ZÜMER(.......) Zümer Sûresi mekkîdir. Ancak (.......) dan üç âyet müstesna. İtkan ve Keşşafta beyan olunduğu üzere buna Sûre-i Guref dahi denilir. Zümer, zümrenin cem'ıdır. Zümre de bir takım demektir. Bu Sûre nihayette nefhı sur ile kâfirleri zümre zümre Cehenneme, müttekıleri de zümre zümre Cennete sevkettiği için zümer tesmiye olunmuştur (.......) âyetinden dolayı da Guref denilmiştir. Âyetleri - Yetmiş beştir. Kelimeleri - Bin yüz yetmiştir. Harfleri - Dört bin yedi yüz sekizdir. Fasılası - (.......) Bu sûrenin «Sad» hatimesini tavzıh ve isbat ve nübüvvet-ü tevhidi takrir ile ta'kıb ederek başladığını ıhtara hacet bile yoktur. 1İndirilişi bu kitabın Allahdan, o azîz, hakîm Allahdandır (.......) İndirilişi bu kitabın (.......) Allahdandır. - Başkası veremez. Tekellüfle tasannu' ile yapılamaz, Nübüvvet kesbî değildir ve zorla alınamaz. Çünkü Allâh (.......) öyle hakîm - azîz iki ma'nâya gelir: birisi mağlûb olmaz, galib ve kadir, bir de şerik ve nazıyrı yok müteferrid demektir. Allahü teâlâ hakkında ikisine de sadık bir ma'nâ murad olunmak lâzım gelir. Bilhassa bu iki vasfın zikriyle hem Kur’ân’ın azîz, hakîm bir kitab olduğuna tenbih, hem de zikrolunacak tevhide temhiddir. 2Emin ol biz sana kitabı hakkıyle indirdik onun için Allah’a öyle ıbadet ve kulluk et ki, dini ona halîs kılarak (.......) Hakkıyle - bihakkın, hakkolarak (.......) mülâbese, musahabe veya sebebiyle olmak üzere bunda bir kaç vecih muhtemildir. Mülâbese olduğuna göre hakka mülâbis, ya'ni haklı olarak hakkolarak nüzul veya kitabın tam hakkı verilerek demek olur. Sebebiyyet olduğuna göre de hak sebebiyle hakkı beyan etmek için veya hikmeti hakk ile demek olur ki, yerine göre bu ma'nâlardan biri tercih olunur. 3İyi bil ki, Allah’ındır ancak halîs din, onun berisinden bir takım veliylere tutunanlar da şöyle demektedirler: biz onlara ıbadet etmiyoruz, ancak bizi Allah’a yakın yaklaştırsınlar diye, şübhe yok ki, Allah onların aralarında ıhtilâf edip durdukları şeyde hukmünü verecek, her halde yalancı, nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz (.......) İyi bil ki, Allah’ındır ancak halîs din - hiç bir şirk karışığı olmaksızın temiz ve halîs tevhid dini, tam ma'nâsîyle şübhesiz din, halîs ıbadet ve taat ancak Allah’a yapılır ve yapılmalıdır. Bunu tahkık için buyuruluyor ki, (.......) onun için berisinden birtakım evliya ittihaz edenler de - Allah denince kendisinden daha ilerisi, daha yükseği daha ötesi mümkin olmıyan zatı ekmel denilmiş olduğu için Allah’ın fevkında ilâh iddiasına kalkışmak mevzuı bahs olamaz, şirk koşanlar, hep onun madunundan bir takım veliyler, hâmîler tutmak isterler. İsterler amma ondan başka veliylere, veliyyül'emirlere, sahiblere tutunanlar, gerek (.......) deyenler gibi putlara ve gerek Meleklere ve gerek Isâ gibi ıbadi mükremîne ilâh diye sarılanlar (.......) demektedirler. Böyle diyerek tutunmaktadırlar. Demek ki, şirk bâtıldır. Ma'budluk yalnız Allah’ın hakkıdır. Halîs din ancak Allah’ındır. Sûre-i «Mâide» de Sabiîn hakkında geçen tafsılâta bak. 4Allah bir veled edinmek murad etse idi elbette yaratacağından dileyeceğini seçecekti, tenzih o sübhana, o öyle bir Allah ki, vahid, kahhar 5Gökleri ve Yeri hakk ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne sarıyor, gündüzü gecenin üstüne sarıyor, Ay ve Güneşi müsahhar kılmış her biri bir müsemmâ ecele cereyan ediyor, uyan, o öyle azîz, öyle gaffar 6O odur ki, sizi bir tek nefisten yarattı hem onun eşini de ondan yaptı ve sizin için yumuşak başlı hayvanlardan sekiz eş en'am da indirdi: sizleri analarınızın karınlarında üç zulmet hılkatten hılkate yaratıp duruyor. İşte rabbınız Allah o, mülk onun, ondan başka İlâh yok, o halde nasıl çevrilirsiniz? 