MÜ'MİNİşbu Elmü'min sûresi de Mekkîdir, buna Sûre-i Gafir ve Sûre-i Tavl dahi denilir. Elmü'min (.......) diye beyan buyurulduğu üzere Ali fir'avn içinden îman etmiş olan kahraman zata işarettir ki, Sahib gibi sabikundandır. Âyetleri - Kûfi ve Şamîde seksen beş, Hıcazîde seksen dört, Basrîde seksen ikidir. Kelimeleri - Bin yüz doksan dokuzdur. Harfleri - Dört bin dokuz yüz yetmiştir. Fasılası - (.......) Bu sûrenin Sûre-i Zümere bir çok cihetten münasebeti vardır. Evvelâ o, ahvali Kıyamet ve Âhıret ile hıtam bulduğu gibi bu da onunla başlıyacak ve ba'zı tafsılât verecektir. Saniyen alûsî şunu kaydeder: Tenâsükuddürerde mezkûrdur ki, yedi (.......) in Zümer sûresini velyetmesinin vechi başlarında (.......) matla'larının benzeyişidir. Sonra da (.......) ve zîkri kitab ile başlamakta müşterek oldukları ve hep Mekkî bulundukları için tertib üzere varid olmuşlardır. Hattâ İbn-i Abbastan ve Câbir İbn-i zeydden varid olduğuna göre «Zümmer» in akıbinde sırasıyle nâzil olmuşlardır. Ve (.......) lerin fazıleti hakkında bir çok haberler de varid olmuştur. Ezcümle Ebû ubeyd fezailinde İbn-i Abbastan tahric eylemiştir. Her şey'in bir lübabı vardır, Kur’ân’ın lübabı da (.......) lerdir. Yine o, ve Şüabi iymanda Beyhekî ve saire İbn-i Mes'uddan şunu tahric etmişlerdir: (.......) ler Kur’ân’ın dîbasıdır. Ebuşşeyh ve Ebû nüaym ve Deylemi enesten, yine deylemi ve İbn-i merduye Semüre İbn-i Cündübden tahric eylemişlerdir (.......) ler Cennet Ravzalarından birer ravzadır. İbn-i nasr ve İbn-i merduye Enes İbn-i Malikten şöyle tahric etmişlerdir, dedi ki, Resuli ekrem sallallahü aleyhi vesellem Hazretlerini işittim diyordu: Allahü teâlâ bana Seb'i tıvali Tevrat yerine verdi, (.......) dan (.......) lere kadar İncil yerine verdi, (.......) lerle (.......) ler arasını Zebur yerine verdi, (.......) ler ve mufassallarla da beni tafdıl buyurdu, bunları benden evvel hiç bir Peygamber okumadı. Beyhekı Şüabde Halil mürreden şöyle tahric etmiştir. Resulullah sallallahü aleyhi vesellem buyurdu ki, (.......) ler yedidir. Cehennemin kapıları da yedidir. (.......) lerden her biri gelir, o kapılardan birine durar da: Allah’ım, bana îman edip de beni okuyanı bu kapıdan sokma der. Daha Ba'zı hususî rivayetler de vardır: meselâ Tirmizî ve daha ba'zıları Ebû hüreyreden şöyle rivayet etmişlerdir: Resuli ekrem sallallahü aleyhi vesellem buyurdu ki, her kimin (.......) yi sabahleyin okursa akşama kadar onlarla mahfuz olur ve akşamleyin okursa sabaha kadar onlarla mahzuf olur. 1(.......) gibi muradını Allah bilir, oraya bak! Gerçi muhkem muhkemat ümmülkitabı sînede Kim bilir (.......) den maksudı rahmanım nedir? (.......) harflerinden olduğu cihetle o iki isme remz veya kasem olması söylenmiş ve (.......) okunduğu da söylenmiştir. Bundan dolayı olmalıdır ki, ba'zıları (.......) in (.......) veya (.......) ler diye cemi'lenmesini tecviz etmemiş, Sûrelerin teaddüdlerine işaret kasd olunduğu zaman (.......) denilmesini tercih eylemişlerdir. Bu haysiyyetle (.......) sûreleri rahmeti rahmaniyye ve rahîmiyyeden birer nümunedirler. Bununla beraber (.......) harfleri hamdin başı, Muhammed isminin de ortasıdır. Ya Muhammed demek de olabilir. Fakat çokları Kur’ân’ın veya Sûrenin ismi olmasiyle iktifa etmişlerdir. Bundan dolayı alemiyyet ve te'nis yâhud alemiyyet ve şibhi ucme ile gayrı munsarıf olduğunu da söylemişlerdir. 2İndirilişi bu kitabın Allahdan, o azîz, alîm 3O günah bağışlayıcı ve tevbe kabul edici ıkabı şiddetli, fadıl sahibi Allahdandır ki, ondan başka tapılacak yok, hem onadır dönüm 4Allah’ın âyetlerinde ancak nankörlük eden kâfirler mücadele eder. Şimdi onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın 5Onlardan evvel Nûh’un kavmı arkalarından da Ahzab tekzib etmişlerdi ve her ümmet kendi Resullerini yakalamak kasdinde bulundu ve hakkı batılla gidermek için boşuna mücadele ettiler de ben onları tuttum alıverdim o vakıt nasıl oldu ıkabım? (.......) de geçti. 6Ve işte o nankörlük eden kâfirlere rabbının kelimesi öyle hakk oldu, onlar nâra yanacaklar 7Arşı hâmil olanlar ve onun etrafındakiler rablarının hamdiyle tesbih ve ona îman ederler, ve îman etmişler için de şöyle bir mağrifet dilerler: ya rabbenâ rahmet ve ılim her şey'e geniş, hemen mağrifet buyur onlara o tevbe edip yoluna uyanlara ve koru onları o cahîm azâbından 8Ya rabbenâ hem koy onları o kendilerine va'd buyurduğun adin Cennetlerine, atalarından ve zevcelerinden ve zürriyyetlerinden salâhı olanları da, şübhesiz sen o azîz, hakîmsin sen 9Ve onları fenalıklardan koru sen her kimi fenalıklardan korursan o gün muhakkak onu rahmetinle yarlıgamışındır, işte asıl fevzi azîm de odur (.......) Arşı hamil olanlar - Arş hakkında (.......) ve Sûre-i A'rafta (.......) âyetine bak. Hamelei Arş, büyük Meleklerdir ki, (.......) da (.......) Kıyamet günü sekiz oldukları musarrahtır. Ba'zı asarda bu gün dahi sekiz olduğu rivayet edilmiş ise de ba'zıları bu gün dört olup Kıyamet günü diğer dört Melek ile te'yid olunarak sekiz olacaklarına kail olmuşlardır ki, Muhyîddini arabî de böyle der. (.......) Ve etrafındakiler - (.......) buyurulduğu üzere Arşın etrafını donatan Melekler ki, bunlar çok pek çoktur, adedlerini ancak Allah bilir. Hamelei Arş ile bunlara «Kerubiyyun» derler ki, kâfın fethi ranın zammı ve tahfifiyle «kerubî» nin cem'idir. Teşdid hatadır. Lâkin öyle şayi' de olmuştur. KERUB, kurb ma'nâsına kerbden fauldür. Allah’a en yakın olan Melekler demek olur. Onun için ba'zıları Kerubiyyun yalnız hamelei Arştır demişler, İbn-i sina da Melâike risalesinde şöyle demiştir: Melâikei kerubiyyun tihi a'lâ arasatının âmirleri zümre zümre mevkıfı ekremde vakıflar, manzarı ebhaya nazırdırlar ki, bunlar Melâikei mukarrebun ve ervahı müberrundur. Amma Melâike âmilûn hamalei Arş ve Kürsî ve Semavatın âmirleridirler (.......) İşte bütün bunlar tesbih ve tahmid ile rablarına îman etmişler ve mü'minler için öyle istiğfar ve dua ederler. 