FÂTIR

«Fâtır» veya «Melâike» sûresi denilen bu Sûre dahi mekkîdir.

Âyetleri - Son Medenî ve Şamî ta'dadında kırk altı, bâkısinde kırk beştir.

Kelimeleri - Yedi yüz yetmiş yedidir.

Harfleri - Üç bin yüz otuz.

Fasılası - (.......) harfleridir.

Bu Sûre-i celîle, Sûre-i «Sebe'» de halkı cedidi inkâr eden kâfirlerin rağmine islâm ile yeni bir âlemin yaradılmakta olduğunu tebşir ediyor gibidir ki, ilk âyeti ile vechi tesmiyesi de anlaşılmaktadır.

1

Hamd Allah’a, o Gökleri, Yeri yaratan ve Melâikeyi kılan fâtıra: kanadlı kanadlı elçiler, ikişer üçer dörder, halkte dilediği kadar ziyade eder, hakıkat Allah her şey'e kadirdir

(.......) Göklerin ve Yerin fâtıri - ya'ni bütün âlemi yokken yaradan fıtratını ibtida ibda' eden, yâhud yaran, ademden vücûde çıkaran ve yine yaracak, (.......) ve (.......) hukmünü icra edecek olan.

Sûre-i «En'am» da dahi geçtiği üzere (.......) esasen yarmak ma'nâsınadır. Râgıb uzunluğuna yarmak der, bundan bir misal sebketmeksizin ilk olarak yaratmak ma'nâsına mütaeref olmuştur. Bu ma'nâca fâtır, iycadı evvele nâzırdır. Ve mâzıy ma'nâsına olacağı için izafeti ma'neviyye olarak ma'rife olup lafzai celâleye sıfat olmuştur. Bu surette Âhırete, neş'eti saniyeye işareti, intikalî ve istidlâlî olmuş olur. Maamafih ba'zı müfessirînin dediği gibi yarmak ma'nâsından fâıl olması da melhuzdur. Bu surette biz bundan (.......) mantukundaki infitarı da anlamak isteriz ki, bunda icadı uhrevî dahi tensıs olunmuş olur. Ancak yaradacak demek olan bu ma'nâ istikbale âid olduğu için fâtır, âmil olarak izafeti lafzıyye olacağından ta'rif iktisab etmez ve Allah ismine sıfat olamamak lâzım gelir. O halde iki ıhtimal kalır: birisi bedel yapılmak, birisi de (.......) gibi istımrar ve sebat kasdolunarak mazıy ve istıkbale şamil olmaktır. En münasibi de budur. O halde hem icadı evveli ve hem icadı saniyi tazammun ederek ma'nâ işaret ettiğimiz gibi şu olur: Semavat ve Arzı yaran ve yaracak olan, Dünyayı yarattığı gibi Âhıreti de yaratan (.......) ve Melekleri elçiler yapan - ya'ni kendisinden kullarının şuurlarına tebliğ vasıtaları, Peygamberlere vahiy, salihîne ilham, akıllara fikri savab getiren vasıtalar, yâhud kudretinin âsârını halkına iysal edici vasıtalar kılan, öyle ki, (.......) ikişer, üçer ve dörder müteaddid ecnihalı -

ECNİHA, cenahın cem'idir. Cenah da kanad demektir. Ma'ruf olan budur. Bir şey'in kanat ve kol gibi şu'belerine ve cihetlerine dahi ıtlak olunur. Melâikenin cenahlarının hakikati ve keyfiyyeti nasıl olduğunu ise Allah bilir. Maamafih cihet ile te'vil edenler de olmuştur. İfadenin siyakından anlaşıldığına göre burada zikrolunan adedler ta'yin ve tahsıs için değil, çokluğu beyan içindir. Binaenaleyh dörtten yukarı yok demek değildir. Filhakıka Buharî, Müslim, Tirmizî (.......) âyetinde İbn-i Mes'ud Hazretlerinden rivayet etmişlerdir ki, Resulullah Cibrili altı yüz kanadla görmüştür. Tirmizînin Hazret-i Aişeden rivayetine göre de Resuli ekrem sallallahüaleyhi vesellem Cibrili kendi suretinde ancak iki def'a görmüştür. Bir kerre Sidrei müntehanın yanında bir kerre de Ciyad içinde ki, altı yüz kanadı vardı, ufku seddetmişti (.......) Filvakı' dörtten ziyade olabileceğini de anlatmak için buyuruluyor ki, (.......) halkta dilediği kadar ziyade eder - Binaenaleyh Melâikenin kanadlarını daha ziyade yapabileceği gibi, diğer mahlûklarında da dilediği ziyadeyi yapabilir. Meselâ güzel yüzler, güzel sesler, güzel saçlar, güzel hatlar, gözlerde melâhat, kamette letafet surette tenasüb, a'zâda tamamlık, kuvvette şiddet, akılda kesginlik, reiyde cezalet, kalbde şecaat, nefiste semahat, lisanda talâkat, tekellümde liyakat, işte beceriklilik ilh... Neler, ne kemaller, ne ziyadelikler yaratır. Binaenaleyh Allah’ın yaradışını mahdud suretlerle tahdide kalkışmamalıdır. (.......) şübhesiz ki, Allah, her şey'e kadirdir. Onun için

2

Allah, insanlara rahmetinden her neyi açarsa onu tutacak, kısacak yoktur, her neyi de tutar kısarsa onu da ondan sonra salacak yoktur, öyle azîz, hakîm odur

(.......) şartıyye (.......) Allah, insanlara rahmetinden her neyi açarsa - rahmeti hazînesinden her hangi bir rahmeti, maddî veya ma'nevî her hangi lûtf-ü ni'meti açar salıverirse (.......) artık onu, o rahmeti başka tutacak yoktur. - Yağar da yağar, feyzı ilâhî coşar da coşar. (.......) her neyi de tutarsa (.......) onu da ondan başka salacak yoktur. (.......) ve o öyle azîz öyle hakîmdir. - Azîz, irâdesine kudretine karşı gelinmek ihtimali yok, hiç bir kayd-ü şartın te'siri altında bulunmıyan, hiç bir kanun ile mukayyed olmıyan, istediği harikayı yapan galibi gayri mağlûbdur. Bununla beraber hakîmdir de ızzet ile fâıl olduğu gibi hikmet ile de fâıldir. Sun'undan hikmetler, kanunlar çıkar, bu sâyede ılimler fenler edinilerek esbabına teşebbüsle ni'metlerine irilir. Izzeti hududuna yanaşılmaz, ya'ni hikmeti âsârından sa'y-ü kesb ile istifade edilir. Izzet ve rahmetiyle Peygamber, kitab gönderir, hikmetiyle din ve ılim öğretir.