7Eğer küfrederseniz şübhe yok ki, Allah’ın size ihtiyacı yok, bununla beraber kulları hisabına küfre râzıy olmaz, ve eğer şükrederseniz sizin hisabınıza ona râzıy olur, bir vizir çeken de diğerinin vizrini çekecek değildir, sonra dönümünüz rabbınızadır. O vakıt o size bütün yaptıklarınızı haber verecek, çünkü o bütün sînelerin künhünü bilir 8İnsana bir sıkıntı dokunduğu vakıt rabbına öyle duâ eder ki, bütün gönlünü ona vererek, sonra kendisine tarafından bir ni'met lûtfediverdiği zaman da önceden ona duâ ettiği hali unutur da yolundan sapıtmak için Allah’a menendler koşmağa başlar, de ki,, küfrünle biraz zevk et, çünkü sen o ateşliklerdensin 9Yoksa o gece saatlerinde kalkan secdeye kapanıp kıyam durarak dâima vazıfesini yapan Âhıreti sayar ve rabbının rahmetini umar kimse gibi olur mu? Hiç bilirlerle bilmezler müsavi olur mu? Ancak temiz akıllı olanlar anlar (.......) üç zulmette - batın zulmeti, rahim zulmeti, meşime zulmeti. 10Tarafımdan söyle: ey îman eden kullarım: rabbınıza takvâ ile korunun, bu Dünyada güzellik yapanlara bir güzellik var, ve Allah’ın Arzı geniştir, ancak sabredenlerdir ki, ecirlerine hisabsız irdirilir 11De ki, ben Allah’a, dini onun için halîs kılarak, ıbadet edeyim diye emrolundum 12Hem onun birliğine teslim olan müslimînin evveli olayım diye emrolundum 13De ki, ben korkarım rabbıma ısyan edersem büyük bir günün azâbından 14De ki, ben yalnız Allah’a kulluk ederim, dinimi ona halîs kılarak, siz de onun berisinden dilediğinize kul olun, de ki, asıl husrâna düşenler Kıyamet günü kendilerine ve mensublarına ziyan edenlerdir. Evet, odur işte asıl açık husran 15Onlara üstlerinden ateş çatılır, altlarından çatılır, duydunuz a, işte Allah kullarını bundan tahzir buyuruyor: ey kullarım onun için bana korunun 16Tağuttan, ona kulluk etmekten kaçınıp da tam gönülle 17Allah’a yönelenlere gelince onlarındır müjde: haydi tebşir et kullarıma 18Onlar ki, sözü dinlerler, sonra da en güzelini tatbık ederler, işte onlar Allah’ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir, ve işte onlardır o temiz akıllılar 19Ya üzerine "kelimei azâb" hakk olmuş kimse de mi? Artık o ateşteki kimseyi sen mi çıkaracaksın? Fakat o rablarına korunanlar, onlara şehnişinler var ki, üzerlerinde şehnişinler yapılmış, altlarından ırmaklar akar Allah’ın va'di, Allah mîadını şaşırmaz 20Görmedin mi Allah’ın Semadan bir su indirip de onu bir yoliyle Arzda menbalara koyduğunu? Sonra onunla bir ekin çıkarır, türlü renklerle, sonra o heyecana gelir, bir de görürsün 21onu sararmış, sonra da onu bir çöpe çevirir, elbette bunda bir ıhtar var temiz akılları olanlar için 22Demek ki, her kimin Allah bağını islâma açmış ise işte o rabbından bir nur üzerinde değil mi? O halde vay o Allah’ın zikrinden kalbleri katılara onlar bir açık dalâl içindedirler 23Allah kelâmın en güzelini indirdi, ikizli, ahenkli bir kitab, ondan rablarına saygısı olanların derileri örperir, sonra derileri de kalbleri de Allah’ın zikrine yumşar, o işte Allah rehberidir, Allah onunla dilediğini doğru yola çıkarır, her kimi de Allah şaşırtırsa artık ona hidayet edecek yoktur 24O halde Kıyamet günü zalimlere "tadın bakalım kazanıp durduklarınızı" denilirken, o kötü azâbı yüzü ile koruyacak kimse ne olur? 25Onlardan evvelkileri tekzib ettiler, ettiler de kendilerine hatırlarına gelmez cihetten azâb geliverdi 