60

Yoksa Gökleri ve Yeri yaratıp sizin için Semâdan bir su indiren mi? Bir su ki, indirip de onunla gözler gönüller açan hadîkalar bitirmekteyiz, siz onların ağacını bitiremezdiniz, bir İlâh mı var Allahla beraber? Hayır onlar sapkınlık ediyorlar

(.......) Yoksa o Gökleri ve Yeri yaradan - Arabcada atıf harflerinden birisi olan «em» biri muttasıle, biri münkatıa olmak üzere iki türlüdür. Emi muttasıle, istifham hemzesinin karşısında lâzım bir terdid ifade eder. Emi münkatıa ise cümlenin başına dahıl olarak (bel) gibi ıdrab ile hemze ma'nâsına tazammun eyler, ancak (.......) gibi önünde sarih bir istifham bulunduğu zaman hemze takdirine hacet kalmaksızın sadece «bel» ma'nâsına ıdrab olur.

Ya'ni kelâmdan kelâma intikali ifade eder. Biz bunların ikisini de yoksa diye terceme ediyor isek de «yoksa» esas i'tibarile (.......) meâlinde bir şartıyye olduğundan doğrudan doğru değil, dolayısiyle bir terceme oluyor. Onun için emi muttasıleye muntabık olsa bile emi münkatıaya her zaman inkıbakı iddia edilemiyecektir. Netekim «bel» yerinde: hayır, yok, daha doğrusu; fakat ta'birlerinden birini kullanıyoruz. (.......) da em, muttasıledir. «Ma» yi müfred olarak lafzai celâleye atfediyor. Lâkin (.......) ve nazîrleri münkatıadır. Cümleyi cümleye atfediyor.

Müfessirîn burada (.......) kelimesini mevsule hamlettikleri için cümle tamam olmak üzere haberin mahfuz olduğunu söylüyorlar. İbn-i Atıyye gibi ba'zıları bunu (.......) takdir etmişlerdir ki, «ya o Göklerin ve Yeri yaradana şirk koşulurmu?»

demek oluyor. Sahib keşşaf gibi çokları da makabli karînesile (.......) takdir etmişlerdir. Bu surette «yoksa o Gökleri ve Yeri yaradan ve şöyle şöyle yapan mı hayırlı, onların şirk koştukları mı?» demek oluyor ki, meal buna göre yazılmak istenilmiştir. Gerçi bu mealde atfı cümle ma'nâsı zâhir görünmezse de yine o ma'nâ anlaşılabilecektir.

Binaenaleyh o vechile izah edelim: yoksa: ya'ni Allah’ın kudret ve vahdaniyyetiyle hayriyyetini anlatan o kıssalar gibi naklî delillerin olmadığı farzedilse aklen ma'lûm ve sâbit değilmidir ki, o Gökleri ve Yeri yaratan (.......) ve sizin için, ya'ni sizin menfeatinizi husule getirmek hikmetiyle Semadan bir su indiren mi? - Hayırlıdır yoksa şirk koştukları mı? Burada görülüyor ki, (.......) nin mef'uli lehidir. Nahivde ma'lûm olduğu üzere mef'uli leh iki kısımdır. Birine husulî, birine tahsılî denilir. Fiılden zihnen ve haricen mukaddem olursa husulîdir. Susadığı için içti gibi, zihnen mukaddem haricen müahhar olursa tahsılî olur, kanmak için içti gibi. İşte bu (.......) böyle tahsılî bir mef'uli lehtir. Buna ılleti gaiyye dahi denilir. Şayanı dikkattir ki, (.......) filine teallûk ettirilmiş (.......) mutlak bırakılmıştır. Demek ki, bütün âlemin yaradılışı insanlar için denemezse de yukarıdan suyun indirilmesinde, yağmur yağdırılmasında beşerin hayat ve menfeati gayesi mütehakkık olduğunda şübhe yoktur. Su ile hayat arasındaki nisbeti vaz'eden ve binaenaleyh hayatı husule getirmek hikmetiyle suyu indiren Allahü teâlâdır.

Şimdi su üzerine terettüb eden feyzı hayati düşünen her hangi bir akıl onu yaradıp indirenin hayriyyetinde tereddüd eder mi? Fakat işbu ılleti gaiyye bahsinde feylesofların ba'zı münakaşaları olmuştur: «ılleti gaiyye hakikatte faılin faıliyyetine ve fi'le ıkdamına ıllet demek olacağından ef'ali ilâhiyyede ılleti gaiyye tasavvur olunamaz. Çünkü gayr ile istikmali istilzam eder. Bu ise Allahü teâlâ hakkında muhaldir» demişlerdir. Buna iki vecihle cevab verilir:

1 - Gayr ile değil, kendi sıfatı olan ılm-ü iradesile kemal lâzım gelir.

2 - Ef'ali ilâhiyyede faılin faıliyyetine ıllet olmak ma'nâsına ılleti gaiyye değil, lâkin faide, gaye ve hikmet carî olduğunda şübhe yoktur. Burada şu ma'nâları fark etmelidir: bir fiıl üzerine terettüb eden her hangi bir semere faide denir, eğer o faide fı'lin ucunda olursa gaye denir, eğer o gaye, fiılden maksud ise fı'le terettübü maksud olmak ı'tibariyle garaz ve maksad denildiği gibi fi'le bâıs olması ı'tibariyle de ılleti gaiyye denilir.

