı emîn indirdi (.......) rabbül'âlemînden onu o Ruhı emîn indirdi (yâhud onunla o Ruhı emîn indi) - RUHİ EMÎN, O EMÎN RUH, ya'ni Allahü teâlânın emanetini hâiz olan kemali emniyyetle vahyini Enbiyasına iysal eyliyen ruh. Cibrili Emin aleyhisselâmdır. 194Senin kalbin üzerine ki, o münzirlerden olasın (.......) senin kalbin üzerine - ya'ni sâde üzerine indirmedi, kalbine, vicdan ve şuurun menatı olan mevcudiyyetinin künhüne işletti, temamen hafızana verdi ve bütün bundaki ahlâkı ve ma'rifeti sana meleke kıldı. Necmüddini kübrâ tefsirinde der ki, eğer Tevrat da Hazret-i Musâya elvah ile indirilmeyip de böyle kalbine indirilmiş olsa idi gadab zamanında onları elinden bırakıvermezdi ve ılmi ledünn ögrenmek için Hızrı aramağa gitmezdi (.......) Râbbül'âlemîn bunu böyle bütün kalbini kavramak üzere Ruhı emîn ile indirdi ki, temamen emniyyet hasıl edip (.......) o münzirlerden olasın ya'ni inzar ile risaletleri meşhur olan balâdaki Peygamberler gibi Resuli emîn olup inzar edesin 195Açık parlak bir Arabi lisan ile (.......) mübîn, ya'ni anlattınığı açık ve güzel bir ifade ile anlatır bir Arabi lisan ile - arabca haddi zatında her ma'nâyı iyi anlatabilen bir lisan olmakla beraber Kur’ân onu en yüksek bir nekahat ve vuzuh ile parlatmıştır. Binaenaleyh yukarıdaki kıssalarla edilen inzarların ma'nâsını anlamamakta Arabların hiçbir uzrü yoktur. 196Hem o şübhesiz evvelkilerin kitablarında da var (.......) Bununla beraber o şübhesiz evvelkilerin kitablarında da vardır - ya'ni evvelki kitablarda da bu Kur’ân’ın zikri geçmiştir. Böyle oluduğunu inkâr ediliyorsa 197Onu Beni İsrail ulemasının bilmesi de onlara bir âyet (bir delil) değil mi (.......) Beni İsraîl ulemasının onu bilmesi bile onu inkâr edenlere bir delîl değil midir? - Beni İsraîl ulemasından bir kısmı Tevrat ve İncilde aleyhıssalâtü vesselâmın sıfat ve na'ti zikrolunduğunu söylüyorlardı. Kureyş de gidip onlardan bu haberi öğreniyorlardı 198Eğer onu Arabca bilmiyenlerin birine indirseydik de (.......) eğer biz onu Arabca bilmeyenlerin birine indirseydik - böyle bir mu'cize yapsa idik - de 199o kendilerine kıraet etse idi yine îman etmiyeceklerdi (.......) onlara onu o, okusa idi - ki, bu surette okunan Kur’ân haddi zatında bir mu'cize olduğu gibi okuyuşda başkaca bir mu'cize olurdu (.......) yine ona inanmazlardı - acemî değil, pek a'lâ Arabca biliyormuş derlerdi. İşte bu Kur’ân’ın Allahdan inme bir mu'cize olduğuna inanmıyanlar böyle inadcı kâfirlerdir. 200Biz onu mücrimlerin kalblerine öyle sokmuşuzdur. (.......) Biz onu mücrimlerin kalblerine böyle sokmuşuzdur. - Ma'nâsını anlarlar, fesahat-ü belâgatinin güzelliğini tanırlar, gerek nazmı ve gerek ma'nâsindaki gayb haberleri i'tibariyle i'cazını ve tanzıyr edilemediğini bilirler ve evvelki kitablarda zikri bulunduğunu da duyarlar, fakat 201Îman etmezler ana tâ o elim azâbı görecekleri deme kadar (.......) ona îman etmezler- mücrim oldukları için inanmak işlerine gelmez, o inzarlar hoşlarına gitmez (.......) ta ki, o elîm azâbı görsünler - ya'ni azâbı görecekleri lâhzaya kadar inanmazlar, görmek için inanmazlar 202Ki, geliversin de kendilerine ansızın, hiç farkında değillerken 203Desinler ki, acaba bize bir müsaade edilir mi? 204Ya şimdi azâbımızı iviyorlar mı? (.......) şimdi azâbımızı isti'cal mi ediyorlar? - Ya'ni azâb gelince (.......) diyeceklerken şimdi (.......) diye iviyorlar mı ? 