LOKMANLokman Sûresi mekkîdir. Ancak (.......) üç âyetin medenî olduğuna dair bir rivayet vardır. Şöyle ki, Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem hicret buyurduğu zaman Medinede Yehûd ahbarı şöyle demişler: İşittik ki, sen: (.......) diyormuşun. Bizi mi kasd ettin? Yoksa kavmini mi?. Buyurmuş ki, «hepsini de» öyle ise demişler sen bilirsin ki, bize Tevrat verilmiştir. Ve onda her şey'in beyanı vardır. Bunun üzerine aleyhıssalâtü vesselâm «Allah’ın ılmi içinde o, az bir şeydir.» Buyurmuş, Allahü teâlâ o âyetleri indirmiştir. Âyetleri - Mekkî ve medenî ta'dadında otuz üç, mütebakısinde otuz dörttür. Kelimeleri - Beş yüz kırk sekizdir. Harfleri - İki bin yüz ondur. Fasılası - (.......) harfleridir. Sebeb-i nüzulü - Kureyşin Lokmandan suâli olmuştur. (Bahir ve Âlûsî) 1Elif, Lâm, Mîm. 2Bunlar sana o hikmetli kitabın âyetleri 3Hidayet ve rahmet için o (güzellik yapan) muhsinlere (.......) Muhsinlere - bu Kur’ân’da indirildiği vechile amelde ihsan yapanlar. «Elbakare» nin evvelinde (.......) buyurulmuştu, burada ise (.......) buyuruluyor. Nîsaburî tefsirinde der ki, burada muhsinîn denildiği için bir de rahmet ziyade kılınmıştır. Çünkü ihsan mertebesi tekvanın fevkındedir. Çünkü Peygamber sallallahü aleyhi vesellem (.......) ihsan, Allah’ı görüyormusun gibi ona ıbadet etmendir» buyurmuş. Allah, sübhanehu ve tealâ da (.......) ve (.......) kavli kerîmleriyle buna işaret buyurmuştur. Burada (.......) kaydının zikr edilmemesi de bunu ta'yid eder (.......) 4Ki, namazı kılarlar ve zekâtı verirler, Âhırete de onlar yakîn edinirler 5İşte bunlar rablarından bir hidayet üzeredir ve işte bunlardır o felâh bulanlar 6Bayağı insanlardan kimi de vardır ki,, Allah yolundan bilmiyerek sapıtmak ve onu eğlence yerine tutmak için lâf eğlencesi satın alır, işte bunlara mühîn bir azâb vardır (.......) Lâf eğlencesi: eğlence söz - insanı oyalayan işinden alıkoyan sözler, asılsız hikâyeler, masallar, romanlar, tarih kılıklı efsaneler, güldürücü lakırdılar, gevezelikler tegannîler gibi eğleyici sesler. Bunun sebeb-i nüzulünde deniliyor ki, Nadr İbn-i Haris ticaretle Farise gidiyor, Acemlerin hikâyelerini, efsane kitablarını getiriyor ve bunları Kureyşe okuyarak «Muhammed size Ad ve Semûd hikâyeleri söylüyor, gelin ben size Rüstemin, İsfendiyarın Kisraların hikâyelerini anlatayım» diyor ve bu suretle bir çoklarının Kur’ân dinlemesine mani' oluyordu. Bundan başka güzel bir hânende cariye almış, birinin müsliman olacağını işittiği zaman onu alıp cariyesine: haydi buna yedir içir, söyleyiver der, bu suretle eğlendirip «gördün a bu Muhammedin çağırdığından, namazdan orucdan, onun önünde çarpışmaktan daha iyi değil mi?» dermiş. İbn-i Hatal da bir cariye almış seb tegannî edermiş, âyetin nihayetinde (.......) diye cemi' sıgası getirilmesine nazaran bunların hepsi sebeb-i nüzulde dâhil olmak gerektir. Müfessirînin ekserisi bunu gına ile tefsir etmişlerse