3

Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki ni'metini anın, Allah’ın gayrı bir hâlık mı var? Size Gökden ve Yerden rızık verir, başka İlâh yok ancak o, o halde nasıl çevirilirsiniz?

(.......) ey insanlar: bütün insanlar! Allah’ın üzerinizdeki ni'metini düşünün - düşünün ki, sizi ızzet ve hikmetinden müstefid etmek üzere mazheri emanet olan insan yaratmış (.......) Allah’ın gayrı bir hâlık mı var? - Ne için siz onun ni'metini düşünmeyip, Allah için çalışmayıp da başkalarına kul olacaksınız (.......) o size Gökten ve Yerden rızk veriyor - eğer o, vermezse diğer vasıtaların hepsi hukümsüz kalır, çünkü şimdi geçtiği üzere onun imsâk ettiğini başkasına koyuveremez (.......) ondan başka kulluk edilecek İlâh yok (.......) o halde siz nasıl çevrilirsiniz - nasıl olur da ona şirk koşar, başkalarına tapasınız?

4

Ve eğer seni tekzib ediyorlarsa bundan evvel bir çok Resuller de tekzib olundu, bütün işler Allah’a irca' olunur

(.......) Bu âyet Peygambere tesliyettir.

5

Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Allah’ın va'di muhakkak haktır, sakın o Dünya hayat sizi aldatmasın ve sakın o mağrur Şeytan sizi Allah’a da mağrurlandırmasın

(.......) Allah’ın va'dı muhakkak haktır. - Âhıret gelecek, o mücazat ve mükâfat her halde olacaktır. O halde (.......) sakın Dünya hayat sizi mağrur etmesin, aldatmasın - bu gün keyfimize bakalım da yarın ne olursa olsun demeyin. Dünyaya dalıp da uhrevî vazifelerinizi unutmayın, Dünya için Âhıretinizi fedâ etmeyin, çünkü gençlik uçup ihtiyarlık çöktüğü gibi Dünya her ne olsa bir ru'ya gibi gelir geçer, Âhıret, ebedî olmak üzere gelir çatar (.......) ve sakın o çok aldatıcı mağrur Şeytan sizi Allah ile de aldatmasın, Allah’a da mağrur etmesin - ya'ni Allah kerîmdir, Allah gafûr, rahîmdir, Allah her şey'e vekîldir diyerek günahlara, atâletlere, sefahetlere sevk etmesin, vazifelerinizi sui isti'mal ettirmesin. Filvaki' Allah öyledir. Fakat öyledir diye mağrurlanmak, Allah saygısını duymamak ızzet-ü celâlini hisaba almamak, Allah’ın ıkabını tanımamak gibi bir cinayet ve aynı zamanda Allah’ın îman ile çalışan sâlih kullarına mev'ud olan ni'metlerinden mahrumiyyettir. Çünkü küfür ve küfrân edenlere şiddetli azâb, îman ile sâlih amellere çalışanlara mağrifet ve büyük ecir vardır. Bunu mukayese ile takrir için buyuruluyor ki,

6

Haberiniz olsun ki, Şeytan size düşmandır, siz de onu düşman tutun, çünkü o etrafına toplanan hizbini ancak eshabı Saîrden olsunlar diye da'vet eder

7

Küfredenler, onlar için şiddetli bir azâb var, îman edib salih ameller işliyenler, onlar için de bir mağrifet ve büyük bir ecir var

8

Ya artık o kimse de mi ki,? Kötü ameli kendisine allanmış pullanmış da onu güzel görmüş, şübhe yok ki, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola çıkarır, o halde nefsin onlara karşı hasletlerle geçmesin, çünkü Allah onların bütün san'atlerini bilir

(.......) ya artık o kimse de mi ki, - (.......) aşağı yukarıya tefrı', (.......) de bu tefriı inkâr içindir, haber mahfuztur.

Ya'ni îman edip sâlih ameller yapan kimselere mağrifet ve büyük bir ecir var diye onun zıddı olan o mağrur kimse de mi onun gibi olacak ki, (.......) kendisine kötü ameli tezyin edilmiş, hırsı şehvetle allanmış pullanmış cazibeli, hem zevkına, hem menfeatine uygun sonu iyi gelecek bir amel gibi hoş gösterilmiş (.......) de onu güzel görmüş - vehm-ü hevası aklına galebe etmiş, şehevatının humarı gönlünü gözünü bürümüş.

(.......) öyle içerim ki, nihâyet beni görürsün: çirkin ındimde güzel diyen bedmest gibi tersi dönmüş, bâtılı hak, kötüyü iyi, fenalığı güzel görür olmuştur. İşte Dünya hayata mağrur olan bu hâle geleceği gibi Allah gafûr diye masıyete ısrar eden mağrurlar da bu hâle gelir. Bir insan böyle kötüyü iyi görecek kadar da şaşgın ve vicdansız nasıl olur diye hayret etme (.......) çünkü Allah (.......) dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola yatırır. -

Peygamberlerine ve onlara uyanlara hidayet verdiği gibi Şeytanlara ve onlara uyanlara da delâlet verir.

(.......) onun için nefsin onlara hasretlerle teessüflerle geçmesin - üzülme de vazifene bak (.......) Allah onların ne san'atler yaptıklarını ve yapacaklarını da bilir - ya'ni onları ibtida öyle şaşırtması, hikmetsiz ve sırf cebrî olmadığı gibi sonunda da yaptıklarını yanlarına bırakacak değildir. - Şübhe yok ki, kötüyü iyi gören akıbetinde iyilik görecek değildir. Elbette onlar ameli sâlih yapan mü'minler gibi mağrifet ve ecre nâil olacak değiller, bir gün gelip belâlarını bulacaklardır. Ya o nasıl ve ne zaman olacak denilirse bunun bir inkılâb ve nüşur ile olacağı anlatılmak üzere buyuruluyor ki,

9

Allah odur ki, rüzgârları göndermiştir, derken bir bulut kaldırır, derken onu ölmüş bir beldeye sevk etmişizdir, derken onunla Arza ölümünden sonra hayat vermekteyizdir, işte nüşur böyledir

(.......) ilâ - (.......) işte nüşur da böyledir. - Böyle bir inkılâb ile durgun hevaları harekete getirerek Semâya yükselecek bulutlar gibi kabiliyyetli anasırı feveran ettirerek faideli rüzgârlara benzer ilâhî bir cereyanın sevk-u idaresiyle bir ölü beldeye nasıl bir hayat veriliyorsa hisab için ölülerin dirilmesi demek olan nüşur, ya'ni ba's ba'delmevt de işte öyle bir kıyam ve kıyamet iledir. (Nüşur kelimesi için Sûre-i Furkana bak).