26Geliverdi de Allah onlara Dünya hayatta zilleti tattırdı ve elbette Âhıret azâbı daha büyüktür velâkin bilselerdi 27Yemin ederim ki, bu Kur’ân’da insanlar için her türlüsünden temsil getirdik, gerek ki, iyi düşünsünler 28Bir Kur’ân ki, pürüzsüz bir arabî, gerek ki, korunsunlar 29Allah şunu bir mesel yapmıştır: bir adam, onda bir takım ortaklar var, hırçın hırçın çekiştirip duruyorlar, bir adam da selâmetle bir adamın, hiç bu ikisinin hal-ü şanı bir olur mu? Hamd Allah’ındır, fakat pek çokları bilmezler 30Elbet sen öleceksin ve elbet onlar da ölecekler 31Sonra siz muhakkak rabbınızın huzurunda muhakemeye duruşacaksınız Kimin haklı, kimin haksız çıkacağına ve netîcenin ne olacağına gelince: 31Artık o kimseden daha zalim (daha haksız) kim olabilir ki, Allah üzerine yalan söylemiş, doğruyu da kendisine geldiği vakıt tekzib eylemiştir, Cehennemde değil midir mevkıi kâfirlerin 32Doğruyu getiren ve onu tasdık eden ise işte onlar korunan müttekıyler 33Onlara rablarının ındinde ne dilerlerse var, o işte muhsinlerin cezası 34Çünkü Allah onların mukaddemâ yaptıkları amelin en kötüsünü bile keffaretle örtüp, işlemekte bulundukları güzel amellerin en güzeline göre ecirlerini kendilerine ihsan edecektir 35Allah kuluna kâfî değil mi? Durmuşlar da seni ondan beridekilerle korkutuyorlar, her kimi ki, Allah şaşırtır artık ona hidayet edecek yoktur, her kime de Allah hidayet verir onu da şaşırtacak yoktur, bir intikamı var azîz değil mi Allah? 36Celâlim hakkı için sorsan onlara: o Gökleri ve Yeri kim yarattı? Elbette şübhesiz Allah diyecekler, de ki, 37o halde gördünüz a o Allahdan başka çağırdıklarınızı, eğer Allah bana bir keder murad ederse onlar kederini açabilirler mi? Yâhud bana bir rahmet murad ederse onlar onun rahmetini tutabilirler mi? 38De ki, Allah bana yeter, hep ona dayanır mütevekkil olanlar 39De ki, ey kavmim! haliniz üzere çalışın, her halde ben çalışıyorum, artık ileride bileceksiniz: 40Kimmiş o kendine rüsvay edecek bir azâb gelecek, ve üstüne yerli bir azâb inecek? 41Biz insanlar için senin üzerine hakkıle kitab indirdik, o halde kim yola gelirse kendi lehinedir, her kim de saparsa sırf kendi aleyhine olarak sapar ve sen değilsin üzerlerine vekîl 42Allah alır o canları öldükleri zaman, ölmiyenleri de uyuduklarında, sonra üzerlerine ölüm hukmü verdiklerini alıkor da diğerlerini salıverir bir müsemmâ ecele kadar, şübhesiz ki, bunda düşünecek bir kavm için âyetler var Allah kabz eder alır o nefisleri ölümleri zamanı - bu âyetin sevkı yukarıya üç noktadan alâkadardır. Bir kerre kasr ile nihayetteki (.......) avline nâzırdır. Ya'ni vekîl sen değilsin Allahdır. Çünkü o canları ancak Allah alır. Bu nokta daha ileride (.......) diye tasrih de edilecektir. İkincisi hidayet ve dalâletin, hayat ve memat ile bir temsilini iş'ar eder. Üçüncüsü de ta yukarıdaki (.......) kavlini bir nevi' tavzıh ile (.......) ıhtarını bir takrir ve isbattır. Sahib keşşaf burada enfüsten murad ruh ile beden mecmuu olduğuna kail olarak demiştir ki, el'enfüs kemahiye cümlelerdir, teveffîsi de imatesidir ki, hassas derrâk bir zîhayat olmasının medarı olan eczasının sıhhat ve selâmeti kabîlinden esbab ve şeriatın selb olunmasıdır. Çünkü sıhhati selb olununca keenne zâtı selb olunmuş gibi olur. Çünkü Allah azze ve alâ teveffiyi mevti, menâmi hep enfüse teallûk ettirmiştir. Halbuki akl-u temyiz nefsı mevt ve nevm ile muttasıf değildir, ölen ve uyuyan ancak cümle ma'nâsına nefistir (.......) Nefis beden mukabili olarak ruh ma'nâsına dahi geldiği ve bilhassa