de muhakkıkînin muhtarı zâhiri vechile amm olmasıdır. Maamafih burada asıl zemmin hikmeti şununla anlatılmıştır. (.......) Bilmiyerek Allah yolundan sapıtmak - ya'ni saptırdığını hissettirmeden yaptığı işin akıbetini sezdirmeden dini, ahlâkı bozmak (.......) ve onu, ya'ni Allah yoluna, hak dinini eğlence yerine tutmak için (.......) Hafs, Hamze, Kisaî, Ya'kub kıraetlerinde nasb ile, mütebakisinde refile okunur. Bu surette (.......) ye teallûk edebilirse de nasıb kıraetinde dalâlin kaydı olmak gerektir. 7Karşısında âyetlerimiz okunduğu vakıt da kibirlenerek ensesini döner, sanki onları işitmemiş, sanki kulaklarında bir ağırlık varmış, sen de onu elîm bir azâb ile müjdele 8Fakat îman edib de iyi işler yapanlar, şübhesiz ki, onlara naîm Cennetleri var 9İçlerinde muhalled olmak üzere onlar, hakkâ Allah’ın va'di bu, ve azîz odur hakîm o 10Gökleri direksiz yarattı onları görüyorsunuz Arza da sizi çalkalar diye ağır baskılar bıraktı ve onda her bir hayvandan öretti, hem Gökten bir su indirdik de her hoş çeşitten yetiştirdik (.......) «Ra'd» sûresinde (.......) âyetinin tefsirine bak. Bu âyet, Allahü teâlânın ızzet-ü hikmetini takrir ile tevhidi temhid ediyor. Ve onun için (.......) ile (.......) da gıyabdan tekellüme iltifat buyuruluyor. 11İşte bu Allah’ın yarattığı, haydi gösterin bana ondan berikiler ne yaratmış? Fakat o zalimler apaçık dalâl içindeler (.......) İşte bu zikr olunanlar, Allah’ın yarattığı (.......) haydi gösterin bana ondan berikiler ne yaratmış? Hiç (.......) fakat (.......) o zalimler - ya'ni halk ve ülûhiyyet mefhumlarına haksızlık ederek pek büyük zalim olan, şirki irtikâb eyliyen müşrikler (.......) açık bir dalâl içindedirler. - Açık olan bir hakıkatten sapıyorlar. Ki, bunlarda iki cihetle haksızlık ve şaşkınlık vardır. Bir taraftan mahlûka hâlik kudreti isnad ederek filân şunu yarattı, filân şunu yarattı diye yalan söylerler, bir taraftan da hiç bir şey yaratmadığı ma'lûm olan nesnelere taparlar. Şimdi burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: ılm-ü hikmet, fenn-ü san'at ile insanlar tarafından bir takım şeyler yapılmıyor mu? bunlar birer yaratma değilmidir? denilebilir. Buna karşı hikmetin Allah vergisi olduğu ve binaenaleyh hikmet ile yapılan şeylerin de hâlikı Allah olduğu bilinerek ona şükr edilmesi lâzım geleceği ve hakîmin nazarında da şirkin çok büyük bir zulm olduğu anlatılarak buyuruluyor ki, 12Şanım hakkı için Lokmana hikmet verdik ki, şükret Allah’a, diye, ve her kim şükrederse kendi lehine eder, her kim de nankörlük ederse her halde Allah ganiydir, hamîddir (.......) şanım hakkı için Lokmana hikmet verdik - Lokman hakîmin kim olduğu hakkındaki rivayetlerin hulâsası Ebüssüudun nakline göre şudur: Lokman İbn-i Bâurâ ki, azer evlâdından olup Eyyûb aleyhisselâmın hemşire veya teyze zadesi imiş, uzun müddet yaşamış, Davud aleyhisselâma yetişmiş ve ondan ılm ahzetmiş ve onun ba'sinden