10

Her kim ızzet istiyorsa bilsin ki, ızzet tamamiyle Allah’ındır, ona hoş kelimeler yükselir onu da ameli sâlih yükseltir, kötülükler kuranlara gelince onlara şiddetli bir azâb vardır, ve onların tuzakları hep tarmar olur

(.......) Her kim ızzet istiyorsa - zillet ve hakaretten kurtulup şerefli, haysiyyetli, kuvvetli olmak arzu ediyorsa (.......) bilsin ki, ızzet temamiyle Allah’ındır. - Dünyada da Allah’ındır, Âhırette de Allah’ındır. - Binaenaleyh ızzet istiyen şuna buna tapmakla kendisini zelîl etmemeli, hepsini geçip Allah’a yükselmelidir. Fakat (.......) ona hoş kelimeler yükselir. (.......) onu da ameli sâlih yükseltir -

KELİMİ TAYYİB, başta kelimei tevhid: (.......) olmak üzere tesbih, tahmid, tekbir, duâ, istiğfar ve ezkâr gibi hoş kelimelerin hepsine şâmildir. Ve bunların Arşı ilâhîye yükselip de (.......) buyurulduğu üzere makbul ameller defterine yazılması ancak bunları tehakkuk ve tasdık ettirecek sâlih amellere ıktıran ile olur. Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellemden varid olduğu üzere (.......) kelimi tayyibdir. Bir kul bunu dediği vakıt Melek onunla Semaya çıkar, onu vechi Rahmana arz eder, fakat ameli sâlih olmazsa kabul olunmaz. Yine hadîste varid olmuştur ki, Allahü teâlâ bir kavli amelsiz kabul buyurmaz ve kavli de ameli de niyyetsiz kabul buyurmaz, kavli, ameli, niyyeti de ancak sünnete isabet ile kabul buyurur. Hâsılı ızzete nâil olmak kavlî ve fi'lî güzel taat ile olur. Yoksa gurur ve atalet, şeytanet ve seyyiat ile değil, çünkü (.......) seyyiat, tûrlü türlü kötülüklere tedbir alan, şeytanet ve entrika ile uğraşanlara veya müraîlik yapanlara gelince (.......) dur. - Kureyşin dârünnedvede Peygambere yapmak istedikleri mekirler gibi bozuk çıkar, başlarına geçer.

Allah’ın ızzeti ve ba's-ü nüşurun sıhhati diğer âyetle de tavzıh olunarak buyuruluyor ki,

11

Hem Allah sizi bir topraktan, sonra bir nufteden yarattı, sonra sizi çiftler kıldı, onun ılmine ıktiran etmeksizin ne bir dişi hâmil olur ne de vaz'eder, bir yaşatılana çok ömür verilmek de, ömründen eksiltmek de behemehal bir kitabda yazılıdır, şübhe yok ki, o Allah’a göre kolaydır

(.......) Bu öyle bir hakıkattir ki, maymundan yaratıldıklarını iddia edenler bile daha evvel topraktan, sonra da bir nutfeden geldiklerini inkâr edemezler. Silsilei istidlâlde bir halka daha i'tiraf etmiş olur. Bütün bunlar Allahü teâlânın tabiatler üzerindeki ızzet ve hâkimiyyetini gösterir. Netekim (.......) sonra sizi çiftler yaptı - o nutfeden sâde erkek değil, dişiler de yaptı ve izdivac kanununu vaz'eyledi, hem bunları yapıp da bırakıvermedi (.......) her hangi bir dişinin hamli ve vaz'ı hamli hep onun ılmiyledir. - Binaenaleyh gizli günah yapmak istiyenler de bilmelidirler ki, Allah yaptıklarını bilir (.......) ve ne yaşatılana çok ömür verilmesi (.......) ne de ömründen eksiltilmesi - ya'ni doğmadan ölmesi veya az yaşaması veya yaşadıkça ömrünün tükenmesi - olmaz ki, (.......) her halde bir kitabda yazılı olmasın - ya'ni hiç birisi gelişi güzel bir tesadüf ile değil, her biri behemehal ılmi ilâhîde mukadder ve levhı mahfuzda yazılmış olarak vakı' olur. Bu kadar cüz'iyyat nasıl ma'lûm olabilir diye istib'ad de etmemelidir. (.......) çünkü o, Allah’a göre kolaydır, onun için ona göre ba's de kolaydır.

12

Hem iki deniz müsavi olmuyor, şu tatlı, hararet keser, içerken kayar, şu da tuzlu, yakar kavurur bununla beraber her birinden bir taze et yersiniz ve bir ziynet çıkarır giyinirsiniz, gemileri de görürsün onda yarar yarar giderler, fadlından nasîb arayasınız diye ve gerek ki, şükredesiniz

(.......) bu da tabiatin hâkim olmadığını isbat eder. - Burada mü'min ile kâfirin veya dâri islâm ile dâri küfrün de temsil tarikıle farkına bir işaret vardır. Biri tatlı biri acıdır. (.......) taze et -evet, acı denizde tatlı balık oluyor, acı sularda da. Demek ki, muhîtin tabiati fevkında hâlikın te'siri böyle de görülüp duruyor (.......) giyineceğiniz bir hılye, bir ziynet de çıkarıyorsunuz - inci mercan gibi takılan ziynetler. Lâkin bunların tatlı sulardan çıkarıldığı ma'lûm olmadığına göre (.......) kaydine raptı, cayi nazar olmuştur.