10O küfredenlere muhakkak şöyle bağırılacaktır: elbette Allah’ın buğzu sizin nefislerinize buğzunuzdan daha büyük, zira siz îmana da'vet olunuyordunuz da küfrediyordunuz (.......) o küfredenler - Allah’ın âyâtında mücadele eden ashabı nâr oldukları beyan buyurulan kâfirlerin Cehenneme girdikten sonraki halleri anlatılıyor: (.......) onlara şöyle bağırılacak - Allah tarafından Cehennemde zebanîler bağıracaklar (.......) elbette Allah’ın makti - makt, bugzun şiddetlisi (.......) sizin kendinize buğzunuzdan daha büyük - kâfirler kendi kendilerine üç vechile buğzedecekler: bir kerre Kıyameti, Cenneti ve Cehennemi gördükleri zaman bunları inkârda ısrar ettiklerinden dolayı nefislerine kızacaklar, sonra tâbi' olanlar metbu'ları olan rüesaya kızacaklar, daha sonra Cehenneme girdiklerinde İblis kendilerine nutuk irad edip benim sizin üzerinizde bir saltanatım yoktu, yalnız sizi da'vet ettim de beni dinlediniz, artık beni levmetmeyin kendinizi levmedin (.......) dediği zaman da kendilerine buğzedeceklerdir. 11Diyecekler ki, ya rab! Bizi iki öldürdün iki de dirilttin şimdi günahlarımızı anladık fakat var mı çıkmaya bir yol? (.......) diyecekler ki, ya rabbenâ bizi iki öldürdün iki de dirilttin - ya'ni iki ölüm öldürdün, iki dirim dirittin buradan azâbı kabre istidlâl edilmiştir. Deniliyor ki, birinci öldürme Dünya hayatı bitiren ilk ölüm, ikinci öldürme kabirdeki birinci ıhyayı ta'kıb eden ölüm, ikinci ıhya da ba's, şu halde Dünya hayat kale alınmamıştır. Çünkü Dünya da inkâr ettiklerini ıkrar ile ı'tirafi zünub ediyorlar. Buna mukabil mü'minler Sûre-i (.......) demişlerdi. Sûre-i (.......) da da müttekıler hakkında (.......) buyurulacaktır. Bu münasebetle bunlardan birincinin bedene aid ölüm ve hayat, ikincinin de ruha aid ölüm ve hayat diye mülâhaza edilmesi ve mü'min ruhunun (.......) da dahil olarak doğrudan doğru bekasına işaret olması da mühtemildir. Burada kâfirlerin sözlerindeki ikiyi (.......) tesniye gibi mahza tekrar ve teksir maksadına hamledenler de olmuştur, gûya şöyle demişlerdir. Sen bizi kaç kerreler öldürdün kaç kerreler dirilttin, bunları görüp kudretinin azametini ve binaenaleyh iâdeyi de yapabileceğini anladık (.......) şimdi günahlarımızı i'tiraf ettik tanıdık anladık (.......) fakat çıkmağa bir yol varmı? - Bu ateşten gerek Dünyaya dönmek ve gerek başka bir yere gitmek yâhud bir daha ölmek gibi her hangi bir süretle olursa olsun bir çıkmağa yol var mı? Yok diye yeis ızhar ediyorlar yâhud sen istersen ona da yol bulursun demek istiyorlar. Buna karşı redd ile cevab olmak üzere şöyle buyuruluyor: 12İşte bu size şu yüzdendir ki, bir olarak Allah’a çağırıldığında küfrettiniz ona şirk koşulunca ise îman ediyordunuz, işte huküm o ulu, o büyük Allah’ın (.......) bu içinde bulunduğunuz azâb (.......) şu sebebledir ki, (.......) bir olarak Allah’a çağırıldığı vakıt küfrettiniz (.......) de ona şirk koşulursa îman ediyordunuz - o şirk koşulanların hepsi fâni olup gittikleri, hiç birinin hukmü olmadığı için (.......) işte huküm Allah’ın (.......) o ulu, büyük Allah’ın - gayeti ulüv ve kibriya ile muttasıf, zatında sıfatında ve ef'alinde (.......) olup ma'budluk yalnız kendinin hakkı bulunan Allah’ın, işte o, size ebedî azâbı hukmetti. Onun hukmünden kurtuluşa imkân yoktur, müşriklere buğzu büyüktür, şirke mağrifet etmez. Bu suretle o kâfirlerin ahvalini beyandan sonra buyuruyor ki, 13Odur ki, size âyetlerini gösteriyor ve sizin için Semâdan bir rızık indiriyor, fakat ancak gönül veren anlar (.......) o odur ki, size, siz insanlara âyetlerini gösteriyor -ulûhiyyette teferrüdünü ve azametini anlatan âyatını gösteriyor, onunla beraber (.......) ve sizin için Semadan bir rızık da indiriyor - ya'ni cismanî rızkınıza sebeb olan yağmur, ma'nevî rızkınıza sebeb olan ılim ve Kur’ân indiriyor (.......) maamafih o âyetleri herkes anlamaz, ancak inabe eden, gönül veren düşünen anlar. O halde siz gönlünüzü veriniz de 14O halde siz, dini Allah için halıs kılarak hep ona çağırın isterse kâfirler hoşlanmasınlar (.......) Allah’a dini ıhlâs ederek ıbadet ve duâ edin ey mü'minler! isterse kâfirler hoşlanmasınlar. 15O dereceleri yüksek, Arşın sahibi telâkıy gününün dehşetini haber vermek için kullarından dilediğine ruh indiriyor (.......) Dereceleri çok yüksek - Meleklere ve sevdiği kullarına bahş eylediği dereceler çok yüksek, yâhud dereceleri yükselten (.......) o Arşın sahibi, o saltanatın sahibi - kullarından dilediğine öyle yüksek dereceler veriyor ki, (.......) kullarından dilediği kimseye emrinden ruh ilka buyuruyor - ya'ni Melek indirip vahiy veriyor (.......) o telâkı gününü inzar etmek için. Onun korkunçluğunu haber vermek için - TELÂKI GÜNÜ, Kıyamet günüdür. Zira o gün ruhlar ve cisimler, Göktekiler ve Yerdekiler, âmeller ve âmiller ma'budlar ve âbidler telâkı edecekler, birbirlerine kavuşacak veya çatışacaklar, ya'ni 16O günün ki, onlar meydana fırlarlar, kendilerinden hiç bir şey Allah’a karşı gizlenmez, kimin mülk bu gün o vahıd, kahhar Allah’ın (.......) o gün ki, o halk hep buruz etmişler, kabirlerden çıkmış, açığa fırlamışlardır. Nefislerini örten, amellerini gizliyen hiç bir şey kalmamış (.......) Allah’a karşı hiç bir şeyleri gizli değildir - ne kendileri, ne amelleri ne de halleri hiç bir şey hiç bir zaman Allah’a gizli kalmaz. Fakat Dünyada gizliyoruz zannedenler o gün kendileri de bir şey gizlemeğe çalışmazlar, bütün uryanlıklarıyle hakkın huzurunda bulunurlar. Buyurulur ki, (.......) kimin mülk bu gün? - Buna şöyle cevab verilir (.......) vahid, kahhar Allah’ın - VAHİD, zatında hiç şirkete, kesrete ihtimali yok, eczası da yok, cüz'iyyatı da yok. KAHHAR, bir şeriki olmak şöyle dursun her şey onun kahrına mahkûm (.......) her şey'e istediğini yapacak vechile galib ve hâkim. 17Bu gün her nefis kazandığı ile cezalanacak, zulüm yok bu gün, şübhesiz ki, Allah’ın hisabı serî'dir (.......) mülk ve kahrın eserini beyandır. 18Hem haber ver onlara o yaklaşan felâket gününü: o dem ki, yürekler gırtlaklara dayanmış yutkunur da yutkunurlar: zalimler için: ne ısınacak bir hısım vardır, ne dinlenecek bir şefi (.......) Onları o azife gününden de korkut - AZİFE, yaklaşmakta olan felâket, ölüm saati, yâhud ölümü aratan o Kıyamet saati, yâhud hisab görülüp ceza kesilip de Cehenneme girilmek üzere bulunulduğu saat ki, Kıyametin en acı saatidir. 