ruhi emrî denilen nefsi natıkaya ıtlak edildiği cihetle diğer müfessirîn burada İbn-i Abbas Hazretlerinden vârid olan bir rivayet vechile akl-u temyiz nefsi denilen nüfusı nâtıka ile tefsir etmişlerdir ve teveffiyi de bedene olan teallûk ve tesarrufunu kesmek suretiyle kabz edip almak diye beyan eylemişlerdir. Mevtte zâhiren ve bâtınen, uykuda da yalnız zâhiren teallûku kesildiğini söylemişlerdir. İbn-i Abbas Hazretleri demiştir ki, Âdem oğlunda bir nefis bir ruh vardır, aralarındaki fark Güneş ile şuaı gibidir. Nefis, kendisiyle akıl ve temyiz yapılan, ruh da teneffüs ve hareket yapılandır. Ölümde ikisi de müteveffâ, uykuda yalnız nefis müteveffadır (.......) Ruh denilince umumiyyetle hayat meb'dei anlaşıla geldiği gibi hayat da ekseriya cismanî tezahürat ile anlaşıldığından hayatı ma'neviyye meb'dei olan ruha nefis ıtlak edilmiştir. Güneş ile şuaını temsil getirmesi gösterir ki, aralarında bir cevher farkı anlatmak istememiştir. Bizim anladığımız şudur: nefis kendini duyan, kendine ve kendindekine vicdanı olan ya'ni ene şuuruna sahib olan zattır. Her nefiste böyle şâir ve meş'ûr olmak üzere çifte bir haysiyyet vardır. Teveffî, bir şey'i vâfî olarak, ya'ni kâmilen ve tamamiyle almak, selbetmektir. Bundan dolayı ruhun tarafı ilâhîden tamamiyle ahz-ü kabzına teveffî ve ölüme vefat denilmiştir. Emaneti yerine teslim ve temamen vefâ etmek gibidir. Nefisler vacibülvücud değildirler, onun için kendilerine şuurları bizati olsa bile lizatiha değildir. Allahdandır. Allah onları kendilerinden alıp kendilerinden geçirir. Bu ma'nâ (.......) gibidir. İşte nefsin teveffîsi, ölüm ve uyku hallerind (.......) olduğu gibi kendinden geçirilip akl-ü temyizinin kendinden alınmasıdır. Bu suretle ma'nâ şu oluyor: (.......) o nefisleri nüfusı natıkayı başka değil, ancak Allah kendilerinden alır, kabzeder, yok etmeksizin kendilerinden geçirir, şuur ve temyizlerini alır (.......) öldükleri zaman - ya'ni bedene tesarruf ve teallûkları kesildiği zaman (.......) ölmiyenleri de (.......) uyudukları zaman alır da (.......) üzerine ölüm hukmünü verdiklerini alıkor, ba'se kadar tutar (.......) diğerlerini, henüz ölüm hukmü verilmemiş olan uykudakileri salıverir (.......) müsemmâ, mukadder bir ecele kadar ki, ölecekleri zamandır - işte böyle hem ölüm halinde, hem de uyku halinde o nefisler, Allahü teâlânın kabzında bulunur. Burada şu suâl hatıra gelir: Yukarıda Sûre-i Secde de (.......) buyurulmuş, daha yukarıda Sûre-i (.......) buyurulmuş olmakla bunlarda teveffî Allah’ın Resullerine ve melekülmevte isnad edilmiş idi, şu halde burada kasr ile (.......) buyurulması bunlara münafi olmaz mı? Fahrüddini Razî tefsirinde buna şöyle bir cevab verilmiştir: hakıkatte teveffî eden ancak Allahü teâlâdır. Şu kadar ki, Allahü teâlâ esbab âleminde her nevi' ameli Melâikeden bir Meleke tefvız buyurmuş, bu suretle ervahın kabzına da Melekülmevti me'mur kılmıştır ki, o reistir, maıyyetinde etbaı ve hademesi vardır. Onun için o âyetlerde teveffî onlara nisbet edilmiş, burada da hakıkî olarak Allahü teâlâya nisbet olunmuştur (.......) Bunun hasılı; Allah’ın me'mur edip gönderdiği rüsülün kabzı Allah’ın kabzı demektir. Yahud Allah’ın kabzı doğrudan doğruya veya Melekleri vasıtasiyle olmaktan eamdır demek oluyor. Bu cevab haddi zatında dağru ve (.......) diye hattâ ile (.......) kasrına terfi'i de buna şâhid ise de burada daha mühim bir nükte vardır: dikkat olunmak lâzım gelir ki, zikrolunan âyetlerin birinde Melekülmevtin kabzından sonra (.......) buyurulduğu gibi, diğerinde de (.......) buyurulmuştur. İşte buradaki teveffî o irca' ve redd lâhzasını beyandır. Bunun tavzıhi de şu olur: Melekülmevt bedenden ruhı hayvanî denilen hayatı cismaniyye ruhunu kabzeder, akl-ü temyiz ruhu denilen nüfusı nâtıkayı, emri rabb olan ruhı insanîyi ise (.......) mantukunca doğrudan doğru Allah nefhettiği gibi (.......) mantukunca kabz-u teveffîsi de doğrudan doğru Allah’a aiddir (.......) buyurulması da bu ıhtisası ış'ar eyler. (.......) Şübhesiz ki, bunda - bu teveffî ve imsâk ve irsalde (.......) düşünecek bir kavm için elbet âyetler var. - Ki, Allahdan başka ma'bud olamıyacağına ve akıbet hep Allah’a gidileceğine ve ba's olunup huzurunda muhakeme olunacağına ve Allah’a karşı yalan söylemiş, zulüm, küfretmiş haksızların, kâfirlerin mesvası Cehennem olup sadık, mü'min, müttekı muhsinlerin en güzel mükâfata ireceklerine velhasıl (.......) mısdakına delâlet ederler. Sûre-i (.......) da (.......) âyetinin tefsirine bak. Nefislerin uykudaki gibi kendilerinden geçilmesi azâbı duymamak i'tibariyle kâfirlerin lehlerine olmaz mı? diye de bir suâl hatıra gelebilir. Sahib keşşaf bu suâle meydan vermemek için, nefsi nâtıkanın ölümle muttasıf olamıyacağını söylemişti, fakat bunun asıl cevabı Hazret-i Aliye nisbet olunan şu kıt'adır. Eğer biz öldüğümüz vakıt bırakılmış olsa idik ölüm her zîhayatın rahati olurdu ve lâkin bizler öldüğümüz vakıt ba's olunacağız da ondan sonra her şey'den suâl edileceğiniz. Demek mes'elenin asıl tefekkür olunacak hall noktası bu kabz-u imsâk ve irsalden Allahü teâlânın tesarrufı mutlaka kudretini anlıyarak bu tutuşun, bu habs-ü imsakın onları kaçırmayıp ba's için bir habs-ü tevkif olduğunu istintac etmek ve ba's ile lilaullahın dehşetini, celâl-ü cemalini mülâhaza edebilmektir. Onun için (.......) de geçtiği üzere sûr nefholununca kâfirler (.......) diyeceklerdir ki, aşağıya doğru bu ma'nâ burada da tavzıh olunacaktır. Ve yine bundan dolayıdır ki, kâfirler (.......) diyeceklerdir. Bütün bu inzarlara karşı müşriklerin yegâne tutundukları tutamak şefâat da'vası olduğu için buyuruluyor ki, 43Yoksa Allah’ın berisinden şefaatçiler mi edindiler? De ki, hiç bir şey'e güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi? (.......) yoksa Allah’ın berisinden şefaatciler mı edindiler? - Allah’a karşı yalan söyliyen (.......) diyen, Allah veled ittihaz eyledi diyen o müşriklere (.......) bu evvelâ putların şefaati da'vasını ibtaldir. Diğerleri hakkında da şöyle buyuruluyor: 44De ki, Allah’ındır o şefaat bütün, onundur mülkü Göklerin ve Yerin, sonra hep döndürülüp ona götürüleceksiniz 45Böyle iken Allah bir olarak anıldığı vakıt Ahırete inanmıyanların yürekleri burkulur da ondan berikiler anıldığı vakıt derhal yüzleri güler 46De ki, ey Gökleri ve Yeri yaradan ve gayb-ü şehadeti bilen Allah’ım! Kullarının arasında o ıhtılâf edip durdukları şeyler hakkında sen huküm vereceksin 47Ve eğer bütün Arzdakiler, bir misli de beraber o zulmedenlerin olsa Kıyamet günü azâbın fenalığından kurtulmak için onu mutlak feda ederlerdi zuhur edib de kendilerine Allahdan hiç hisab etmedikleri, nesneler 48Öyle ki, yaptıkları amellerin fenalıkları karşılarına çıkmış ve istihza edip durdukları şeyler kendilerini sarmıştır 49Fakat insana bir sıkıntı dokunuverince bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir ni'met bahşediverdiğimiz zaman da o bana bir bilgi üzerine verildi der, belki o bir fitnedir velâkin pek çokları bilmezler 50Onu bunlardan evvelkiler de söyledi fakat o kazandıkları kendilerini kurtarmadı 51Netîcede kazandıklarının fenalıkları başlarına geçti,şunlardan o zulmedenlerin de kazandıklarının fenalıklarına geçecektir onlar da atlatacak değillerdir 52Hâlâ bilmediler mi ki, Allah rızkı dilediğine açar, kısar da, şübhesiz ki, bunda îman edecekler için âyetler vardır (.......) bütün şefaat Allah içindir. Onun da maliki odur. Onun izni olmaksızın huzurunda kimse şefaat edemez, şefaat me'zun olanlar da hep onun rızasını mülâhaza ederek şefaat edebilirler. Çünkü (.......) 