13

Geceyi gündüze sokuyor, Şems-ü Kameri ram etmiş her biri (müsemmâ bir ecele) mukadder bir gayeye akıp gidiyor, işte bu gördüklerinizi yapan Allah, rabbınız, mülk onun, ondan beride çağırdıklarınız bir kıtmîr idare edemezler

(.......) bu da ızzeti ilâhiyyenin zaman üzerinde dahi hâkim olduğunu ve bütün inkılâbatın onun hukmiyle cereyan ettiğini gösterir.

Hulâsa (.......)

KITMÎR, esasen hurma ile çekirdeğinin arasındaki ince zar veya çekirdeğin arkasındaki ince pürüz demek olup sonra hakîr ve küçük olan şeyler de mesel olmuştur. Netekim lisanımızda «Nıkır Kıtmır» diye ma'ruftur.

14

Kendilerine duâ ederseniz duânızı işitmezler, işitseler bile size cevabını veremezler, Kıyamet günü de şirkinize küfrederler, sana bir habîr gibi haber veren olmaz

(.......) Sana bir habîr gibi, ya'ni habîr olan Allah gibi haber veren olmaz, Allahdan başkası Peygamberlik veremez.

15

Ey insanlar! sizsiniz hep Allah’a muhtac fukara, Allah ise zengin o, hamd ile öğülecek veliyye ni'met o

(.......) Sizsiniz Allah’a muhtac fukara (.......) cümlesinde müsnedin ta'rifi kasr ifade eder.

Ya'ni din ve ıbadet Allah’ın ihtiyacı değil, insanların ihtiyacıdır. Hem mahlûkat içinde Allah’a ihtiyacı en çok fukara, sâde insanlardır. İnsan (.......) mantukunca zaıyf olarak yaradılmış olmakla hangi mertebede olursa olsun hiç bir zaman Allah’a ihtiyacdan kurtulamıyacağı gibi emaneti hâmil olan insan ruhunun duyduğu ihtiyac o kadar çoktur ki, onun yanında sair mahlûkata fakîr bile denmez. İnsanın bu ihtiyacını tatmin etmek için de Allahdan başka ma'bud bulunmaz. Başkaları bir kıtmîre bile malîk değil (.......) Allah ise (.......) ganiyy o - hiç bir ihtiyacı olmıyan ve her şeyden müstağni, tam ma'nâsiyle zengin ganiyy o, yalnız odur. O sizin ıbadetinize muhtac olmadığı gibi bütün ıhtiyaclarınızı tatmin edebilecek kudrete de mâliktir öyle amma bakalım korur gözetir mi dersiniz? Hem (.......) hamîd o - hamd-ü şükr ile kendisine ta'zîm ve ıbadet olunacak veliyyi ni'met de ancak odur. Hakıkatte ondan başka mün'ım, ondan başka şayanı hamd-ü ta'zîm yoktur. Onun için dilediklerinizi verirse ancak o verir, hem o, kendisine hamd ettirmesini bilir. O öyle ganiy, hamîddir ki,

16

Dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir ve Allah’a göre bu zor bir şey değildir

(.......) dilerse sizi giderir de yep yeni bir halk getirir. - Hamdetmek istemiyen siz nankörleri def' eder de yerinize hiç bilmediğiniz başka bir kavm, hamdedecek bir Devlet getirir, yâhud Yer yüzünde bütün insanları ifna eder, siler süpürür de hiç görülmedik bam başka bir yeni mahlûk, tanımadığınız bir âlem yaratır

17

Hem günah çeken bir nefis, başkasının günahını çekmiyecek, yükü ağır basan onun yükletilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmiyecek, isterse bir yakını olsun, fakat sen ancak o kimseleri sakındırırsın ki, gaybde rablarının haşyetini duyarlar, namazı dürüst kılarlar, temizlenen de sırf kendisi için temizlenir, nihayet gidiş Allah’adır

(.......) ve Allah’a göre bu: olmaz bir şey de değildir. - Çünkü (.......) bununla beraber Allahü teâlânın adaleti ıhtar olunarak buyuruluyor ki,

18

Ne kör ile gören, müsavi olur

(.......) hem vizir çeken bir nefis diğerinin vizrini çekmez. -

VİZR, ağırlık, ağır yük, ağır günâh, vebâl demektir. Burada günâhın cezasının ağırlığı demektir. Herkes kendi günâhından mes'ul olur. Kendi günâhının cezasını çeker, netekim «her koyun kendi bacağından asılır» deriz. Zalimlerin, cebâbirenin yaptığı gibi birinin günâhı diğerine yükletilmez, Ankebut Sûresinde (.......) buyurulmuş olması da buna münafi değildir. Çünkü o hem dall hem mudıll olanlar hakkındadır. Başkasını da sapıtmağa çalışanlar hem dalâletlerinin, hem ıdlâllerinin vizrini çekerler ki, ikisi de kendi vizirleridir. Netekim (.......) her kim bir kötü âdet çıkarırsa ona hem onun vizri hem de onu işliyenlerin vizri vardır.» Hadîsi de böyledir.

Ya'ni diğer işliyenler çekmiyecek demek değil, o onların hepsi kadar da fazla çekecek demektir. Demek ki, birisi şunu şöyle yap da günâhı varsa benim boynuma olsun diye kefalet ederek diğerini bir günâha sokarsa o boynuna aldığı günahı çekmiyecek değildir. Ancak sevkettiği kimseyi kurtarmış olmıyacak, onun çekeceğini çekmiyecek, birisi aldandığının cezasını çekecek, birisi aldattığının cezasını çekecektir. Şu (.......) ta'birinde bunlara bir işaret de var gibidir (.......) yükü ağır basan, çok ağır yük altında bulunan günahkâr bir nefis, yükünün başkası tarafından alınıp yüklenilivermesine çağırsa, yalvarsa da

(.......) ondan hiç bir şey yüklenilmez. - Riza ve ıhtiyar ile de yüklenilmez, cebren de yüklenilmez. Çünkü o Kıyamet günü (.......) günüdür. Lâ bey'un fihi velâhılâldir. (.......) gerekse bir yakını olsun - ya'ni çağıran veya çağırılan bir yakını bile olsa yine yüklenilmez o halde Allah’ın emaneti gibi Göklerin ve Yerin çekemediği ağır bir yükü yüklemiş olan insan bir de o emanete hıyanet ederek ve şunu bunu ıdlâl eyliyerek sen yap da günâhı benim boynuma olsun demek gibi başkalarının vizrini de boynuna almağa kalkışmamalı, diğer bir takımı da öylelere uyup günâhı varsa filânın boynuna diye kendini nâre yakmamalıdır. (.......) fakat ya Muhammed, sen bu inzarı ancak şol kimselere duyurur, ancak öyle kimseleri sakındırırsın ki, (.......) rablarına gaybde, ya'ni henüz huzuruna varmadan gıyabda haşyet beslerler, Allah korkusu, Allah saygısını duyar (.......) da namazı dürüst kılırlar - (.......) mısdakınca rablarının huzurunda likasına ereceklerine kani' olarak kılarlar. Ve bu suretle maddeten ve ma'nen temizlenirler. (.......) temizlenen de ancak kendisi için temizlenir, fevzlanır. Bu işte vizir çekmenin tam zıddıdır.

