SAFFÂTSaffat sûresi mekkîdir. Âyetleri - Basrıyyonda yüz seksen bir, diğerlerinde ikidir. Kelimeleri - Sekiz yüz altmıştır. Harfleri - Üç bin sekiz yüz yirmi altıdır. Fasılası - (.......) harfleridir. 1Kasem olsun ol kuvvetlere: o saf dizip de duranlara (.......) Kasem içindir (.......) ma'nâsını gösterir. SAFFAT, saf yapanlar demektir ki, Ebüssüudun beyanına göre hem dizilip saff olanlar, hem saf dizenler ma'nâsına gelir. İleride gelecek olan (.......) da bu iki ma'nâ üzerine deveran eder. Saff, müteaddid şeyleri düz bir hat nizamı üzerinde sıra ile dizmek ma'nâsına masdar olup dizilen sıraya da ism olarak saff denilir. Namaz saffı, saffı harb nizamı gibi. Melekûtı ilâhîde meratibi muhtelifede kemali intizam ile dizilip iyfayı vazıfe eden Melâikeye kasem intizam ile dizilipiyfayı vazıfe eden Melâikeye kasem buyuruluyor ki, bunda islâm için matlûp olan cemaat, cihad, ılim kuvvetleri gibi teşkilâtın esaslarına da işaret vardır. Bu suretle ma'nâ şu oluyor: yemin ederim o Meleklere, o kuvvetlere ki, saflar yapıp dizilmişler, bu sıfat, Arşı ilâhî etrafını donatmış olan Meleklerden ta Semai Dünyayı tezyin eden ecramda ahzı makam ederek iyfayı vazıfe için emri ilâhiye âmade bulunan Melâikeye kadar hepsine şamil ve esası beş vakıt namazlarda bağlanan saflarla temsil olunan millet ve cemaate işareti de havidir. 2O haykırıp da sürenlere (.......) Derken zecrederek sürerler. - ZECR, aslında bir tasallûtla bağırıp azarlıyarak bir şeyden defi' etmektir. Haylâyıp sevketmek ve bağırmaksızın men-ü nehiy eylemek ma'nâlarına da kullanılır. Binaenaleyh gerek bulutları sevk eden sürücü Melekler gibi sâik ve gerek alel'umum men-ü defeden daf'i kuvvetler bu zâcirattandırlar: bu suretle bütün mücahid ordular buna dahil olduğu gibi bilhassa kumanda götürenler ve va'z edip yürüdenler de bunda dahildir. 3Ve o yolda zikr okuyanlara (.......) Sonra bir zikir tilâvet ederler - hakdan vahiy, kitab, Kur’ân indirir, ılm-ü ma'rifet telkıyn ederler. Bütün bunlara kasem ile ehemmiyyetlerini ıhtar ederek söylerim ki, 4Ki, ilâhınız birdir sizin (.......) hakikatte sizin ıbadet edeceğiniz Tanrınız birdir.- İsbatı: 5Hep o Göklerin Yerin ve aralarındakilerin rabbı ve bütün meşrıkların rabbı (.......) o bütün Göklerin ve Yerin ve aralarındakilerin rabbı (.......) hem bütün meşrıkların rabbı - meşarık, kevakibin meşrıkları ve yâhud sene zarfında her gün başka bir noktada doğması i'tibariyle Güneşin meşrıkları demek olabilirse de bunlardan başka (.......) karînesiyle bilcümle envarı ma'neviyyenin dahi işrakatına işaret olunmak için (.......) buyurulmuş olması daha doğrudur. Çünkü zâhir ile batın, haric ile zihin, afak ile enfüs birleşmeden hakkın vahdeti bilinemez. Envarı zahirenin Semai Dünya ziynetinden gösterilmesi de bunu anlatır. Şöyle ki, 6Bakınız biz o Dünya Semayı (o yakın Göğü) bir ziynetle donattık: kevakib (.......) biz Dünya Semayı: en yakın Göğü bir ziynet ile donattık: (.......) kevkebler - yıldızlarla. Semâi Dünya terkibinde de Dünya ednanın müennesidir ki, en yakın demektir. Bu ifâdenin zahiri bütün kevakibin Semâi Dünyada olmasıdır. Şu halde burada Semai Dünya, Arzın etrafında yalnız feleki kamer sahasından ıbaret değil, yalnız hey'eti şemsiyye âlemi de değil, alel'umum kevakibin bulunduğu cismanî sâha ya'ni eb'adı selâse sahasıdır. Gerçi tezyin cirimleriyle değil de zıyalariyle olduğuna göre bunların Arzdan görünebildikleri irtisam ve in'ıkâs sahasına sırf görünüş (optigue) haysiyyetiyle bu isim verilmiş olmak dahi muhtemil ise de zâhir olan evvelkisidir. Her iki takdirde de bu suretle Dünya Semânın tezyini ıhtar edilmekle işbu zahirî envar ve tezyinin herkes tarafından bile hiss-ü takdir olunabileceği ve fakat daha yukarısının böyle olmadığı anlatılmış oluyor. Onun için buyuruluyor ki, 7Hem mütemerrid ve her şeytandan koruduk (.......) hem de mârid; taate yanaşmaz her bir Şeytandan hıfzeyledik. Şöyle ki, 8Onlar melei a'lâyı dinleyemezler, tard için her taraftan sıkıya tutulurlar (.......) onlar melei a'lâyı dinleyemezler - o cismanî tezyinleri zahirî nurları geriden görürler, fakat daha yüksek hey'etleri, en âlî cem'ıyyetleri ya'ni Melâikeyi dinleyip işidemezler, Peygamberler gibi vahiy alamazlar, mı'raca çıkamazlar, o hududda duramazlar. 9Ve onlara ayrılmaz bir azâb vardır (.......) koğulmak için her taraftan atış edilir, mermiye tutulurlar. Semâi Dünyanın dahi hududunda böyle defı' edici tard edici kuvvetler vardır. Ki, bunlar zikrolunan zacirattandırlar. Dinsiz Şeytanların melei a'lâyı dinlemeyip de Peygamberlik taslıyamamaları için karagol bekler, onları tard ederler (.......) bir de o Şeytanlara daimî bir azab vardır. - Ki, o da Âhırettedir 10Ancak bir çalıp çarpan, onun da peşine bir şihabı sâkıb takılır (.......) ancak bir çalıp kapmaca yapan olur. - Bir kulak hırsızlığı ile melei a'lâ haberlerinden, vahy-ü ilham varidatından çalıp kaçan bulunur. (.......) onu da bir şihabı sâkıb, Semadan Arza doğru delip geçen bir alev ta'kıb eder - Sûre (.......) de şihab hakkında söz geçmişti bak. SÂKIB, esasen delen veya delici demektir. Zıyasiyle Semayı delivermiş gibi parlak görünen yıldıza necmi sâkıb denildiği gibi şihabı sâkıb denildiği gibi şihabı sâkıb da böyledir. Bununla beraber şihabı hakıkaten hevai nesimîye haricinden bir mermi gibi gelerek delip geçiyor da demektir. Şihabların ebhırei mütesâıdeden iştial etmiş olması nazariyyesi bugün kabul edilmiyor. Şihablar Semaî Dünyanın sâbit ziyneti olan ma'ruf kevakib gibi büyük olmamakla beraber yine yıldızlar cümlesinden sayılabilecek küçük ve küme küme dolaşan ecramdandırlar. Hevayi nesimîye temassı ile iştial ettiği sırada bir fişenk gibi kaymasiyle ziynet hizmetinden de hâli kalmaz. Maamafih Şeytanlara atılan şihabdan murad ruhanî bir şihab olması da pek muhtemildir. Asıl mes'ele aşağıdan Semaya karşı tecavüz etmek istiyenlerin vaz'ıyyetlerini göstererek ilâhî olan ilhamattan bir kulak hırsızlığına raci' olan Şeytanlıklarla Peygambere karşı rekabete kalkışan dinler uydurmağa çalışan dinsizlerin maddî ve ma'nevî hezimet ve perişanlıklarını anlatmaktır. 