53De ki, ey nefisleri aleyhine israf etmiş kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidi kesmeyin, çünkü Allah bütün günahları mağfiret buyurur, şübhesiz ki, o öyle gafûr öyle rahîm o (.......) De ki, - ya'ni Allah tarafından şu hıtabı tebliğ et (.......) ey nefislerine karşı israf etmiş kullarım - İSRAF, mal sarfında meşhur ise de insanın yaptığı her hangi bir fıilde haddini aşmaktır. Burada cinayet ma'nâsı da tazmin olunarak (.......) ile sılalanmıştır. Ya'ni ma'sıyette ifrat ederek kendi nefislerine cinayet yapmış olan kullarım (.......) Bu âyetin Kur’ân’da en ümidli âyet olduğu söylenir. Bununla beraber dikkat edilmek lâzım gelir ki, bu ümid, günaha teşvık için değil en günahkâr kimseleri bile bir an evvel tevbe ve inabeye teşvık için olduğu ikinci ve üçüncü âyetten zahirdir. Bunun sebeb-i nüzulünde bir kaç rivayet vardır. Ata İbn-i Yesardan olan rivayete göre Hazret-i Hamzanın katili Vahşî hakkında Medinede nâzil olmuştur. İbn-i Ömerden rivayet olunduğuna göre de demiştir ki, ayyaş İbn-i Ebî rebîa ve Velîd İbn-i Velîd ve daha bir kaç nefer müsliman olmuşlardı. Sonra ta'zib edilmiş fitneye düşmüşlerdi, biz bunlar hakkında Allah artık bunlardan ebeden hiç bir şey kabul etmez, müsliman oldular, sonra da bir azâb ile ta'zib olunduklarından dolayı dinlerini terkettiler diyor idik bu âyetler nâzil oldu. Ömer ibnil hattab kâtib idi bunları kendi eliyle yazdı, ayyaş İbn-i Ebî rebîaya ve Velîd İbn-i Velîde ve diğer bir kaç kimseye gönderdi onlar da müsliman olup hicret ettiler (.......) İbn-i Abbastan rivayet olunduğuna göre de Mekkeliler şöyle demişler: Muhammed zu'mediyor ki, putlara tapan, Allah ile beraber diğer bir ılâha dua eden ve Allah’ın muhterem kıldığı nefsi katleyliyen kimseler mağrifet olunmaz, o halde biz nasıl hicret eder ve müsliman oluruz, ilâhlara tapmış, adam öldürmüşüz ehli şirkiz» bunun üzerine Allahü teâlâ (.......) âyetini indirdi. Maamafih sebeb-i nüzul kâfirlerin islâmı mes'elesi ise de mefhum âsiylerin tevbesine de şamil olduğunda şübhe yoktur, o evleviyyetle sabit olur. Demek ki, (.......) âyeti mucebince şirkin mağrifet olunmaması tevbe edilmediği takdirdedir. 54Onun için ümidi kesmeyin de başınıza azâb gelmeden evvel tevbe ile rabbınıza dehalet edin ve ona halîs müslimanlık yapın, sonra kurtulamazsınız (.......) azâb size gelmezden evvel - buyurulması da îmanı ye'sin faide vermiyeceğini anlatır. 55Haberiniz olmıyarak ansızın başınıza azâb gelmeden evvel halîs müsliman olun da rabbınızdan size indirilenin en güzelini ta'kıb ve tatbık edin 56Diyeceği gün bir nefis: eyvah, Allah yanında yaptığım eksikliklerden dolayı hasretime bak, doğusu ben eğlenenlerden idim (.......) Bir nefis diyeceği için - ya'ni dememek için. 57Yâhud diyeceği: Allah bana yolunu gösterse idi her halde ben müttekılerden olurdum 58Ve yâhud azâbı gördüğü zaman diyeceği: bana bir geri dönmek olsa idi de muhsinlerden olsa idim! 59Hayır sana âyetlerim geldi de onlara yalan dedin, kibretmek istedin ve kâfirlerden oldun 60Hem o Kıyamet günü görürsün ki, Allah’a karşı o yalan