Ya'ni insanlar bu ikiden hali değildir. Ya vizir çekecekler veya vizirden temizleneceklerdir. Vizir çekenler başkasının vizrini çekmiyeceği gibi, nefislerini îmanı kâmil ve ahlâkı fadıla ve a'mali sâliha ile temizliyenler de sırf kendi menfaatlerine olarak temizlenmiş olurlar (.......) öyle ya akıbet gidiş Allah’adır. - Herkes ona göre mükâfat veya mücazatını alacaktır.

19

Ne zulümat ile nûr

(.......) bu cümle de mü'min ile kâfirin temsilî olmak üzere yukarı ki, (.......) üzerine ma'tuf denilmiş ise de (.......) hukmünün tavzıhı siyakında istinaf olması bizce daha muvafıktır.

20

Ne de zıll ile harûr

21

Ölüler de müsavi olmaz diriler de, gerçi Allah her dilediğine işittirirse de sen kabirlerdekine işittirecek değilsin

22

Sen sade bir nezîrsin

23

Muhakkak ki, seni hakk ile hem bir beşîr hem bir nezîr gönderdik, hiç bir ümmet de yoktur ki, içlerinde bir nezîr geçmiş olmasın

(.......) sen ancak bir nezîrsin - bir habercisin, müseytır musallat değilsin, ya'ni, kasır, beşîr olmaktan ıhtiraz için değil, fi'len azâb me'muru olmaktan ıhtiraz içindir. Netekim buna tenbih için

24

Seni tekzib ediyorlarsa bunlardan evvelkiler de tekzib etmişlerdi, onlara Peygamberleri beyyinelerle, suhuflarla ve nurlu kitab ile gelmişlerdi

(.......) buyurulmuştur. (.......) ve hiç bir ümmet yoktur bir nezîr geçmiş olmasın - şu halde Arabda da geçmiştir. Sûre-i Kasasda beyan olunduğu üzere Tevrattan evvel kurunıûlâda geçmiştir, fakat kurûnıvustâda, ya'ni, Mûsâdan bı'seti seniyyeye kadar geçmedi.

25

Sonra ben o küfredenleri tuttum alıverdim, o vakıt inkârım nasıl oldu?

26-27

Görmedin mi Allah yukardan bir su indirdi de onunla bir çok meyveler çıkardık: renkleri başka başka, dağlardan da yollar var, beyazlı kırmızılı, renkleri muhtelif, hem de kuzgûnî siyahlar

(.......) Burada yine Allahü teâlânın tabiat üzerinde tasarruf ve rübubiyyetini gösteren ve onu bir su gibi sebebi vahid altında muhtelif havass ve isti'dad ile muhtelif mezahirde muhtelif ecnas ve envaa ayıran iradesinin bir âyeti demek olan ıstıfa kanununun açık ve mühim bir ıhtar ve tatbikı vardır. (.......) gıyabdan tekellüme iltifattır.

Ya'ni indirdik de obir su ile şunları çıkardık: (.......) renkleri muhtelif olmak üzere bir çok semereler, meyveler, mahsuller - demek ki, onları çıkaran suyun tabiati değil, Allah’ın iradesidir ve semerelerin ıhtilâf ve tenevvüu hâlikın muradıdır. Ma'lûm ki, muhtelif olan meyvelerin yalnız renkleri değil, daha bir çok havass ve tabiatleri de muhteliftir. Ancak renkleri pek zâhir olduğu için onların zikriyle diğerlerinden iktifa olunmuştur. Hem bu yalnız nebatta değil (.......) dağlardan da cüddeler, yol yol alacalar var -

CÜDED, (.......) zammiyle (.......) nin cem'idir. Cüdde, bir rengi diğer renkten ayıran yol gibi hattı fâsıl, netekim (.......) fethiyle cedde dahi cadde demektir. (.......) ve kap kara, ya'ni koyu kuzgûnî siyah -

GARÂBÎB, (.......) kesriyle (.......) in cem'ıdir. Gırbîb, siyahın şiddetlisi demektir ki, te'kiden mübelagası için kullanılır. İşte dağların taşlarında ve topraklarında böyle yol yol muhtelif alacalarda sâde bir tesadüf eserinden ıbaret değil, hâlıkın bir tahsıys ve tasfiyesidir.

28

İnsanlardan: hayvanlardan, davarlardan da kezâlik türlü renklileri var, ancak Allah saygısını kullarından bilenler duyar, haberiniz olsun ki, Allah azîz bir gafûrdur

(.......) insanlardan, hayvanlardan davarlardan da kezalik muhtelif renklileri vardır. - Bunlar da öyle surî ve ma'nevî mazhariyyetlere ayrılarak seçilmişlerdir. Öyle ki, insanlar içinde ılmi olanlar, olmıyanlar vardır. (.......) fakat Allah haşyetini, Allah korkusunu, Allah saygısını kulları içinden ancak ulemâ duyar - ancak Allah’ı bilenler o saygıyı hıssederler.