11Şimdi sor onlara yaradılışca kendileri mi daha çetin yoksa bizim yarattıklarımız mı? Biz kendilerini bir cıvık çamurdan yarattık (.......) şimdi sor onlara - bunları gösterdikten ve hepsini yaradanın birliğini anlattıktan sonra sor o seninkilere, o münkirlere ki, (.......) hılkatçe kendileri mi daha çetîn, daha kaviy (.......) yoksa bizim yarattığımız o mahlûklarımız mı? o saffat zacirat, taliyat, o Semâlar mı? Hangisini yaratmak daha zor. Bunları yaradan Allah hiç kendilerini bir neş'et ile daha yaratamaz mı? Görülüyor ki, burada (.......) nin âhirindeki (.......) âyetinin bir tafsıl ile takriri vardır. Bu süalin cevabı da şunun içindedir: (.......) çünkü biz kendilerini bir cıvık yapışkan çamurdan yarattık - onlar yaradıldıktan sonra bir cıvık çamurun ne çetinliği olur? Bir cıvık çamur ki, en mütekâmil şekli nuftedir. 12Fakat sen taaccüb ettin onlar eğleniyorlar 13Ihtar edildiklerinde de düşünmüyorlar 14Bir mu'cize gördükleri vakıt da eğlence yerine tutuyorlar 15Ve, bu, diyorlar başka bir şey değil, ap açık bir sihir 16öldüğümüz ve bir toprakla bir yığın kemik olduğumuz vakıt mı? biz mi ba'solunacakmışız? 17Evvelki atalarımız da mı? 18De ki, evet, hem siz çok hor, hakîr olarak 19Çünkü o bir zorlu kumandadan ıbarettir derhal gözleri açılıverir 20Eyvah bizlere derler bu o din günü 21Bu işte o sizin yalan dediğiniz fasıl günü (.......) fakat sen teaccüb ettin - Allah’ın kudretine ve onların inkârına (.......) onlar ise eğleniyorlar, (.......) O fasıl o ayırış şöyle ki, 22Toplayın mahşere o zulmedenleri ve eşlerini ve Allahdan başka taptıkları şeyleri (.......) Eşleriyle - ya'ni emsâl emsâle: puta tapanı puta tapanla, yıldıza tapanı yıldıza tapanla, yâhud zulmedenlerin erkeğini dişisini yâhud Şeytanlardan olan arkadaşlarını. 23Toplayın da götürün onları sırata; Cehennem köprüsüne doğru 24Ve tevkıyf edin onları, çünkü sor guya çekilecekler 25Ne oldu sizlere yardımlaşmıyorsunuz? 26Hayır bu gün onlara teslim olmuşlardır 27Ve ba'zısına dönmüş soruyorlardır: 28Siz diyorlardır: bize sağdan gelir dururdunuz (.......) bize sağdan gelirdiniz - sağdan gelmek, sağlam taraftan, iyi ve hayırhah bir surette gelmek 29Yok, diyorlardır: siz inanmamıştınız 30Ve bizim size karşı cebredebilecek bir saltanatımız yoktu, fakat siz azmış bir kavm idiniz 31Onun için üzerimize rabbımızın kavli hakk oldu, her halde hepimiz tadacağız 32Evet biz sizi kışkırttık, çünkü biz azgındık 33O halde hepsi o gün azâbda müşterektirler 34İşte biz mücrimlere böyle yaparız 35Çünkü onlar (.......) denildiği zaman kafa tutuyorlardı 36Ve "hiç biz mecnun şâır için ilâhlarımızı bırakır mıyız?" diyorlardı 37Hayır o hakk ile geldi ve bütün Peygamberleri tasdık eyledi 38Elbette siz o elîm azâbı tadacaksınız 39Maamafih başka değil, hep yaptığınız amellerinizle cezalanacaksınız 40Müstesnâ ancak Allah’ın ıhlâs verilmiş kulları 41Onlar için bir "ma'lûm rızık" var (.......) devamı, lezzeti gibi hasaisı ma'lûm ve mukarrer, ya'ni 42Meyveler, ve onlar hep ikram olunurlar (.......) fakiheler, meyveler - bu ta'birde, iki nükte vardır. Birisi, Ehli Cennetin yemeleri içmeleri mahzâ zevk-u lezzet için olduğunu ihtardır. Çünkü meyve sâde lezzet için yenir. Diğeri de Dünyadaki mesaînin semaratı olmasına işarettir. 43Naîm Cennetlerinde Naîm Cennetleri - ni'metten başka bir şey olmıyan Cennetler 44Karşılıklı tahtlar üzerinde 45Maînden bir ke's ile üzerlerine pırlanılır (.......) keis - dolu kadah, boşuna keis denmez, (.......) MAÎN - aslında menbaından çıkan, yâhud göz önünde akan su demek olup Cennet içkisi bununla tavsıf olunmuştur ki, 46Bembeyaz, içenlere lezzet 47Onda ne bir gaile vardır, ne de başlarına vurur (.......) onda hiç bir gaile yok - Dünya şarabları gibi humarı, mazarreti, günahı yok (.......) ve ondan sarhoş da edilmezler. 48Yanlarında iri gözlü nazarlarını kasretmiş nazenînler (.......) gamzelerini zevcelerine kasretmiş başkasına bakmaz dilberler. 49Sanki saklı yumurtalar 50Derken ba'zısı ba'zısına dönmüş soruyorlardır: 51İçlerinden bir söyliyen "benim der: bir karînim vardı (.......) benim bir karînim vardı - ya'ni Dünyada beraberimde duran bir arkadaş. Buharîde bu karîn, Şeytan diye tefsir edilmiştir. 52Derdi: sen cidden inananlardan mısın? 53Öldüğümüz de bir toprakla bir yığın kemik olduğumuz vakıt hakıkaten biz cezalanacak mıyız?" 