Meselâ su çıkarmak için bir kuyu kazmak istesem haricde kuyu kazmak su çıkarmanın sebebidir. Kuyu önce kazılır, su onun sonunda çıkar, bu suretle su çıkarmak kuyu kazmanın hem bir faidesi hem bir gayesidir. Ayni zamanda kuyuyu kazmaktan maksadım su çıkarmaktır. Bu cihetle bu gaye benim garazımdır. Su çıkarmak maksadı olmasa idi kuyuyu kazmıyacaktım, binaenaleyh su çıkarmak kuyu kazmanın zihnen mukaddem ılleti gaiyyesidir. Bununla beraber ben kuyuyu kazarken arada asarı atîkadan bir kıymetli eser de bulsam bu benim için sâde bir faide olur, garaz değil, gaye de değildir. Çünkü fi'lin sonunda değil, esnasında hasıl olmuştur. Ve ben onu belki hiç düşünmemişimdir. Sonra benim bu kuyuyu kazmamdan dolayı bir takım kimseler intifa' edelerse bu da onun faide ve gayelerinden olur. Faidesi olmıyan bir fiıl, bâtıl ve bihudedir. Mu'teddün bihâ bir faidesi bulunmıyan bir fiıl, abes ve lâğivdir. Faidesi ve gayesi bilinerek kat'î bir isabetle yapılan fi'le hikmet denildiği gibi fi'lin sebeb olduğu faidelere ve gayelere de o fi'lin hikmetleri denilir. (.......) mantukunca hılkat, bâtıl olmayıp baştan başa fevaid ve gayât ile yekdiğerine merbut ve hikmet ile meşhun bulunduğundan Allahü teâlânın ef'alinde faideler ve gayeler ile hikmet, cereyanında şübhe yoktur. Bu surette fiil ile gayesi ayni nis'bette maksud olarak cereyan eder.

Maamafih hikmette terüttüb murad olmak ı'tibariyle gayeler bir garazı maksud tarzında da husule gelebilir. Ancak bu maksudun fi'li ilâhîde ılliyyeti olmaz, ya'ni garazda ılleti gaiyyelik haysiyyeti bulunmaz. Meselâ Allahü teâlâ hayat faide ve gayelerine sebeb olmak hikmetiyle suyu yaratmış ve indirmiştir. Fakat hayat gayesini kasd etmese idi suyu yaratamazdı ve yâhud suyu yaratmasa idi hayatı yaratamazdı demek ma'nâsına değil mücerred su üzerine hayatın terettübünü irade buyurmuş olması ma'nâsınadır. Demek olur ki, feylesofların ef'ali ilâhiyyede münakaşa ettikleri ılleti gaiyye delili hikmet delili namile mülâhaza edildiği takdirde daha sâlim olarak mutalea edilmiş olur. İşte bu suretle (.......) nin hikmetini göstermekte, âyetteki hıtabın zevkı de bu hikmetle tecelli eylemektedir. Buradan her yağmurun sırf insanların menafiı için indiğini anlamamalı, lâkin insanların menafiı için indiği muhakkak olan suyu - ki, Kur’ân da ona teşbih olunmuştur. - Düşünmeli ve onu indiren zati a'lânın hayrındaki büyüklüğü tefekkür etmelidir, Bu noktada hiç bir şübheye mahal bırakmamak üzere delîlin delâletinden medlûlün sarahatine geçilerek onun kim olduğunu anlatmak için gıyabdan tekellüme iltifat suretile şöyle buyuruluyor:

(.......) Bir su ki, indirip de onunla behcetli hadîkalar bitirmekteyiz -

HADÎKA: içinde su bulunan, göz bebeği gibi kıymetli bostan. BEHCET, göze gönüle neş'e ve şetaret veren güzellik dilberlik demektir. Onları biz yapıyoruz, sa'y-ü ma'rifetimizle biz yetiştiriyoruz demek âdetleri olan cahilleri redd için de şöyle buyuruluyor: (.......) siz onların bir ağacını bitiremezdiniz - ya'ni o güzel bağçelerin, bostanların yetişmesinde siz insanların da hizmeti, ameli olmaz değildir. Fakat siz kendi kendinize onların meyvalarını ve o güzel menfeatlerini yetiştirmek şöyle dursun ağacını bile bitiremezdiniz. Binaenaleyh sizin amelleriniz hâlıkın emri dahılinde kulluk etmekten ileri geçemez, ona bir şirket ifade edemez (.......) bir İlâh mı var Allah ile beraber - ya'ni Allahdan başka tapılacak, ona şerik tutulacak bir İlâh daha bulunmasına imkân ve ihtimal mi var? (.......) hayır onlar öyle bir kavim ki, sapgınlık ediyorlar - ap açık haktan sapıyorlar, bu açık bürhanı ve delâleti nazarı dikkate almıyorlar.

60 ﴿