Ya'ni (.......) buyurulduğu üzere Allah saygısını müstemirren duyup da Peygamberin inzarından müstefid olacak ve binaenaleyh temizlenip korunacak olanlar Allah’ı celâl-ü cemaliyle sıfatı kemaliyle bilen ehli ılimdir. Çünkü bir şey hakkında saygı onun şanına olan bilgi ve bilginin derecesiyle mütenasib olur. Bir kulun da Allah’a dair ılmi ne kadar kemalli ise hasyeti de o nisbette kâmil olur. Onun için Resulullah (.......) demiştir. Niçin Allah’ı bilmek haşyete sebeb oluyor. (.......) çünkü Allah bir azîz gafûrdur - yalnız bir gafûr değil, azîz bir gafûrdur. Sâde bir gafûr olsa idi, onu bilmek belki nazlanmağa, mağrur olmağa, hiç korkusuz ümid bağlanmağa sebeb olabilirdi. Fakat Allah yalnız gafûr rahîm değil, azîz, hiç bir sebebe mağlûb olmıyan, hiç bir kanun altına alınmak ihtimali bulunmıyan, dilediğini dilediği anda kahr-ü tedmir eden çok kuvvetli, çok azametli galib kahhar bir gafûrdur. Mağrifeti çok olduğu gibi ıkabı, intikamı da çok şiddetlidir. Onun için Allah’ı bilmiyenler her haltı ederler. Onu bir kul ne kadar iyi bilirse o kadar çok saygılı o kadar çok ıhtiramlı olur. Bununla beraber ulemânın saygısı, haşyeti, korkusu ne kadar yüksek olursa ümidi de o nisbette çok olacağı unutulmamalıdır. Çünkü

29

O Allah’ın kitabını okur, ardınca gider olanlar ve namazı kılıp kendilerine merzuk kıldığımız şeylerden gizli ve açık infak etmekte bulunanlar her halde öyle bir ticaret umarlar ki, hiç batmak ihtimali yoktur

(.......) ya'ni Allah’ın kitabını vird ederek okuyup içindekini ta'kıb eder olanlar (.......) ve onlarla beraber namazı dürüst kılıp (.......) kendilerine merzuk kıldığımız şeylerden gizli ve açık nasıl ıktiza ederse öyle infak edenlere, ya'ni Allah’ın kitabındaki ahkâmın icrası için masraf yapıp zekât ve sadaka verenler (.......) öyle bir ticaret ümid ederler ki, (.......) asla batmak, iflâs etmek ihtimali yoktur

30

Çünkü Allah ecirlerini kendilerine temamen ödedikten başka fadlından onlara ziyadesini verecektir, çünkü o hem gafûr hem şekûrdur

(.......) çünkü Allah onlara ecirlerini tamamiyle ödeyecek, hem de fadlından artırıp ziyadesini verecektir. (.......) çünkü o - Allah (.......) hem gafûr, hem şekûrdur. - Onun ızzetini saydıklarından dolayı mağrifetiyle günâhlarını bağışlar, hidmetlerinin fazlasıyle takdir edip saıylerini çok meşkûr kılar. Çünkü ızzet, küfr-ü küfrana karşı kahrı ıktiza ettiği gibi hidmet ve şükrana karşı da in'am ve ikramı ıktiza eyler. Şu halde Allah’a en çok haşyeti olan ulemâ olunca Allah’ın kulları içinde en çok tekrim buyurduğu da ulemâ olmuş olur. Bu haysiyyetledir ki, (.......) dir. Ilmin bu ehemmiyyeti de yalnız nazarî haysiyyetiyle değil, amelî haysiyetiyyledir. Zira yukarıda (.......) buyurulduğu gibi burada da haşyet ve meşkûriyyetin bu haysiyyete ibtinası gösterilmektedir. Şimdi de ıstıfayi ilâhîde kitabların en güzîdesi Kur’ân, ılmini vahyi haktan alan Peygamberler içinde de en güzîde Muhammed Mustafa,

ümmetlerin içinde en güzîdesi ümmeti Muhammed, onlar içinde de en güzîdesi hamelei Kur’ân olan ulemâ olduğu ıhtar olunmak üzere buyuruluyor ki,

31

Kitablar içinde o sana vahyeylediğimiz kitab da önündekileri musaddık olmak üzere hak, ancak odur, her halde Allah, kullarına habîr bir basîr bulunuyor

(.......) kitablar içinde sana vahy ile gönderdiğimiz kitab işte (.......) önündekileri musaddık ve mümeyyiz olmak üzere hakk olan da ancak odur. Diğerlerinde onun tasdıkına ıktiran etmiyen noktalar ma'mulünbih olamaz. (.......) şübhe yok ki, Allah, kullarına her halde habîr, basîrdir. - Bâtın ve zâhirleriyle bütün hususıyyetlerini muhîttır. Onun için seni lâyık görmese idi bunu sana vahyetmez, seni böyle hatemül'enbiya Muhammed Mustafa kılmazdı

32

Sonra biz o kitabı kullarımızdan süzdüklerimize mîras kıldık, onlardan da nefislerine zulmeden var, muktesıd: orta giden var, Allah’ın izniyle hayırlarda ileri geçenler var, işte büyük fadıl o

(.......) sonra o kitabı ya'ni Kur’ân’ı (.......) kullarımızdan ıstıfa eylediğimiz güzîdelere mîras kıldık - ya'ni senden sonra ona ümmetin olan kullarımız içinden seçip beğendiğimiz süzme kulları ona vâris kıldık, bu suretle ümmeti Muhammed ve en müterakkı en süzme ümmet olduğu gibi onlar içinde de en güzîdeleri hamelei Kur’ân olarak Peygambere vâris olan ulemâdır.

(.......) Ki, onlar içinden de kimisi nefsine zalim - kitaba vâris olduğu halde gereği gibi tilâvet ile amel etmiyecek (.......) kimi de muktesıd, orta - gâh amel ediyor gâh etmiyor (.......) kimisi de Allah’ın izniyle hayırlarda ileri gider. - Hayırlar da öne geçer, imam pîşüva olur ki, işte asıl vârisi Peygamberî olan (.......) medihasına mazhar bulunanlar onlardır. (.......) işte fadlı kebîr budur. - Böyle hayratta sabık olup ileri geçmektir.

Şöyle ki,

33

Adin Cennetleri: ona girecekler, orada ipektir

(.......) orada altın bileziklerden ziynetlenecekler, hem de inci, altın bilezikler. Allahü a'lem: Dünyada o hayırları yapmak için ettikleri infakları kazanmalarına sebeb olan san'atler yükselmelerine vasıta olan sâlih amellerdir. Bundan dolayı olsa gerektir ki, «san'at altın bileziktir» sözü bizde meşhur mesel olmuştur. İnci de safadan kinayedir.