19Gözlerin hâin bakışını da bilir, gönüllerin gizlediğini de 20Allah hakkı yerine getirir, onların ondan başka yalvardıkları ise hiç bir şeyi yerine getiremezler, çünkü Allahdır hakkıyle işiten gören (.......) Hem Allah hakkı kaza buyurur - hakk ile hukmeder ve hukmünü temamen icra eyler, hakkı ıhkak eyler, yerine getirir. (.......) ondan başka tapınıp yalvardıkları ise - gerek câmid putlar, gerek diğerleri (.......) hiç bir şey'i kaza edemezler - kendiliklerinden hiç bir şey'e kat'ıyyetle huküm verip tamamiyle icra ve infaz edemezler, çünkü hepsi Allah’ın hukmü altında makhurdur, onun için hiç bir şey'i yerine getiremezler (.......) çünkü Allahdır ancak hakkiyle işiden gören - iyi işitip görmiyen ise hakkı yerine getiremez, kadıy olamaz. Allah’ın âyetlerinde mücadele eden o kâfirler: 21Yer yüzünde bir gezmediler de mi? Baksalar a kendilerinden evvelkilerin akıbeti nasıl olmuş? Onlar, gerek kuvvetçe ve gerek Arzda asarca kendilerinden daha çetin idiler, öyle iken Allah onları günahlariyle tuttu alıverdi ve kendilerine Allahdan bir koruyucu bulunmadı 22O, şundan idi ki, onlara Resulleri beyyinelerle geliyorlardı da küfrettiler, Allah da tuttu kendilerini alıverdi, çünkü onun kuvveti çok, ıkabı şiddetlidir 23Celâlim hakkı için Musâyı âyetlerimizle ve açık bir bürhan ile gönderdik 24Fir'avne ve Hâmâne ve Karuna da dediler ki, bir sihirbaz, bir yalancı 25Bunun üzerine kendilerine tarafımızdan hakkı getiriverince de onunla beraber îman etmiş olanların oğullarını öldürün, kadınlarını diri tutun dediler, kâfirlerin düzeni de hep dalâl içinde 26Bir de Fir'avn: bırakın beni, dedi: öldüreyim Musâyı da o rabbına duâ etsin, zira ben onun dininizi değiştirmesinden ve yâhud Arzda bir fesad çıkarmasından korkuyorum 27Musâ da ben, dedi: her halde öyle hisab gününe inanmaz her mütekebbirden rabbım ve rabbınıza sığındım (.......) bununla yukarıda geçen (.......) kavline bir misal gösterilmiş de oluyor. Anlaşılıyor ki, Hazret-i Musânın mu'cizatı karşısında Firavnin istibdadı kırılmış, dilediğini yapamaz olmuş ve şaşırmıştı. Sûre-i «A'raf» da geçtiği üzere mes'ele cem'ıyyetin yalnız re'yine müracaattan ıbaret kalmamış, bir müdahale mahıyyetini almış olmalı ki, bırakın beni diye bağırıyor. Demek ki, o cebbar Firavn cebrini yürütemez olmuş ve şaşırmış idi, şaşkınlığından hezeyan ediyordu, bir taraftan o rabbına duâ etsin diye Allah’ı inkâr veya istıhfaf etmek istiyor, bir taraftan da dininizi değişterecek diye dindarlık gösteriyor. Belki onun Allah dediği kendi saltanatıdır. 28Âli Fir'avnden mü'min bir er de -ki, iymanını saklıyordu- â, dedi: bir adamı rabbım Allah diyor diye öldürecek misiniz? Size rabbınızdan beyyinelerle de gelmiş iken? Hem o bir yalancı ise çok sürmez yalanı boynuna geçer, fakat doğru ise size yaptığı vaîdlerin bir kısmı olsun başınıza gelir, şübhe yok ki, Allah musrif bir yalancıyı doğru yola çıkarmaz (.......) Bir de Âli Firavinden bir mü'min er ki, iymanını gizliyordu, şöyle dedi: - ba'zıları bu zatın İsrailîlerden olduğunu zannetmişlerse de (.......) vasfının zâhiri bunun daha ziyade Mısırlılardan ve belki Firavnin kendi hanedanından olduğunu anlatıyor. Netekim Süddî bunu Firavnin amcası oğlu diye rivayet eylemiştir. Veliyyi ahdi ve sahib şurtası, ya'ni polis nazırı olduğu da söylenmiştir. Firavin Musâyı öldüreyim derken Allah, kendi adamlarından böyle bir kahramanı başına dikmiş, karşısına çıkarmıştı, bu sebeble Âli Firavnin mü'mini diye ma'ruf olmuş olan bu zatın Firavne ve Âli Firavne karşı olan nutuklarını ve mücahedesini Cenâb-ı Allah burada bilhassa hikâye buyurduğu için bu Sûreye onun namına muzaf olarak «Sûre-i Mü'min» denilmiştir. Bu zat, ibtida iymanına ketmederek gizliden gizliye tedbirlerle bir müddet Firavni avutmuş ise de nihayet Hazret-i Musânın katli kararı karşısında meydana çıkmak lüzumunu hissederek evvelâ tedric ile nasıhate başlamış sonra da açıktan bir mücahede meydanına atılmıştır. Onun için evvel emirde yine belli etmemek üzere diyor ki, (.......) bir adamı «rabbım Allah diyor» diye öldürecek misiniz? (.......) rabbınızdan size beyyinelerle de gelmiş iken - sonra da tedricen iymanını ı'lâna kadar gitmek üzere ıhtiyat ile istidlâle kuvvet vererek ılâve ediyor: (.......) hem eğer yalancı çıkarsa yalanı sırf kendi üzerine - kendi boynuna geçer, vebâlini, cezasını kendi çeker, size zararı olmaz. Binaenaleyh yalancılığı tahakkuk etmeden öldürmeğe ihtiyacınız yok. Buna mukabil (.......) ve eğer doğru çıkarsa (.......) size yapmakta olduğu vaîdlerin ba'zısı hiç olmazsa ba'zısı başınıza gelir sizi musab eder - ya'ni Âhırete inanmıyorsanız Dünyada azâbı gelir. (.......) şübhe yok ki, Allah bir yalancı müsrif kimseyi doğru yola çıkarmaz. Muvaffak etmez - bu iki ma'nâlı diğer bir istidlâldir. Birincisi, o aşırı bir yalancı olsa idi Allah ona o beyyineleri vermez, o mu'cizelerle te'yid eylemezdi. İkincisi eğer aşırı bir yalancı ise mekıı olamıyacağında şübhe yoktur, öldüreceğiz diye uğraşmıya ne hacet: Bu iki ma'nâ ile asıl maksad da Firavne ta'rızdır. Ya'ni sen bu kadar kan döken müsrif bir yalancısın, Allah seni onu öldürmek maksadına muvaffak etmez, kendin zarar edersin. 29Ey benim kavmım! Bu gün mülk sizin, Arzda yüze çıkmış bulunuyorsunuz, fakat Allah’ın hışmından bizi kim kurtarır şayed gelirse bize? Fir'avn, ben, dedi: size re'yimden başkasını göstermem ve her halde ben size reşad yolunu gösteriyorum (.......) bu suretle doğrudan doğru kavma hıtab etmesinden anlaşılıyor ki, bu hatabeler hususî bir mecliste değil, umumî bir şûrâda cereyan etmiştir. (Sûre-i «A'raf» a bak). Böyle olduğu bilhassa şundan da anlaşılır: (.......) Zira Firavin bu kelâmiyle yalnız re'yini anlatmış oluyor. Doğrudan doğru icra emri veremiyor. 30O îman etmiş olan zat da, ey kavmım! dedi doğrusu ben size Ahzâb günleri gibi bir günden korkuyorum, (.......) o îman eden zat - evvelâ Dünya azâbiyle tehdide girişiyor ki, bunlara o va'd edilenlerdir. 