FUSSÝLET

Fussilet sûresi Sûre-i secde, Sûre-i hâmimissecde, Sûre-i mesabîh, ve Sûre-i Akvat dahi denilen bu Sûre de mekkîdir.

Âyetleri - Küfî rivayetinde elli dört, Mekkî ve Medenî elli üç, Basrî ve Þamî elli iki sayýlmýþtýr.

Kelimeleri - Yedi yüz.

Harfleri - Üç bin üç yüz elli.

Fasýlasý (.......)ž harfleridir.

Bu Sûre, Sûre-i Mü'minin ahirinde (.......) hatimesiyle kâfirlere karþý yapýlan tehdidin bir nevi' tafsýl ile bir te'yidi gibidir. Beyhekînin Þuabý iymanda Halil Ýbn-i Mürreden tahricine göre Resuli ekrem sallallahü aleyhi vesellem (.......) ile (.......) yi okumadan uyumazdý.

1

2

O rahmâný rahîmden indirilme

3

Öz Arabca bir Kur’ân olmak üzere âyetleri ayýrd edilmiþ bir kitab, bilecek bir kavm için

(.......) Âyetleri tafsýl olunmuþ - hem lâfzý i'tibariyle fasýlalarý ve sûrelerinin evvel ve âhirleri ayýrd edilmiþ hem de ma'nâsý i'tibariyle va'd ü vaîd, kýsas u ahkâm ve sair aksama ayrýlarak tefsýl ve tavzýh olunmuþtur. Sûre-i Hudun evvelinde (.......) bak.

4

Hem müjdeci olarak hem kocundurucu onun için çoklarý baþýný çevirmiþtir de onlar iþitmezler

5

Ve þöyle demektedirler: kalblerimiz senin bizi çaðýrdýðýn þeyden örtüler içinde, kulaklarýmýzda da bir aðýrlýk var, ve seninle bizim aramýzdan bir gerki çekilmiþtir, haydi yap yapacaðýný, çünkü biz yapýyoruz

6

De ki, ben sýrf sizin gibi bir beþerim ancak bana þöyle vahiy veriliyor: hepinizin tanrýsý bir tanrýdýr, onun için hep ona doðrulun ve onun maðrifetini isteyin ve vay haline o müþriklerin

7

Ki, zekâtý vermezler ve Âhýrete onlar kâfirdirler

8

Þübhesiz îman edip iyi iyi iþler yapanlar onlar için minnetsiz bir ecir var

(.......) Bunu söyliyenler Ebû cehl ile maýyyetinde Kureyþten bir cemaat idi. Hazret-i Ömerden merviydir ki,

Kureyþ Resulullaha doðru bakmýþlardý, Resulullah onlara: sizi islâma gelip de Araba Efendilik etmekten meneden nedir? buyurdu, dediler ki, ya Muhammed, biz senin söylediðini anlamýyoruz, iþitmiyoruz, kalblerimizde gýlîf var, Ebû cehil de tuttu kendisiyle Resulullahýn arasýna bir perde çekip ya Muhammed! dedi (.......) dedi fakat, ertesi gün onlardan yetmiþ kiþi Resulullaha gelip ya Muhammed! bize islâmý arz et dediler, arz edince islâma girdiler, Resulullah tebessüm edip: (.......) dün benim da'vetime karþý kalblerinizde gýlîf, kabuk olduðunu, kulaklarýnýzda aðýrlýk bulunduðunu söylüyordunuz, bu gün müsliman oldunuz buyurdu, ya Resulullah biz dün yalan söylemiþiz, öyle olsa idi ebeden hidayet bulamazdýk dediler.

