SÂDSûresi Mekkidir, bir ismi de Sûre-i Davuddur (Besair). Âyetleri - Kûfîde seksen, Hicazî, Bısrî, Şamîde seksen altıdır. Kelimeleri - Yedi yüz otuz ikidir. Harfleri - Üç bin altmış dokuzdur. Fasılası - (.......) harfleridir. Evvelki Sûrenin âhirine doğru (.......) hikâye buyurulduğu için bu Sûre de (.......) ile başlıyor. (.......) Rivayet olunur ki, Ebû Talib hastalandığı zaman Kureyşten bir hey'et geldi, içlerinde Ebû Cehil de vardı, yanına girdiler: biraderinin oğlu bizim ilâhlarımıza şetmediyor, şöyle yapıyor, şöyle şöyle diyor, ona haber göndersen de nehyeylesen dediler, haber gönderdi, nebiyyi ekrem sallâllahü aleyhivesellem geldi odaya girdi, Ebû Talibin yanında bir kişilik yer vardı, oraya oturmasın diye Ebû Cehil sıçradı oraya oturdu, Resulullah amcasının yakınında oturacak yer bulamayınca kapının yanında oturdu, Ebû Talib, ey biraderzadem! Kavmin yine senden şikayet ediyorlar, ilâhlarına şetmediyorsun, şöyle şöyle diyorsun zu'munda bulunuyorlar dedi, onlar da bir çok söylendiler, Resulullah söz aldı: ya ammi ! ben onları bir kelime üzere istiyorum, bir kelime ki, onunla Arab onlara inkıyad edecek, Acem onlara cizye verecek dedi, bunun üzerine ferahlandılar, babanın aşkına ondan fazlasını veririz, ne o kelime dediler? bir tek kelime, dedi, ne o dediler (.......) dedi, derdemez telâş ile kalktılar ve elbiselerini çırparak (.......) dediler, işte (.......) a kadar bunun üzerine nâzil oldu. 1(.......) bu zikrile meşhun Kur’âna bak (.......), bunu âyet sayan rivayet yoktur. Yazılısı ı'tibariyle bir harf okunuşu ı'tibariyle bir isim veya (.......) dan fıli mâzıy veya (.......) dan emri hâzır olabilir. Harf olduğuna göre diğer mukattaatta geçtiği üzere tehaddi ve ı'caz yoliyle serdedilmiştir. Ekserin kavlince bu Sûrenin ismidir. Mücerred bir remz olması da mel'huzdur. Fatihada bu harf ile alâkadar sırat kelimesi vardır. Sıdk maddesi de bu remzin ilk ıhtar edeceği kelimelerdendir. (.......) sadıksın ya Muhammed, ya sadık gibi. Hasenden rivayet olunduğuna göre (.......) nın müfaalesi o an müsadattan emirdir. Sadâ karşılık vermektir. Onun için sesin aksettiği yerden verilen karşılığa sadâ denir. Binaenaleyh (.......) ın kesrile sadi: sadâla sen, Kur’ân sesine ma'kes ol, sadâ gibi karşılık ver, ya'ni mazmuniyle âmil ol, icra et demek olur. İbn-i Abbastan bir rivayete göre (.......) gece ve gündüz yokken Arşı rahmanın üzerinde bulunduğu deryanın ismidir. (.......) bak. Saîd İbn-i Cübeyrden; Allahü teâlânın iki nefha arasında mevtayı ıhya buyurduğu deryanın ismidir. Bu iki rivayet garîb olmakla beraber lâtîftir. Bunlarda (.......) kasem ma'nâsını da tazammun edebilir. Ve o surette (.......) atfoluyor. (.......) sahib zikir, zikirli, zikir dolu - burada zikir şu üç ma'nâdan her biriyle tefsir olunabilir. ZİKİR, namı anılmak: şeref-ü şan ma'nâsına (.......) gibi. Anmak tezkir: va'z ve ıhtar ma'nâsına, şeriat ve ahkâm, va'd-ü vaîd, geçmiş ümmetlerin vekayinden medarı ıbret olan kısas ve ahbar gibi. Dinde ihtiyaç bulunan şeyleri anlatmak ma'nâsına, ya'ni şanlı, nasıyhatlı din öğreten ıbret dersi veren Kur’âna kasem olsun ki,... Bu kasemin cevabı mahzuftur. (.......) o mahzufa ma'tuftur. Ya'ni sen risaletinde sadıksın, sana söylenen haktır o va'd-ü vaîd muhakkak yerini bulacaktır. Fakat kâfirler 2Fakat o küfredenler bir onur, bir şikak içindeler (.......) bir ızzet ile şıkak içinde - kendilerini bir onur: ki, bir, şıkak sarmış, kibirlerinden hakkı kabul etmiyorlar, muhtelif garazlarla türlü ma'budlar peşinde boğuşuyorlar. 3Kendilerinden evvel nicelerini helâk ettik! Çığırıştılar: Değildi fakat vaktı halâs (.......) çığırıştılar - ya'ni helâki gördükleri vakıt tevbe edip aman yarabbi diye bağırıştılar, feryad ettiler, (.......) fakat o vakıt yâhud o çığırışma kurtulacak zaman değildi, kaçamak ıhtimali kalmamıştı - lât, lâ demektir. 4İçlerinden kendilerine uyandırıcı bir Peygamber geldiğine şaştılar da dediler ki, kâfirler: bu, bir sihirbaz, bir kezzâb 5İlâhları hep bir ilâh mı kılmış? Bu cidden şaşılacak bir şey: çok tuhaf (.......) ilâhları hep bir ilâhmı kıldı - ya'ni (.......) diye hepsinden üluhiyyeti nefyetti de yalnız birine mi kasr etti (.......) bu cidden pek acaib bir şey - atalarından beri şirke alışmış olan cahiliyye kafası bu kadar muhtelif insanların muhtelif âmal ve hıssiyyatını yalnız bir ma'budun nasıl tatmin edebileceğini düşünemiyor, onun (.......) olduğunu bilmiyor da tevhide teaccüb ediyor. 