31Nuh kavmının Âd’ın, Semûdun ve daha sonrakilerin mâcerâları gibi ki, Allah kullarına bir zulm istemez 32Hem ey kavmım! hakıkaten ben size o çığrışma gününden korkarım YEVMİ TENAD - tenadî günü, çığırışma, bağırışma günü demektir ki, Kıyamet gününün bir isimidir. Çünkü o gün biribirlerine feryad-ü figan ile bağırışacaklar, yetişen yok mu diye istimdad edecekler, yahud (.......) mucebince ehli Cennet ehli Cehenneme, ehli Cehennem de ehli Cennete nidâ edecekler. 33O arkanıza dönüp gideceğiniz gün, yoktur size Allahdan bir himaye edecek, her kimi de Allah şaşırtırsa yoktur ona artık bir hidayet edecek 34Bundan evvel size beyyinelerle Yusüf gelmişti: o vakıt da onun size getirdiği hakıkatte şekketmiş durmuştunuz, nihayet vefat ettiğinde de bundan sonra Allah aslâ Resul göndermez dediniz! işte müsrif şübheci olanları Allah böyle şaşırtır 35Onlar ki, kendilerine gelmiş bir bürhan olmaksızın Allah’ın âyetlerinde mücadele ederler, Allah yanında ve îmanı olanlar ındinde mebğuz olmak için ne büyük huy, işte Allah her cebbar mütekebbirin kalbini öyle bir tabiat ile mühürler 36Fir'avn de "ya Hâmân! dedi: bana bir kule yap, belki ben irerim o esbaba 37Semaların esbabına da Musânın tanrısına muttali' olurum ve her halde ben onu yalancı sanıyorum" İşte bu suretle Fir'avne kötü ameli süslendirildi de yoldan çıkarıldı, Fir'avn düzeni hep husrandadır (.......) ba'zıları buradaki Yusüften murad, Hazret-i Yusüfün torunu Yusüf İbn-i Efrayim İbn-i Yusüf demişlerse de doğrusu Yusüf İbn-i Ya'kub aleyhisselâmdır. Ancak tefsiri Kurtubîne mezkûr olduğu üzere Hazret-i Musânın Firavni Hazret-i Yusüfün Firavni değildir. Firavni Yusüf Amâlikadan idi, Firavni Musâ ise kıbtîdir. (.......) belki ben o esbaba, o göklerin esbabına, sebeblerine yollarına irerim (.......) de Musânın ilâhına muttali' olurum (.......) maamafih ben onu muhakkak yalancı zannediyorum a. . - Fir'avn bir rasad kulesi yaptırarak fennî bir teşebbüste bulunmak ve bu suretle Hazret-i Musâyı gûya yalancı çıkarmak için bir şarlatanlık etmek istiyordu ki, bunda iki mülâhazanın birisi vardı. Ya halka diyecekti ki, bakınız! İşte Gökleri de terassud ettik oralarda Musânın dediği ilâhı göremedik, olsa idi görünmesi lâzım gelirdi, yâhud diyecekti ki, bakınız biz bu kadar vesaiti maliyye ve teşebbüsatı sınaıyyemizle Göklere çıkmanın yolunu bulamadık, o halde Musâ nereden çıktı da bize onların rabbı tarafından me'mur olduğunu söylüyor?. (.......) Ve işte Fir'avne kötü ameli böyle tezyin edildi süslü gösterildi - de bunları siyaset namına iyi bir şey yapıyormuş gibi yapıyordu (.......) ve yoldan sapıtılıyordu - çünkü Gökte bir yıldız arar gibi rasad ile cismanî bir yolda Allah aramağa kalkmak, Allah’ı aramak yolu değil, halkı bu suretle iğfale çalışmak da muvaffak olacak bir siyaset yolu değildi, Gökler ve Yer, Göklerde ve Yerde her şey hâlikının vücuduna delâlet edip durmakta iken ve Allah’ı eserinden anlamak için Yerin Gökten bir farkı olamıyacağı da aklı olanlar nezdinde ma'lûm olmak lâzım gelirken Hazret-i Musânın Sûre-i (.......) da (.......) diye herkese öğrettiği açık yolu bırakıp da yetişemiyeceği uzaklara gitmeğe kalkışmak elbette çıkar yol değildir. Maamafih Fir'avn bunu ciddî olmak için değil halkı aldatmak için bir hıyle, bir keyd olmak üzere yapıyordu (.......) fakat Fir'avnin keydi, hıylesi, düzeni sırf hasar içinde - netîcesizdir, akamettedir. Onun böyle yanlış yolda entrika çevirmeğe kalkışması kendisini muvaffak etmek şöyle dursun bil'akis aleyhine olmuştu. Çünkü: 38O îman eden zat ise: ey kavmım, dedi: Gelin ardımca size reşad yolunu göstereyim (.......) o îman etmiş olan zat - mukaddema iymanını gizlemiş olan racüli mü'min dedi ki, (.......) ey kavmım! bana tâbi' olun, arkamca gelin size reşad yolunu, murada irdirecek savab yolu göstereyim - o sebilürreşad, Firavnin gösterdiği yol değil benim göstereceğim yoldur. Bu söz gösteriyor ki, bu zat Hazret-i Musâya yardım etmek için Fir'avne karşı huruc etmiş, kavmını kendisine ittiba' için da'vete başlamıştır. Bundan dolayı ba'zıları bunu Musâ zannetmişlerse de hılâfı zâhirdir. Murad Beyin tarihi umumîsinde de Mısır kâhinlerinden «Uzarsif» namında birisinin Hiksüsler tarafına geçerek mühim bir ordu ile Fir'avin aleyhine huruc etmiş olduğu Mısır tarihlerinden nakledilmiş ve müverrıhler nazarında bu zâtin Hazret-i Musâ olduğu hakkında bir dereceye kadar ittifak var gibidir diye bir mütaleâ da serdolunmuş ise de bu zatın Hazret-i Musâ değil, Âli Fir'avin mü'mini olan bu er olması daha doğrudur (.......) Şu halde bu söz artık müşavere meclislerinde değil, silâh bedest olarak karşıya çıkan bir mücahidin tebliği halinde geliyordu. İbn-i Abbastan rivayet olunduğuna göre bu zat avenesiyle bir dağa çekilmişti. 39Ey kavmım! Bu Dünya hayat ancak (bir meta') bir kazançtan ıbarettir, Âhıret ise (Dârülkarar) durulacak yurddur (.......) ey kavmım! Bu Dünya hayat bir meta'dan ıbarettir - durup eğlenecek, istirahat edecek bir yer değil, kullanılıp intifa' edilecek bir kazançtan, gelip geçici bir kazanç fursatından ıbarettir. (.......) Dünya Âhıretin ekinliği, çiftliğidir» hadîsi mantukunca Âhırette biçilip intifa' edilmek için çalışılması lâzım gelen bir kâr, bir temettu' vasıtası veya bir mesaî saatidir. (.......) Âhıret ise darül'karar odur - durulacak istirahat edilecek yurd ancak odur. Orada kazanmak çalışmak yoktur. Onun için Dünyada eğlenceye bakmayıp çalışmağa kazanmağa bakmalıdır ki, Âhırette istifâde edilsin. Bunun, bu temettuun beyanı şöyle ki, 40Her kim bir kötülük yaparsa ona onun gibi kötülükten başka karşılık olmaz, gerek erkekten, gerek dişi her kim de mü'min olarak iyi bir iş işlerse işte onlar Cennete girerler, orada hisabsız merzuk olurlar (.......) Her kim bir kötülük yaparsa başka değil, ancak onun misli ile cezalanır. - Ya'ni kötülüğün cezası, müstehıkk olduğu karşılığı iyilik olamaz, onun gibi kötülük olur. Kötü amel yapanın güzel ecir beklemeğe hakkı yoktur. Onun bekliyebileceği karşılık ancak bir kötülüktür. Gerçi kısmen veya temamen afvolunanlar olabilir. Fakat afiv, o kötülüğün cezası değil, başkaca bir fadıldır. Adalet kanunu seyyienin misli olan seyyie ile cezalanmasıdır. (.......) her kim de salih bir amel, iyi bir iş yaparsa (.......) gerek erkekten olsun gerek dişi (.......) işte onlar Cennete girerler (.......) y¡ (.......) orada hisabsız merzuk olurlar - iyiliğin mukabili de iyiliktir. Adâlet kanunu bunun da bir misli olmasını ıktıza ederse de ihsan kanunu, onun on mislinden, hisabsız emsaline kadar çıkar, yerine iyi bir dâne eken, on dane alabilir. Yüz, yedi yüz daha ziyadesine ne kadar da katlanıp gidebilir. Onun için Fir'avne karşı mücahede ederek salâha çalışmalıdır. 