54Nasıl der bir bakıştırır mısınız: Derken bakmış onu tâ Cehennemin ortasında görmüştür 55Tallahi, der: doğrusu sen az daha beni helâk edecektin 56Rabbımın ni'meti olmasa idi ben de bu ihzar edilenlerden olacaktım 57Nasılmış bak? Biz ölecek değiliz ilk ölümümüzden başka 58Ve biz muazzeb değiliz 59Bu işte hiç şübhesiz o büyük murad, büyük kurtuluş 60Böyle bir murad için çalışsın çalışan erler 61Nasıl bu mu hayırlı konmak için yoksa o zakkum ağacı mı? 62Ki, biz onu zalimler için bir fitne kılmışızdır (.......) bu mu konukluk için - NÜZÜL, müsafir gelir gelmez ikram için sunulan konukluk - burada bu ta'bir gösteriyor ki, yukarıda ehli Cennet için söylenen henüz yeni gelene konulan ikramiyye kabîlinden olup onlara onun ilersinde öyle ni'metler vardır ki, şimdi zihinler onu anlamaktan âcizdir. İşte Ehli Cehennem için de (.......) zakkum ağacı - öyledir. ZAKKUM, Tihamede biten küçük yapraklı acı ve fena kokar bir ağacın ismi olup bervechiâti ta'rif olunan ve meyvesi Ehli cehennemin konukluğu olan ağaç bununla tesmiye olunmuştur. Buyuruluyor ki, 63O bir ağaçtır ki, Cehennemin kökünde çıkar (.......) zira biz onu zalimler için bir fitne kılmışızdır. Ona Dünyada zalimler meftun ve mübtelâ olur. Âhırette de mihnet ve azâbını çekerler. Allahü a'lem, halkı zulm ile yemek için kurulan zaleme teşkilâtı o zalimler kurumu. 64Tomurcukları Şeytanların başları gibidir (.......) O Cehennemin kökünde, dibinde çıkar - da dalları derekâtına dağılır. 65Her halde onlar ondan yiyeceklerdir (.......) Tal'ı, meyvesinin doğum noktaları (.......) sanki Şeytanların başları gibidir. - Buna üç ma'nâ verilmiştir: 1 - Son derece çirkinlikten kinaye olmak üzere muhayyel bir teşbih. 2 - Şeyatîn, çirkin suratlı korkunç yılanlar demektir. 3 - Ruusüşşeyatîn, çirkin manzaralı ma'ruf bir otun meyvesi imiş ki, Yemende (esten) denilirmiş. Bizde dördüncü bir ma'nâ anlâmak istiyoruz ki, zalimleri en çok aldatan, meftun eden nokta onun çiçek açıp meyvesini verecek olan noktalarıdır. Varidat menba'ları gibi görünen o noktalar öyle iğfalkârdır ki, sanki Şeytanların başları yâhud rüesası gibi 66Yiyecekler de ondan karınlarını dolduracaklardır 67Sonra üzerine onların hamîmden bir haşlamaları vardır 68Sonra da dönümleri şübhesiz ki, Cehennemedir 69Çünkü onlar babalarını dalâlette buldular 70Şimdi de onların izlerince koşturuyorlar 71Hakıkat onlardan evvel eskilerin ekserisi dalâlette idi 72Celâlim hakkı için içlerinde inzar edici Peygamberler de gönderdik 73Sonra da bak o inzar edilenlerin akıbeti nasıl oldu? 74Ancak Allah’ın ıhlâs ile seçilen kulları başka (.......) sonra onların bunun üzerine hamîmden bir haşlamaları da vardır. - ŞEVB, içkiye karıştırılan katgı, aşlama veya haşlama. HAMÎM,esasen kaynar su demek olup Cehennemin em'ayı parçalıyan suyuna denir. Bununla haşlanan o içki de gassak, akan cerahat, irindir. Çünkü zalimler halkı bu hale getirirler. Âhırette de öyle haşlanırlar. (.......) 75Celâlim hakkı için bize Nuh nidâ etmişti, biz de hakıkat ne güzel mücîbiz 76Hem onu ve ehlini o büyük sıkıntıdan kurtardık (.......) tufan felâketi. 77Hem zürriyyetini bâkıy kalanlar kıldık (.......) hem zürriyyetini, bâkıy kalanlar onlar kıldık - «onun üç oğlu: Sam, Ham, Yasif ve bunların zevcelerinden başka sair gemide bulunanların hepsi zürriyyet bırakmayarak vefat etti» demişlerse de biz bunu Sûre-i «Hûd» da geçen (.......) âyetine muvafık bulmayız. Çünkü (.......) buyurulan kalîl olduğu zâhirdir. O halde buradaki kasır, gemidekilere değil, gark olanlara nazaran izafî olmak daha muvafıktır. Bununla beraber denebilir ki, bütün gemidekilerin zürriyyetleri tağliben onun zürriyyeti hukmünde tutulmuş ve bu suretle bâkıylerin hepsi onun zürriyyeti olarak sayılmış, ona Âdem’i sani denmiştir. Taberî der ki, Arab Sam evlâdından, Sudan Ham evlâdından, Türk ve sairleri Yâsif evlâdındandır. Ebû Hayyan da Bahrde bunu naklettikten sonra şöyle kaydediyor;bir fırka da şöyle söylemiştir: Allahü teâlâ Hazret-i Nûh’un zürriyyetini ibka edip neslini uzatmıştır. Bununla beraber bütün insanlar onun neslini munhasır değildir. Ümmetler içinde ona râci' olmıyan da vardır.» Âlûsî de Şu mütaleada bulunmuştur: sanki bu fırka, garkın umumî olduğuna kail olmıyor. Nuh aleyhisselâi küffar aleyhinde duâ etmiş, fakat ehli Arzın hepsine gönderilmemiştir. Çünkü bı'setin umumî olması ilk evvel Hatemülmürselîn sallâllahü aleyhivesellem Hazretlerinin hassasındandır. Umuma kail olup da hasrı, gark edilenlere nisbetle yapmış olması da câizdir (.......) 78Hem de namına bıraktık sonrakiler içinde (.......) hem de âhirîn içinde, ya'ni sonrakiler geriden gelen bâkıyler içinde de kendine bıraktık - burada iki vecih vardır: birisi mef'ul, mahzuftur. Namına zikri cemîl, hüsni senâ bıraktık demektir. Bu surette 79Selâm Nuha bütün âlemler içinde (.......) selâm Nuha bütün âlemîn içinde - Allahü teâlâ tarafından bir selâm olur. Diğeri de hikâye tarikıyle bu selâmın mef'ul olmasıdır ki, bu vecih daha zâhirdir. 80Biz böyle mükâfat ederiz işte muhsinlere 81Çünkü o bizim mü'min kullarımızdan 82Sonra da diğerlerini suya boğduk 83Şübhesiz İbrahim de onun kolondan (.......) ve şübhesiz onun şîasındandır elbet te İbrahim. - ŞÎA, bir kimsenin arkasında izince giden tarafdarları, peyrevleri demektir. İbrahim aleyhisselâm da îman ve ıhlâs esnasında ve Allah yolunda müşriklere karşı mücahede hususunda ve şeriatinin teferruatında değilse de usulünde onun izince gitmiştir. 84Çünkü rabbına selîm bir kalb ile geldi (.......) selîm kalb - ter temiz, her lekeden sâlim, Allah sevgisinde hâlis, temamen ona teslim olmuş kalb 85Çünkü babasına ve kavmine şöyle dedi: siz nelere tapıyorsunuz? 86Yalancılık etmek için mi Allahdan başka ilâhlar istiyorsunuz? (.......) ifk için mi Allahdan başka ilâhlara irâde veriyorsunuz - İFK, yalan dolan iftirâ demek ki, Allahdan başka ilâh var demek yalancılıktır, iftirâdır, bühtandır. 87Siz rabbül'âlemîni ne zannediyorsunuz? 