ANKEBÛT

Ankebût Sûresi mekkîdir.

Ankebût örümcek demektir, Allahdan başka evliya ittihaz edenlerin hâlâtını ve Dünyayı avlamak için kurdukları teşkilâtı bir örümcek ağına benzeden örümcek meseli zikr olunduğundan dolayı bu Sûreye bu isim verilmiştir. Ancak alem olmuş hass isimlerin tercemesi doğru olmıyacağı cihetle Örümcek Sûresi demeğe kalkışmamalıdır. Örümcek zikrolunan Sûre denilebilir.

Nüzulü Mekkededir. Ba'zıları Mekkede en son nâzil olan Sûre olduğunu söylemişlerdir. Şu halde hicret sıralarında nâzil olmuş demektir. Hattâ baş tarafının Medînede nâzil olduğu da rivayet olunmuştur. Netekim evvelkinin hatimesinde Peygamberin hicretine işaret olunduğu gibi bunda da mü'minlerin hicretine işaret olunmuştur. Evvelkinde (.......) buyurulmuştu, bunda da gaye, Allah’a irmek olduğu anlatılarak o ittikanın levazımından olan sabr-ü sadakatle Allah yolunda mücahedenin lüzum ve ehemmiyyeti anlatılacaktır.

Âyetleri - Altmış dokuz.

Kelimeleri - Yedi yüz seksen beş.

Harfleri - Dört bin iki yüz on bir.

Fasılası - (.......) harfleridir, (.......) üç âyettedir.

1

(.......) Allahü a'lem (.......) bu âyetlerin sebeb-i nüzulünde üç kavil vardır:

1 - Ammar İbn-i Yasir ve Ayyaş İbn-i Ebi rebîa ve Velîd İbn-i Velîd ve Seleme İbn-i Hişam Mekkede ta'zib olunuyorlardı o sebeble nâzil oldu. Ammar İbn-i Yâsirin validesi Ebû cehil tarafından feci' bir surette parçalattırılmış, kendisine sıcak günde demirden zırhlı gömlek giydirilerek Güneşin karşısında eziyyet edilmiş, Velîd İbn-i Velîd ve Hişam dahi ta'zib olunmuşlardır.

2 - Mekkede bir takım insanlar islâma ıkrar vermişlerdi, hicret âyeti nâzil olunca eshab-ı kiram Medîneden bunlara yazmışlar «ıkrarınız, islâmınız kabul olunmıyacak tâ ki, hicret edesiniz» demişlerdi, derhal Medîneye müteveccihen çıktılar, müşrikler de ta'kıyb edip geri çevirdiler, işte o vakıt haklarında bu âyet nâzil oldu, bu def'a da hakkınızda şöyle şöyle âyet nâzil oldu diye yazdılar, bunun üzerine çıkarız, yine ta'kıyb eden olursa çarpışırız dediler ve çıktılar, müşrikler de ta'kıyb ettiler, binaenaleyh çarpıştılar, kimi şehîd oldu, kimi de kurtuldu, Allahü teâlâ da haklarında (.......) âyetini indirdi diye Saîdden rivayet olunmuştur.

3 - «Bedr» günü ilk şehîd olan Mihca' İbn-i Abdullah hakkında nâzil olduğu söylenmiştir ki, ebeveyni ve zevcesi çok müteessir olmuşlardı ve hakkında «seyyidüşşüheda» buyurulmuştu. Bu iki kavle göre bu âyetler Medînede nâzil olmuş oluyor. İki evvelkisinde ise hicretle alâkadar bulunuyor.

2

Sandı mı o insanlar (.......) demeleriyle bırakılacaklar da imtihan edilmiyecekler?

3

Şanım hakkı için biz onlardan evvelkileri ne fıtnelerle imtihan ettik, yine Allah, elbette sadakat edenleri bilecek, ve elbette yalancıları bilecek

(.......) Fahrüddîni Razî der ki, müfessirîn zannettiler ki, bu âyetin zâhiri üzere hamli Allah’ın ılminin teceddüdünü iycab eder. Halbuki Allah, sadıka ve kâzibe imtihandan evvel âlim iken imtihan sırasında bilecek demek nasıl mümkin olur? diye bunu gösterecek, ızhar edecek, ayırd edecek ma'nâlarına hamleylediler. Biz de deriz ki, âyet olduğu gibi zâhirine mahmuldür, çünkü Allah’ın ılmi bir sıfattır ki, onda her vaki', vaki' olduğu gibi zuhur eder. Meselâ tekliften evvel Allah bilir ki, Zeyd itaat edecek, Amir de ısyan edecek, sonra teklif vatından da bilir ki, o mutı', beriki âsı, yapıldıktan sonra da bilir ki, o itaat etti, o ısyan eyledi, ahvalden hiç birinde onun ılmi tegayyür etmez, tegayyür eden ancak ma'lûmdur (.......)

İbn-i Münîrin ifadesi daha güzeldir: Elhak Allahü teâlânın ılmi birdir. Mevcuda vücudu zamanında ve evvel ve sonra olduğu gibi teallûk eder demiştir. Fakat şunu da unutmamak lâzım gelir ki, burada «bilecek» demekten murad, sebebi zikr ile müsebbebe tenbihtir, imtihan eder gibi tahkık, tebyin ettirecek de mükâfat ve mücazat edecek demektir. Netekim Kâdî Beyzavî şöyle demiştir: (.......)