41Hem ey kavmım! Neye ben sizi halâsa da'vet ederken siz beni ateşe da'vet ediyorsunuz? (.......) Bu hıtab da Fir'avne karşı yapılan bu huruc ve da'vetin bir bagy olmayıp meşru' ve muhakkak bir necat mes'elesi olduğunu beyandır. 42Siz beni Allah’a küfretmeğe ve bence hiç ılimde yeri olmıyan şeyleri ona şerik koşmağa da'vet ediyorsunuz, ben ise sizi o azîz, gaffara da'vet ediyorum. 43Hiç kabili inkâr değildir ki, hakıkatte sizin beni da'vet ettiğinizin ne Dünyada ne Ahırette bir da'vet hakkı yoktur ve hepimizin varacağımız Allahdır, ve bütün müsrifler nâre yanacaktır. 44Siz benim söylediklerimi sonra anlıyacaksınız, ben emrimi Allah’a tefvız ediyorum, her halde Allah kullarını görür gözetir. 45onun için Allah onu onların kurdukları mekrin fenâlıklarından korudu da Âli Fir'avni o kötü azâb kuşattı. (.......) Bu suretle Allah onu, Ali Fir'avnin kurdukları mekirlerin fenâlıklarından korudu - onlar Ali fir'avnin düştükleri kötü amellere düşmedikleri gibi Ali fir'avnin onlar hakkında kurdukları fena tuzaklara da düşmediler, Fir'avnın ta'kıbatı vikayei ilâhiyye sayesinde kendilerine bir zarar vermediği gibi (.......) azâbın kötüsü Ali fir'avnin başına indi - İbn-i Abbastan rivayete göre Fir'avnin onu ta'kıb için gönderdiği asker telef olmuştu. Sonra da kendisi ve cünudu ma'lûm olduğu üzere gark edilmişti. 46Ateş, onlar sabah akşam ona arzolunur dururlar, saat kıyam edeceği gün de tıkın Âli Fir'avni en şiddetli azâba. 47Ve hele ateş içinde biribirlerine (ıhticac) protesto ederlerken: o vakıt zuafa kısmı o büyüklük taslıyanlara diyorlardır: hani bizler sizin tebeanız idik, şimdi siz bizden bir ateş nevbetini savabiliyor musunuz? 48Büyüklük taslıyanlar da şöyle demektedirler: evet, hepimiz onun içindeyiz, çünkü Allah, kulları Beyninde hukmünü verdi 49Ve hep o ateştekiler Cehennem bekçilerine derler: rabbınıza duâ ediverin bir gün bizden azâbı biraz hafifletsin 50Ya size, derler: beyyinelerle Resulleriniz geliyor değilmi idi ki,? Evet, derler, öyle ise kendiniz duâ edin derler, kâfirlerin duâsı ise hep çıkmazdadır (.......) onlar ona, sabah ve akşam arz olunup durmaktadırlar. - Ya'ni Âli fir'avin Dünyada kötü azâb ile mahvoldukları gibi Âhırete kadar âlemi ber Zahta da akşam sabah nara arz ile ta'zib olunmaktadırlar. Sonra da (.......) Şimdi kıssanın hissası beyan olunarak buyuruluyor ki, 51Elbette biz Resullerimizi ve îman edenleri mansur kılacağız hem Dünya hayatta hem de şâhidler dikileceği gün (.......) Biz gönderdiğimiz Peygamberlerimizi ve îman edenleri elbette mansur kılarız - yardım eder, huccet ve zafer ve kâfirlerden intikam ile murada irdiririz (.......) hem Dünya hayatta (.......) hem de şâhidlerin şehadete duruşacakları gün - Kıyamet günü, ya'ni hem Dünya, hem Âhıret, ikisinde de, ba'zı ahvalde bir müddet için onların mihnetlere maruz olarak imtihanlar geçirmeleri, bu va'din kat'ıyyetini nakzetmez, çünkü ıbret, akıbet ve netîceyedir. Bununla beraber Peygamberlerin ve mü'minlerin muzaffer olmaları yalnız Âhırete de kalmıyacaktır. Musânın ve o îman eden zatın Fir'avne galebesi gibi Dünyada da tehukkuk edecek, Âhırette de. EŞHAD, şâhidin cem'ıdir, sahibin cem'ınde eshab gibi. Bunlar Kıyamet günü nâsa karşı şâhidlik edecek olan Melâike ve Enbiya ve Mü'minîndir. 52O gün kü zâlimlere özür dilemeleri fâide vermez, onlara lâ'net vardır ve onlara yurdun kötüsü vardır (.......) o gün ki, zâlimlere ma'ziretleri menfeat vermez - çünkü ma'ziretleri bâtıldır. Yâhud (.......) müeddasınca özür beyan etmek için kendilerine izin verilmez, ağız açtırılmaz (.......) ve onlara lâ'net vardır. - Allah’ın rahmetinden koğulmak, uzaklaştırılmak vardır (.......) ve onlara yurdun kötüsü vardır - Cehennem. 53Şanım hakkı için biz Musâya o hidayeti verdik ve Benî İsraile o kitabı miras kıldık ki, aklı selîm sahiblerine bir irşad ve bir ıhtar olmak için (.......) Şanım hakkı için Musâya o hüdayı verdik - Fir'avne karşı Dünyada o muvaffakıyyeti verdik, arkasından (.......) Beni İsraîle o kitabı, ya'ni Tevratı mîras da bıraktık 54O halde sabret, çünkü Allah’ın va'di haktır hem günahına istiğfar ve akşam, sabah rabbına hamdiyle tesbih et ülül'elbaba, selîm, halîs akıl sahibi olanlara bir irşad ve tezkir olmak için - ya'ni Allah’ın Resullerine ve mü'minlere Dünya ve Âhıret nusrati muhakkak olduğunu ve Fir'avn gibi zâlimlere karşı mücahedenin lüzumunu ıhtar eylemek için. 55Çünkü (.......) O halde sabret - müşriklerin ezalarına tehammül ederek sebat et (.......) çünkü Allah’ın va'di haktır, nusratı muhakkak olacaktır, onun için sabret (.......) ve zenbine istiğfar eyle - tedarük edemediğin eksiklikleri örtmesi için rabbının mağrifetini iste (.......) ve rabbının hamdiyle tesbih et (.......) akşam ve sabah - bu ta'bir her vakıt demek gibi devam ifâde eder. Allah’a hamd-ü şükrederek tenzîhe devam et, ne lisan, ne kalb, hiç zikirden gafil olmasın demek olur. 56o kendilerine gelmiş kat'î bir bürhan olmaksızın Allah’ın âyetlerinde mücadele edenler muhakkak ki, onların sîynelerinde ancak yetişemiyecekleri bir kibir vardır sen hemen Allah’a sığın, çünkü o, semî odur, basîr o (.......) Kendilerine gelmiş bir sultan: bir salâhiyyet ve bürhan olmaksızın Allah’ın âyatında mücadele eden kimseler - âyatullah, Allah’ın varlığına ve birliğine ve her hangi bir hususun hakkıyyetine dair nasbettiği delâil ve kütübi münzelesi ve Peygamberlerinde ızhar eylediği mu'cizattan eamdır. Bunlarda mücadele için mesağ verecek bir bürhan ve huccet mütesavver olmadığından burada bigayri sultan kaydinin mefhumı muhalifi maksud değildir. Ancak dîn işinde söz söyliyebilmek için huccet ve bürhana müstenid bir