88Derken bir bakım baktı da nücume (.......) derken nücumda bir nazar yürüttü, yâhud bir bakıma baktı - bundan bizce mütebadir olan ma'nâ Sûre-i (.......) geçen fikir ve nazardır. Bu surette 89Ben dedi: hastayım (.......) baktı da ben hastayım dedi - kavil (.......) mealinde olur. - Fakat müfessirîn buna şöyle ma'nâ vermişlerdir: kendileriyle beraber ıbadet teklif ettikleri için nücumda bir bakıma baktı da ahkamı nücuma bakıyormuş gibi mevkı'lerini ittisallerini gözden geçirdi, onlar müneccim oldukları için o da onlarla istidlâl ediyormuş gibi görünerek ben keyifsizim dedi, onların tekliflerinden rahatsız olduğunu kasdediyordu. Hastayım deyince: 90O vakıt arkalarını dönerek başından kaçışıverdiler (.......) arkalarını dönerek başından kaçışıverdiler - hastalıktan, tâundan korkmuşlar. Bu ifâde ne kadar nüktelidir, hastayım deyince idbar, sonra darbeyi vurunca da: 91Derken kurnazlıkla onların ilâhlarına vardı da buyursanız a, dedi, yemez misiniz? 92Neyiniz var söylemiyorsunuz 93Diyerek bir takrib ile onlara kuvvetli bir darbe indirdi 94Bunun üzerine birbirlerine girerek ona yöneldiler (.......) zifaf eder gibi birbirine girerek ona ikbal eylediler - hücum ettiler ıkbal göstermeleri âdî insanların ve umumî cem'ıyyetlerin haleti ruhiyyelerini anlatır. 95A, dedi siz kendi yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? 96Halbuki sizi ve yaptıklarınızı Allah yarattı 97Haydin dediler, bunun için bir bina yapın ve bunu ateşe atın 98Böyle ona bir tuzak kurmak istediler, biz de tuttuk kendilerini daha alçak düşürdük 99Bir de dedi ki, ben rabbıma gidiyorum, o bana yolunu gösterir 100Rabbım! bana salihînden ihsan buyur 101Biz de ona uslu bir oğul müjdeledik (.......) bunun üzerine onu bir gulâmı halîm ile müjdeledik - bu uslu oğul İsmail aleyhisselâmdır. İshakı tebşir bundan sonra ayrıca söylenecektir. 102Vakta ki, yanında koşmak çağına erdi, ey yavrum! dedi ben menamda görüyorum ki, ben seni boğazlıyorum, artık bak ne görüyorsun! ey babacığım dedi: ne emrolunuyorsan yap! beni inşaallah sabirînden bulacaksın (.......) derken vaktâki beraberinde koşmak, ya'ni çalışmak çağına irdi, ona Allah için yapılacak bir iş, bir taat göstermek üzere (.......) ey yavrum! Dedi: ben düşümde görüyordum ki, (.......) ben seni boğazlıyorum (.......) artık bak ne görürsün - ne dersin, ne reyde bulunursun. Deniliyor ki, Hazret-i İbrahim, bunu Zilhiccenin sekizinci, dokuzuncu, onuncu ya'ni Terviye Arefe, Nahir geceleri sıra ile üç gece görmüş idi (.......) Peygamberin rü'yası vahiy, ta'birleri vahiy olduğundan Hazret-i İbrahim böyle görmüş ve böyle ta'bir eylemiş ve binaenaleyh böyle vahiy almış olmakla bu, icrası vacib bir emri hakk olmuş oluyordu. Bunun üzerine onu cebren icraya kalkışmayıp evvelâ sureti icrasını müşavere etmek üzere böyle re'yini sorarak tebliğ eyledi, ki, bununla ilk önce onun itaat ve inkıyad ile ecr-ü sevaba nailiyyetini te'min etmek istedi. Düşünmeli bunu söylerken ey yavrucuğum, diye hıtab eden bir babanın kalbinde ne yüksek bir şefekat hissi çarpıyor ve ona ne kadar büyük bir vazıfe aşkı, Allah muhabbeti hâkim bulunuyordu. Düşünmeli de duymalı ki, bu ne büyük bir belâ, ne dehşetli bir imtihanı ilâhî idi. İşte bunun böyle bir emri ilâhî olduğunu anlıyan ve Allah’ın sabredenlerle beraber olduğunu bilen o halîm oğul (.......) ey babacığım! dedi (.......) ne emrolunuyorsan yap (.......) beni inşaallah sabredenlerden bulacaksın 103Vaktâ ki, bu suretle ikisi de teslim oldular ve onu tuttu şakağına yıktı (.......) vaktâ ki, böyle ikisi de teslim oldular - Allah’ın emrine teslimi nefs eylediler. (.......) Ve İbrahim, onu tuttu şakağına yıktı - CEBÎN, şakak, ya'ni alnın yanlarıdır. Bu, Minada Sahranın yanında veya mescidine nâzır mevzı'de yâhud bu gün kurbanların kesildiği mevkı'de olmuştu diye naklediliyor. Bıçağını çekip çekmediği hakkında iki kavil vardır. Burada yalnız buyuruluyor ki, şakağına yatırdı 104Ve şöyle ona nida ettik: ya İbrahim! (.......) biz de ona şöyle nida ettik: 105Ru'yayı gerçek tasdık eyledin, biz böyle mükâfat ederiz işte muhsinlere (.......) ya İbrahim rü'yayı gerçekten tasdık eyledin - sıdk ile yerine getirdin, gördüğün gibi inandın ve azm-ü sadakatle icra eyledin, çünkü (.......) diye görmüş (.......) dememişti. Azm ve ciddiyyetle zebha teşebbüs etmekle de kalmayıp o tehakkuk etmişti. Taberî gibi ba'zı müfessirîn işbu (.......) nın cevabı ve (.......) ın (.......) kabilinden olduğuna kail olmuşlarsa da muhakkıklerin muhtarına göre vavi atf olup burada cevab, tefhıym için mahfuzdur, şöyle demektir: ve biz böyle nida edince: ne büyük bayram, ne ta'rife sığmaz neş'e ve sürr hasıl olduğunu söylemeğe hacet yok!... Şu da cevabın ta'lilidir. (.......) çünkü biz böyle mükâfat ederiz muhsinlere 106Şübhesiz ki, bu açık bir ibtilâ, kat'î bir imtihan (.......) şübhesiz ki, bu - İbrahimin ma'ruz olduğu bu oğlunu kurban etmesi işi (.......) elbette açık belâ, parlak imtihandır. - Öyle açık belâ ve parlak imtihandır ki, gerek İbrahimin ve gerek oğlunun (.......) mantukunca en yüksek mertebei ihsanda bulunan muhsinlerden olduklarında hiç şübheye mahal bırakmaz. Onun için onların o ihsanlarını mükâfat ile karşılayarak öyle nida ettik 107Dedik ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik (.......) ve ona azîm bir kurbanlık ile fidye de verdik - ya'ni İbrahime oğlunun yerine kesilmek için büyük bir kurbanlık fidyei necat da verdik. Zebha mübaşeretle rü'ya tehakkuk ettirilmiş olup da (.......) diye nida olunduktan sonra fidyenin ma'nâsı ne olabilir? Bunu en güzel izah eden vecih, şudur: deniliyor ki, İbrahim aleyhisselâm