6İçlerinden o hey'et de fırladı şöyle: ilâhlarınız üzerinde sabr-u sebat edin, bu cidden arzu olunur bir şey, bir murad 7Biz bunu diğer millette işitmedik, bu bir uydurmadır mutlak (.......) biz bunu milleti âhıre de işitmedik - milleti âhıre, diğer millet yâhud sonra ki, millet demektir. Bu surette nasrâniyyete işaret olur. Çünkü islâm gelmeden evvel o zaman için en son millet nasrâniyyet idi, o da teslisi kabul ediyordu 8O zikr aramızdan ona mı indirilmiş? doğrusu onlar benim zikrimden bir kuşkulu şekk içindeler, doğrusu henüz azâbımı tatmadılar (.......) o zikir, ya'ni Allah’ın zikr-ü ıhtarını havi olan Kur’ân aramızdan ona mı indirilmiş? (.......) zikrim, ya'ni Kur’ân (.......) azâbî demektir, kesre ile yâdan iktifa olunmuştur. Ikabı, da böyledir. 9Yoksa sana onu veren azîz vehhab rabbının rahmeti hazîneleri onların yanında mı? 10Yoksa onların mı bütün o Göklerin, Yerin ve aralarındakilerin mülkü? Öyle ise haydi esbab içinde üstüne çıksınlar 11Onlar burada Ahzab döküntüsünden (muhtelif partilerden) bozuk bir ordu 12Onlardan evvel tekzib etmişti Nuh kavmi ve Âd ve o kazıkların sahibi Fir'avn 13Ve Semûd ve kavmi Lût ve eykeliler, bunlar işte o ahzab 14Başka değil, hepsi gönderilen elçileri (Resulleri) tekzib etti de öyle hak oldu azâbım (.......) onlar burada Ahzabdan kalma bozuk bir ordu döküntüsü - ya'ni eskiden Peygamberlere karşı toplanmış, mahvolmuş muhtelif hiziblerden bakıyye, onlar gibi hezîmete mahkûm, bozuk, vahdeti ruhiyyesi yok, ma'neviyyatı perişan, derme çatma bir kaç asker, ordu, askerler böyle askerler. Bu âyet çok câlibi dikkattir. Burada Kureyşin (.......) den başlıyan hezimetine işaret olunduğu gibi muvaffak olacak muntazam bir ordunun muntazam bir milletten çıkabileceğini anlatıyor. 15Onlar da başka değil, bir tek sayhaya bakıyorlar öyle ki, ona hık yok 16Bir de ya rabbenâ bizim pusulamızı hisab gününden evvel acele verdediler (.......) KITT, esasen pusla, atıyye puslası demektir. Burada hıssa ma'nâsınadır. Hisab gününe, Kıyamete kadar beklemeye lüzum yok, o ıkabdan bizim hıssamızı şimdiden peşîn ver diye istihza etmek istiyorlar. 17Şimdi sen onların dediklerine sabret de kuvvetli kulumuz Davudu an, çünkü o çok tecri' yapar (evvab) idi (.......) Sahib te'yid, kuvvetli - rivayet olunur ki, müşarun'ileyh bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi ve gece yarısı namaza kalkardı, bu suretle kuvvetinin esası din kuvveti olduğu anlatılmak üzere şöyle ta'lîl olunuyor: Çünkü o bir evvabdır - EVVAB, tevvab vezninde evbden mubaleğalı ismi faıldir. Evb, Râgıbın beyanına göre rücuun bir nev'i, iradi olan kısmıdır. Dönülmesi lâzım gelen yere dönmek demektir. Bu ma'nâdan evvab, tevvab gibi Allah’a çok rücu' eden demek olur. Onun için burada (.......) tefsir etmişlerdir. Ancak recca', hem rücu'dan, hem de müteaddisi olan racı'den olabilir. Recı' ise irca' ve terci' ma'nâlarına geldiğine ve seste terci', nağme ve ahenk yapmak veya sada vermek demek olduğuna göre recca', iyi terci' yapan mürecci' ma'nâsını dahi ifâde etmiş olur. Netekim (.......) de bu ma'nâ açıktır. Bu münasebetle evvab, Mücahidden rivayet olunduğu üzere bir de müsebbih, çok tesbih eden ma'nâsına tefsir edilmiştir ki, Ebüssuud bunun vechinde şöyle diyor: ikinci evvab, müsebbih mevzuna konmuştur, çünkü tesbihi terci' yapıyordu, mürecci' de recca'dır. Çünkü ard ardına fıline rücu' eder durur, Evvab, Allahü teâlâya çok rücu' eden tevvab demek olduğuna göre de çok tevbekâr olanın âdeti çok zikr-ü tesbih ve takdis etmektir. Kamusta evb, kasd ve istikamet ma'nâlarına dahi geldiğinden evvab, çok doğru ve azimkâr demek de olabilir. Şu halde evvab bir çok ma'nâlara muhtemil bir kelime olduğundan hepsini aynî bir kelime ile terceme kabil olmıyacaktır. Evvelâ, Allah’a rücu' Sufiyyenin mevti iradî ta'bir ettikleri fenâfillah makamıdır ki, tevbe ve inâbe bunun başıdır. Bu makamda sâdir olan her kuvvet ilâhîdir. Onun için te'yid ve kuvvetinin ılletinde öyle buyuruluyor. Çünkü o bir evvab idi. 18Çünkü biz onun maıyyetinde dağları müsahhar kılmıştık: tesbih ederlerdi akşamleyin ve işrak vaktı (.......) hakıkaten biz dağları onun maıyyetinde müsahhar kılmıştık: öyle ki, dağlar (.......) akşam ve işrak vakıtları tesbih ederlerdi - bunun zâhiri onunla beraber sesle tesbih etmeleri, onun tesbihine te'vib ve terci' tarikıyle cevab vermeleridir. Resulullahın avucunda taşların tesbihi kabîlinden olduğu da söylenmiştir. IŞRAK VAKTI, Güneş doğup ufkı şarkîde biraz yükselerek zıyasının safiyyetle parlamağa başladığı vakıttı ki, ilk kuşluk (dahvei sugra) dır. Bayram namazlarını kıldığımız vakıttır. Işrak namazı da sünnettir. Sonra kaba kuşluk, dahvei kübrâ olur. 19Kuşları da toplu olarak, hepsi onun için terci' yapar (evvab) idi (.......) Kuşları da - müsahhar kıldık. (.......) Haşir halinde - toplamış olarak (.......) hepsi - dağlar da kuşlar da hep (.......) onun için - ya'ni Davud için (.......) evvab idi - hep ona terci', yaparak ahenk ile tesbih ediyorlardı. Ne hoştur ki, burada evvab fasılasının