9

De ki, siz gerçekten küfredip duracak mýsýnýz o halika kî Arzý iki günde yarattý, bir de ona menendler koþuyorsunuz? o bütün âlemlerin rabbý

(.......) Bu (.......) kaydinde iki ihtimal vardýr: birisi (.......) ye müteallýk mef'ulü fih olmak, ikincisi zarfý müstekarr olarak Arzdan hali mukaddere olmaktýr. Evvelkisine göre ma'nâ: Arzý iki günde halk etti demek olur. Arz halk olunurken henüz ma'lûmumuz olan gün bulunmýyacaðýndan yevm, mutlak vakýt ma'nâsýna

ya'ni iki nevbette demek olur ki, Allahü a'lem birisi (.......) mantukunca Arzýn Semadan fetk olunduðu gün, birisi de (.......) buyurulduðu üzere, Arzýn medd olunduðu, ya'ni kýþrý Arzýn kaymak halinde döþenmeðe baþladýðý gündür.

Ýkincisine göre de ma'nâ: Arzý iki günde olmak üzere halk buyurdu demek olur. Bu surette Arzýn kaç günde yaratýldýðý söylenmiþ olmýyarak yaratýldýktan sonra iki gün içinde bulunmasý hali anlatýlmýþ olur ki, bu da bir seneyi ikiye bölen iki gün dönümü nevbetidir. Çünkü Arz bu iki vakýt içinde deveran etmek üzere yaratýlmýþtýr.

10

Hem ona üstünden aðýr baskýlar yaptý ve onda bereketler husule getirdi, ve onda azýklarýný takdir buyurdu, araþtýranlar için bir düzeye dört gün içinde

(.......) hem onda üstünden baskýlar yaptý - daðlar, kýþrý Arzý tabanýna çiviler gibi kazýklar, bu (.......) istînafiyyedir, (.......) ye atýf deðildir, çünkü fasýl vardýr. (.......) ve onda bereketler husule getirdi - Arzda hayr-ü hayata salih þeyler, sular, ma'denler, nüþû ü nemâ kuvvetleriyle nebatat ve hayvanat gibi feyz-u bereket menabiý yetiþtirdi (.......) ve onda azýklarýný da takdir buyurdu - ya'ni nebatat ve hayvanatýn yaþamak için muhtac olduklarý yaðmur ve sair hasýlatý da mýkdar ve kemmiyyetleriyle ta'yin buyurup Arzda biçimine koydu (.......) dört gün içinde - ya'ni bütün bunlarý dört gün içinde yaptý. Yahud dört gün içinde olarak yaptý. Evvelki iki de içinde dahil olmak üzere dört, ki, bunda da gösterdiðimiz vechile öbirleri gibi iki ma'nâ vardýr. Birisi, meadinin ve daðlarýn halký nevbeti, biri de nebatat ve hayvanatýn halký nevbeti ki, iki evvelki ile dört olur. Birisi de (.......) dan hal olmasýdýr ki, fusuli erbaayý göstermiþ olur, bu surette evvelki iki gün burada dahil olmuþ bulunur. Fehmi âcizâneme göre burada bu ma'nâ

obirinden daha zâhir ve nazmýn siyakýna daha mülâyimdir. Çünkü Arzýn berekât ve akvaâtý her sene bu dört mevsim içinde yetiþir, kemmiyyet ve mýkdarýyle biçimini bunlar içinde alýr, bu haysiyyetle (.......) nin (.......) ve (.......) fiýllerine teallûku dahi ayni ma'nâyý ifâde edebilir ve bu ma'nâca þu kayid de vâzýh olur (.......) bütün araþtýranlar için müsavî olmak üzere - dört gün, zira her yerde rýzk istiyenlerin hepsinin rýzký bu dört mevsim içinde yetiþir, rýzýklar müsavî olmazsa da günler müsavîdir. Dört mevsim hepsi için dörttür. Burada (.......) ye müteallýk olmamak ve mes'eleyi soranlar ma'nâsýna olmak da melhuzdur.