bir oğlu olursa Allah yolunda kurban edeceğini nezreylemişti, sonra unutmuş, ru'ya bunu ıhtar eylemişti, onun için nida olunduğu zaman ru'ya tehakkuk ettirilmiş olmakla beraber nezir yerini bulmamış olduğundan bu fidye onu böyle nesıh suretiyle ikmal etmiş ve ayrıca bir ni'met olmuştur. Bundan dolayı İmamı a'zam demiştir ki, çocuğunu kurban etmeği nezr edene bir koyun kesmek vacib olur. Acaba o azîm kurbanlık ne idi ve azameti neresinde idi? Çokları Cennetten gelme, beyaz ve iri rivayette emlah, ya'ni alaca ve a'yen; iri gözlü bir koç idi demişler ki, Yehûdun kavli de buna muvafıktır. Ba'zıları da Sebîr dağından inme bir va'l, ya'ni dağ keçisi demişlerdir. Büyüklüğünü de ba'zıları maddî olarak iri cüsseli diye ba'zıları da ma'nevî azamet ve ehemmiyyetle tefsir eylemişlerdir. Yalnız bir Peygamber değil, belki baba ve oğul iki Peygamberin ibtilâsını ref' eyliyen ve bahusus neslinden hatemülenbiya gelecek bir Peygamberin fidyesi olan ve Cennetten gelen bir kurbanlık elbette azîm olur. Ba'zıları da demişlerdir ki, azameti ondan sonra sünnet ve din olması i'tibariyledir. Ebû Bekri verrak birnesilden değil, doğrudan doğru tekvinden olması haysiyyetiyledir demiş. Fakat ıhtara hacet yoktur ki, Kur’ân’ın (.......) ifâdesi bütün bunlardan daha şümullü ve daha azametlidir Allahü a'lem 108Namına da bıraktık sonrakiler içinde (.......) sonrakilerde de namına bıraktık - onu zikri cemîl ile yad eder ve sünnetini icra ile bayram yaparlar. 109Selâm İbrahime (.......) selâm İbrahime 110Böyle mükâfat ederiz işte muhsinlere (.......) işte muhsinlere böyle mükâfat ederiz.- Burada (.......) denilmemesi biraz evvel geçmiş olduğu için burada bir nevi' te'kid kasdedildiğine işaret olmalıdır. Evet, İbrahim muhsinlerdendir. 111Çünkü o bizim mü'min kullarımızdan (.......) çünkü o bizim mü'min kullarımızdan - yehûd bu zebîhın Hazret-i İshak olduğuna kail imişler. Muhammed İbn-i İshak, Taberî gibi ba'zıları da buna zâhib olmuşlar, Muhiddini Arabî de fususunda buna gitmiştir. Lâkin burada şu atıf onları reddetmekte zâhirdir. Zira (.......) üzerine atf ile buyuruluyor ki, 112Bir de onu salihînden bir Peygamber olmak üzere İshak ile müjdeledik (.......) bir de onu İshak ile müjdeledik - belli ki, bu şöyle demek oluyor (.......) diyen İbrahimi o zebh kıssası zikredilen halîm oğulla müjdeledikten başka bir de İshak ile müjdeledik (.......) ki, salihînden bir Peygamber olmak üzere - şu âyet de bu ikisine sarf edilmek daha mülâyimdir. 113Hem ona hem İshaka bereketler verdik İkisinin zürriyyetinden de hem muhsin olan var hem de nefsine açık zulmeden (.......) hem ona - o halîm oğula (.......) ve hem İshaka bereketler de verdik - ya'ni ikisinin de zürriyyetlerini bereketlendirdik çoğalttık. Burada (.......) zamirini İbrahime göndermek zürriyyet cihetiyle İshaka tekabülünü ıktiza edeceğinden yakışmaz. İshak ve zürriyyeti İbrahimin zürriyyetinden olduğu için İbrahimin İshaka mukabil zürriyyet ve bereketi ancak diğer oğlu i'tibariyle olabilir. Onun için (.......) zamiri bu ı'tibar ile İbrahime gönderilse bile şu tesniye zamiri her halde iki oğula gönderilmek lâzım gelir (.......) ikisinin zürriyyetinden de - İbrahimin iki oğlunun ikisinin zürriyyetinden de, gulâmı halîm olan İsmailin zürriyyetinden de İshakın zürriyyetinden de (.......) hem muhsin hem de nefsine açık zalim olan var - işbu (.......) dan murad evlâdı İsmail ile evlâdı İshak olduğunda hiç tereddüd edilmemek ıktiza eder. Zira zamir İbrahim ile İshaka gönderildiği takdirde bile İshak zürriyyetinin mukabilinde İbrahim zürriyyeti İshak zürriyyetinden maâda bir zürriyyet olmak lâzım gelir. Bu da ma'lûm olan evlâdı İsmaildir. Ve hattâ bu takdirde İbrahim zürriyyeti unvanının İshak evlâdından ziyade İsmail evlâdına evlâ ve ahrâ olduğuna bir işaret yapılmış olur. Hasılı: ben rabbıma gidiyorum deyip de (.......) diye yalvaran ve o belâi mübîn ile imtihanı muvaffakıyyetle geçen İbrahime rabbı öyle selâm ve selâmetle zikri cemîl ihsan etti. Ve iki oğul müjdeliyerek onlardan zürriyyetine öyle bereket verdi ki, hâlâ ikisinin de zürriyyeti o feyz-u bereketle yaşamakta ve fakat sâlih ve muhsin değil, kimisi îman ile mertebei ihsanda, kimisi de küfr-ü ma'sıyetle nefsine zulm etmekte. Bu suretle İbrahime verilen bu zürriyyet bereketi, Nuha verilen zürriyyet bakasına şebihtir. Ancak şunu unutmamalı ki, ataların salâhı evlâdın salâhını istilzam etmez, onun için Nûh’un zürriyyetinden putperestler, İbrahimin zürriyyetinden zâlimler çıkmıştır. 114Celâlim hakkı için Musâ ile Harûnu da minnetdâr eyledik 115Hem kendilerini ve kavmlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık 116Hem yardım ettik onlara da galibler onlar oldular 117Hem kendilerine o belli kitabı verdik (.......) Belli kitab, yâhud beyanı, ifadesi güzel kitab, ya'ni Tevrat. 118Ve kendilerini doğru yola çıkardık 119Sonrakiler içinde de namlarına şunu bıraktık 120Selâm Musâ ile Haruna 121Biz böyle mükâfat ederiz işte muhsinîne 122Çünkü ikisi de bizim mü'min kullarımızdan 123Şübhesiz İlyas da mürselînden (.......) İlyas da o mürselînden - ya'ni yukarıda (.......) buyurulduğu üzere inzar için gönderildiklerine kasem edilen Peygamberlerden, o da Benî israîl Peygamberlerinden (İlyas İbn-i yasîn) ki, Harun aleyhisselâmın ahfadından denilmiş. (Sûre-i «En'am» a bak) 124Zira kavmine demişti: siz Allahdan korkmaz mısınız? 