söyliyenlerin yüzleri kararmıştır Cehennemde değil mi mevkıi mütekebbirlerin 61Korunan müttekıyleri ise Allah muradlarınca necata çıkarır, onlara fenalık dokunmaz ve onlar değildir mahzun olacaklar 62Allah her şeyin halikıdır, her şey üzerine vekil de o (.......) ta yukarıdaki (.......) hıtabına mukabildir. Ya'ni üzerlerinde tesarruf kendisine aid olan, yâhud görüp gözetecek, maslâhat veya mes'uliyyetlerini tatbık eyliyecek olan ancak odur. 63Bütün Göklerin ve Yerin kilidleri onundur, Allah’ın âyetlerine küfrederler işte onlar kendilerine yazık edenlerdir MEKALÎD, mıklid veya mıkladın cem'idir ki, kilid veya anahtar demektir. Kilidin muarrebi, ıklidin cem'i oluduğu da söylenmiştir. Burada kilid veya anahtardan maksad Yer ve Gök hazîneleri ve onlarda dilediği gibi tesarruf etmektir. 64De ki, böyle iken şimdi o Allah’ın gayrısına mı kulluk etmemi emrediyorsunuz bana? Ey cahiller! 65Celâlim hakkı için sana da vahyolundu şu, senden evvelkilere de: "yemin ederim ki, eğer şirk koşarsan çalışman bütün boşuna gider ve mutlak kendine yazık eden hasirlerden olursun 66Hayır, onun için yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol 67Allah’ı hakkıyle takdir edemediler, halbuki bütün Arz Kıyamet günü onun bir kabzası Göklerde yemînine dürülmüşlerdir, çok münezzeh ve çok yüksektir o sübhan onların şirkinden (.......) Arz bir kabzası Kıyamet günü, Semalar da yemîniyle dürülmüşlerdir. - Zemahşerî, Beyzavî, Ebüssüud gibi belâgatte mümtaz olan müfessirler diyorlar ki, bu kavli celîl, Allahü teâlânın gayet azametine ve kudretinin kemaline ve zihinlerin hayret ettiği büyük fiıller onun kudretine nisbet edilince çok küçük ve hakır kalacağına bir tenbih ve âlemi yıkıvermek ona göre pek kolay bir şey olduğunu temsil ve tahyil tarikıyle bir ifâdedir ki, kabza ve yemin kelimelerinin hakikat veya mecaz olmaları ciheti mülâhaza edilmeksizin (.......) gecenin zülfüne kır düştü terkibi gibi hey'eti mecmuasiyle bir tasvirdir. Diğer ba'zıları da demişlerdir ki, kelâmdan asl olan hakıkattir, fakat hakıkatin müteazzir olduğuna bir delîl bulununca da mecazı sarfı vâcib olur. Kabza ve yemîn kelimeleri carihada hakıkattir, Allahü teâlâ a'za ve cevarihin sübutü mümteni' bulunduğuna da delîli aklî vardır, o halde mecaze hamli vâcibdir. Zira fülân fülânın kabzasında (avucunda) dır denilir. Onun tedbir ve teshıri altında demektir. (.......) de de murad kendilerinin milki olmaktır. Şu hâne fülânın yedinde, fülânın kabzında, ve fülânın kabzasına geçti derler ki, hâlıs milki olduğunu söylemek isterler, hem bunlar müsta'mel ve meşhur mecazlardır. İbn-i Atıyye de demiştir ki, kabza kudretten ıbarettir. (.......) Dilimizde dahi pek çok kullanılan kabza kelimesi esasında kabızdan masdar binâi merredir. Bir kabız, bir sıkma veya bir tutma demektir. Avucla tutulan mıkdara dahi kafın zammiyle kubza, tutam veya sıkım denildiği gibi kafın fethiyle kabza da denilir. Demek ki, kabza bir sıkım, bir tutam veya bir avuç ma'nâlarına olabiliyor. Burada bir sıkım diye ifâde edilmek Kıyametin tazyıkını anlatmak ı'tibariyle daha vazıh olur. YEMİN, sağ demektir. Kuvvet ve kasem ma'nâlarına da gelir. Burada kuvvet veya kasem demek olabileceği de söylenmiştir. (.......) mantukunca Semayı dürmeğe ahdetmiş olduğu için tahkık ı'tibariyle bu ma'nâ dahi doğru ise de evvelki ma'nâ ile kuvvet ve kudretin tasvir ve temsili daha kuvvetli daha azametli bir ma'nâ ifâde ettiğini ıhtara hacet yoktur. Sahihi Müslimde Hazret-i Aişeden rivayet olunduğuna göre Arz ve Semâvatın bu kabz-u tayyi