terci'iyle ma'nâsındaki rücu' ve tercia bir misal de verilmiştir. Meselâ Davud evvab deyince onlarda evvab diyorlar. Maamafih sâde bir tekrardan ibaret değil, ma'nâları farklıdır. Demin ıhtar olunduğu üzere evvelki, rücu'dan çok rücu'kâr ma'nâsına, ikincisi de terci' ma'nâsına reci'den terci'kâr ma'nâsına olmuş oluyor. Davud Allah’a rücu' ediyor, onlar davuda terci' yapıyorlar, bununla beraber şu ma'nâ da verilmiştir: kül, ya'ni Davud da, dağlar da, kuşlar da, hep (.......) Allah için terci' ile tesbih yapıyorlardı, dîni, ıbadeti böyle kuvvetli olduğu gibi. 20Hem mülkünü kuvvetlendirmiştik, hem de kendisine hıkmet ve faslı hıtab vermiştik (.......) hem mülkünü kuvvetlendirmiştik (.......) hem de kendisine hikmet, nübüvvet, ılm-ü amelde mukemlik yâhud Zebur ve ılmi teşri' (.......) ve faslı hıtab: söz kesimi vermiştik - ya'ni hakkı bâtıldan ayırarak nizaı ayırd edip kesmek hassası vermiştik. Kesip atan ayırdıcı söz ve sözde iki kıssa arasını ayıran (.......) gibi fâsıl söze dahi faslı hıtab denilir. İşte böyle müeyyed, kuvvetli bir tevbekâr idi. Bununla beraber. 21Bir de hasım kıssası geldi mi sana? Hani surdan mihraba aştıkları vakıt (.......) bir de geldi mi sana? - Bu suretle istifham kıssasının ehemmiyyetine nazarı dikkati celb içindir. (.......) hasım kıssası - hasım esasen masdar olup muhasım ma'nâsına dahi kullanılır. Müfrede cem'a, müzekker ve müennese ıtlak olunur. Netekim burada şöyle cemi zamiri gönderiyor. (.......) mıhrabın sûrunu aştıkları vakıt - SÛR, yüksek dıvar, MIHRAB da köşk, şehnişîn 22O vakıt Davudun üzerine giriverdiler de onlardan telâşa düştü, korkma dediler: iki hasmız, ba'zımız ba'zımıza tecavüz etti, şimdi sen aramızda hakk ile hukmet ve aşırı gitme de bizi doğru yolun ortasına çıkar Davudun üzerine girdikleri vakıt (.......) ki, birdenbire onlardan telâş etti - çünkü bunca muhafızlara rağmen sûr aşılmış içeri girilmişti, fakat girdiler de ne yaptılar (.......) dediler: (.......) korkma (.......) iki hasım - yani biz biribiriyle da'valı iki alay muhasımız (.......) ba'zımız ba'zımıza tecavüz etti (.......) onun için sen aramızda hakk ile hukmet (.......) ve aşırı gitme - haktan uzaklaşıp cevr etme (.......) (.......) de bizi düz yolun ortasına çıkar - adâlet yap. Görülüyor ki, da'vaya iyhamlıdır. Hele işbu (.......) hıtabında ta'rızdan daha ileri giden bir ıhtar vardır. Bunlar alel'âde da'vacılara benzemiyorlar o halde da'vâ nedir? Denirse 23Şu benim biraderim onun doksan dokuz dişi koyunu var, benim ise bir tek dişi koyunum var, böyle iken "bırak onu bana" dedi ve beni söyleşmede yendi (.......) işte şu - hazırbilmeclis olan zat (.......) benim kardeşim - Melâike olduklarına göre din kardeşi veya arkadaşı diye tefsir edilmiştir. Fakat zarurî değildir. (.......) m¡ (.......) onun doksan dokuz na'cesi - NA'CE, dişi koyuna ve dişi sülüne denildiği gibi kadına da istiâre edilir. (.......) benim ise bir tek na'cem var. (.......) böyle iken onu benim nasıbime bırak dedi (.......) ve hatıbda bana ağır bastı - söyleşmede: yâhud namzedleşmede hatırlı geldi, galebe etti 24Dedi ki, doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına istemesiyle sana zulmetmiş ve hakıkaten karışıkların çoğu birbirlerine tecavüz ediyorlar, ancak îman edib de salâh istiyenler başka, onlar da pek az, ve sanmıştı ki, Davud kendisine sırf bir fitne yaptık, hemen rabbına istiğfar etti ve rükû' ederek yere kapanıb tevbe ile rücu' etti «SECDE AYETİDİR» (.......) dedi ki, Davud (.......) senin bir koyununu koyunlarına istemekle sana zulmetmiş vallahi (.......) ve hakıkaten halîtlardan bir çoğu - burada huletayı yalnız şürekâ diye tefsir etmek bize kasır geliyor. (.......) ta'birinden de anlaşıldığına göre ıhtilât halinde bulunan, ya'ni bir cem'ıyyette yaşayan insanlar, ıhvan, rüfeka, arkadaşlar yoldaşlardan bir çoğu (.......) mutlak biribirlerine tecavüz ediyorlar. (.......) ancak îman edip salih ameller işliyenler başka (.......) onlar da pek az (.......) ve Davud zannetmişti - girdikleri zaman veya bu bağiy sözünü söylerken sanmıştı (.......) ki, biz kendisini sırf bir fitneye düşürdük - sevkı ilâhî ile mülkünde bir ıhtilâl oluyor, kendine beğy ile bir baskın yaptılar zannetti, yâhud sezmişti ki, kendisine mücerred bir imtihan yaptık (.......) derhal rabbına istiğfar etti - mağrifetini niyaz eyledi (.......) ve rükû' ederek secdeye kapandı (.......) ve tevbe ile Allah’a sığında 25Biz de onu kendisine mağrifet buyurduk ve hakıkat ona ındimizde kat'î bir yakınlık ve bir akıbet güzelliği vardır (.......) biz de onun için kendisine onu: o zannını veya zannettiğini mağrifet buyurduk - demek mülkünün şiddet ve kuvveti sûrdan aşılıp mihraba girilivermesine mani' olmadığı gibi öyle