salâhiyyet lâzım olduğuna tenbihtir. Bununla beraber nesıh, tahsıs ve takyid kabîlinden mesailde olduğu gibi âyatullahı yine âyatullah ile karşılaştırarak bahsetmek caiz olduğuna işarettir de denilebilir. Lâkin hiç böyle bir salâhiyyet ve bürhan olmaksızın âyatullahda mücadele edenler (.......) onların sînelerinde, gönüllerinde kibirden başka bir şey yoktur - hakkı kabule tenezzül etmek istemiyen bir büyüklük da'vası, kuru bir azamet kuruntusu, lâkin (.......) bir kibir ki, onlar ona yetişecek değillerdir. - Hadlerinden çok aşkın, ne şimdi ne ileride muktezasına irmeleri ıhtimali bulunmıyan bir kibir, çünkü Allah’ın âyatının üstüne çıkılmaz, Allah’ın vermediği kadr-ü menzilet zorla alınmaz. Peygamberliğe kesb ile yetişilemediği gibi Allah vergisinden fazla bir salâhiyyete de irilmez. İşte Allah’ın âyetlerinde mücadele edenler sırf böyle bir kesb ile mücadele ediyorlar. Delili zâhir olan hakka karşı teassub ile mücadele edenlerin hepsi bu hukümde dahıldir. Hepsi böyle sînelerinde yetişemiyecekleri bir kibir taşıdıklarından dolayı mücadele ederler. Bunun sebebi nuzülünde iki rivayet vardır: 1 - Kureyş müşrikleridir (.......) diyorlardı. 2 - Yehûddur, Mukatil demiştir ki, haklarında bu âyet nâzil olan mücadiller, Yehûdîlerdir. Deccale ta'zîm ettiler bu nâzil oldu (.......) Ebul'âliye de buna zâhib olmuştu. Âlûsî nin nakline göre Abd İbn-i Humeyd ve İbn-i ebî hatim senedi sahih ile ondan şöyle tahric etmişlerdir: Yehûdîler, Hazret-i Peygambere (sallallahü aleyhi vesellem) geldiler de Deccal dediler, âhir zamanda bizden olacak ve işte olacaklar o zaman olacak ve şöyle yapacak böyle yapacak diye büyüttüler de büyüttüler, bunun üzerine Allahü teâlâ (.......) âyetini indirdi (.......) Buna göre bu Sûre de bu âyetin medenî olması yakışır. Ebüssüud bunu şöyle nakl eder: Bir de denildi ki, mücadele edenler Yehûdîlerdir. Diyorlardı ki, bizim Tevratta mezkûr olan sahibimiz sen değilsin, o Mesîh İbn-i Davud, ya'ni deccal âhir zamanda çıkacak, saltanatı berr-ü bahre irecek, ırmaklar beraberinde gidecek. Allah’ın âyetlerinden bir âyet olacak, o vakıt mülk bize rücu' edecek. İşte Allahü teâlâ onların bu temennîlerine (ideallerine) kibir tesmiye etti ve kuruntularına irmelerini nefiy buyurdu (.......) Ya'ni Yehûdîler, Beni İsrailden başkasında nübüvvet görmek istemedikleri için gerek Kur’ân’da ve gerek sâir kitablarda nübüvveti Muhammediyyeye delâlet eden âyetlere sırf kibir ve hased yüzünden mücadele ederek Hatemül'enbiyayı bırakıp Deccalı iltizam etmişler ve onun zamanında saltanatın kendilerine geçeceğini bir temenni halinde ileri sürmüşler ise de Deccal çıktığı zaman dahi mülk-ü saltanat kendilerine rücu' etmiyecektir. Âlûsî der ki, bu mücadelede Yehûd iki vechile yalan söylediler, evvelâ, Resulullaha «sen bizim mu'teber olan sahibimiz değilsin» demelerinde yalan söylediler. Saniyen Deccalı kasd ederek o Mesih İbn-i Davuddur demelerinde yalan söylediler. Çünkü hangi Peygamber ba's olunduysa ümmetini behemehal Deccaldan tahzir buyurmuş, sakındırmıştır. O bir bişaret değil, fitne ve beliyyedir. Onlar ise onu Peygamber yerine tutarak sahibimiz demişlerdir ki, bunun âyatullaha bigayri sultanin mücadele olduğunda şübhe yoktur (.......) Hadîslerde eşratı saatten olmak üzere iki mesîh zikr olunur. Birisi: mesîh Isânın nüzulü, birisi de mesîh Deccalın zuhurudur. Müseylime gibi yalan yere Peygamberlik iddiasıyle çıkacak otuz kadar Deccal zikredilmiş, en büyük fitne olan mesîh Deccalın ise ülûhiyyet iddiasiyle huruc edeceği haber verilmiştir. Ancak mesîh Deccala Mesîh İbn-i Davud denilmiş olduğunu da bu âyetin tefsirinde işitmiş oluyoruz. Halbuki Mettâ İncilinin başında görüldüğüne göre Hırıstiyanlar bu ismi «Iselmesîh İbn-i Davud» diye Hazret-i Isayâ vermektedirler. Buna sebeb olarak da Meryemin nişanlısı dedikleri Yusüfün Hazret-i Davud neslinden olduğunu söylemektedirler, Isânın tevellüdü Meryemle Yusüfün ictima'larından evvel ruhul'kudüsten oldu diye tasrih edilmiş iken Yusüf babası imiş gibi onun vasıtasiyle Hazret-i Davuda nisbet edilmesi bir tenakuz teşkil eder. Lâkin Mettâ incili her nedense bu tenakuzla beraber Hazret-i Isâya Mesîh İbn-i Davud demekte ısrar etmiştir. Ayni zamanda Hazret-i Isâyı tanımadıkları ma'lûm olan Yehûdîler de âhir zamanda çıkacak Deccale bu ismi vermişler, bu cihetle aralarında bir menşe'den çıkmış olması melhuz bulunan garib bir noktai nazar teşabühü hasıl olmuştur. Biz bundan şunu anlamış oluyoruz ki, mesîhi Deccal yalancı Mesih demektir. Varid olan haberlere göre deccal, bir yalancı, nâsı aldatmakta mahir bir sahtekârdır ki, kâfirliği, sahtekârlığı yüzünden belli olduğu halde bir takım harikalar göstererek ülûhiyyet da'va edecek ve en büyük fitne olması da bundan olacaktır. Ulema demişlerdir ki, Allahü teâlâ Peygamberlik iddia eden bir yalancıya tasdık ıhtimali bulunan bir mu'cize vermez, çünkü teşkik olur, âyâtullah ile mücadeleye sultan verilmiş olur. Fakat ülûhiyyet iddia eden bir yalancıya ibtilâ için her türlü harikayı verebilir. Zira kendisi hâdis olan mahlûkun Allah olmadığına aklî bürhan daima kaim bulunduğu için onun yalancılığı haddi zatında zâhirdir, ondan dolayı âyâtullah ile mücadeleye bir sultan verilmiş olmaz. Deccalin bu suretle bir yalancı mesîh olması, onun hıristiyanlık taklidi altında zuhur edeceğini anlatır. Mesîhi sadık olan Isânın nüzuliyle onu katledeceğine dair olan eserler de bunu te'yid eyler. Yehûdîlerin mesîhi sadık olan Isâya ve Hatemül'enbiyaya kibr-ü hasedle küfrederek bütün ümidlerini mesîhi kâzib olan deccale bağlamaları ne acîb bir bedbahtlık ne elîm bir mahrumiyyettir. Bu son senelerde Yehûdîlere Filestînde bir hukûmet yapıvermek istiyen İngiltere acaba onlara gözledikleri mesihi kâzib rolünü oynayıverecek midir. Lâkin Allahü teâlâ buyuruyor ki, (.......) onun için sen hemen Allah’a sığın - öyle kibirden ve kibirli hasedcilerden, yâhud deccalın şerrinden Allah’a sığın (.......) çünkü işitecek odur, görecek o - ya'ni senin ve onların bütün dediklerinizi işiten ve işitecek olan ve bütün yaptıklarınızı gören ve görecek olan ancak odur. Bu, bir taraftan va'd, bir taraftan vaîddir. 