Bu dört günü evvelki ikiye zamm ile mecmuunu altý olmak üzere tefsiri muvafýk görmüyorlar, zira bu surette Semanýn zikr olunacak iki güniyle günlerin mecmuu sekize bâlið olur. Halbuki bir çok âyetlerde (.......) buyurulmuþ olmakla bu günler o altý günün beyaný olduðuna göre onu tecavüz etmemek lâzým gelir. Bu ciheti Sûre-i «A'raf» ta (.......) âyetine bak.

11

Sonra Semaya doðruldu da o bir dumanken ona ve Arza gelin, ikiniz de ister istemez, dedi: geldik istiye istiye dediler

(.......) Sonra Semaya doðru doðruldu - ya'ni ýnâyeti ilâhiyyesini dosdoðru Semaya tevcih buyurdu. (.......) kelimesi (.......) ile sýlalandýðý zaman istikamet almak, dosdoðru teveccüh etmek ma'nâsýnadýr ki, Allahü teâlâ hakkýnda doðrudan doðru irâde ile tefsir olunur.

Ya'ni ýnayeti ilâhiyyesini doðrudan Semaya doðru tevcih buyurdu (.......) o bir duman halinde idi (.......) irâde buyurdu da ona ve Arza dedi ki, (.......) ikiniz de ister istemez gelin - ikiniz bir müttefikan emrime münkad olun, tabiatlerinize gerek muvafýk olsun, gerek olmasýn, yâhud ikiniz de, vücude gelin, tevekkün edin

(.......) dediler ki, ikimiz de isteyerek geldik - buradaki (.......) yi Razî ve Kâdî Beydâvî gibi müfessirînin bir kýsmý zamanî deðil, rutbî terahý ile anlamýþlar, ya'ni Semânýn yaradýlýþý Arzýn yaradýlýþýndan evvel olup yalnýz burada Arzýn halkýný beyandan sonra beyan edilmiþtir. Bu surette (.......) demek vücude gelin ma'nâsýna tekvinden ýbarettir. Dühan da ilk maddenin yaradýldýðý haldir. Ýbtida maddei ulâ yaradýlmýþ ve onda henüz bir zýya olmadýðý, zulmanî bir halde bulunduðu ve yâhud madde tabiati esas i'tibariyle zulmanî bulunduðu için duhan ta'bir edilmiþtir. Bu güzel bir ma'nâdýr. Lâkin (.......) cümlesinin haliyye olarak (.......) ya ýktiraný ve (.......) emrine tekaddümü ýktiza edeceðine göre maddenin kýdemini iyham etmek gibi bir þâibe vardýr. Buna mukabil ekser müfessirîn ise (.......) niu terahîsi zamanî olduðuna kail olmuþlar ve arzýn ilk halký Semâdan evvel olup ancak (.......) mantukunca dahvi, ya'ni döþenmesi sonra olduðunu söylemiþlerdir. Bu âciz de bunu Cumhurun uslûbu üzere anlamayý tercih ediyorum. Þu kadar ki, Semâdan murad (.......) de olduðu gibi Arzýn yukarýsý, ya'ni hava tarafý demek olduðuna zâhib oluyorum, bu surette (.......) yukarýdaki (.......) ya ma'tuf olarak þöyle demek olur: Arzý, ilk halk sonra doðrudan doðru yukarýsýný yaratmayý irâde buyurdu bir duman olarak, demek ki, Arz ilk yaradýlýþýnda ibtida Semâdan ayrýldýðý sýra ateþ halinde idi, sonra bu ateþten anýn yukarýsýna doðru Semasý olarak duman halinde gazlar püskürüyordu (.......) bu halde o duman halindeki Semaya ve Arza (.......) ikiniz bir tav'an ve kerhen gelin - tabiatinize uygun gelse de gelmese de ikiniz birlikte birbirinize uyarak bir nizam üzere hareket edin dedi. Bütün Semâ içinde Arzýn ve hevasýnýn birlikte hareket etmesini emreyledi (.......) ikimiz de tav'ýmýzla geldik dediler. Ba'zýlarý bu

emri ve tav'î þuurî ma'nâda anlamak istemiþlerse de mutlak tevâfuk ve inkýyad ma'nâsýna olmak daha mütebadirdir.