4

Yoksa sandı mı o kötülükleri yapanlar bizden savuşacaklar? Ne fena hukmediyorlar

(.......) Yoksa sandı mı o kötülükleri yapanlar - amel kalb ve cevarıh fiıllerinden eamm olduğu için, seyyiat küfr-ü meası ile tefsir edilmiştir. Maamafih bu (.......) baştaki (.......) mukabili olmak hasabiyle burada bilhassa mü'minlere karşı edilen kötülükler mevzuı bahistir.

Ya'ni küfür, dinsizlik teassubu veya bir Dünya menfeati, şehvet ve ihtiras saikasiyle mü'minlere husumet zulüm, eziyyet eden kimseler ki, her türlü fenalığı irtikâb ederler, bunlar sandılar mı ki, (.......) bizi savuşup geçecekler - âciz bırakıp kurtulacaklar (.......) ne fena hukmediyorlar! - Ne kadar yanlış huküm, ne kadar çirkin hukûmet? İmkânı yok onlar Allahdan kurtulamazlar.

5

Her kim Allah’a irmek arzu ederse elbette Allah’ın ta'yin ettiği ecel, muhakkak gelecektir ve o, işitir bilir

(.......) Her kim lilaullahı arzu ederse - Allah’ın cemaline irmeği veya va'd ettiği sevaba irişmeği isterse (.......) elbette Allah’ın ta'yin ettiği ecel, va'de gelecek, gelince o va'd, tehakkuk edecektir. Binaenaleyh o gelinciye kadar sabredip o likaye lâyık imtihanları geçirmek, güzellikleri kesb etmek için çalışsın mücahede etsin (.......) hem odur o semi', o alîm - bütün o söylenenleri, bütün o sızıltıları, iniltileri işidir, hem yegâne işiden odur. Ve bütün akıdeleri, bütün niyyetleri, bütün yapılan fiılleri, iyisini kötüsünü, hepsini bilir, hem yegâne bilen odur. Edilen duâları işidecek yapılan ıbadetleri bilecek olan odur, başkaları değil.

6

Mücâhede eden sırf kendi hısabına mücahede eder, çünkü Allah ganiy, âlemînden müstağnidir

(.......) Her mücahede eden de - bu cümle (.......) şartıyyesinin mahfuz cezasına veya mezkûr cezasının neticesine ma'tuftur ki, (.......) demektir. Bu iki âyet, islâmın bütün künhünü en yüksek gâyesiyle en yüksek vazifesini hulâsa etmektedir. Allah’a irmek için ecel gelinciye kadar mücahede etmek. Bu uğurda mücahede eden, fitnelere, imtihanlara göğüs geren her kimse de (.......) sırf kendisi için - kendi hisabına kendi menfeatine - mücahede eder: çünkü o mücahedenin faidesi, menfeati Allah’a değil, kendisine aid olur (.......) Çünkü Allah ganiydir, bütün alemînden müstagnidir ilh.

7

Bununla beraber îman edip de salih salih ameller yapanların her halde taraflarından kötülüklerini keffaretleriz ve elbette kendilerine yaptıkları amellerin daha güzelini veririz

8

Hem insana valideyni hakkında güzellik tavsıye ettik, maamafih sana, hakkında sence hiç bir ılim bulunmıyan bir şeyi bana şirk koşasın diye uğraşırlarsa o vakıt onları dinleme, dönümünüz banadır, ben o vakıt size yaptıklarınızı haber veririm

9

İman edib salih salih ameller yapanlar ise elbette onları salihîn zümresi içine katacağız

10

İnsanlar içinde kimi de vardır Allah’a îman ettik der, sonra da Allah uğrunda bir eziyyet edildi mi? İnsanların mihnetini Allah’ın azâbı gibi tutar, celâlim hakkı için rabbından bir nusrat gelirse cidden biz sizinle beraber idik diyeceklerinde şübhe yoktur, ya Allah bütün alemînin sînelerindekine a'lem değil mi?

(.......) Bu âyetlerin Medînede nâzil olmuş bulunması çok melhuzdur. Çünkü Munafıklar Medînede idiler, eğer bunlar da Mekkede nâzil olmuş idilerse gayb haberi verilmiş demek olur. Zamanımızda ise bu âyetin mazmunu çoğalmıştır. Allah muhafaza buyursun. (.......)

11

Ve elbette Allah îman etmiş olanları her halde bilecek ve elbet münafıkları da behemehal bicek

12

Bir de küfredenler o îman etmiş olanlara: "bizim yolumuza uyun, günahlarınızı da yüklenelim" dediler, halbuki onlar onların günahlarından hiç bir şey yüklenecek değiller ve elbette onlar kat'ıyyen yalancılar

13

Maamafih kendi ağırlıklarını ve o ağırlıklarla beraber daha bir çok ağırlıkları yüklenecekler bu şübhesiz ve her halde o ettikleri iftiralardan suâl olunacaklar bu da şübhesiz

(.......) kendi işledikleri günahların ağırlıklarını (.......) ve o ağırlıklariyle beraber daha bir çok ağırlıkları - başkalarını ıdlâl etmeğe, günaha sokmağa çalışmalarının günahlarını - yüklenecekler.