bir fitne manzarası görününce de evvab olan Davud derhal tevbe ve istiğfar ile Allah’a rücu'da gecikmemiş ve hemen mağrifeti ilâhiyyeye irmiştir. Zannettiği fitne vaki' olmamış, mücerred bir dersi ıbret olarak kapanmıştır. Bu kıssa münasebetiyle bir çok lâflar edilmiş, masallar söylenmiştir. Onun için Hazret-i Alinin: her kim Davud hadîsini kassasların rivayeti vechile tahdis ederse ona yüz altmış deynek vururum dediği nakl ediliyor. Bahusus Cenab hak buyuruyor ki, (.......) ve şübhesiz ki, ona huzurı ızzetimizde muhakkak bir yakınlık (.......) ve bir meab güzelliği, akıbet varacağı güzel bir merci' Cennete güzel bir makam vardır. Onun için kendisine şöyle hıtab edildi: 26Ya Davud! muhakkak ki, biz seni Arzda bir halîfe kıldık, imdi nâs arasında hakk ile hukmet de (keyfe) hevaya tabi' olma ki, seni Allah yolundan sapıtmasın, çünkü Allah yolundan sapanlar hisab gününü unuttukları cihetle kendilerine pek şiddetli bir azâb vardır (.......) ya Davud muhakkak ki, biz seni Arzda bir halîfe kıldık - ya'ni kendi keyfine göre esaletle hükûmet etmek üzere değil Allahü teâlânın namına izafetle onun ahkâmını icraya me'mur ki, Âdem’in hilkatinin hikmeti de bu idi (.......) imdi insanlar arasında hakkıle hukmet - zira hılâfetin ma'nâsı budur. (.......) Ve hevaya tâbi' olma - nefsin arzusu arkasından gitme, keyfe göre hukmetme - (.......) ki, seni Allah’ın yolundan şaşırmasın (.......) çünkü Allah yolundan sapanlar - Fir'avnler gibi huküm kendilerinin zannederek Allah’ın ahkâmından başkasını tatbika çalışanlar (.......) hisab gününü unuttukları için kendilerine çok şiddetli bir azâb vardır. Bunun üzerine şu üç âyet iki kıssa arasında fasıla âyetler, ya'ni bir faslı hitabdır. Bunlar da Davuda hitab olmak muhtemil ise de (.......) gibi hitabatı Muhammediyyeden olması daha doğrudur. 27Hem o Göğü ve Yeri aralarındakileri biz boşuna yaratmadık o, o küfredenlerin zannı, onun için küfredenlere ateşten bir veyl var (.......) «Ali Imran» ın âhirinde (.......) âyetine bak 28Yoksa îman edib de salih salih işler yapanlar biz o Yerdeki müfsidler gibi yapar mıyız? Yoksa o korunan müttekıleri arsız çapkınlar gibi yapar mıyız? 29Bir kitab ki, indirdik, çok mübarek, âyetlerini düşünsünler ve ıbret alsın temiz özlüler (.......) Kur’ân, yâhud bu Sûre (.......) tedebbür, aklî, tezekkür naklî cihetlerde olmak gerektir. 30Bir de Davuda Süleymanı bahşettik, ne güzel kul, o cidden bir evvab 31Arzolundukda kendisine akşam üstü sâfinat halinde halıs atlar (.......) AŞİYY öğleden sonra akşama kadar. (.......) Atın üç ayağını basıp birinin tırnağını dikerek duruşuna sufun denilir ki, en güzel bir duruştur. Ekseriyya halıs Arab atlarında olurmuş. Öyle duran ata safin, cem'inde safinat denilir. (.......) Cevadın veya cevdin cem'idir. Koşuda seri' olan öğdül at. Demek ki, safinat duruştaki güzelliği, ciyad da gidişteki güzelliği ifâde ediyor. Şu halde arzda hem duruş gösterilmiş hem koşuş 32Ben dedi, o hayır sevgisini rabbımın zikrinden sevdim, nihayet hıcaba gizlendi Onun üzerine dedi ki, (.......) müfessirînin çoğu buna şu ma'nâyı vermişlerdir: ben hayr ya'ni mal ve at sevmek için rabbımın zikrinden kaldım (.......) nihayet Güneş hicaba gizlendi - ya'ni gurub etti, ikindi namazı geçti diye bu suretle teessüf etti ve bundan dolayı getirin onları bana deyip hepsini Allah için kurban etti diyorlar. Bu surette (.......) mekuli kavilde dahil olarak zamir, Şemse gönderilmiş oluyor. Lâkin diğer bir takım müfessirîn ile beraber biz bunu şöyle anlıyoruz: ben o hayır sevmeyi, at sevmeyi rabbımın zikrinden dolayı sevdim dedi, ya'ni namazını veya virdini geçirmedi, bil'akis böyle diyerek atları bırakıp zikrini edaya gitti, (.......) taki o atlar hicaba gizlendi - ahırlara çekildi, yâhud koşuda gözden nihan oldu, o vakıt namazını bitirdi. 33Geri getirin onları bana, tuttu bacaklarını, boyunlarını silmeğe başladı (.......) geri getirin onları bana, dedi (.......) artık bacaklarını, boyunlarını silmeğe başladı - ohşadı, timarlarına ı'tina etti, evvelkiler buna kılıç ile silmek ma'nâsı vermişler ve namazı geçirtmeğe sebeb oldular diye Allah yolunda kurban edildiklerini söylemişlerdir ki, ikisi de Süleymanın evvab olduğunu anlatan birer misaldirler. Eğer bu kurban ediş harbe sevk edilerek öldürülmüş olmaları ise güzel bir ma'nâdır. 