sırasında insanların nerede olacağı Resulullahdan sual olunmuş «Sırat üzerinde» buyurulmuştur. Kıyameti tasvir için de buyuruluyor ki, 68Ve sur üflenmiştir de Göklerde kim var, Yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır, ancak Allah’ın dilediği müstesnâ, sonra ona bir daha üflenmiştir, bu kerre de hep onlar kalmışlar bakıyorlardır (.......) surun ma'nâsı Sûre-i «Nemil» de (.......) âyetinde geçmiş idi. Görülüyor ki, burada iki nefıh beyan olunuyor. Birincisi yıkan nefhı saıktır ki, bu, nefhai ulâ veya vustâdır. İkincisi kaldıran nefhı kıyamdır ki, bu da nefhai saniye veya sâlisedir. Ve Kıyamet kelimesi bu ikincideki kıyam ma'nâsından olmakla beraber birinciyi de mebdei olmak üzere mutazammındır. Onun için Kıyamet kopması en büyük yıkımı ifâde eder. Buna saat, vâkıa, hakka dahi denilir. SAIK, yıldırım çarpmasında olduğu gibi bayılıp düşmeye ve ölmeğe denilir. Bu kıyamdan sonra yevmi din ve yevmi fasıl denilen safhayı beyan ile buyuruluyor ki, 69Ve Arz rabbının nuriyle parlamıştır, kitab konmuş, Peygamberler ve şâhidler getirilmiş ve beyinlerinde hak ile huküm verilmektedir hem hiç zulmolunmazlar 70Ve her nefis ne amel yaptı ise temamen ödenmiştir, ve her ne yapıyorlarsa o a'lemdir (.......) ve Arz parlamıştır. - Bu parlıyacak olan Arz, kabızdan sonra (.......) mantuku üzere değişecek olan Arzı mahşerdir. Bir Hadîs-i şerifte şöyle vârid olmuştur: nâs hâlıs elenmiş un çöreği gibi beyaz bir Arz üzerinde haşrolunacaktır ki, üzerinde kimsenin bayrağı yok. (.......) rabbının nuriyle - Kur’ân’ın bir çok âyetlerinde Kur’âna, bürhane, hakk-u adle nur ta'bir buyurulmuş olduğu gibi burada da nur, hakk-u adalet tecellîsi demek olduğu söylenmiştir. Fakat Ebû Hayyanın naklettiği üzere İbn-i Abbas demiştir ki, burada nur, Şems-ü Kamerin nuru değil diğer bir nurdur ki, Allahü teâlâ halkedecek de onunla Arzı tenvir eyliyecektir. Bu rivayet bizi obirlerinden daha bedi' bir ma'nâ ile tenvir etmektedir. Zira, elektrik ile bir misalini tesavvur edebileceğimiz parlak bir nurun, bir uurı rabbanînin yaradılacağını bize önceden haber vermiş oluyor. Bir nur ki, onunla mahkemei kübrânın kurulacağı Arzı mahşer tenvir olunacaktır. (.......) kitab ortaya konmuş - burada kitab, defteri âmal ile tefsir edilmiştir. (.......) ve Peygamberlerle şahidler getirilmiş (.......) mazmunları zâhir olmuştur. Maamafih burada nebiyyîn, muhbirler ma'nâsını da ifâde edebilir. 71Ve küfredenler zümre zümre Cehenneme sevkedilmektedir, nihayet ona vardıklarında kapıları açılır ve bekçileri onlara şöyle der: size rabbınızın âyetlerini okur ve sizi bu günün» likasından korkutur Resuller gelmedi mi içinizden sizlere? Evet derler: geldi velâkin kâfirler üzerine "kelimei azâb"hakk oldu 72Denilir: girin Cehennemin kapılarına; ebediyyen içinde kalmak üzere, bak ne fenadır mevkıi mütekebbirlerin 73Rablarına korunmuş olan müttekîler de zümre zümre Cennete sevk olunmaktadır, nihayet ona vardıkları ve kapıları açılıp bekçileri onlara "selâm sizlere ne hoşsunuz! Haydin girin onlara ebediyyen kalmak üzere" diye selâm durdukları 74Onlar da: hamd o Allah’a ki, bize va'dini doğru çıkardı ve bizi Arza vâris kıldı, Cennetten istediğimiz yerde makam tutuyoruz" dedikleri vakıt... bak artık ne güzeldir ecri o âmillerin 75Melâikeyi de görürsün Arşı etrafından donatmışlar rablarına hamd ile tesbih ediyorlardır ve halk arasında hakk ile huküm icra edilip denilmektedir: (.......) Ya rab bizi de bu hamde iren kullarından eyle. Burada Sûre-i Zümer bitti, bunu Sûre-i Mü'min ta'kıb ediyor |
﴾ 0 ﴿