14

Ve celâlim hakkı için Nûh’u kavmine gönderdik de içlerinde elli yılı müstesna bin sene durdu derken onları tufan yakalayıverdi hep zulmediyorlardı

(.......) Yukarıda (.......) buyurulduğu için burada onun bir kaç misali gösterilecektir. Onun için bu «vav» kasem değil, oraya atıftır. (.......) derken içlerinde bin seneden elli yıl eksik durdu - elli yılı yok bin sene, dokuz yüz elli sene eder. Kâdî Beyzavî derki galiba bu ta'birin ıhtiyar edilmesi tamamiyle adede delâlet içindir. Çünkü dokuz yüz elli takribî olarak da söylenebilir, bir de bin ismini zikretmekte muhataba müddetin uzunluğunu tehayyül ettirmek vardır. Çünkü kıssadan maksud Resulullaha tesliye ve kâfirlerden gördüğü meşakkatlere karşı mücahedesinde tesbittir. Rivayet olunduğuna göre Nuh, kırk yaşında ba's olunmuş dokuz yüz elli sene kavmini da'vet etmiş, tufandan sonra da altmış sene yaşamıştır.

15

Binnetice onu ve gemi arkadaşlarını netâca çıkardık ve o gemiyi âlemlere bir âyet kıldık

(.......) ve onu, ya'ni gemiyi veya hâdiseyi bütün zevil'ukul âlemlerine bir âyet kıldık - onunla ıbret alır; istidlâl ederler, demek ki, Allah’ın azâbından esbabı madiyye ile tehaffuza çalışmak da Allah’ın emrindendir.

16

İbrahimi de, kavmine dediği vakıt: hep Allah’a ıbadet edin ve ona korunun, bu sizin için daha hayırlıdır eğer bilirseniz

17

Siz, Allah’ı bırakıp da sâde bir takım evsâna tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz haberiniz olsun ki, o sizin Allahdan beride ma'bud diye taptıklarınız sizin için bir rızka malik olamazlar, onun için rızkı Allah yanında arayın ve ona kulluk edip ona şükreyleyin, hep döndürülüb ona götürüleceksiniz

(.......) Evsan - müfredi vesen, taş ve saireden tapılan her hangi bir şey = fetiş asnamdam eammdır. Meselâ ensab,

salîb hep evsandır. (.......) ve hep ifk, yalan uyduruyorsunuz - yalan yere onlara ma'bud veya şefî' diyorsunuz, onlar ise birer hayaldır. Meselâ Zeydin resminde bile Zeydden bir hakıkat yoktur. O resim, bir kıymeti olan canlı Zeydin değil, nihayet toprağa gömülecek ölü bedeninin bir hayalidir, o bedeni kokar diye gömmekte istical etmek mecburiyyetinde bulunanların tutup da onun câmid bir hayalini Zeyddir diye saklamalarında şübhesizki muhakkak bir yalancılık vardır. O halde böyle hayal olan fânîlere ma'bud payesi vermek ne büyük bühtandır. (.......) size bir rızık veremezler - Allah’ın ınayeti olmayınca meselâ bir lokmacık hazmettiremezler.

18

Ve eğer tekziyb ederseniz sizden evvel bir takım ümmetler de tekziyb etmişlerdi, Resulün vazifesi ise açık bir tebliğden ibarettir

19-23

Ya görmediler mi de: Allah halkı ibtida nasıl yapıyor? Sonra onu iade de eder, şübhesiz bu Allah’a göre kolaydır

De ki, Arzda bir gezinin de bakın, halkı iptida nasıl yapmış, sonra da Allah "neş'eti uhra" inşa edecek şübhesiz Allah her şey'e kadir

Dilediğine azâb eder, dilediğine de rahmet ve hep ona çevirileceksiniz

Siz de âciz bırakacak değilsiniz size de ne Yerde ne Gökte, Allahdan başka ne bir veliy ne de bir nâsir yoktur

Allah’ın âyâtına ve likasına inanmıyanlar ise hep onlar onun rahmetinden ümidi kesmiş olanlardır ve onlar için elîm bir azâb vardır

(.......) e kadar, Allahü teâlâ tarafından istînafen sevk buyurulmuş kelâmı ilâhîdir. İbrahime hıtab olarak mahkî olmak muhtemil ise de onun kelâmını hikâye sırasında Resulullaha hıtab olması daha zâhirdir onun için fâsıla değişmiştir.

24

Onun için ona kavminin cevabı sâde şu oldu: öldürün onu veya yakın dediler, Allah da onu o ateşten kurtardı, elbette bunda îman edecek bir kavm için şübhesiz âyetler var

25

Ve dedi ki, siz sâde Dünya hayatta aranızda sevişmek için Allah’ı bırakıp bir takım evsâna tutulmuşsunuz amma sonra Kıyamet günü ba'zınız ba'zınıza küfredecek ve ba'zınız ba'zınızı lâ'netliyecek varacağınız yer ateştir, sizin için yardımcılardan eser de yoktur

(.......) ya'ni sırf Dünya hayatta birbirinizin hissiyyatını okşıyarak toplanıp sevişmek için ve yâhud Dünya hayatta sevdiklerinizin hayalini ta'kıyb ederek ülfet etmek için - çünkü bütün evsân ba'zı sevilenlerin bir hatırası olmak üzere etraflarında toplanılmak için ittihaz edilmiştir.

Fakat birer yalan olan o hayaller üzerine iptina eden sevginin, haksız hissiyyat üzerine toplanan cem'ıyyetin sonu ne olur bilir misiniz? (.......)

26

Bunun üzerine ona bir Lût îman etti hem ben, dedi: rabbıma bir muhacirim (hicr edeceğim), hakıkat bu: azîz o, hakîm o

(.......) ye ma'tuf olarak Lûta âid olması yakın görünürse de, İbrahime âid olmak üzere yukarıki (.......) ye atfı ma'nâca daha âhenkli hem de (.......) kavline mutabıktır.