34

Ve şöyle demektedirler: "hamd olsun Allah’a, bizden o huznü giderdi, hakıkaten rabbımız çok gafûr, şekûr

35

Fadlında bizi durulacak yurda kondurdu, burada bize yorgunluk gelmiyecek, burada bize usanç gelmiyecek"

(.......) ya'ni dârı ikamet, ikametgâh, vatanı ikamet, kalınacak yürd

36

Küfredenlere gelince: onlara Cehennem ateşi var: huküm verilmez ki, ölsünler, kendilerinden biraz azâbı da hafifletilmez, işte her nankörü böyle cezalandırırız

37

Ve onlar orada şöyle feryad ederler: "ya rabbenâ, bizleri çıkar, yapa geldiklerimiz gayri yarar bir amel yapalım" ya size düşünecek olanın düşüneceği kadar ömür vermedik mi ki,, hem size Peygamber de geldi, o halde tadın, çünkü zalimleri kurtaracak yoktur

(.......) ya düşünüp anlıyacak kimsenin düşüneceği kadar bir müddet sizi muammer kılmadık mı? - Tecribe zemanı dahi ta'bir olunan bu müddeti yaşıyan bir kimse için hâlıkını bilememekte özür kalmamıştır. Bu müddet, hakkında muhtelif rivayetler varid olmuştur. Altmış, kırk altı, kırk, sinni bülûğ yirmi, yirmiden altmışa kadar denilmiş ise de hakıkatini Allah bilir. Bülûğdan sonra her vefat eden hakkında bu müddet tehakkuk etmiş demektir. Altmış, Peygamberden merviy olduğu üzere a'zamîsi demektir.

Ya'ni bundan sonra küfre hiç ma'ziret kalmıyor demektir. (.......) bu da füruı ahkâma nazarandır.

38

Şübhe yok ki, Allah, Göklerin ve Yerin gaybine âlimdir. Elbette o sînelerin künhünü bilir

39

O ki, sizleri Yer yüzünde halîfeler kıldı, o halde kim küfrederse küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlere küfürleri rablarının kıtında buğzdan başka bir şey artırmaz kâfirlere küfürleri hasardan başka bir şey artırmaz

(.......) O odur ki, sizi Yer yüzünde halîfeler kıldı - hılâfet verip bundan böyle ahkâmı ilâhiyyenin icrasına me'mur eyledi, bu âyet, ümmeti Muhammede istıkbalin hükûmetini va'deden gayb haberlerindendir. Mekkede bu Sûrenin nâzil olduğu zaman düşünülürse bu âyetin ne büyük mu'cizeyi tazammun etmekte olduğu kolaylıkla ı'tiraf olunur. Şübhe yok ki, bu çok büyük ni'mettir. (.......) imdi her kim küfreder: böyle bir ni'mete karşı nankörlük eyler de îman ve şükür yolunu tutmazsa (.......) küfrü sırf kendi aleyhinedir. - Cezasını kendi çeker, öyleya (.......) kâfirlere küfürleri rablarının ındinde mebğuz olmaktan başka bir şey artırmaz. Küfür, bir küfran, bir nankörlük olmak i'tibariyle Allah yanında mebğuz, mağdub, menfur olmaktan başka bir netice vermez (.......) ve kâfirlere küfürleri hasardan başka bir şey artırmaz.- Çünkü iymansızlık hem mahrumiyyet hem de sebebi felâkettir. Ya Resul

40

De ki, gördünüz a o Allah’ın berîsinden yalvardığınız şeriklerinizi? Gösterin bana onlar bu Arzdan hangi cüz'ü yaratmışlar? Yoksa onların gökler de mi bir ortaklığı var? Yoksa kendilerine bir kitab vermişiz de ondan bir beyyine üzerinde mi bulunuyorlar? Hayır o zalimler birbirlerine aldatmadan başka bir va'dde bulunmıyorlar

(.......) de ki, (.......) gördünüz mü?

(.......) Allah’ın berîsinden çağırdığınız şeriklerinizi?

Ya'ni Allah’a şerik koşarak taptığınız veya namına da'vet eylediğiniz ma'budlarınızı (.......) gösterin bana bu Arzdan neyi, hangi cüz'ü halk etmişler? - Müstekıllen yaratmışlar da siz onlara tapıyor, onlara yalvarıyorsunuz, halkı onlara çağırıyorsunuz? (.......) Yoksa onların Semâlarda mı ortaklıkları var?- Arzdan hiç bir parçayı bil'istiklâl yaratmadılarsa da Göklerde halk veya diğer bir huküm ve tasarruf ı'tibariyle Allah’a iştirâkleri mi var? Hâşâ ne o, ne de o, hiç biri de olmadığı apaçık ma'lûm iken nasıl olur da siz onlara tapar veya da'vet edersiniz? o ne cehalet, ne hamakat, ne haksızlık?... (.......) yoksa biz onlara bir kitab vermişiz de (.......) kendileri ondan bir beyyine üzerinde mi bulunuyorlar - Yerde Gökte bir şirketleri olmadığı ma'lûm olmakla beraber biz onlara ma'budluk pâyesi verdik, ülûhiyyetimize şerik kıldık diye ellerine bir kitab, bir ferman vermişiz de bundan dolayı açık bir delîle, kat'î bir huccete mi mâlik bulunuyorlar? (.......) hayır (.......) yalnız zâlimler birbirlerine sâde bir gurur, sırf bir aldanış va'deder dururlar - onlar bizim Allah yanında şefaatcilerimizdir diye selefler halefleri başlar geridekileri aldatır giderler. Bu âyetin hukmü yalnız putperestlere değil, Allahdan başka gerek put, gerek Melek, gerek Mülûk ve gerek diğer her hangi bir şey'e tapan müşriklerin hepsine amm-ü şamil olduğunda şübhe yoktur

41

Doğrusu Gökleri ve Yeri zeval buluvermelerinden Allah tutuyor, celâlim hakkı için zeval buluverirlerse onları ondan başka kimse tutamaz, o cidden halîm bir gafûr bulunuyor