125Bir ba'le mi yalvarıyorsunuz bırakıb da o ahsenülhâlikîni BA'L - bir putun ismi ki, yirmi arşın boyunda altından ve dört yüzlü bir put olduğu söyleniyor. Kim bilir konduğu kaıdesi ne kadardı, hâlâ Şamda Ba'lebek kasabası bu nam iledir. 126O rabbınız ve evvelki atalarınızın da rabbı olan Allah’ı? 127O vakıt onu tekzib ettiler, şübhesiz ki, onlar da ıhzâr edildiler 128Müstesnâ Allah’ın ıhlâslı kulları 129Ona da sonrakilerde şunu bıraktık 130Selâm, ilyasîne (.......) Selâm, İlyasîne - İLYASÎN, İlyas demektir. Ba'zı kıraetlerde (.......) okunduğundan her iki kıraete de mutabık olmak için imlâsı (.......) suretinde yazılır. YASÎN, İlyas aleyhisselâmın babası olmakla âli yasîn yine İlyas demek olur. Yasîn bir de Resuli Ekremin isimlerinden olduğuna göre bazıları âli Yasînden murad ümmeti Muhammed olduğunu söylemişlerdir. Her halde (.......) denilmeyip (.......) buyurulması bir tevriyeden halî değildir. Âli yasîn kıraeti de bu tevriyede sarihtir. İmlâda (.......) vasledilmeyip de iki kıraete müsaid şekilde yazılması da bu tevriyenin bilvücuh mültezem olduğunu iş'ar eder. Şu halde demek olur ki, burada (.......) denirken (.......) ma'nâsına bir de tevriye kasd olunarak (.......) buyurulmuş ve bundan dolayı olmalıdır ki, selâm fıkraları da burada bitirilmiş, Lût ve Yunüs kıssalarında daha ziyade (.......) mazmununa tenbih buyurulmuştur. Bu tevriyeye nazaran 131Biz böyle mükâfat ederiz işte muhsinîne 132Çünkü o bizim mü'min kullarımızdan (.......) İlyasa ve yasîne raci' olabilir demektir. 133Şübhesiz Lût da mürselînden 134Zira kurtardık onu ve bütün ehlini 135kalan bir karıdan başka batanlar içinde 136Sonra diğerlerini tedmir eyledik 137Ve siz elbette onlara uğrar ve üzerinden geçerseniz, sabahleyin 138Ve geceleyin, ya akıl edip de düşünmez misiniz (.......) Kureyş Şama ticaretle giderlerken yolları kavmi Lût’un yerlerine uğrar. (.......) 139Şübhesiz Yunüs de o mürselînden (.......) Şübhesiz ki, Yunüs de o mürselînden - Yunüs aleyhisselâmın kıssasında Allahü teâlânın bir Peygamberini habsedişinin bir ifâdesi vardır. Bunun burada zikri daha ziyâde Peygambere bir tezkir olmak haysiyyetiyledir. 140Hani bir vakıt dolu gemiye kaçmıştı, (.......) hani düşün o vaktı ki, Yunüs ibak suretiyle dolu gemiye kaçmıştı - İBAK, bir kölenin Efendisinden firar etmesidir. Sûre-i (.......) da (.......) buyurulduğu üzere Yunüs aleyhisselâm öfkelenip tarafı ilâhîden izin gözlemeksizin çıkmış olduğundan ibak ta'bir buyurulmuştur. Âlûsî tefsirinde der ki, Yunüs aleyhisselâm hakkında ehli kitabın kitablarında mezkûr olan şudur: Allahü teâlâ onu Ninüva ehalisine gidip da'vet etmeğe me'mur eylemişti ve o vakıt Ninüva cidden büyük idi, üç gün kadar bir müddette kat'olunabilirdi, şerleri büyümüş, fesadları çoğalmış idi, işi isti'zam etti ve Tersise kaçtı, onun için Yafaya geldi, bir gemi buldu, sahibleri Tersise gitmek istiyorlardı isticar etti, ücretini verdi ve gemiye bindi, derken büyük bir fırtına koptu, dalgalar çoğaldı gemi gark olacak hale geldi, gemiciler telâş ettiler, gemi hafiflemek için ba'zı eşyaları denize attılar, o sırada Yunüs geminin karnına inmiş uyumuş, hattâ nefesi yukarı çıkarmış, kaptan ona vardı ne uyuyorsun kalk rabbına duâ et ola ki, bizi bu halden halâs eder de helâk etmez dedi ve birbirlerine gelin bu şer bize kimin sebebiyle geldi bilmek için kur'a atalım dediler, kur'a attılar Yunüse düştü, bunun üzerine: anlat bize sen ne yaptın, nereden gelip nereye gidiyorsun, hangi köyden hangi soydansın? dediler, o vakıt onlara «ha ben karayı ve denizi yaratan ilâhüssema rabbın kuluyum» dedi ve haberi anlattı, onun üzerine çok korktular ve neye öyle yaptın diye levmettiler, sonra ona «bu deniz durmak için biz sana ne yapalım» dediler, «beni denize atın durur, çünkü bu büyük fırtına benim için» dedi, adamlar gemiyi geri karaya atmağa çalıştılar, yapamadılar, nihayet Yunüsü tuttular, gemide bulunanların necatı için denize attılar, derhal deniz durdu ve Allahü teâlâ büyük bir balığa da emretti onu yuttu, onun karnında üç gün üç gece kaldı,ve karnında rabbına duâ ediyor ve ona yalvarıyordu, derken Allah sübhaneh balığa emretti onu karaya bıraktı, sonra Allah azze vecell ona «kalk Ninüva var bundan evvel sana emrettiğim vechile ehalisine nida et» buyurdu, Yunüs aleyhisselâm da vardı, nida etti ve «Ninüva üç gün zarfında batacak» dedi, bunun üzerine Ninüva ricali Allahü teâlâya îman ettiler, ve oruç nidâ ettiler ve hepsi eskiler giydiler, kıral haber aldı, o da tahtından indi, hullesini çıkardı, ve bir çul giydi ve kül üzerine oturdu, gerek insan ve gerek hayvan hiç biri ne yiyecek ne içecek tatmasın diye münadi çağırdıldı ve hepsi Allahü teâlâya sığındılar ve şer ve zulümden geçtiler. Allahü teâlâ da kendilerine merhamet buyurdu, azâb etmedi, etmeyince Yunüs aleyhisselâm merak etti, ilâhî işte ben bundan kaçmıştım, çünkü bilirdim sen rahîm, raûf, sabûr, tevvabsındır. Ya rab benim canımı al artık ölüm bana hayattan hayırlıdır dedi, ya Yunüs cidden mahzûn oldun? buyurdu, evet ya rab dedi, ve Yunüs çıktı, şehrin mukabilinde beride bir gölgelik yaptı, altına oturdu, şehirde ne olacağını gözetiyordu, Allahü teâlâ emretti kendisine sıkıntısından gölge olmak için başı ucunda bir kabak çıktı, o kabakla ferahlandı büyük bir ferah duydu, yine Allahü teâlâ bir kurda emreyledi kabağı vurdu kuruttu, sonra sıcak bir semum rüzgârı esdi, Güneş de Yunüs aleyhisselâmın başına aksetti, iş ağırlaştı. Ölüm hoşlanılacak hale geldi, o vakıt rab: ya Yunüs kabağa cidden acıdınmı? buyurdu, cidden acıdım ya rab dedi, Allah sübhanehü de «ya sen o hiç üzerine yorulmadığın