27

Ve biz ona İshak ile Ya'kubu da ihsan ettik, ve nübüvveti, kitabı zürriyyetinde kıldık, ve kendisine hem Dünyada ecrini verdik hem Âhırette o şübhesiz salihînden

28

Lût Peygamberi de, hani kavmine dediği vakıt: "siz cidden o şeni' fi'li yapıyorsunuz ha! sizden evvel âlemînden hiç biri bu haltı etmedi

29

Cidden siz hâlâ erkeklere gidecek ve yolu kesecek ve meclisinizde edebsizlik yapıp duracak mısınız? Buna kavminin cevabı ancak şöyle demeleri oldu: "haydi getir bize Allah’ın azâbını sadıklardan isen"

30

Ya rab! dedi: ortalığı fesada veren bu kavme karşı bana nusrat ver

31

Ve vaktâ ki, elçilerimiz İbrahime müjde ile vardılar, haberin olsun dediler: biz bu karyenin ehalisini ihlâk edecekleriz çünkü onun ehalisi hep zalim oldular

32

"Onda Lût var a" dedi, biz dediler: onda kim var idiğini pek âlâ biliriz, her halde onu ve ehlini kurtaracağız, ancak karısı ötekilerden oldu

33

Ve vaktâ ki, elçilerimiz Lûta çıka vardılar onlar yüzünden fenalaştı, ve haklarında eli kolu daraldı, onlar da: korkma, dediler: ve kader etme, çünkü biz seni ve ehlini kurtaracağız, ancak karın ötekilerden oldu

34

Haberin olsun bu karye ehalisinin yapageldikleri fiskları yüzünden üzerlerine Semadan bir feci' azâb indireceğiz

35

Ve celâlim hakkı için ondan bir âyet (bir nişane) bırakmışızdır ki, teakkul edecek bir kavm için beyyine olsun

(.......) o karyeden (.......) bir âyet bir nişane - ki, hikâyesi veya harabesidir.

36

Medyenede kardeşleri Şuaybı, vardı dedi ki, ey kavmim, Allah’a ıbadet edin de son güne ümid besleyin; müfsidlikle yer yüzünü berbad etmeyin

37

Buna karşı onu tekzib ettiler, derken onları o recfe tutuverdi de yurdlarında dizleri üstü çöke kaldılar

38

Âde de, Semûde de ki, size bunlar meskenlerinden belli olmaktadır, Şeytan onlara amellerini tezyin etmişti de kendilerini yoldan çevirmişti, halbuki gözleri açık adamlar idiler

39

Karuna ve Fir'avne ve Hamâne de, celâlim hakkı için onlara Musâ beyyinelerle geldi de onlar o yerde kibirlenib kafa tuttular, halbuki önüne geçecek değillerdi

40

Hasılı her birini günahiyle yakaladık, kiminin başına bir taş yağdıran gönderdik, kimini sayha alıverdi, kimini yere geçirdik, kimini de garkettik, Allah onlara zulmetmiyordu ve lâkin kendi nefislerine zulmediyorlardı

41

Allahdan başka veliylere tutunanların meseli örümcek meseli gibidir: bir ev edinmiştir fakat evlerin en çürüğü de şübhesiz örümcek evidir, eğer bilselerdi

(.......) Allah’ın mâsivasından bir takım veliylere tutunanların meseli - ya'ni Allahdan başkalarını ihtiyaclarına karşı yardım eder, menfeatlari dokunur, işlerini görür, tehlükeden kurtarır diye veliy, sahıb, hâmî ittihaz ederek ma'bud edinenlerin mesel olacak halleri (.......) örümceğin mesel olmuş haline benzer (.......) bir ev edinmiştir - hiç dini olmıyanlar gibi bütün bütün evsiz, bir sinek avlıyacak kadar bir haneye tutunmuştur (.......) fakat muhakkak ki, evlerin en çürüğü (.......) her halde örümcek evidir - evinde ev mefhumundan bir şey yoktur, ne gölge yapar ne korur, bir rüzgârla târmâr olur, onun için örümcek evinin çürüklüğü meşhur meseldir. İşte o örümcek kafalı müşriklerin de istinadgâhları, tutamakları böyle çürüktür. Bütün tutundukları fanîdir (.......) eğer bilselerdi - Razî der ki, burada âlihe denilmeyip de evliya denilmesi yalnız açık şirki değil, hafî şirki dahi ibtale işaret içindir. Çünkü başkasına gösteriş ederek riya ile Allah’a ıbadet edenler dahi Allah’ın mâsivasından veliy ittihaz etmiş olur. Onun meseli de ankebut meseline benzer. Peygamberleri tekzib edip şirke giden kavimlerin helâki misalleriyle beyan buyurulduktan sonra bu örümcek temsilinin iyradı Peygambere ve mü'minlere öyle büyük ve öyle şumullü bir va'd ve tebşîri tezammun etmektedir ki, bütün bu Sûrenin ruhu denebilir.

Evet, Allahdan başkasına dayanan her ümid dibsizdir.

42

Her halde Allah biliyor ki, onlar onun berîsinden nelere, ne gibi şeylere yalvarıyorlar, halbuki azîz odur, hakîm o

(.......) Şübhesiz, Allah biliyor onlar onu bırakıp da mâsivasından nelere çağırıyorlar, ne gibi şeylere (.......) halbuki azîz o, hakîm o - her şey fanî, hepsi zaıyf ve hakır, izah edildiği üzere mağlûb edilmek ıhtimali olmıyan dilediğini dilediği anda mahvedebilir nihayetsiz bir ızzet ve kudret sahibi, ma'budluğu lâyık ancak o, gayet onurlu, yegâne bir azîz, her fi'li hikmet olan yegâne bir hakîm yalnız o iken, onun karşısında ondan başkasına yalvarmak ne kadar boş, ne büyük tehlüke.