evvel ifta de edermiş (.......) Sahibi san'at imiş, Beni İsraîl kadılık ettiği de söylenmiş. Ba'zıları bunun bir Nebiyy olduğuna da kail olmuşlar ise de Cumhurun kavlince Nebiyy değil bir hakîm idi. İbn-i Rüşdün Tehafütünde dediği gibi her Nebiyy hakîm ise de her hakîm Nebiyy değildir. (.......) âyetinde hikmetin ta'rifi hakkında tafsılât geçmişti. Burada da diyorlar ki, ulemanın örfünde hikmet nefsi insanînin nazarî ılimleri ıktibas ve ameliyyatta ef'ali fadılayı takati nisbetinde tam bir meleke iktisab ederek tekemmül etmesidir. Ya'ni hikmet, gâh nazarî ve gâh ılmî olarak ta'rif edilirse de tam ma'nâsıyle hikmet, ılel-ü esbabı bilerek gayeye isabet edecek vechile ameli ılme, ılmi amele tevfık etmektir. Bunun için kendine hikmet verilene bir çok hayır verilmiş olduğu beyan buyurulmuştur. Allahü teâlânın âlemde hikmetiyle vaz-u tahsıs buyurduğu esbab ve ahkâmı, ya'ni kanunları keşfederek ondan bir takım ılmî netaic istihrac etmek kabiliyeti şübhe yok ki, Allah’ın büyük bir atıyyesidir. Ve hakîm olan kimseye yakışan da ılmen ve amelen bunun şükrünü eda etmektir. Netekim şöyle buyuruluyor: Lokmana hikmeti verdik (.......) ki, şükret Allah’a diye - bu şükrün ılmî haysiyyeti evvelâ o hikmet, Allahü teâlânın bir vergisi olduğunu bilerek Allah’ı şirkten tenzih etmektir. Amelî haysiyyeti de ef'alinde ta'kıyb ettiği gaye ve makasıdında kendi hevasını değil, Allah’ın rızasını gözetmektir. (.......) ve her kim şükrederse sırf kendi lehine şükretmiş olur. - Çünkü sonunda faidesi kendine âid olur. Lâkin kendine hikmet verilenler içinde nankörlük ederek küfre sapanlar dahi bulunduğuna işaret ile buyuruluyor ki, (.......) ve her kim de küfran ederse - o hikmeti Allahdan bilmeyip ben yapıyorum, ben yaratıyorum diyerek şükretmez de sui isti'mal ederse kendi aleyhine eder. (.......) çünkü Allah ganiydir, ihtiyacı yoktur, hem hamîddir, zatında hamde lâyıktır. Hâmiddir, hiç kimse öğmese bile kendini öğmesini bilir. Yâhud mahmuddur, bütün mahlûkat ona lisani hal ile hamdeder. -filân feylesof hikmet namına küfrederse ona hiç bir zarar iriştiremez, kendi mezmum olur. Bu taksimden sonra Lokmanın şükrünü nasıl eda ettiğine dair hikmet ve ahlâktan bir iki nümune zikrolunarak buyuruluyor ki, 13Hani Lokman da oğluna demişti: ona va'zediyordu: yavrum, Allah’a şirk koşma, çünkü şirk çok büyük bir zulümdür (.......) ve hani - ya'ni unutma daima an o vakıt ki, Lokman da oğluna dedi (.......) ona va'zediyordu - nasıhat veriyordu. Râgıbin beyanına göre va'z: tahvife mukarin bir zecirdir. İmam Halil ise kalbi inceltecek vechile hayrı hatırlatmak demiştir ki, daha güzeldir. (.......) oğulcuğum: yavrum - dedi (.......) Allah’a şirk koşma (.......) çünkü şirk çok büyük bir zulümdur. - Yâhud billâhi şirk çok büyük bir zulümdür. Evvelâ bir zulüm bir haksızlıktır. Çünkü zulüm bir şey'i mevzunun gayriye koymaktır. Allah’ın hakkını Allahtan başkasına vermektir. Ayni zamanda (.......) mantukunca Allah’ın mükerrem kıldığı, şeref verdiği nefsi insnîyi mahlûka ıbadet ettirerek tezlil eylemektir. Saniyen büyük bir zulümdür. Çünkü ma'budluğu hiç mevzıı olmıyan ve olmasına hiç bir vechile imkân bulunmıyan bir mevkıa koymaktır. Zira Zeydin malını alıp da Amre vermek zulümdür. Zira Zeydin malını Amrin eline koymaktır. Lâkin hibe veya beyi' gibi temlik sebeblerinden birisiyle o mal sabıkan veya lâhıkan Amrin milki olabilmek mümkindir. Halbuki şirk koşmak ma'budluğu Allah’ın mâsivasına vermektir. Allah’ın mâsivasının ise ma'bud olmasına hiç bir vechile cevaz ve imkân yoktur. 14Gerçi insana ebeveynini de tavsıye ettik - anası onu za'f, za'f üstüne taşıdı, süt kesimi de iki sene içinde şükret diye bana ve anana babana, ki, banadır geliş (.......) bu iki âyet Lokmanın nasıhatini hikâye esnasında ve şirkten nehyi te'kid siyakında istıtrad suretiyle mu'tarıza halinde başlı başına bir kelâmı ilâhîdir. Rivayet olunduğuna göre Sa'd İbn-i Ebi Vakkas radıyallahü anh ile anası hakkında nâzil olmuştur. Şöyle ki, müşarünileyh validesine itaatkâr idi. İslâma girdiği zaman validesi ya Sa'd, sen ne yaptın, eğer serr bu yeni dini bırakmazsan kasem olsun ki, ben yemem içmem nihayet ölürüm, sen de benim yüzümden hey anasının katili diye bed nam olursun demiş. O da yapma ana, ben bu dini hiç bir şey için terk etmem demiş, validesi iki gün iki gece yememiş, takatten düşmüş, bunu gören sa'd, anneciğim bilesin ki, Vallahi yüz canın olsa da birer birer çıksa ben bu dini hiç bir şey için terk edemem, artık dilersen ye, dilersen yeme demiş. Bunun üzerine vâlidesi yemeğini yemiş. İşte bu iki âyet ve yâhud ikinci âyet bu sebeble nâzil olmuştur. (.......) vehin, vehin üstüne - bu terkibi vasfî «ümm» den haldir. Vehn, harekette za'fdır. Ya'ni anası günden güne ağırlaşmak suretiyle za'f za'f üstüne (.......) süt kesimi de iki yılda - bunun zâhirinden emzik müddetinin a'zamîsi iki sene olduğu anlaşılıyor ki, İmameyn ve imamı şafiî kavlidir. Lâkin İmamı a'zam ihtiyat olmak üzere Sûre-i «Ahkaf» da gelecek olan (.......) âyeti ile otuz aya kail olmuştur. Maamafih fetvâ İmameyn kavlinedir (.......) şükr et diye - bununla (.......) tefsir olunuyor. Ya'ni şöyle: diye tavsıye ettik ki, şükr et (.......) bana ve anana babana - birisi aleyhıssalâtü vesselâma ben kime iyilik edeyim diye sormuştu. Buyurdu ki, anana, sonra yine anana, sonra yine anana, ya ondan sonra? dedi, babana buyurdu. Anaya babaya şükür, haklarını gözeterek itaat ve ihsanda bulunmak ve duâ etmektir. Sûre-i «İsra» da bilhassa beyan buyurulmuştur. (.......) Dönüş ise banadır. - Ya'ni şükr edip etmediğinizi o vakıt ben sorarım. Bu cümle, Allah’a şükrün ehemm ve akdem olduğunu anlatmak suretiyle ikinci âyetin hukmüne bir tavtıedir. 