57Elbette Göklerin ve Yerin halkı o nâsın halkından daha büyüktür ve lâkin nâsın ekserîsi bilmezler (.......) Elbette Semavat ve Arzın halkı o nâsın halkından daha büyüktür. - Bu âyetin terkibinde bir kaç ma'nâ vardır: bir kerre nâsın Allah’a ve Allah’ın âyetlerine karşı kibr-ü mücadelesi haddini bilmemek olduğunu ıhtardır. Ya'ni o kibredenlerin kibir, ne haddinedir ki, Göklerin ve Yerin yaradılışı onların yaradılışından daha büyük daha azametlidir. Öyle ki, insan onların içinde bir zerrecik gibi kalır, hattâ insan Arzın üzerinde bir mikrop, Arz bütün âlemin içinde bir zerre mesabesindedir. O halde insanın Yere Göğe karşı bile büyüklenmek haddi değilken onları yaradan halika karşı kibir taslamağa kalkması ne büyük cehalettir, ikincisi ba's-ü iadeye işaretle bir vaîd olmak üzere şöyle demektir. İlk evvel Semavat ve Arzı yaratmak, ibda' etmek, insanları tekrar yaratmaktan daha büyük bir iştir, o Gökleri ve Yeri hiç yok iken yaradan, ölen insanlara tekrar hayat verib de yaratamaz mı? İâde ibtidadan elbette kolaydır. Zemahşerî bu ma'nâyı tercih etmiştir, Üçüncüsü Nakkaş gibi ba'zı müfessirînin verdiği ma'nâya göre «halkunnâs» fâıline muzaf olmak üzere: Gökleri ve Yeri yaratmak insanların yaptığı şeylerden elbette büyüktür. Bunun hasılı Semavat ve Arz ile insanları mukayese değil Allah’ın sun'ıyle insanların sun'unu mukayesedir, bu mukayesenin sebebi de mücadele edenlerin san'atlerine güvenerek kibirleridir. Ya'ni insanlara nisbet olunan keşifler, san'atler, iddialarınca icadlar, yaradışlar her ne olursa olsun hiç bir zaman Allah’ın yaradışına benziyemez, Göklerin, Yerin yaradılışı gibi olamaz. Binaenaleyh mücadillerin deccalların gösterecekleri hârikalar insanları aldatmamak lâzım gelir. (.......) ve lâkin nâsın ekserisi bilmezler - de aldanırlar, kendilerini veya eserlerini Göklerden ve Yerden büyükmüş gibi farzeder mağrur olurlar. Yâhud insanların yaptığını Allah’ın yaptığından büyük zannederler, kibirlenirler. Meselâ Allah bir kulak yaratmıştır, insan onunla uzak yakın mesafeden ses işitir, sonra insanlar bir de radyo keşfetmişlerdir. Fakat ılmi olmıyan nâsın bir çoğu radyoyu insanın halkı ve kulaktan daha mühim bir san'at zanneder, düşünmezki kulak olmayınca radyo hiçtir. Ve bilmez ki, hakıkatte radyo da Allah’ın yaratmasıdır. Muhyiddini Arabî fütuhatı Mekkiyyesinde der ki, işbu (.......) âyetinde büyüklüğü cirm ve kemmiyyet büyüklüğü sanma, çünkü o basar ve basîreti olan herkes için ma'lûmdur. O büyüklük Allahü teâlânın onlarda icra eylediği bir ma'nâdan dolayıdır ki, o insanda yoktur. (.......) âyeti ondandır, onların ibasını cehillerinden sanma, belki emaneti hâmil olmak cehildendir, onun için Allahü teâlâ (.......) diye insanı tavsıf buyurmuştur. Demek ki, Semavât ve Arz ve Cibâl emanetin kadrini ve onu hâmil olanın muhatarada olduğunu, çünkü onu ehline edaya muvaffak olacağına yakıyni bulunmadığını bilmişler ve Allah’ın arz ile muradı aklı mizana çekmek olduğunu anlamışlardı. Demek ki, Arzın, Cibâlin, Semanın aklı insanın aklından çok idi. Onlar kendilerini Allah’ın üzerlerine vacib kılmadığı şey'e sokmadılar, çünkü o bir arz idi, bir emir değil idi ki, Allah’ın iycabına ta'zîm lüzumiyle tav'an ve ker'hen icâbet teayyün etsin. Halbuki (.......) ya'ni size bırakılacak şey'leri ister istemez kabule âmade olun dediği vakıt (.......) dediler. Hakkın kendilerinde yapmak istediği her şeyi kabule âmade olduklarını söylediler (.......) Şeyhın bu sözü insanı nüshai kübra ve nüshai camia addeden sözlerine münafi görünür. Zira Semavat ve Arzın cismanî haysiyyetten ma'lûm olan büyüklüğünden başka aklî haysiyyetinden de büyüklükleri tesbit edilince insan için hiç büyüklük haysiyyeti kalmamış demektir, bunu (.......) âyeti ile tevfık etmek lâzım gelir ki, birinde maddiyyet birinde ma'neviyyet haysiyyeti zâhir görünür. Maamafih şeyhın bu ifâdesi bize garizî noktai nazardan da bir mukayese ıhtar etmiştir, garîzî, ya'ni fizyolojik haysiyyetiyle bakıldığı zaman da Semavât ve Arz emri hakka muhalif hiç bir şey yapmaz, vazıfede ne hata ne ısyan yapmaz, teklif ile ıhtiyarî vazıfei emaneti kabul etmemiş, lâkin iycab ile verilen emanatı hakkıyle saklar, halbuki insan hem hata eder hem ısyan yapar emanatına zulüm de eder, yanılır da, bunun için Semavât ve Arz, hakkın emrine itaat haysiyyetiyle de insandan büyüktür, demek ki, kibirlenenler cehaletinden kibirlenirler. 58Kör ise görenle müsavî olmaz, îman edip iyi iyi işler yapan kimselerle ne de kötülük yapan, siz pek az düşünüyorsunuz (.......) kör de gören ile müsavî olmaz - ya'ni mebde ve meâdında hakkı tanımaz olan kör kalbli ile hakka ârif olan basıret sahibi ılm ehli müsavî olmaz. Ilmi olup da mucebiyle amel etmiyenler, görüp de görmezceden gelenler de görmez hukmündedir. Onun için temsilden tahkika geçilerek buyuruluyor ki, (.......) îman edip salih ameller işliyenlerle ne de kötülük yapan - bunlar da müsavî olmaz. O halde insan ahseni takvim de olur, cismanî olan küçüklüğe mukabil (.......) mahtukunca nüshai camia olur (.......) siz pek az düşünüyorsunuz - ey insanlar yâhud ey mücadiller. 59Her halde o saat muhakkak gelecek, onda şübhe yok ve lâkin nâsın ekserîsi inanmazlar (.......) Her halde o saat - o ceza saati olan Kıyamet - muhakkak gelecek (.......) onda şübhe yok - şübheye mahal yok (.......) ve lâkin nasın ekserîsi îman etmezler. 