43

Hem bu meseller yok mu, biz onları insanlar için darbediyoruz, maamafih onlara âlimlerden maadasının aklı irmez

(.......) Bu meseller, biz onları insanlar için darb ediyoruz - kâfirler demişlerdi ki, Gökleri ve Yeri yaradan Allah nasıl olur da böyle örümcek, sinek gibi hevam Allah ve haşerat ile mesel darb eder? Bununla Allah, ne demek istiyor: (.......) Bu suâle karşı Sûre-i Bakarede (.......) buyurulduğu gibi burada da böyle cevab veriliyor: ya'ni bu mesellerin ne için iyrad edildiğini soranlar bilsinler ki, biz onları insanlar için iyrad ediyoruz, sırf hayvan değil de insan iseler anlarlar (.......) maamafih onları: onların hakikatini ancak âlimler teakkul edebilir. -

Ya'ni Allah’ın mâsivasının fânî ve âciz ve binaenaleyh ondan maadasına ıbadetin bâtıl olduğuna ılim sahibi olanlardır ki, bu meselin künhiyle zevkına ve faidelerini idrâk ederler. Bu ılim, cehil farkı neden denirse:

44

Allah, o Semavât-ü Arzı (o yüksekleri ve aşağıyı) hakk ile halk etmiştir, elbette bunda mü'minler için bir âyet var

(.......) Allah, o Semavatı ve Arzı - o yüksekleri ve aşağıyı (.......) hakkıle halk etti - boşuna değil hikmeti hakk ile yarattı hiç birinin yaradılışı boşuna değil, gelişi güzel de değil, bir hak sebebi ve hikmeti iledir. Gökü de öyle Yeri de, yukarısı da aşağısı da, âlimi de cahili de, hepsinin hakkı da hâlikının hakkı önünde serfüru etmektir. (.......) Şübhesiz bunda mü'minler için elbette bir âyet var. - Ilmin kıymetini, hakkın ehemmiyyetini haktan maadasının hiçliğini ve binaenaleyh Allah’ın mâsivasından veliy ittihaz etmenin çürüklüğünü ve binnetice mü'minlerin muvaffak olacaklarını isbat eden bir âyet.

45

Sana vahyolunan kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl, sahih namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan nehyeder ve her halde Allah’ın zikri en büyük iştir ve Allah her ne işlerseniz bilir

(.......) Sen, sana vahy olunan kitabı tilâvet eyle - vird ederek devam üzere tekrar tekrar güzel güzel oku.

Ya'ni o örümcek kafalı kâfirlerin fitnelerine gam yeme de onlara karşı olmazsa kendi âleminde bu

Kur’ân’ı güzel güzel oku, zikr olunan Peygamberlerin ve ümmetlerin halleriyle Allah’ın âyatını düşün, onun için (.......) buyurulmamış, mutlak olarak (.......) buyurulmuştur. (.......) Ve namazı devam üzere kıl (.......) hakikaten namaz (.......) fahşadan - ya'ni açık çirkinlikten, edebsizlikten, fuhşiyyattan (.......) ve münkerden: aklın ve şer'in beğenmiyeceği uygunsuzluktan, ma'sıyetten neyh eder. - Bir kerre namaz içinde bunlar yapılmaz, bundan başka, namaz hakikati: ne olduğu bilinerek kılınan sahih namaz, namaz haricinde de çirkinlikten, uygunsuzluktan nehyeder. Nehiy, intihayı istilzam etmese bile her halde ıktıza eder. Sahihan namaza devam edildikçe salâh artar. Resulüllah sallallahü aleyhi vessellemden merviydir ki, «kim bir namaz kılar da o kendisini fahşa ve münkerden nehyetmezse o namazla Allahdan uzaklaşmaktan başka bir şey artırmış olmaz (.......) buyurmuştur. Onun için İbn-i Mes'ud Hazretleri demiştir ki, namazına itaat etmiyen Allahü teâlâdan uzaklığı artırmaktan başka bir şey yapmaz.» Bunun sebebi, çünkü namaza itaat onu hududuna riayet ederek hakkıyle kılıp nehyini tutmakla olur. (.......) buyurulduğu üzere namaz kılıyor görünüp de namazın ne demek olduğundan gafil olanların vay hallerine. Onun içindir ki, (.......) buyurulmuştu. Zira Sûre-i «Taha» da (.......) buyurulduğu vechile namazın hikmeti, gayesi Allah’ın zikridir.

Ya'ni Allah’ı anmak ve bu sâyede (.......) müeddasınca Allah’ın anmasına irmektir. Bu suretle namaz bir mi'racdir. Bunu bilenler (.......) mantukunca kendilerini her dem rablarının huzurunda mülâkat halinde bulunuyorlar gibi zevk içinde bir niyyet ve ıhlâs ile kılarlar. (.......) Ve her halde Allah’ın zikri: namaz en büyük iştir. -

Ya'ni asıl künh-ü hakikati Allahi zülcelâli anmak ve onun celâl-ü kibriyası huzurunda kulun tahavvülât ve tetavvuratıyle acz-ü ıhtiyacını arz etmek demek olan namaz, haddi zatında en büyük âmildir.