34Celâlim hakkı için Süleymana bir fitne de verdik ve tahtının üstüne bir cesed bıraktık sonra tevbe ile rücu' etti (.......) Celâlim hakkı için Süleymanı bir de fitneye düşürdük ve tahtının üzerine bir cesed bıraktık - bu fitne hakkında da bir takım garibeler söylenmiştir. Sûre-i «Bakare» de işaret olunduğu üzere anlaşılıyor ki, Süleyman aleyhisselâm beytül'makdisi yaptırdığı sırada celbettiği san'atkârlar içinde hıyeli sanayia vakıf bir takım Şeytanların kurdukları bir ihtilâl yüzünden bir müddet nüfuzunu zayi' etmiş yâhud tahtından cüdâ olmuş, bu suretle tahtında ya kendisi kuvvetsiz bir cesed halinde hukümsüz kalmış, yâhud tahtı da işgal olunup ona kırk gün kadar heykel gibi birisi oturtulmuş idi. Mason tarihlerinde mason cem'ıyyetlerinin Süleyman aleyhisselâm aleyhine olan bu ıhtilâl hareketlerini esas ittihaz ettikleri ve reisinin hatırasına hurmet eyledikleri söylenir. Bu fitne oldu (.......) sonra Süleyman, rücu' etti - tevbe ile Allah’a sığınıp tekrar tahtına döndü: şöyle ki, 35Ya rab! bana mağrifet buyur ve bana öyle bir mülk bağışla ki, ardımdan kimseye yaraşmasın, şübhesiz sensin bütün dilekleri veren vehhab sen, dedi (.......) ya rab! dedi (.......) bana mağrifet buyur - her ne kusur, hata sâdır oldu ise afv-ü kereminle ört (.......) ve bana öyle bir mülk bağışla ki, (.......) benden başka kimseye gerekmesin - ya'ni benim halime münasib, münasib bana mahsus bir mu'cize olsun, yâhud bu kerre olduğu gibi kimse onu benden selb-ü nezı edemesin. Yukarılarda da geçtiği üzere Razî tefsîrinin bir yerinde buna şöyle de ma'nâ vermiştir: Ya'ni bana öyle şanlı bir mülk ver ki, ben ona nâil olup öldükten sonra Dünya mülkünün vefası olsa idi Süleymana olurdu denilsin de kimsenin Dünya mülküne hırs-u rağbeti yaraşık almasın. (.......) Bu da güzel bir mazmundur. Fakat biz öyle anlıyoruz ki, Süleyman aleyhisselâmın asıl maksadı fâni olan Dünya mülkü değil Âhıret mülkünü istemektir. Zira (.......) dir. Ve ondan dolayıdır ki, kendisine ziyadesi verilmiştir. Netekim şöyle buyuruluyor: 36Bunun üzerine ona rüzgârı müsahhar ettik, emriyle istediği yere yumuşacık cereyan ederdi (.......) biz de onun üzerine kendisine rüzgârı müsahhar kıldık - bunda Dünya mülkünün bir rüzgâr gibi gelip geçici olduğuna da bir telmih vardır. O rüzgâr ona öyle müsahhar, öyle munkad oldu ki, bir me'mur gibi (.......) onun emriyle serfüru ederek istediği yere akardı. 37Şeytanları da: bütün benna' ve gavvas (.......) Şeytanları da - fitnenin men'şei olan Şeytanları da müsahhar kıldık. Burada bu Şeytanların hem bir takım san'at dehâlarına dahi şümulünü ve hem üç mertebe üzere teşekküllerini anlatan şöyle bir bedel ile izah edilmesi ne kadar şayanı dikkattir: (.......) her bir benna, - her türlü yapıcı, bina yapmak, san'ati onların her türlüsü, her türlü bina yapanlar ve yapıcıların her türlüsü: mı'marı, ustası, kalfası; Corci Zeydan (.......) namındaki masonluk tarihi umumîsinde benna, kelimesini mason (Fran mason), kelimesini de bennai hurr diye terceme etmiştir. (.......) ve gavvas - dalgıc, denizlerin diplerine dalmakta mâhir olanları. 38Ve daha diğerlerini bendlerde çatılı çatılı (.......) ve daha diğerlerini - ki, mertebei hafade bulunan bunlar diğer san'atkârlara şâmil olmakla beraber İns Şeytanlarından cin Şeytanlarına kadar varmaktadır. Onun için bunlar şu kayd ile kayidlenmişlerdir. (.......) bukağılarda, zincirlerde çatılı olarak teshır edilmişlerdir. ASFAD, safedin cem'idir ki, bukağı, bend demektir. Bir de bahşış ma'nâsına gelir. Çünkü bahşış dahi alanı verene bağlıyan bir bendir. Lâkin burada (.......) değil (.......) ya'ni asfad ile çatılmış değil, asfadda biribirlerine çatılmış denilmekle bukağı ma'nâsına olduğu anlaşılmaktadır. Demek ki, şerr-ü fesadlarına meydan verilmiyecek bir surette sıkı bir kaydi inzibat altına alınmışlardır. 39Bu işte, dedik: bizim atâmız artık diler kerem et, diler imsâk hisabı yok (.......) Bu - ya'ni teshır ettik de dedik ki, sana verilen bu saltanat, bu teshır (.......) bizim atamız - bahşımız, vergimizdir. (.......) Artık diler mennet -dilediğine kerem et, in'âm, ıhsan eyle (.......) diler tut - dilediğinden de meni' et ya Süleyman (.......) hisab yok - zira tesarruf sana müfevvaz, yâhud hisabsız çok bir ata, Dünyada böyle olmakla beraber 40Ve şübhesiz ki, ona huzurı ızzetimizde bir yakınlık ve bir akıbet güzelliği var (.......) şu da muhakkak ki, ona huzurı ızzetimizde şübhesiz bir yakınlık ve bir husnî meab: Cennette güzel bir merci' ve makam vardır. Bir de: 41Kulumuz Eyyubu da an, o vakıt ki, rabbına şöyle nidâ etmişti: bak bana: meşakkat ve elem ile bana Şeytan dokundu. (.......) Eyyub - aleyhisselâm İbn-i Iys İbn-i İshak aleyhisselâm (.......) hani rabbına nidâ ettiği, ya rab diye çağırdığı vaktı an: şöyle ki, (.......) ben halim şu (.......) zahmet ve acı ile Şeytan bana dokunda - vesveseye yol buldu. NUSB, meşakkat, bedende zahmet, azâbda elem, mal ve evlâd acısıyle tefsir edilmiştir. 