205Gördün a artık onlara senelerce zevk ettirsek 206Sonra kendilerine edilen vaid gelip çatarsa 207O yaşatıldıkları zevkın kendilerine hiç faidesi olmıyacaktır 208Maamafih biz hangi memleketi helâk ettikse muhakkak onu inzar edenler olmuştur 209İhtar edilmiştir, ve biz zulmetmiş değilizdir 210Ve bunu Şeytanlar indirmedi (.......) Bunu Şeytanlar alıp indirmedi - bir takım kâfirler nübüvveti, bir kehanet gibi farz ederek Kur’ân’ı kâhinlere edilen Cinn ve Şeytan telkinatı kabilinden göstermek istemişlerdi. Bununla onlar reddediliyor. Ya'ni bunda hiç şeytanet eseri yoktur. Rabbül'âlemînden onu o emîn Ruh indirdi, Şeytanlar değil 211Bu onlara hem yaraşmaz hem güçleri yetmez? (.......) o hem onlara yaraşmaz - Şeytana yakışır bir şey değildir, şeytane zıddır (.......) hem de güçleri yetmez - isteseler de yapamazlar 212Onlar işitmekten sureti kat'ıyyede azledilmişlerdir (.......) çünkü onlar işitmekten sureti kat'ıyyede ma'zuldürler - melei a'lâyı dinlemekten memnu'durlar. (.......) (vessaffat, kul uhiye bak) 213Binaenaleyh sakın Allah ile beraber diğer bir ilâha çağırma ki, o ta'zib edileceklerden olmıyasın (.......) Binaenaleyh sakın Allah ile beraber diğer bir ilâha çağırma ki, azâb edileceklerden olmıyasın - ya'ni mâdam ki, hakikat böyledir, sen o inzar eden Peygamberlerden olasın diye bu Kur’ân sana Allah tarafından Ruhı emîn ile indirilmiş ve Şeytanlar işitmekten men'olunmuştur. O halde sen de Allahdan başkasına ne duâ et ne da'vet. Peygambere bu hıtabın böyle şirkten nehiy suretinde iyrad buyurulması tevhide da'vette ıhlâsı artırmak için bir tehyic ve diğer mükellefini tahzirde üsve olmak için bir inceliktir. 214Hem en yakın hısımlarını inzar et (.......) Hem en yakın hısımlarını inzar et - ya'ni evvelâ içlerinde yaşadığın kendi hısımlarının en yakınlarından inzara başla. Rivayet olunduğu üzere bu âyet nâzil olduğu zaman aleyhıssalatü vesselâm Safaya çıktı, oymak oymak bütün akribasını çağırdı, hep yanına toplandılar «ben size: şu dağın arkasında düşman süvarisi va desem bana inanırmısınız ? » buyurdu, evet dediler, «o halde ben size habci geldim, ileride şiddetli bir azâb var» buyurdu. 215Ve sana ittiba' eden mü'minlere kanadını indir (.......) Kanad indirmek, tevazu' ile merhamet ve şefekat ma'nâsına istiaredir. (.......) Mü'minlerden sana ittiba edenlere ki, gerek akribandan olsun gerek olmasın 216Bunun üzerine sana ısyan ederlerse ben sizin amellerinizden beriim de (.......) yok sana ası olurlar, ya'ni biat etmezlerse (.......) ben sizin amellerinizinden biriim mes'uliyyetini kabul etmem. de 217Ve o, azîz rahime mütevekkil ol (.......) ve o azîzi rahîme, ya'ni düşmanlarını kahre ve dostlarına yardıma kadir olan Allah zülcelâle mütevekkil ol, o onların şerrinden seni muhafaza eder. 218O ki, görüyor kıyam ettiğin vakıt seni (.......) o rahim ki, görür sen kıyam ederken - ya'ni namaza bahusus teheccüde veya emir bil'ma'rufa ve ı'lâi kelimetullaha kalkarken - seni 219Ve secdekârlar içinde dolaşmanı (.......) ve secde edenler içinde tekallübünü - namaz kılanlara imam olarak harekâtını veya mü'minleri teftiş için içlerinde dolaştığını, yâhud ı'lâi kelimetullahda mü'minler arasında besaıynı, yâhud da vazifei risaleti iyfa için Enbiya miyanındaki hıdematını Bir de «dünyaya gelinceye kadar mü'minden mü'mine atalarının sulbündeki intikalâtını» diye bir ma'nâ verilmiş ise de bu intikal mazıyde olup âyetin siyakı ise hal ve istikbalde zâhir olduğundan bu ma'nânın burada istibatı baid görünür 220Çünkü o öyle semi öyle alîmdir (.......) her halde o, öyle semi' öyle alîmdir. - Bütün söylediklerinizi işitir, niyyetlerinizi bilir, ona göre ecrini verir. Binaenaleyh her vechile tevekkül-ü ı'timada, duâ ve ıbadeta lâyıktır. 221Haber vereyim mi size Şeytanlar kimin üzerine inerler? (.......) Şeytanlar kimin üzerine iner size haber vereyim mi? -Yukarıda Kur’ân’ın Şeytan ilkaatı olamıyacağı anlatılmıştı, şimdi de Şeytanların kimler üzerine inecekleri anlatılarak Hazret-i Peygamberin şahsıyyeti Muhammediyyelerine Şeytanların yanaşamıyacağı antalıyor. Bakınız Şeytanlar kimin - üzerine inerler. 