Yâhud, Allahü teâlânın sizi anması sizin onu anmanızdan daha büyüktür. Kul, Allahü teâlâyı celâl-ü cemaliyle yad ettiği zaman onun huzurı kibriyasında fahşa ve münkerden kaçınarak edeb-ü ıhlâs ile yükseleceği gibi Allahü teâlânın onu yad etmesini düşündüğü zaman ındi ilâhîde zerre kadar seyyiât ile anılmayı kimse arzu etmiyeceğinden her dem rızaya yükselmek için hissi hasenat ile meşbu' olur. Ve şübhe yok ki, bu his, evvelkinden daha büyük bir âmili salâh olur. Düşünmeli ki, Allah, Kur’ân’ında Fir'avn gibileri nasıl anıyor, Peygamberleri ve mü'minleri nasıl anıyor.

(.......) Hem Allah, her ne işlerseniz bilir - ona göre anar ve ona göre ceza verir.

46

Ehli kitâba en güzel olan suretden başkasıyle mûcadelede etmeyin ancak zulmedenler başka, ve deyinki: biz, hem bize indirelene îman ettik hem size indirilene ve bizim ilâhımızla sizin ilâhınız bir, şu kadar ki, biz yalnız ona müslimiz

(.......) Yehûd ve Nesârâ (.......) ancak en güzel olan mücadele sureti ile başka - meselâ kalabalığa incelikle, sertliğe yumuşaklık ile, öfkeye hazm ile, gevezeliğe nasıhat ile, şiddete vekar ile mukabele ederek delîli hakkı tavzıh ve tebyin etmek gibi. (.......) ancak içlerinde zulmedenler başka - kâfi olan delîli kabul etmeyip haksızlıkla ınada, ifrata sapan, meselâ veledi var demekte, yâhud (.......) gibi lâflar söylemekte ısrar ile mükâbere eden zalimler müstesna, zira o vakıt hallerine lâyık vechile müdafaa vacib olur.

Nush iyle yola gelmeyeni etmeli tekdir

Tekdir ile uslanmıyanın hakkı kötektir.

(.......) Ve deyin ki, - bununla en güzel mücadelenin nasıl olacağı ta'rif edilmiş oluyor. (.......) Birdir: ülûhiyyette şeriki yoktur (.......) biz yalnız ona müslimiz. - Onun birliğine ıhlâs ile teslim olmuş müslimanız. Bu ta'birde onlara bir ta'rız vardır. Zira onlar Ahbar ve Rühbanlarını erbab ittihaz etmişler, bahusus Nesârâ teslîse kail olmuşlardır.

47

İşte sana böyle kitab indirdik, onun için kendilerine kitab verdiklerimiz ona îman ederler, şunlardan da ona îman eden var ve bizim âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr eder

(.......) Ve işte, böyle - bu güzel, bu bedi' indiriş tarziyle (.......)

sana kitab indirdik ya Muhammed (.......) onun için kendilerine kitab verdiklerimiz - gerek Yehûd ve gerek Nesârâ, Abdullah İbn-i Selâm gibi hakıkaten kitâbdan istifade etmek nı'metine mazher edilenler (.......) ona, o sana indirilen kitaba îman ediyorlar. (.......) şunlardan da - ya'ni Arabdan da (.......) ona îman eden var (.......) ve bizim âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr eder - hakkı örtmeğe alışmış, gâvurluğu âdet edinmiş, cehûd kâfirler ki, Yehûdî Kâ'b İbn-i Eşref ve arkadaşları gibi.

48

Sen bundan evvel kitab okur değildin, hâlâ da elinde yazı yazmazsın öyle olsaydı mubtıller şübhelene bilirlerdi

(.......) halbuki sen bundan evvel - ya'ni bu indirilmezden evvel - kitab okur değildin (.......) hâlâ elinle yazmazsın da (.......) o vakıt - ya'ni ümmî olmayıp da okuyup yazsa idin (.......) o mutbıller: ya'ni bâtıl pişinde giden, yâhud ibtale behane arıyan o haksız kâfirler şübhe edebilirlerdi - gerçi hakk arayan munsıf muhıkler yine şübhe etmezlerdi, çünkü ı'caz için ümmîlik şart değildir. Netekim sair Peygamberler ümmî değillerdi, ancak o takdirde gerek müşrikler ve gerek ehli kitabdan olan haksızlar için hiç olmazsa şübheye bir bahane bulunmuş olurdu.

49

Fakat o (Kur’ân) kendilerine ılim verilmiş kimselerin sînelerinde parıldayan parlak âyetlerdir ve bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkâr eder

(.......) fakat (.......) o - Kur’ân (.......) ılim verilmiş kimselerin sînelerinde parıldayan açık açık âyetlerdir

- burada beyyinata müteallık olmak nefyi irtiyab siyakına nazaran zâhir ve beyyin olduğu gibi haziften selâmet ı'tibariyle de ercahtır.

Ya'ni Allah tarafından birer alâmet, parlak mu'cizeler olduğu ehli ılmin gönüllerinde ıyan beyan açık ve hiç şübheye mahal vermiyecek vechile zâhirdir. (.......) ve bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkâr eder - bildikleri halde hakkı tanımak istemiyen zulmü âdet edinmiş zalimler netekim

50

Netekim ona rabbından âyetler indirilse ya dediler, de ki, o âyetler, hep Allah’ın ındindedir, ben ancak açık bir nezîrim

(.......) o zalimler - ehli kitabın hakkı kabul etmiyen kısmı Kur’ân’ın âyet, ya'ni mu'cize olmasını - inkâr ettiler de dediler: (.......) rabbından üzerine bir takım âyetler, ya'ni Musânın Asası, Salihin Nakası gibi mu'cizeler indirilse ya! (.......) de ki, bütün âyetler ancak Allah’ın ındindedir. -

Ya'ni gerek Kur’ân, gerek sizin istediğiniz mu'cizeler: Hepsi Allah’ın nezdindedir. Kur’ân’ı indiren Allah olduğu gibi obirlerini indiren ve indirecek olan da yalnız Allahdır. Başkaları değil, binaenaleyh ne dilerse indirir ben ona karışmam (.......) ve ben ancak açık bir nezîrim - inanmıyanlara azâbın habercisiyim.