60Halbuki rabbınız buyurdu (.......) yalvarın ki, bana size karşılık vereyim, çünkü benim ıbadetimden kibirlenenler yarın hor hakîr olarak Cehenneme girecekler (.......) Halbuki rabbınız buyurdu ki, (.......) yalvarın bana ki, size karşılık vereyim - hem duâ hem ıbadet zikr edilmiş olduğu için ya duâ ıbadet ile yâhud da ıbadet duâ ile tefsir edilmek ıktıza eylediği için müfessirler iki vecih beyan etmişlerdir: Birincisi, Kur’ân’ın bir çok yerlerinde olduğu üzere duâ ıbadet ma'nâsına olarak: bana ıbadet ve kulluk edin ki, size sevab ve mükâfat vereyim demek olur. İbn-i Abbas Dahhak ve Mücahidden merviy olan bu tefsire göre talebi filî de şart edilmiş demektir. Bu surette şu ta'lil bu ma'nâya mutabık olur: (.......) zira benim ıbadetimden istikbar edenler - ya'ni kibirlerinden bana ıbadet etmek istemiyenler (.......) muhakkak yarın hâr-ü hakır olarak Cehenneme gireceklerdir. - İkincisi (.......) demek, isteyin benden vereyim size demektir ki, süddîden merviy olan ve ilk nazarda anlaşılan da budur. Fakat buna göre de ıbâdet duâ ile tefsir edilmek lâzım gelecektir. Bunu böyle iki vecihli olarak ifâdenin nüktesi, ıbadetin duâ, duanın da ıbadet ile telâzümünü ifâde içindir, bir taraftan duâ ıbâdetin iliği mesabesinde olduğu gibi ıbâdet de duânın kabulü şeraıtindendir. Bu duâ emri çok ehemmiyyetli ve şayanı dikkattir. Burada evvelâ insanın irâdei cüz'iyyesinin bir tahkiki ile cebrin reddi vardır. Gerek ıbâdet ma'nâsına olsun gerek sade duâ ikisinde de istemek emredilmiş ve Allah’ın isticabesi için kulun istemesi şart kılınmıştır. Hem öyle şart kılınmıştır ki, şartın intifasından meşrutuu intifası lâzım geleceği cihetle terkine (.......) diye vaîd terettüb ettirilmiştir. Şu halde emir, vücub içindir, her duanın kabul edilip edilmemesi hususuna gelince (.......) âyetinden anlaşıldığına göre meşiyyet ile mukayyeddir. Ya'ni buradan anlaşılan kazıyyei şartıyye külliyye değil mühmeledir. (.......) Müeddasınca ba'zı şeraıtı kabul ile de meşruttur. Onun için burada ıbadet ile müterafık olarak zikredilmiştir. Keşşafta Kâ'bdan şöyle nakl eder: Allahü teâlâ bu ümmete üç haslet vermiştir ki, onları nebiyyi mürsel olanlardan başkasına vermemişti, her Peygambere «sen benim halk üzerine şahidimsin» demişti, bu ümmete de (.......) buyurdu (.......) mantukunca «sana harec yok» demişti, bu ümmete de (.......) demişti, bu ümmete de (.......) buyurdu (.......) Şöyle demek de olur: çağırın bana ki, size cevab vereyim. Bu şöyle demek olur: benden beni taleb edin, size icabet ederim beni bulursunuz, beni bulan da her şeyi bulmuş olur. Çünkü (.......) dür denilmiştir ki, işte hiç reddolunmıyan duâ budur. Netekim ba'zı haberlerde (.......) vârid olmuştur, bana ıbadetten, ya'ni bana duâ ile beni talebden istikbar edenler, benden uzak kalarak mahrumiyyet Cehenneminde zelîl ve hakîr olacaklardır. (.......) 61Allah o ki, sizin için geceyi yaptı, içinde dinlenesiniz diye, gündüzü de göz açıcı, hakıkat Allah, insanlara karşı bir fadıl sahibi ve lâkin insanların ekserîsi şükretmezler 62İşte o Allahdır rabbınız her şeyi yaradan, başka İlâh yok ancak o, o halde nasıl çevirilirsiniz? 63İşte Allah’ın âyetlerine cehudluk edenler öyle çeviriliyorlar 64Allah o ki, sizin için Arzı bir makarr yaptı, Semayı bir bina, ve size suret verdi, sonra da suretlerinizi güzellendirdi, hoş ni'metlerden sizi merzuk da buyurdu, işte o Allahdır rabbınız, ne yücedir o Allah, rabbül'âlemîn 65Hayy ancak o, ondan başka tapılacak yok, onun için dîni halîs kılarak ona, hep ona yalvarın, hamd, Allâhın, o rabbül'âlemînin 66De ki, bana rabbımdan beyyineler geldiği vakıt ben o sizin Allahdan başka yalvardıklarınıza ıbâdet etmekten kat'ıyyen nehyedildim de emrolundum ki, müslim olayım o rabbül'âlemîne 67O odur ki, sizi bir topraktan yarattı, sonra bir nufteden, sonra bir alekadan, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyor, sonra kuvvetiniz çağına iresiniz diye büyütüyor, sonra da ihtiyar olasınız diye, içinizden kimi de daha evvel vefat ettirilir, hem de müsemmâ bir ecele iresiniz diye, bir de gerek ki, akıl edesiniz 68O odur ki, hem diriltir, hem öldürür, hasılı o bir emri istediği vakıt ona sâde "ol!" der oluverir 68Bakmaz mısın şimdi o Allah’ın âyetlerinde mücadeleye kalkanlara nereden döndürülüyorlar? 69Kitaba ve Resullerimizi gönderdiğimiz şeylere yalan diyenler artık ileride bilecekler 70O vakıt ki, tomruklar boyunlarında ve zincirler sürüklenecekler 71Hamîmde, sonra ateşte kaynatılacaklar 72Sonra denecek onlara: nerede o şirk koştuklarınız? 73Allah’ın berisinden? Diyecekler ki, onlar bizden gaib oldular daha doğrusu biz bundan evvel bir şey'e ıbâdet eder değilmişiz, işte Allah kâfirleri böyle şaşkın eder 74Bu şundan: çünkü yer yüzünde haksızlıkla seviniyordunuz ve çünkü güveniyordunuz 75Girin Cehennemin kapılarına içlerinde muhalled kalmak üzere, bak ne çirkin mevkıi o kibirlenenlerin 76Onun için sabret: Allah’ın va'di haktır: muhakkak olacaktır. Artık onlara ettiğimiz vaîdin ba'zısını sana göstersek de yâhud seni kendimize alsak da onlar mutlak döndürülüp bize getirilecekler 77Celâlim hakkı için biz senin önünden nice Resuller göndermişiz, onlardan kimini sana ayıtmışız, kimini de ayıtmamışızdır, hiç bir Resul için Allah’ın izni olmaksızın bir âyet (bir mu'cize) getirmek olamaz, Allah’ın emri gelince de hak yerine getirilir ve işte husrana burada düştü mubtıller 78Allah odur ki, sizin için (en'amı) o yumuşak başlı hayvanları yarattı, onlardan binid edinesiniz diye, hem onlardan yersiniz 79Size onlarda daha bir çok menfeatler var, hem onların üzerinde sînelerinizdeki bir hâcete iresiniz diye, hem onlar üzerinde hem gemiler üzerinde taşınırsınız (.......) Bu beyan ve imtinan bilhassa seyr-ü sefere teşvık için bir mukaddimedir ki, (.......) ıhtarı buna tefri' olunacaktır. 80Ve size âyetlerini gösterir, şimdi Allah’ın âyetlerinin hangisini inkâr edersiniz? 81Daha Yer yüzünde gezip de bir bakmazlar mı? Kendilerinden evvelkilerin âkıbeti nasıl olmuş? Onlar kendilerinden hem daha çok hem kuvvetçe ve Arzda âsarca daha çetin idiler, öyle iken o kesbettikleri şeyler kendilerini kurtarmadı 82Çünkü onlara Peygamberleri beyyinelerle geldikleri vakıt kendilerinde bulunan ılme güvendiler de o istihza ettikleri şey kendilerini kuşatıverdi 83O vakıt hışmımızı gördüklerinde Allah’ın birliğine inandık ve ona şirk koştuğumuz şeylere küfrettik dediler 84Dediler amma hışmımızı gördükleri vakıtki iymanları kendilerine faide verecek değildi 85Allah’ın kullarında geçe gelen sünneti, ve işte husrâna bu noktada düştü kâfirler (.......) Resulleri kendilerine beyyinelerle geldikleri vakıt onlar ılim namına kendilerinde bulunana güvendiler - fenlerine felsefelerine güvenerek Peygamberlerin mu'cizelerini, haber verdikleri açık âyetleri tanımamak istediler ki, bunlar her zaman vardır. |
﴾ 0 ﴿