15Bununla beraber o ikisi de sana sence hakkında bir ılim olmıyan hiçi bana şerik koşturmağa uğraşırlarsa o vakıt onlara itaat etme ve kendilerine Dünyada ma'ruf surette musahabet eyle de bana yüz tutanın yolunu tut, sonra dönüb bana geleceksiniz de ben size yaptıklarınızı haber vereceğim (.......) Bununla beraber, ya'ni anaya babaya dahi şükrü insana tavsıye etmiş olmamızla beraber onlar seni bana şirk koşasın diye zorlarlarsa (.......) sence hakkında hiç bir ılm olmıyan, ya'ni hiç bir ılimde yeri olmayıp muhal olan şirki isnad ettirmek üzere onu sıkıştırırlarsa (.......) o hususta ikisine de itaat etme (.......) de onlara ma'ruf surette muhasib ol - ya'ni ma'sıyyete iştirâk etmeksizin şer'ın razı olacağı ve kerem-ü mürüvvetin ıktıza edeceği vechile suhbetlerinde bulun. Meselâ yemek içmek, giymek gibi ihtiyaclarını tesviye etmek, cefa etmemek, ağır söylememek hastalıklarına bakmak, vefatlarında defnetmek gibi dünyevî muavenetleri yap. Din işine gelince (.......) bana inabe etmiş olan halîs muhlîs müvehhidin yolunu tut (.......) sonra hepinizin dönümü banadır, o vakıt ben size neler yaptığınızı haber vereceğim 16Yavrum! haberin olsun ki, yaptığın bir hardal danesi tartısı olsa da bir kaya içinde veya Göklerde veya Yerin dibinde gizlense Allah onu getirir mizanına kor, çünkü Allah lâtiftir, habîrdir (.......) yavrum, muhakkak ki, o yaptığın - iyilik veya kötülük (.......) ya'ni ne kadar küçük ve gizli ve ne kadar yüksek ve yâ alçak olursa olsun (.......) Allah onu getirir - Âhırette karşına kor (.......) çünkü Allah lâtiftir. - lûtfü, letaifi çok, kudreti en ince en gizli şeylere yetişir (.......) ılmi ile hepsini bilir. 17Yavrum! namazı kıl, ma'rufu emir ve münkerden nehiy ve başına gelene sabr et, çünkü bunlar azmolunacak işlerdendir (.......) Yavrum, namazı devamlı kıl - kendini irdirmek için (.......) emri bilma'ruf ve nehyi anilmünker yap - diğerlerini kemale irdirmek, cemıyyeti istikametle götürmek için (.......) başına gelene de sabret - ya'ni emir bil'maruf ve nehiy anil'münker yapmak kolay değildir. O yüzden başına bir takım musıbetler gelmek melhuzdur ve onlara sabretmek lâzımdır. Umeyr İbn-i Habîb radıyallahü anh Hazretleri oğullarına vasıyyetinde demiştir ki, her hangi biriniz emir bil'maruf ve nehiy anilmünker yapmak yakîn idinsin, çünkü her kimin Allahdan sevaba iykanı olursa dokunan eziyyeti duymaz (.......) Çünkü bu işlerin her birisi azmolunacak büyük işlerdendir. 18Hem nâsa avurdunu şişirme ve Yer yüzünde çalımla yürüme, çünkü Allah, öğüngen kurulganın hiç birini sevmez (.......) Ve nâsa avurdunu şişirme - avurt etme, ya'ni böbürlenip kibirlenme. (.......) = SA'R, bir derddir ki, deveye ârız olur da boynunu büker. Şu halde tas'ıyr, boynu derdli deve gibi başını yana bükmek demek olur ki, kibirli kimselerin âdetidir. Lisanımızda buna avurt etmek veya kasalmak ta'bir olunur. Buna, nâsa yanağını eğme, boyun eğme, ya'ni kendini tezlil eyleme ma'nâsını veren dahi olmuştur. Bu da muhtemil olmakla beraber üstüne altına muvafık olan evvelkisidir. Ya ni emir bil'maruf ve nehiy anil'münker yapmakla beraber kibirlenme (.......) ve Yer yüzünde çalımla yürüme (.......) çünkü Allah kurulanın, öğünenin hiç birini sevmez. 