51

Yetişmedi mi daha onlara ki, sana kitab indirdik, karşılarında okunup duruyor? Şübhesiz ki, onda îman edecek bir kavm için muhakkak bir rahmet ve ilâhî bir ıhtar var

(.......) daha yetişmedi mi onlara - o başka âyet, başka mu'cize istiyenlere kâfi gelmedi mi daha mu'cize olmak üzere (.......) bizim senin üzerine - demin söylenildiği vechile: bundan evvel okuması yazması olmadığı muhakkak bulunan senin üzerine - şübhesiz kitab indirmemiz (.......) karşılarında okunup dururken (.......) şübhe yok ki, onda - o kitabda

(.......) mutlak bir rahmet - büyük bir nı'met (.......) ve bir ilâhî ıhtar ve nasıhat var (.......) îman edecek bir kavm için - ınad, teassub, aksilik edecekler için değil, îman edecekler için bu âyetin, siyak-u sibakına nazaran (.......) diyen zalimlere cevab olarak nâzil olduğu anlaşılıyor. Bununla beraber sebeb-i nüzulünde şu da rivayet olunmuştur. Müslimanların bir takımları Yehûdîlerden işittikleri ba'zı şeyleri yazmış oldukları bir kürek ile gelmişlerdi. Resulullah sallallahü aleyhivesellem «bir kavmın kendi Peygamberlerinin getirdiğini bırakıp da başkasının başkalarına getirdiğine rağbet etmeleri hamakat veya dalâletlerine kâfidir» buyurdu. Bunun üzerine (.......) âyeti nâzil oldu (.......) Gerçi bu âyet bu vak'a üzerine de okunabilir. Lâkin bunun sebeb-i nüzul olması âyetin altına ve üstüne muvafık düşmüyor. Çünkü sıyak-u sibakına nazaran (.......) zamirleri müslimlere değil (.......) diyenlere raci'dir. Rivayet olunur ki, Abdullah İbn-i Âmir İbn-i Rükn Hazret-i Aişe radıyallahü anhaya bir hediyye takdim etmişti. Müşarün'ileyha «Abdullah İbn-i Amr» zannedip reddeyledi ve o, başka kitabları tetebbu' ediyor, Allahü teâlâ ise (.......) buyuruyor dedi. Bunun üzerine o Abdullah İbn-i Âmir dediler, o vakıt kabul etti. Hazret-i Hafsa radıyallahü anha da kürek üzerine Yusüf kıssasından bir yazı getirmiş. Hazret-i Peygambere okumuştu, aleyhisselatü vesselâm vechi renkten renge girerek buyurdu ki, canım yedi kudretinde olan zatı a'lâya kasem ederim ki, ben aranızda iken size Yusüf gelse de beni bırakıp ona uyacak olsanız sapmış olursunuz. Ben sizin Peygamberlerden nasîbinizim, siz de benim ümmetlerden nasîbimsiniz. Hazret-i Ömer ibnil hattab radıyallahü anh bir gün bir adama uğramıştı, bir kitab okuyordu, bir saat dinledi hoşuna gitti, o adama: bana bu kitabı yazıver dedi. O

da peki deyip bir deri aldı, onu hazırlayıp içine dışına yazıverdi, sonra Ömer onu alıp Hazret-i Peygambere getirdi, okumağa başladı, Resuli ekrem sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerinin mübarek yüzünde de bir renk peyda olmağa başladı, derhal Ensardan bir zat o kitaba vurdu da (.......) anan gayb etsin seni ey Hattab oğlu» bu gün sen bu kitabı okuyalı beri Resulullahın yüzüne bakmıyor musun? Dedi, o vakıt Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, «ben hem fâtih ve hem hâtim ba'solundum ve bana hem cevamiul'kelim ve hem havatimi verildi ve bana söz ıhtisar edildi de edildi, sakının sizi mütehevvikler helâke sürüklemesinler (.......) Mütehevvikler, reviyyetsiz her işe dalanlar yâhud mütehayyirler demektir.

52

De ki, benimle sizin aranızda şâhid, Allah yeter, o Göklerde ve Yerde ne varsa bilir, bâtıla îman edip de Allah’a küfredenler, işte onlardır hep husrâna düşenler

53

Bir de senden acele azâb istiyorlar, eğer müsemmâ bir ecel olmasa idi o azab onlara muhakkak gelmişti ve elbette o kendilerine gelecek, şuurları olmıyarak ansızın gelecek

54

Senden acele azab istiyorlar, halbuki Cehennem kâfirleri kuşatıp duruyor

55

O gün ki, azâb onları hem üstlerinden hem ayakları altından saracak da tadın bakalım neler yapıyordunuz buyuracak

56

Ey benim îman eden kullarım! Haberiniz olsun benim Arzım geniştir, o halde bana ıbadet edin o halde bana