bakıb büyütmediğin, belki bir gecede bitip bir gecede helâk olan kabağa acırsın da ben o içinden on iki tepeden fazla insan sakin olan ve sağını solunu bilmez bir kavim ve bir çok hayvanat bulunan o büyük Ninüva şehrine merhamet etmezmiyim? buyurdu (.......) Âlûsî bunu naklettikten sonra bunda hakka muhalif noktalar bulunmakla beraber ıttıla' hasıl olmak için nakleyledim diyor. Onun için bu kıssaları okurken Kur’ân’ın ifâdesindeki nezahete ve inceliklere dikkat ederek okumalıdır. Orada Yunüs aleyhisselâmı kavminin iymanından sonra azâb etmedi diye balığın karnındakinden ziyade vicdan azâbına düşmüş ve başında kabak da ondan sonra bitmiş gösteriyor, halbuki Kur’ân Sûre-i Enbiyada: (.......) diye onun gamdan kurtarıldığını anlattığı gibi burada da alana atılışını ve kabağının bitirilmesini balığın karnında hasta olarak çıkarılması akıbinde olarak anlatmış ve kıssanın sonunu da kavminin iymaniyle istifâdeleri gibi bir husni akıbetle bağlamıştır. Sûre-i Yunüste (.......) buyurulduğu üzere böyle îmanı yeis halinde halâs yalnız kavmi Yunüse nasîb olmuştur. Azâb îman etmediklerinden dolayı mev'ud olduğu için kavmi îman ettikten sonra azâb etmedi diye bir Peygamberin gûya yalancı çıkmış olup da ölsem bundan iyi idi diye mahzûn olmasında ma'nâ yoktur. Bu huzün belki bidayetinde kızıp kaçtığı zaman olmuş olabilir. Hulâsa buyuruluyor ki, hani o dolu kemiye kaçmıştı 141kur'a çekmişti de kaydırılanlardan olmuştu (.......) da sehim, kur'a atışmıştı (.......) kaydırılanlardan olmuştu - ya'ni kur'ada mağlûb olmuş, gemiden atılmıştı, burada kendi kendini attı diye bir söz varsa da (.......) ta'birinin zâhirine muvafık değildir. Kendini atmış değil de kendi rızasiyle atılmış olabilir. 142Derken kendisi balık yuttu melâmette idi (.......) Derhal balık onu lokma etti, ya'ni yuttu (.......) melâmette idi, kendini levm ediyordu, peşiman oluyordu 143Eğer çok tesbih edenlerden olmasa idi (.......) eğer o çok tesbih edenlerden olmasa idi - öteden beri Allah’ı tesbih ile çok zikr ederdi, bu zulûmatta da (.......) diye nida ediyordu. Fakat sâde şimdi değil, öteden beri çok tesbih edenlerden olmasa idi 144Her halde ba'solunacakları güne kadar onun karnında kalırdı (.......) ba's olunacakları güne kadar elbette onun karnında kalırdı - lâkin kalmadı 145Hemen biz onu alana attık hasta idi (.......) hemen biz onu alana, açık, boş bir sâhaya fırlattık (.......) o halde ki, hasta idi, fırlattık 146Ve üzerine kabak cinsinden bir ağaç bitirdik (.......) ve üzerine yaktîn, ya'ni bal kabağı cinsinden bir ağaç bitirdik - gövdesiz, çabuk biter, çok çatallanır uzar ve yaprakları büyük olduğundan gölgeliğe kabiliyyetli bir ağaç, sâkı olmadığı halde buna ağaç denilmesi çatallanıp yükselebilmesi ı'tibariyledir. Demek ki, başında bu kabağın bitmesi çıktığı sırada hasta halinde bir siper olmak için idi. Bunun basît bir teşkilâta işaret olması da melhuzdur. 147Ve onu yüz bine Resul gönderdik ve hattâ artıyorlardı (.......) ve onu, ya'ni Yunüsü yüz bine gönderdik - ya'ni kaçtığı yere tekrar gönderildi ki, yüz bin nüfusa baliğ oluyordu (.......) hattâ artıyorlardı - ya'ni pek çok değillerse de az da değillerdi, artmağa da müsteıd idiler, bu ta'bir iki irsal arasında tezayüd bile vakı' olduğuna işarettir. 148O vakıt ona îman ettiler de onları bir zamana kadar istifade ettirdik (.......) bunun üzerine îman ettiler de biz de onları bir zamana kadar yaşattık - îmanı yeis faide vermezken bu suretle kavmi Yunüse verdi. 149Şimdi sor o seninkilere: rabbına kızlar, onlara oğullar öyle mi? (.......) Bu (.......) bir fezlekedir, ya'ni yukarıdaki (.......) emrinden buraya kadar tafsıl olunan kıssaları bir telhıs ederek demek olur ki, şimdi bunlara atfı nazar ve nihayet Yunüs kıssasını da teemmül eyledikten sonra Peygamberliğin müşkilâtından kaçınmıyarak ya Muhammed! sen yine müşriklere sor: susturmak için de: (.......) rabbına kızlar. Onlara oğullar öyle mi? - Bu ne biçim taksim? Cüheyne Benî seleme, Huzâa Benî melîh gibi Arab müşrikleri Melekler Allah’ın kızlarıdır diyorlardı, halbuki kendilerinin kız evlâdları olsa istemiyorlardı, bir de meleklere kız demekle onlarda şiddet tasavvur etmiyorlardı, Sûrenin başında onların tasvir olunan şiddetlerini duyurmak (.......) buyurulduğu gibi burada da akıdelerini ibtal için zecir buyuruluyor. Buna karşı ı'tizar makamında murad dişi mahlûkları demektir diyecek olurlarsa buyuruluyor ki, 150Yoksa biz Melâikeyi dişi yaratmışız da onlar şâhid mi bulunuyorlarmış? (.......) yoksa biz Melâikeyi dişi olarak yaratmışız da onlar şâhidler mi imiş? - 151Ha!.. onlar şübhesiz ki, yalancıdırlar (.......) ha bak - bu yukarıki (.......) emrinde dahil olmıyarak doğrudan doğru tarafı ilâhîden yalancılıklarını i'lan ile mezheblerini ibtal ve tenakuz gibi açık yalan olduğu ma'lûm olan şeylere şehadet etmeğe kalkışınların şehadetleri mesmu' olamıyacağını ıhtar eder. 152"Allah doğurdu" derler ve elbette bunlar yalancıdırlar 153Kızları oğullara tercih mi etmiş? 154Nah sizlere! nasıl hukmediyorsunuz? 155Hiç demi düşünmezsiniz? 156Yoksa sizin için açık bir ferman mı var? 157O halde getirin kitabınızı sadıksanız 158Bir de onunla Cinler beyninde bir neseb uydururlar (.......) bir de Allah ile Cinler beyninde bir neseb uydurdular.