19Gidişinde mu'tedil ol, sesini pesden al, çünkü seslerin en beti her halde eşekler sesidir (.......) gidişinde mu'tedil ol (.......) sesinden de biraz indir - söylerken bağırma (.......) çünkü seslerin en beti - en hoşa gitmeyen tatsızı (.......) her halde eşekler sesidir. Lokmana hikmetin şükr için verildiği anlatıldıktan ve oğluna va'zıyle hikmet ve şükründen ba'zı nümuneler gösterildikten sonra alel'umum insanlığa olan niami ilâhiyyeyi ıhtar ve nankör kâfirlerin zulm-ü dalâlini iş'ar ile tevhid ve şükre da'vet için buyuruluyor ki, 20Görmediniz mi? Allah’ı zülcelâl sizin için Göklerdekini ve Yerdekini müsahhar kılmış, üzerinize zâhiren ve bâtınen ni'metlerini ifaza buyurmakta, bununla beraber nâs içinde kimisi de var ki, ne bir ılme, ne bir mürşide ne de tenvir eder bir kitaba istinad etmeksizin Allah hakkında mücadele ediyor 21Ve Allah’ın indirdiğine tabi' olun denildiği vakıt kendilerine "hayır, biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa onun ardınca gideriz" diyorlar, ya Şeytan onları Saîr azâbına da'vet ediyor idise de mi? 22Halbuki her kim özü muhsin olarak yüzünü tertemiz Allah’a tutarsa o hakıkaten en sağlam kulpa yapışmıştır, öyle ya bütün işlerin akıbeti Allah’a dayanır 23Kim de küfrederse artık onun küfrü seni mahzun etmesin, onlar dönüb bize gelecekler o vakıt biz onlara bütün yaptıklarını haber vereceğiz, her halde Allah, bütün sînelerin künhünü bilir 24Biz onlara biraz zevk ettiririz de sonra kendilerini galîz bir azâba muztarr kılarız 25Celâlim hakkı için sorsan onlara: o Gökleri ve Yeri kim yarattı? Her halde elbet Allah diyecekler, (.......) de, fakat pek çokları bilmezler 26Göklerde ve Yerde ne varsa Allah’ındır, hakıkat Allah, öyle ganî öyle Hamîddir 27Eğer yerdeki ağaçlar hep kalem olsa deniz de mürekkeb, arkasından yedi deniz, Allah’ın kelimatı tükenmez, hakıkat Allah, azîz hakîmdir (.......) Sûre-i «Kehif» te (.......) bak. 28Sizin yaratılmanız da, ba'solunmanız da ancak tek bir nefis gibidir. Hakıkat Allah, semîdir basîdir 29Görmedin mi? Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü geceye sokuyor ve Şems-ü Kameri teshır etmiş hepsi müsemmâ bir ecele doğru cereyan ediyor ve filvakı' Allah, bütün yaptıklarınıza habîrdir 30Bu şundan: çünkü Allah hakıkat hak o, ondan başka çağırdıklarınız hep bâtıl ve hakıkat Allah, yegâne yüksek büyük o 31Baksan a size âyetlerinden göstermek için ni'metiyle gemilerin denizde akışına! Şübhe yok ki, bunda pek sabırlı ve çok şükürlü olanlar için bir çok âyetler vardır 32Ve kara bulutlar gibi dalga sardığı vakıt onları dini Allah’a hâlis kılarak yalvarırlar, sonra karaya çıkarıldığı vakıt içlerinden doğru giden de bulunur ve bizim âyetlerimize ancak gaddar, nankör olanlar çıfıtlık eder (.......) ğaddar, ya'ni sözünde durmayıp çok nakzı ahdeden. 