(.......) Ey îman eden kullarım! - «Ibadî» hıtabı hıtabı teşriftir. Mükellefin en şerefli payesidir (.......) gibi mutlak ıbad ta'birinde kâfir dahi dahıl olabilirse de (ıbadî) izafetinde kâfir dahıl olmaz. Zira kâfir Şeytanın sultası altındadır. Halbuki (.......) buyurulmuştur. Şayanı dikkattir ki, Cenâb-ı Allah Âdem’i yarattığında şanlı bir ism olan hılâfet unvanıyle yad buyurdu, öyle iken İblîs bu isimden yılmadı, bil'akis o sebeble ıkdamını artırdı adavet etti ve nihayet galebe edip (.......) buyurulduğu üzere ikisini de Cennetten kaydırdı. Sonra onun evlâdından (.......) teşrifine mazher olan muhlisûna gelince Şeytan onlardan kaçında (.......) buyurulduğu gibi Şeytan kendisi de (.......) dedi. Demek ki, Allah’ın ıbadı olmak payesini ihraz eden mükellef derece ı'tibariyle Yer yüzünde halîfe olandan daha yüksektir. Şu halde (.......) vasfı ıhtırazî değil, şerefin vechini beyan için sıfatı kâşifedir. Bu suretle bu hıtab kâfirlerin mumaneatinden dolayı dinini gereğî gibi icra edemiyen ba'zı mü'minlere selâmet yolunu göstermek için bir hıtabı teşriftir.

Ya'ni ey benim îman şerefiyle müşerref olan kullarım (.......) haberiniz olsun benim Arzım geniştir. - Bulunduğunuz yerden ıbaret değil vası'dır. (.......) O halde bana ıbadet ve ubudiyyet edin o halde sâde bana - ya'ni bulunduğunuz memlekette sâde bana ıbadet etmek kolay olmaz dininizi ızharda tazyika ma'ruz olur daralırsanız orada bağlanıp kalmayın Onu serbes yapabileceğiniz bir yere gidin, firar edin, hicret edin, o darlıktan genişliğe çıkmak için ne yapmak iycab ediyorsa yapın bana kulluk edin. Aleyhıssalâtü vesselâmdan bir Hadîs-i şerifte şöyle varid olmuştur: her kim dini sebebine bir yerden bir yere firar ederse bir karış da olsa Cenneti hakk eder. Ve İbrahim ile Muhammed aleyhimesselâma refîk olur (.......) Ya ölüm tehlükesi, tehdid olursa ne yapmalı?

57

Her nefis, ölümü tadacak, sonra döndürülüp bize getirileceksiniz

(.......) Her nefis - her nasıl olsa ve her nerede bulunsa (.......) ölümü tadacak (.......) sonra da hep bize irca' olunacaksınız - ba'solunup huzurı hakka dikilerek ecrinizi veya cezanızı alacaksınız. Binaenaleyh ondan kaçmakla kurtulamazsınız bil'âkis Allahdan başkasına kulluk etmemek için ikrah karşısında bile her fedakârlığı göze alarak huzurı kemali ıhlâs ve hurriyyet ile gitmeğe çalışmalı.

58

Ve îman edip salih salih ameller yapmış olanlar, elbette onları Cennetin altlarından ırmaklar akan şehnişînlerine yerleştireceğiz, o halde ki, orada ebedî kalacaklar, ne güzeldir ecri o işgörenlerin

59

Ki, sabretmişlerdir ve yalnız rablarına dayanırlar

60

Öyleya nice hayvanlar var rızkını taşıyamaz, Allah onlara da rızk veriyor size de, o öyle semi' öyle alîm

(.......) Hicret emrolununca ba'zıları geçimliğimiz olmıyan memlekette nasıl gideriz demişlerdi bu nâzil oldu.

61

Celâlim hakkı için sorsan onlara: kim o Gökleri ve Yeri yaratıb Şems-ü Kameri teshir etmiş? Elbette şübhesiz Allah derler, o halde nasıl çevriliyorlar?

(.......) mes'uller Mekke müşrikleri (.......) o halde nasıl çevriliyorlar? - Halikı küll olduğunu nâçâr ıkrar ederlerken ülûhiyyete gelince nasıl ondan dönüp şirke gidiyorlar? Bu hususta en çok ileri sürülen rızık mes'elesi olduğu için buyuruluyor ki,

62

63

Allah, kullarından dilediğine rızkı sererde kısar da ona şübhesiz Allah her şey'e alîm

64

Celâlim hakkı için yine sorsan onlara: kim o Semâdan peyderpey bir su indirip de Arza ölümünden sonra onunla hayat vermekte? Elbette şübhesiz Allah diyecekler, (.......) de, fakat onların ekserisi aklı ermezlerdir

65

Bu Dünya hayat bir eğlence ve oyundan ıbaret ve hakıkaten son yurd (dârı Âhıret) işte halîs hayat o amma bilselerdi

66

Baksan a gemiye bindiklerinde dini Allah’a halîs kılarak ona muhlisâne duâ ederler de derken kendilerini karaya çıkardı mı derhal şirke koyulurlar

67

Ki, kendilerine verdiğimiz ni'mete nankörlük etsinler ve hayattan zevk alsınlar diye, fakat ileride bilirler

68

Ya görmedilerde mi biz bir Harem yapmışız, emniyyet içinde, halbuki etraflarında nas çarpılıp kapılıyor, artık bâtıla inanıyorlar da Allah’ın nı'metine küfran mı ediyorlar?

69

Allah’a karşı bir yalanı iftira eden yâhud hak kendine gelince yalan diyen kimseden daha zalim kim olabilir? Cehennemde değil midir ancak kâfirlerin yeri?

70

Bizim uğurumuzda mücahede edenlere gelince elbette biz onlara yollarımızı gösteririz ve şübhesiz ki, Allah her halde muhsinlerle beraberdir.

0 ﴿