- Bu cümle (.......) kavli üzerine ma'tuftur. Hıtabdan yine bu suretle gıyaba geçilmesi sözlerinin şenaatinden dolayı hıtaba kabiliyyetleri olmadığını bir ıhtardır. Ya'ni iftiralarından bütün Cinlerle Allah arasında bir neseb, ülûhiyyette iştiraki ifâde edecek vechile bir münasebet, bir ortaklık uydurmağa kadar gittiler. Burada Cin, Meleklere dahi şamil olan eamm ma'nâya alel'umum gizli mahlûklar, maba'dettabiî kuvvetler, bütün ruhanîler demektir. Mecûsî mezheblerinde olduğu üzere Şeytan, Allah’ın kardeşidir, Melekler Allah’ın kızlarıdır dedikleri gibi bir takımları da ruhanîlerin, Cinlerin, Meleklerin Allah’a münasebeti yakınlığı vardır. Biz onların vesatati olmaksızın Allah’a yaklaşamayız, Allah yanında şefi'lerimiz olmak için biz onlara ıbadet etmekteyiz diyor, şirk koşuyor, biri şer yapar, biri hayır diyorlardı. Sûre-i (.......) âyetlerinin tefsirinde buraya dair tafsılât geçmişti bak. (.......) halbuki o neseb isnad ettikleri ruhanîler alel'husus Melâike bilir, şehadet ederler ki, (.......) her halde onlar: o iftirayı uyduran yalancılar (.......) muhakkak ıhzar olunacaklar - yakalanıp Cehenneme tıkılacaklardır. 159Celâlim hakkı için Cinler bilirler ki, onlar ihzar olunacaklardır (.......) Allah, onların isnad ettikleri vasıflardan münezzeh sübhandır. - Bilirler, böyle tesbih ile tenzih ederler. Meleklerin tesbihinde şübhe olmadığı gibi (.......) diye mahlûkıyyetini ı'tiraf eden İblîs bile müşriklerin isnad eyledikleri şirk vasıflarından Allah’ı tenzih eder, (.......) lâkin Allah’ın ıhlâs ile seçilen kolları başka - onlar öyle isnadda bulunmazlar ve onun için azâba da ıhzar olunmazlar. 160Münezzeh sübhan o Allah onların isnad ettikleri vasıflardan 161Lâkin Allah’ın ıhlâs ile secilen kulları başka (.......) Çünkü siz ve o taptıklarınız - putlarınız ve Şeytanlarınız 162Çünkü siz ve taptıklarınız (.......) Allah’a karşı meftun edemezsiniz 163Ona karşı kimseyi meftun edemezsiniz (.......) ancak Cehenneme yaslanacak olanı aldatırsınız - onun için Allah’ın ıhlâs ile seçilen kullarını bozamazsınız. Şu da o bilen Cinlerin, ya'ni Melâikenin sözlerindendir. 164Meğer ki, Cahîme saldıran olsun (.......) Bizden ise başka değil (.......) ancak ona ma'lûm bir makam vardır. - Ya'ni her birimizin Allahü teâlâya ubudiyyet için durduğumuz ma'lûm bir makamı, muayyen bir haddi vardır ki, onu geçemeyiz 165Bizden ise her birimiz için bir makamı ma'lûm vardır (.......) ve biz elbette biz şübhesiz o saf dizenleriz (.......) 166Ve biz elbette biz o saf dizenleriz (.......) ve biz her halde biz o tesbih edenleriz - ya'ni Allahü teâlâyı şanı sübhanîsine lâyık olmıyan evsaftan tenzih ederiz - binaenaleyh veled, neseb gibi isnadları kat'iyyen reddederiz. 167Ve biz elbette biz o tesbih edenleriz (.......) nin muhaffefidir. Ya'ni ve gerçek (.......) kat'iyyetle diyorlardı ki, 168Ve gerçek avvel şöyle diyorlardır: "eğer yanımızda evvelkilerinkinden bir zikrolsa idi (.......) bizim ındimizde evvelkilerinkinden bir zikr olsa idi - onlarınki gibi Allah tarafından indirilme bir kitab, fikirler açıp ıbret dersi veren ilâhî bir kitab olsa idi 169Her halde Allah’ın ıhlâs ile seçilmiş kullarından olurduk (.......) Allah’ın ıhlâs ile seçilen kulları olurduk - Kureyş böyle demişlerdi 170Fakat şimdi ona küfrettiler, artık ileride bilecekler (.......) fakat olunca ona küfrettiler - ıhlâs ile sarılmak şöyle dursun küfrettiler, zikirlerin en güzeli olan Kur’ân nâzil olunca nankörlük edip tanımak istemediler (.......) artık ilerde bilecekler - küfürlerinin akıbeti neye varacağını görecekler, çünkü va'di ilâhî şöyledir: 171Celâlim hakkı için risaletle gönderilen kullarımız hakkında şu kelimemiz sebkat etmiştir: (.......) celâlim hakkı için mürselîn kullarımız hakkın da ezelde şu kelimemiz sebk etmiştir: 172"Onlar elbette onlar muhakkak muzaffer olacaklardır (.......) elbette onlar muhakkak mensur olacaklardır onlar - önünde olmazsa sonunda yardım onlara olacaktır. 173Ve elbette bizim askerlerimiz mutlak onlar galib geleceklerdir" (.......) Ve elbette bizim askerlerimiz - o mürselîne yardım edecek, onun ensarı olacak olan hakk orduları (.......) muhakkak onlar galib olacaklardır. - Peygamberlerin hikmeti irsalleri akıbet tehakkuk edecek, da'vaları zaferi kazanacaktır. Burada bu kelimei ilâhiyye Peygambere va'd ve muhaliflerine vaîd sıyakındadır. Bu va'd-ü vaîd tekrar buyurulduktan sonra bu Sûre-i celîle de şu âyetle hatm olunuyor: 174Onun için yüz çevir de onlardan bir zamana kadar 175Gör onları: yakında görecekler 176Ya şimdi bizim azâbımızı mı iviyorlar? 177Amma onların sahasına indiği vakıt ne fenadır o acı haber verilenlerin sabahı!.. 178Yine sen yüz çevir de onlardan bir zamana kadar 179Gör, yakında görecekler 180Tesbiyh o ızzetin sahibi rabbına onların vasıflarından (.......) tesbih, o ızzetin sahibi olan rabbın sübhane onların isnad ettikleri vasıflardan - ya'ni seni terbiye edip risaletle gönderen ve o kat'î nusrat ve galebeyi va'd buyurmuş olup va'dinde hulf etmesine veya kuvvet-ü kudretine karşı gelinmesine ihtimal bulunmıyan sahib ızzet rabbın sübhane o müşriklerin, kâfirlerin isnad eyledikleri eksik vasıflardan tenzih 181Ve selâm mürselîne (.......) bir de selâm, o mürselîne - mensurıyyetleri ezelde mukadder olan sana ve yukarıda bir kısmının isimleri geçmiş olan bütün Peygamberlere, bütün bu ni'metlerden dolayı 182Ve hamd âlemlerin rabbı Allah’a (.......) hamd de Allah’a rabbül'âlemine - bu âyet de pek cem'iyyetli olan âyetlerdendir. İbn-i Ebi hâtimin Şa'bîden tahric eylediği bir hadîste Resulullah sallallahü aleyhi vesellem buyurmuştur ki, her kimi kıyamet günü ecirden tam ölçekle ölçmek mesrur edecekse meclisinin Âhirinde kalkacağı sıra desin: (.......) |
﴾ 0 ﴿