33Ey insanlar rabbınızdan korkun ve bir günü sayın ki, ata evlâdından bir şey ödeyemez, evlâd o da atasından bir şey ödeyecek değildir, Muhakkak Allah’ın va'di hak, o halde sakının Dünya hayat sizi aldatmasın ve sakının o mağrur sizi Allah’a güvendirmesin 34Her halde Allah, saate ılim onun yanındadır, ve yağmuru o yağdırır, rahimlerde ne var o bilir, ve hiç bir nefis yarın ne kazanacağımı bilmez, bir nefis hangi Yerde öleceğini de bilmez, şübhesiz ki, Allah alîmdir, habîrdir (.......) Abdullah İbn-i Ömer radıyallahü anhümadan merviydir: Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem «mefatihülgayb beştir, onları ancak Allah bilir» buyurmuş ve bu âyeti okumuştur. Rivayet olunduğuna göre Hâris İbn-i Ömer namında bir adam, Resulullan sallâllahü aleyhivesellem Hazretlerine gelmiş «ya Muhammed, kıyamı saat ne zaman? Beldelerimiz kuraklıktan: sıkıldı bolluk ne zaman? Karımı gebe bıraktım ne doğuracak, bu gün ne kazandığımı biliyorum, yarın ne kazanacağım? Nerede doğduğumu biliyorum, fakat nerede öleceğim? «demiş bu âyet bu sebeble nâzil olmuştur. Demek ki, âyet vakı' olmuş bir suâlin cevabıdır. Lâkin mâkablindeki âyetlere nazaran da bir suâli mukadderin cevabıdır. Zira Sûre-i «Rum» un âhirine (.......) buyurulduğu gibi burada da (.......) buyurulması üzerine şübhesiz ki, o gün, o saat ne zaman diye bir suâl hatıra gelebileceğinden bununla ona cevab verilmiş oluyor. Burada Fahruddîni Razî der ki, ba'zı müfessirîn, Allahü teâlâ bu âyet ile beş şey'e ılmi başkasından nefyetti diyorlar. Gerçi öyle lâkin maksud o değildir. Çünkü Allahü teâlâ meselâ tufan zamanında bir kum yığınındaki cevheri ferdi (bir atumu) ve rüzgârın onu Maşrıktan Mağribe kaç kerre naklettiğini ve nerede bulunduğunu bilir, bunu başkası bilemez. Şu halde bu beş şey'i zikirde tahsıs etmenin vechi yoktur. Bu hususta hakk olan şudur ki, (.......) buyurulması, (.......) diye o günün behemehal vukuu te'kid edilmesi üzerine o gün ne vakıt diye vârid olacak suâle karşı şu suretle cevab veriliyor: «Onu Allahdan başkası bilmez ve lâkin muhakkak olacaktır» deniliyor. Ve kaç def'alar geçtiği üzere ba's hakkında iki delil de zikrolunuyor. BİRİSİ, Arzın mevtinden sonra ihyası: netekim yukarıda (.......) buyurulmuştu. Ve (.......) buyurulmuştu. Burada da şöyle denilmiş oluyor: «ey suâlcı! sen onun vaktını bilemezsin, fakat o olacak, Allah, ona kadirdir. Nasıl ki, o Arzı ölmüşken ihya ediyor yağmuru indiriyor. İKİNCİSİ, ibtidai halktır. (.......) buyurulduğu gibi burada da (.......) buyuruyor. Ya'ni sen onu bilmezsen de o olacaktır, Allah ona kadirdir. Erhamdakini bilip yarattığı gibi ruhamdan yaratmasını da bilir. İlh... (.......) Camius'sagîrde (.......) diye vârid olan Büreyde hadîsinde Menavi kebîr şerhinde der ki, «ya'ni bu beş şeyi Allahdan başkası hem küllî hem cüz'î olarak ihata ve şümul vechi üzere bilmez. Şu halde Allahü teâlânın