222Vebal yüklenici her bir sahtekâr üzerine inerler (.......) her bir effâki esim üzerine inerler - nerede bir effâk: çok yalancı: yalan uydurucu: iftiracı sahtekâr. Esim günahtan korkmaz, vebal yüklenici şirrir kimse varsa onlara inerler. Şeytan inmek için evvelâ böyle günahtan vebalden çekinmez, sahteci şirrir, nüfusi habise arar. Bu suretle gayei ittisal aralarındaki münasebet ve alâkaya göre olur. Bu ise ahlâkı Muhammedinin temamen hılâfınadır. Saniyen 223Onlar kulak verirler ve ekseri yalan söylerler (.......) ki, onlara kulak verirler - ya'ni vebalden korkmaz sahtekârlar o Şeytanların ilkaatına kulak verir, dinlimek için hazırlanırlar (.......) ekserîsi yalancıdırlar - ya'ni söylediklerinin ekserîsini yalan söylerler, şeytanlar onlara bir vehm-ü zann ilka eyler, onlar da kendi tehayyülâtlarına göre uydurur uydurur söylerler, onun için kâhin sözlerinin ba'zısı rast gelse bile ekserîsi yalan çıkar. Muhammed aleyhisselâmın ahvali ve akvali ise böyle değildir. O bir çok mugayyebattan haber vermiş ve hepsi doğru çıkmıştır. Hiç yalanı işitilmemiş ve görülmemiştir. Bütün şiarı sıdıktır. Kur’ân’ın ı'cazı hem ma'nâ ve hem lâfız cihetiyle olduğundan dolayı münkirler ma'nâdaki ledünniyyatı Şeytan ve kehanete isnad etmek istedikleri gibi nazımdaki güzelliği de şiir kabilinden göstermek istedikleri için her ikisini de reddetmek üzere buyuruluyor ki, 224Şairler, bunların arkasına da çapkınlar, sapkınlar düşer (.......) Şâirler ise (.......) onları çapkınlar ve sapkınlar ta'kıb ederler - hakk-u hakıkat peşinde değil, mücerred hevâ ve hevesleri peşinde giden, hep zevk ve eğlence arayan şaşkınlar ve azgınlar onların ardına düşerler 225Görmez misin bunlar her vâdide hayran olurlar (.......) görmez misin onlar her vâdide heyeman ile hayran-ü sergerdan dolaşırlar- şiirde esas huküm değil, sade nefsin hissiyyatını, zevkını veya istikrahını gıcıklayacak duygulardır. Onun için şâirler eğri doğru, iyi ve kötü her mevzua dalar her vâdide otlar ve ifadede ne kadar hayret ve garama dalarsa o kadar müessir olacağından her telden çalmak için iyi ve kötü her vâdide mestâne dolaşırlar 226Ancak îman edip iyi ameller işliyenler ve Allah’ı çok zikredenler ve kendilerine zulmedildikten sonra öclerini alanlar müstesna (.......) hem de onlar yapmıyacakları şeyleri söylerler - kavilleri fillerini tutmaz, ve işte bu iki hasletlerinden dolayı da arkalarına çapkınlar ve sapkınlar düşerler. Bu suretle bunlar da Muhammed ve Muhammedilere benzemezler, Şeytânidirler. 227yarın bilecek o zulmedenler hangi ınkılâba münkalib olacaklar (.......) Ancak îman edip salih ameller işliyenler - kavilleri fiillerine uygun olarak salâh istiyenler (.......) ve Allah’ı çok zikredenler - şiirlerinin ekserîsi tevhid ve tahmid-ü temcid ile Allah’ı zikir ve masnuatından kudretini tezekkür ve ı'lân ile taatine dair olanlar (.......) ve kendilerine zulmedildikten sonra öclerini alanlar müstesnâ-şayed heciv söylerlerse kendilerine, ya'ni mü'minlere edilen zulmün öcünü almak, söylenen hecvi reddeylemek için söylerler. İşte böyle mü'min, salih, zâkir ve mü'minlere edilen zulüm ve haksızlığın öcünü alan hak müfaiı Abdullah İbn-i Revaha ve Hassan İbn-i Sâbit ve Kâ'b İbn-i Malik ve Kâ'b İbn-i Zeheyr gibi büliman şairleri o mezmun ahvalden müstesnadırlar, bunlar sâdıktırlar bunlara tabi' olanlar gavün değildirler. (.......) o zulm edenler ise yarın bilecekler hangi bir inkılâba yuvarlanıyorlar - yâhud hangi inkılâb meydanında yuvarlanacaklar . Bu cümlenin zalimlere ne kadar şiddetli bir tehdid ifade ettiği aşikârdır. Ya'ni bu gün müslimanlara zulm eden o zalimler bu günkü yaptıklarını öldükleri zaman anlıyacaklar. Ayni zamanda bu cümle, dini islâmın Âlemde zalimlere karşı yapacağı hak ve adalet inkilâbının ehemmiyyetini ıhtar etmektedir ki, istikbale teallük eden bu haberi gaybın ehemmiyyeti derkârdır. Onun için mazıyden bunu izah edecek bir misal, gelen süredeki harıkalarla izah olunarak istikbâl tebşiyr olunacaktır. |
﴾ 0 ﴿