42Depren ayağınla, işte serin bir yıkanacak ve içecek (.......) depren ayağınla - (.......), üzengi tepmek, kanad çırpmak kabîlinden olan harekettir. Ne kadar dikkate şayan bir noktadır ki, Cenabı rabbil'âlemîn, Eyyubun duasına cevab olan halâs mu'cizesini verirken bile evvelâ ona böyle bir hareket emretmiştir ki, bu emir, tıbkı Meryem kıssasındaki (.......) emrine benzer ve (.......) mazmununu da ıhtar eder. Burada bu emir Hazret-i Eyyube söylendiği gibi hikâye olunarak (.......) hazf edilmiştir. Bu suretle âyet, arada Resuli ekreme hitab eden bir cümle-i mu'teriza imiş gibi bir telmih de yapılmıştır. Ayak vurmak, ayakla deprenmek, özengilemek, olduğu yerde tepinmeğe, çabalamağa veya sefer veya hicret veya gaza eylemeğe, ya'ni mücahedenin mümkin olabilen her kısmına sadık olabileceğine göre bu telmih, kıssasının hıssa noktalarından birini teşkil eder (.......) de böyledir. İbn-i Cerîri taberî tefsirinde Hazret-i Eyubun deprendiği bu Arzın Cabiye olduğu nakl ediliyor. (.......) İşte - ya'ni deprenince bir kaynak zuhur etti, işte dedik sana (.......) bir yıkanacak (.......) sep serin (.......) ve içecek - yıkan ve iç, için dışın iyileşsin, yorgunluğun dinlensin, yüreğin soğusun. Ba'zılarına göre barid muğteselin sıfatı değil, ikinci bir haber mevkıinde ve şarabı barid ma'nâsındadır. Bunlar biri sıcak, biri soğuk iki menba' zuhur etmiş, sıcağıyle yıkanmış, soğuğunu içmiş olduğunu söylemişlerdir. Fakat âyetinin zâhiri evvelkidir. 43Dedik ve ona bütün ehlini ve beraberlerinde daha bir mislini bahşettik tarafımızdan bir rahmet olarak hem de bir dersi ıbret temiz akıllar için 44Bir de al bir demet elinle de vur onunla hânis olma, hakıkat biz onu sabırlı bulduk, ne güzel kul, hakıkaten o bir evvabdır (.......) Ve elinle bir demet tut (.......) da vur onunla (.......) ve hânis olma, yemîninde durmamazlık etme - DIGS, demet, deste, deniliyor ki, bir hâdise dolayısiyle zevcesine yüz deynek vurmağa yemin etmiş idi. Bu suretle bir demet yaparak vurmakla yemînin yerine geleceği kendisine ruhsat olarak gösterilmiş ve hudud ve Eymanda bu, Eyyub ruhsatı namiyle bâkı kalmıştır. Âyette ne demeti olduğu tasrih edilmediği için daha geniş vücuhe muhtemildir. Bizim kanaatimizce bu emir, yalnız o ruhsatı göstermekle kalmıyor, eli altında bir cemaat teşkili lüzumunu da nâtık bulunuyor. Netekim şu tezkirde o cihet daha sarihtir. 45Kullarımız İbrahimi, İshakı, Ya'kubu da an, eller ve gözler sahibleri idiler (.......) Amelde ve ılimde kuvvetleri: icra ve istihbar aletleri vardı. 46Çünkü biz onları temiz bir hassa, halîs yurd düşüncesiyle halîslerimizden kılmışızdır (.......) Çünkü biz onları halîslerimizden, ıhlâsa irdirilmiş havassımızdan kılmıştık. (.......) Bir halîsa ile - ya'ni halîs bir hassa, lekesiz bir haslet ile ki, şudur: (.......) yurd düşüncesi - şübhe yok ki, düşünmek akıbeti düşünmektir. 47Ve çünkü onlar muhakkak nezdimizde seçilmiş ahyardan (.......) Aslı (.......) dir. Ya'ni mustafalardan, güzîdelerden: süzülüp seçilmişlerde Ahyar, en hayırlılar - ömürlerini zevk-u safa ile geçirmişler değil, Allah ındinde en hayırlı olarak seçilmişlerden (.......) müeddasınca insanların en hayırlısı insanlara menfeati olanlardır. İnsanların hakıkî menfeati de sonunda şerr olmıyan uhrevî menfeatlerdir. 48İsmaili de, Elyeser de, Zül'kifli de an, hepsi de o ahyardan (.......) İsmaili, Elyese'ı ve Zülkifli de an - İsmaili, babası İbrahim ile biraderi İshaktan ayrı olarak zikir, şanına bilhassa i'tina içindir. Elyesa' İbn-i Uhtub İbn-i Acuz aleyhisselâm İlyas aleyhisselâmın Beni İsraîl üzerine halîfesi olup sonra nübüvvet verilmiş, Zülkifl, Eyyub aleyhisselâmın oğlu Şeref olup Şamda tevhide da'vet eylediği zikr olunuyor. (.......) Hep bunlar da ahyardan - Allah için hayr-ü fazılet neşredenlerden. 49İşte bu bir zikirdir, ve şübhesiz korunan müttekîler için her halde güzel bir istikbal (bir husni meâb) var 50Adin Cennetleri: açılarak kendilerine bütün kapılar 51İçlerinde kurularak orada bir çok yemişle bambaşka bir içki isteyecekler 52Yanlarında da gamzeleri kasan hep bir yaşıd dilberler 53İşte bu, o hisab günü için size va'dolunan 54İşte ki, bu bizim rızkımız, muhakkak ki, ona hiç tükenmek yok (.......) bu - geçen âyetlerle anılan mehasin (.......) bir zikirdir.- (.......) buyurulduğu üzere Kur’ân’ın havî olduğu zikirlerden bir zikir, daima hatırda tutulup ıbret alınacak bir hatırai şeref (.......) diyenlerin istedikleri (.......) dir. 55Bu böyle, şübhesiz azgınlar için de fena bir istikbal (şer bir meâb) var 56Cehennem, ona yaslanacaklar, fakat o ne çirkin döşek 57İşte, artık tatsınlar onu bir hamîm ve bir ğassâk (.......) ğassak - yaradan akan sarı su, irin, cerahat akıntısı, yahud şarap gibi kaynar olan hamîmin zıddı olmak üzere içilmez derecede gayet soğuk ve çok çirkin kokulu içki ki, hamîm sıcaklığile yakar, gassak da soğukluğile 58Ve o şekilden bir diğeri: çifte çifte (.......) ve onun şeklinden, ya'ni o tadılan azâb veya içki kabîlinden daha diğeri de var. (.......) çifte çifte, türlü türlü acılar, zehir zakkım içkiler. 