ba'zı havassını hatta bu beşten ba'zı mugayyebata muttali' kılmasına münafi olmaz. Çünkü o mahdud cüz'iyyâttır. Mu'tezilenin bunu inkâr etmesi de mükâberedir (.......) Bir de Buharîde Enes İbn-i Malik radıyallahü anhten rivayet olunduğu üzere Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi vesellem buyurmuştur ki, «Allahü teâlâ rahime bir Melek müvekkel kılmıştır. Yarab, nufte, ya rab aleka, ya rab mudga der, Allahü teâlâ da halkını kaza etmek irade buyurduğu vakıt erkek mi dişi mi? Şakıy mi saîd mi? Rızkı ne, eceli ne? söyler, anası karnında bunlar yazılır. O vakıt onu o Melek ve Allahü teâlânın mahlûkatından dilediği kimseler de bilir (.......) Demek ki, ba'zılarının bu suretle bile bilmesi zikrolunan ıhtisasa münafi değildir. Çünkü Allah’a mahsus olan ılim, gaybde iken her birinin ahvaline alettafsıl ılmi tam ve kâmildir. Melekin ve ba'zı havassın muttali' olabileceği ılm ise az çok delili tehakkuk etmiş bir vechile nakıs bir ılimdir. Kezâlik bulut, rüzgâr, barometre gibi ba'zı emarelerden yağmura, cenînin ba'zı evza' ve harekâtından erkek veya dişi olduğuna intikal etmek tarzında vakı' olan zannî istidlâller de buna münafi değildir. Çünkü zann, ılim değildir. Ilim şübhesiz olandır. Âyetteki ıhtisasın vechine gelince: Âlûsî nin beyanına göre bunun menatı, ismi celilin takdimiyle haberlerin cümle halinde takviyei huküm tarzında vakı' olmasında gözetilmiştir. Fakat birinci cümlenin haberinde (.......) zarfının takdimiyle kasır zâhir ise de diğerlerinde fahvayi kelâm ile az çok işaret halindedir ki, ma'nâ şu oluyor: o saat ne zaman denilirse (.......) her halde Allah, saate ılim ancak onun yanındadır. (.......) ve yağmuru o indirir - o halde ne zaman, nereye, ne mikdar ve ne suretle yağdıracağını da tamamile o bilir. O halde ba'sin ne zaman olacağını da ancak o bilir. (.......) bütün rahimlerdekini de o bilir - Erkek mi dişi mi? beyaz mı kırmızı mı? Tam mı nakıs mı? Her birinin hususıyyetleri nedir? bütün rahimlerdekinin tafsılâtını o bilir. Binaenaleyh kabirlerdekinin de tafsılâtını o bilir. O yaradan ba's eder (.......) ve hiç bir nefis yarın ne kazanacağını kesdiremez - ya'ni ileride başına ne geleceğini? Eline ne geçeceğini, hayırmı şermi kesbedeceğini dirayetiyle bilemez (.......) yine hiç bir nefis - gerek iyi gerek kötü olursa olsun (.......) hangi Arzda öleceğini kesdiremez - küçük kıyameti bilemez, büyük kıyameti nerede bilecek? Fakat Allah’a gelince (.......) şübhe yok ki, Allah alîmdir, habîrdir - olmuşu olacağı, şâhidi gaibi, zâhiri bâtını hepsini bilir, hepsinden haberdardır. Son iki fıkrada ılim yerine dirayet ta'bir edilmiş olduğu ve Allahü teâlânın ılmine dirayet ıtlakı câiz olmadığı için burada Allah’ın ılmi ayrıca tasrih olunarak ıhtısası böyle nefy-ü isbat ile ifade edilmiştir (.......) Sûre-i Lokman ile vârid olan irşad ve da'vetin ıhtar ve tezkiri bir secde sûresi ile ta'kıb olunması ne güzeldir. |
﴾ 0 ﴿