(.......) şübhe yok ki, Gökleri ve Yeri zeval buluvermelerinden Allah tutuyor - ya'ni şirk ve zulüm öyle fena, o kadar büyük cinayettir ki, onun şeametinden Yerler Gökler yıkılır, çünkü onlar ancak adl-ü hakk ile kaimdirler. Hakkın mûvâzenesi bozulunca kendilerini tutamazlar. Zatlarında mümkin olduğu için vücudlarında bekalarında da kendileri kendilerine kâfi değildirler. Onun için haksızlık nizamı âlemi ifsaddır. Allah’a şirk ise en büyük zulm olduğundan müşriklerin meydan alan zulm-ü fesadlariyle âlem yıkılmak üzere bulunuyor. Fakat Allahü teâlâ onların vaktı mukadderinden evvel zevallerini istemediği için tutuyor, muhafaza buyuruyor da henüz yıkılmıyorlar. (.......) kasem olsun ki,, eğer zevale irirlerse (.......) onları ondan sonra - o zevalden sonra, yâhud Allahdan başka - hiç bir tutacak yoktur (.......) o cidden halîm ve gafûr bulunuyor. - Zira şanı celâline karşı yapılan o şirk ve zulüm yüzünden (.......) mazmununca yıkılmak üzere bulunan Gökleri ve Yeri tutuyor

42

Yeminlerinin en kuvvetlisiyle Allah’a kasem de etmişlerdi ki, billâhi kendilerine inzar edici bir Peygamber gelse her halde ilerideki ümmetlerin en birincisinden daha kabiliyyetli olacaklar, daha iyi yola geleceklerdi, fakat kendilerine inzar edici bir Peygamber geldiği vakıt onlara sırf bir ürküntü artırdı

(.......) çünkü Kureyş Ehli kitabın Peygamberlerini tekzib ettiklerini işitmişler ve şöyle demişlerdir: Allah, Yehûd ve Nesarâya lâ'net etsin eğer bize bir Resul gelse idi her halde biz ümmetlerin her birinden daha hidayetkâr olurduk (.......) sonra da kendilerine bir Peygamber, ya'ni Muhammed aleyhissalâtü ves-selâm geldiği zaman (.......) onlara fazla bir ürkeklik verdi - yeminleri gibi hakkı kabul değil de haktan bir kaçınma.

43

Yer de bir kibirlenme ve bir sui kasd düzeni, halbuki fena düzen ancak sahibinin başına geçer, o halde evvelkilerin sünnetinden başka ne gözetirler

(.......) Yer yüzünde bir kibirlenme, yâhud kibirlendikleri için (.......) ve kötülük mekri, suikasd düzeni (.......) mantukunca o Peygambere suikasd tertibi (.......) halbuki kötü mekir sırf sahibinin, ya'ni yapanın başına geçer - netekim onların mekri de «Bedr» de başlarına geçti (.......) demek ki, onlar da sırf evvelkilerin sünnetine bakıyorlar - evvelki tekzib eden, kötülük yapan ümmetlerin başlarına gelen sünnetullahı, kanunı ilâhîyi gözetiyorlar (.......) o halde Allah’ın sünnetine bir tebdil bulamazsın - hakkı tekzib edenlere ve kötülük yapanlara azâb kanununu dini islâm neshedecek değildir. (.......) ve Allah’ın sünnetine bir tahvil de bulamazsın - o azâbı müstehıkk olanlardan başkasına çeviremezsin de:

44

O halde Allah’ın sünnetine bir tebdil bulamazsın, Allah’ın sünnetine bir tahvil de bulamazsın

(.......) Arzda dolaşıp da bir bakmadılar da mı? - Mâkabline istişhaddır.

Ya'ni Şama, Yemene ve Iraka ticaret ve sair her hangi bir sebeble seyr-ü seferinde hiç bakıp görmediler de mi? Peygamberlerini dinlemeyin geçmiş ümmetler şu Arzda nasıl helâk olmuşlar, yurdları nasıl harabelere dönmüş (.......) halbuki onlar o Âdlar, Semûdlar, kendilerinden çok kuvvetli idiler - Allah’ın emirleri dairesinde hareket etmedikleri için azâb kanunlariyle kökleri kazında (.......) ne Gökler de ne Yerde hiç bir şeyin Allah’ı âciz bırakmak ihtimali yok

(.......) çünkü o alîm bir kadîr bulunuyor. - Her şey'e karşı ılmi, kudreti nihayetsiz olan zatı ecell ise hiç bir vechile âciz olmaz. Ya öyle de bu kadar kâfirleri müşrikleri neye yaşatıyor da mahvedivermiyor? denilirse buyuruluyor ki,

45

Ya Yer yüzünde gezip bir bakmadılarda mı? Kendilerinden evvelkilerin akıbeti nasıl olmuş? Halbuki onlar onlardan daha kuvvetli idiler, Allah, ne Göklerde ne Yerde hiç bir şeyin onu âciz bırakmasına imkân-ü ihtimal yoktur. O hiç şübhesiz alîm bir kadîr bulunuyor

(.......) eğer Allah bütün insanları kesibleriyle-kesb ettikleri günahlar yüzünden hemen muahaze ediverecek olsa (.......) yeryüzünde hiç bir deprenen bırakmazdı - İnsan ma'sıyetlerinin şeâmetinden bir hayvan bile kalmazdı demişlerse de deprenir bir insan bırakmazdı ma'nâsına olmak daha ma'kuldür. Çünkü şu fıkralardaki (.......) zamiri ukalâda zâhirdir. (.......) velâkin Derhal muahaze edivermez de (.......) o insanları müsemma bir ecele kadar te'hır eder - ki, o Kıyamet günüdür (.......) ecelleri geldiği vakıt da (.......) şübhe yok ki, Allah kullarına basîr bulunuyor. - Hiç birini kaçırmaz, her ne kesibleri varsa ona göre hayre hayır, şerre şer cezalarını verir. Bu cümle (.......) vasfiyle ubudiyyetini bilen kullara bir tesliyeyi ış'ar etmekle beraber umum için ağır bir muâhazeyi ıhtar eden heybetli bir inzardır. Ve işte bu hatimeyi bir heyecani beliğ ile doyurup yaşatmak için Sûre-i «Yâsîn» aşkı: ilâhî ile çarpan bir kalbi vâsıl darabaniyle ta'kıyb ve tafsî edecektir. Şübhesiz basîrsin yarab! Biz kullarını da bütün ahvalimizle görür gözetirsin, gözet, lûtfi rahmetinle gözet ilâhî!.

46

Bununla beraber Allah insanları kesibleriyle hemen muâhaze ediverecek olsa yer yüzünde bir deprenen bırakmazdı ve lâkin müsemmâ bir ecele kadar onları te'hır buyurur, nihayet ecelleri geldiği vakıt işte o vakıt, şübhe yok ki, Allah kullarını basîr bulunuyor

0 ﴿