59İşte şunlar da sizin peşinize düşenlerdir. Onlara merhaba yok. Çünkü onlar cehenneme salınıyorlar (.......) şu sizinle beraber ıktiham eden bir alay. - Maıyetlerindeki tâbi'lerile beraber Cehenneme girdikleri sırada o tâğıylerin rücesasına hikâye buyuruluyor. IKTİHAM, şiddete göğüs gerip saldırmaktır. (.......) onlara merhaba yok, yâhud merhaba olmasın - bu da reislerin onlara sözlerini hikâye. Merhaba demek (.......) takdirinde bir duâ ile müsafire bir iltifattır ki, geniş olasın; genişlik içinde güle güle oturasın demektir. 60Şu: bir alay: maıyyetinizde göğüs germiş; onlara merhaba yok, onu bize siz takdim ettiniz, bakın ne fena yatak 61Ya rabbenâ derler: bize bunu takdim edene ateşde azâbı hemen kat kat artır 62Bir de derler ki, neye görmüyoruz biz o eşrardan saydığımız bir takım adamları 63Onları eğlence yerine tuttuktu ha! yoksa onlardan kaydı mı bu gözler? (.......) mü'minlerin fukarasını kasd ediyorlar. 64Şübhesiz ki, bu haktır muhakkak olacaktır ehli nârın birbirine husûmeti 65De ki, ben ancak korkuyu haber veren bir Peygamberim, başka bir İlâh da yok ancak Allah: o vahidi kahhar 66O Göklerin, Yerin ve aralarındakilerin rabbı azîz, gaffar var 67De ki, bu bir azîm haberdir (.......) deki o bir azîm haberdir - ya'ni benim size verdiğim bu haber, benim böyle inzara me'mur Peygamberliğimle Allah’ın şerikten münezzeh olarak vahdaniyyeti haberi, çok ehemmiyyetli, azametli büyük bir haberdir. Bir ucunda o vahidin hiç bir tarafından müdafası kabil olmıyan ebedî kahrı, bir taraftan da onun ızzet ve mağrifeti var. 68Siz ondan yüz çeviriyorsunuz 69Benim melei a'lâya ne ılmim olurdu onlar münakaşa ederlerken? (.......) benim o melei a'lâya hiç bir ılmim yoktu - MELEİ A'LÂ, en yüksek hey'et, Melâike âlemi (.......) onlar münakaşa ederlerken. 70Fakat ben açık inzar edecek bir Peygamber olduğum içindir ki, o ılmin bana vahy olunuyor (.......) ancak ben mahza bir nezîri mübîn, açıktan açığa inzara me'mur bir Peygamber olduğum için o ılim bana vahy olunuyor - da biliyorum. Şöyle ki, 71Rabbın Melâikeye dediği vakıt: haberiniz olsun ben bir çamurdan bir beşer yaratmaktayım (.......) ya'ni rabbın şöyle dediği vakıt ettikleri münakaşa: - ki, Sûre-i «Bakare» de tafsıl olunduğu üzere (.......) demişlerdi. Ma'ruf bir Hadîs-i şerifte melei a'lânın ıhtısâmı keffarat ve derecat hakkındadır diye izah edilmesi de bu ma'nânın tafsilâtındandır. Şübhe yok ki, en yüksek münakaşanın sirri nezdi ilâhîde mağrifet ve derecata mazheriyyet mes'elesidir. Melâikenin (.......) diyerek hılâfete rağbet ızhar etmeleri de bundan olmuştur. (.......) Ben bir çamurdan bir beşer halk etmekteyim - beşeresinin, ya'ni derisinin açık olması hasebiyle insana beşer denilmiştir. 72Onu tesviye ettim de ruhumdan ona nefheyledimmi derhal ona secdeye kapanın (.......) Binaenaleyh onu tesviye ettiğim (.......) kavlinden de anlaşıldığı üzere tesviye halktan sonra olur. Demek ki, insan maddesi çamurdan yaradıldıktan sonra bir de insan suretini almak, insanlık seviyyesine gelmek için bir müddet de tesviye olunmuş, bedeninin cezası kıvamına getirilmek için düzeltilmiştir. Bu sebebledir ki, muhtelif âyetlerde muhtelif meratibi halkına işaret olunmuştur. Netekim (.......) da türabdan, burada tınden (.......) den, (.......) de (.......) den (.......) dan «Enbiya» da acelden halk edildiği söylenmiştir. (.......) Ve içine ruhumdan nefheylediğim vakıt - «ruhî» izafeti cüz'iyyet için değil, şeref içindir. Çünkü ruh, Allah’ın emrindendir. Nefıh ta'biri de maddeye bilfiıl hayat mebdeinin ifazasını temsil eder. Hattâ (.......) den anlaşıldığına göre yalnız hayatı cismaniyye değil, hayatı zihniyye ve ılmiyye mebdei olan şuur ruhunun nefsi natıkanın teallûkunu ifâde eder. Yoksa nefhı ruh, hayat alâiminden olan teneffüs ile de te'vil olunabilirdi. (.......) cezaiyye, (.......) vuku'dan (.......) emri hazırının cem'idir. Ya'ni ruh nefh olununca onun için düşün (.......) sacidîn olarak, her biriniz secde ederek - tehıyye ve tekrim secdesi, yâhud Allah’ın emrine kıble secdesi. 73Onun üzerine Melâikenin hepsi toptan secde ettiler (.......) onun üzerine Melâikenin hepsi toptan secde ettiler. - Ve o secdenin netîcesidir ki, Peygamber olanlara vahiy getirirler. 74Yalnız İblîs kibirlenmek istedi ve kâfirlerden oldu 75Ey İblîs! buyurdu: o benim iki elimle yarattığıma secde etmene ne mani' oldu sana? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa âlîlerden mi bulunuyorsun? (.......) İki yedimle halk ettiğime - Kur’ân’da Allahü teâlâya ba'zan «yedullah» gibi müfred olarak ba'zan da (.......) gibi cemi' olarak, ba'zan da böyle (.......) gibi tesniye olarak yed nisbet olunmuştur. Bir hadîste (.......) buyurulduğundan her birinde şanı ilâhîye lâyık bir ma'nâ murad olduğundan şüphe yoktur. (Sûre-i Maideye (.......) bak.) Bir çokları burada iki yedin ayrıca birer ma'nâsı maksud olmayıp i'tinai mahsus ile yaratmak ma'nâsından kinaye olduğuna kail olmuşlardır. Zira Âdem bütün esbabı adiyyenin fevkınde olarak en yüksek bir ıstıfa ile yaradılmıştır. Ba'zıları da kudret ma'nâsile te'vil eylemişler ve tesniye mücerred te'kid için olduğunu, çünkü Âdem’in hılkatinde kudreti ilâhiyyenin tecelliyatı müekked ve muzaaf bulunduğunu söylenmişlerdir. İbn-i Ömer Hazretlerinden rivayet olunur ki, Allahü teâlâ dört şey'i yedile halk buyurmuştur: Arş, Cenneti adin, Kalem, Âdem, sonra her şey'e «ol!» demiş olmuştur. Burada zahir ki, yed, hiç bir sebeb araya girmeksizin doğrudan doğru kudreti ilâhiyye ile demektir. Âdemde ise bu ma'nâ muzaaftır. Bizce burada en yakın vecih biri tesviyeye, biri de nefhı ruha işaret olmasıdır. Ki, beşerin hılkatinde cisim âlemi ile ruh âleminin içtimaını ve binaenaleyh insanın nüshai camia olduğunu anlatmış olur. (.......) kibirlenmek mi istedin yoksa âlîlerden mi bulunuyorsun - ya'ni hiç istihkakın olmıyarak mücerred bir kibirmi tasladın yoksa zu'munca bihakkın yüksek, mâfevk mi bulunuyorsun? Netekim İblis cevabında bu ikinci şıkka Tutunarak 76Dedi ki, ben ondan hayırlıyım beni bir ateşten yarattın, onu ise bir çamurdan yarattın (.......) Sûre-i «Araf» a bak. Bu iyzaha göre burada (.......) ta'biri (.......) deki halikîn gibi farzı ve takdirîdir. Lâkin Muhyiddini Arabî bunu tahkıka hamlederek buradan bil'istidlâl şuna kail olmuştur ki, Âdem’e secde ile memur olmıyan Melâike de vardır. Bunlar alîndir. Müheyyemun denilen bir kısım Melâike vardır ki, Allahü teâlânın cemal ve celâlini mülâhazaya müstağraktırlar. Hiç biri Allahü teâlânın ondan gayrısını yaratmış olduğunu bilmez, bunlar Âdem’e secde ile emr olunmamışlardır. El'alîn bunlar yahud Semâ Melâikelerinin hepsidir. Onlarda Âdem’e secde ile emrolunmamışlardır. Âdem’e secde ile emrolunan Melâike hep Arz Melâikesidir (.......) Ancak şeyhın bu fikri insanın nüshai camia olması hakkındaki mezhebine muvafık düşmemiştir. 77Buyurdu ki, hemen çık oradan çünkü artık sen matrud (racîm) sin 78Ve her halde üzerindedir lâ'netim ceza gününe kadar 79Dedi: ya rab! o halde ba'solunacakları güne kadar beni geri bırak 80Haydi buyurdu: geri bırakılanlardansın 81Malûm vakıt gününe kadar 82Öyle ise dedi: ızzetine kasem ederim ki, ben onların hepsini mutlak iğva eder sapıtırım 83Ancak içlerinden ıhlâs ile seçilmiş has kulların müstesnâ 84Buyurdu ki, o doğru ve ben hep doğruyu söylerim (.......) Allahü teâlâ buyurdu ki, o, hak - ya'ni ıhlâslı kullarımı iğvâ edemiyeceğin sözü doğrudur. (.......) yahud o halde hakkı ya'ni iğvâ ettiğin surette hakkı, hak cezası nedir bilir misin? (.......) o hakkı da ben söyliyeyim - yahud ben hep hak söylerim: 85Celâlim hakkı için Cehennemi mutlak dolduracağım senden ve onların sana tabi' olanlarından topunuzdan tıka basa 86De ki, bir ecir istemiyorum sizden ona karşı ve ben o tekellüfcilerden değilim (.......) deki ona karşı: ya'ni Kur’ân’dan, o azîm haberden dolayı sizden bir ecir istemiyorum (.......) ben o tekellüfcülerden de değilim - kendinde olmıyan bir şey'e özenerek tekellüf ve tesannu' ile satmağa çalışan müddeîlerden değilim. Ya'ni böyle ciddiyyetim samimiyyetim ma'lûmunuzdur. Yok yere nübüvvet iddia etmiyeceğimi, Kur’ân’ı uydurmağa kalkışmıyacağımı teslim etmeniz lâzım gelir. İbn-i adiyy Ebi Berzeden şöyle tahric eder: demiş ki, Resulullah size ehli Cenneti haber vereyim mi? buyurdu, bela, ya Resulullah dedik, buyurdu (.......) onlar aralarında merhametli olanlarıdır. Size ehli narı haber vereyim mi? bela, ya Resulullah dedik, buyurdu ki, (.......) onlar ye'se düşenler, ümidi kesenler, yalancılar, tekellüfcü olanlardır. Mütekellifin alâmeti de Beyhekînin Şüabülîmanda İbn-i Münzirden tahricine göre üçtür: kendisinin fevkında olan kimse ile yarışmak ve yetişemeyeceği şey'e el sunmak ve bilmediği şey'i söylemek. Sahihaynde vârid olduğu üzere İbn-i mes'ud radıyallahü anh demiştir ki, «ey insanlar içinizden her kim ılim bilirse söylesin, bilmiyen de Allahü a'lem desin. Allahü teâlâ Resulüne şöyle buyurdu (.......) 87O sırf bir zikir, bir öğüttür bütün âlemîn için (.......) o Kur’ân başka değil (.......) bütün âlemîn için bir zikirdir. - Bütün zevil'ukul âlemleri için ilâhî bir ıhtar, bir öğüttür. 88Ve her halde onun haberini bir zaman sonra bileceksiniz (.......) ve kasem ederim ki, onun haberini, dünyevî ve uhrevî haber verdiği va'd-ü vaîd sâireyi bir zaman sonra muhakkak bileceksiniz - kimi Dünyada kimi Âhırette. |
﴾ 0 ﴿