Ya'ni verilen emirde icra edilen te'sirde her biri tabiatindekinin hýlâfýna bir fiýl ve harekete dahi sevk edilseler onlar onun kabulünü bir tabiat edinmiþlerdir. Onun için hareket ve sükûn gibi muhtelif tabiatte te'sirleri tabiî gibi kabul ederler. Emri ilâhîye karþý hiç bir muhalefetleri vaký olmaz. Onun için atalet kanunu denilen bu mutaveat ve kabiliyyet ile bütün ecramý Semaviyye ve ecsamý Arzýyyenin hâdisatý tabiî imiþ gibi izah olunabilir. Burada eserden olmak üzere þöyle bir (.......) de naklederler: denilmiþ ki, Semavat ve Arz halkolunmadan Arþ su üzerinde idi, sudaki suhunetten bir kaymak ve bir duman çýktý, kaymak suyun yüzünde kaldý, ondan kuraklýðý halketti ve ondan Arzý ýhdas eyledi, duman da yukarý yükseldi, ondan da Semayý yarattý (.......) Fahri Razî der ki, bu kýssa Kur’ân’da yoktur, Yehûdun Tevrat dediði kitabýn evvelinde vardýr. Bir delil delâlet ederse kabul olunabilir, Zemahþerî garib bir fýkra daha nakleder de kuraktan bir arz yaptý sonra da onu ayýrdý iki arz yaptý der. Ayrýlan bu iki Arz nedir? Ya Arzdan Kamerin ayrýlmasý olacak, yahud da Amerikanýn ayrýlmasý olacaktýr.

Þimdi asýl Semavâta geçilerek buyuruluyor ki,

12

Bu suretle onlarý iki günde yedi Sema olmak üzere yerine koydu, ve her Semada ona aid emrine vahiy verdi, ve Dünya Semayý kandillerle donattýk ve hýfzettik, iþte bu hep o azîz alîmin takdiridir

(.......) hasýlý onlarý iki günde saðlam yedi Semaya tamamladý - bu iki günün birisi, Arzýn da halkýndan evveli ilk maddenin halký, birisi de ecramýn teþekkülü günleridir ki, Sûre-i «A'raf» ta beyan olunduðu üzere altý günden ikisini teþkil eder.

Yâhud birisi Arzýn halkýndan evveli, birisi de Arzýn halkýndan sonrasýdýr. Çünkü Kamer, Zühre, Utarid gibi ba'zý ecramýn halký Arzdan sonradýr. Buna göre (.......) deki nýn ta'kýb ma'nâsý da mahfuz kalmýþ olur. Sûre-i «Bakare» de (.......) bak. Fikri âcizâneme göre bu iki gün Semavâtten hali mukaddere olmak

üzere biri Dünya biri Âhýret olmak da muhtemildir. Bunlarý böyle ýhkâm ve itmam buyurdu (.......) her Semâda ona aid emri de vahiy buyurdu - her Semanýn Meleklerine orada cereyan edecek þüunun emrini de telkýn buyurdu ki, bu da itmam cümlesindendir. Bütün bunlarýn bu yolda zuhur ve itmamýndan Sâni' tealânýn kudreti âyâtý tecelli ettiði için bu noktada gýyabdan tekellüme iltifat ile buyuruluyor ki, (.......) ve Dünya Semayý mýsbahlar, ya'ni parlak kandillerle donattýk süsledik (.......) hem de mahfuz kýldýk - Þeytanlar yanaþamazlar (.......) iþte o, o azîz, alîmin takdiridir. - Siz ona hep küfür mü edip duracaksýnýz? De

13

Bunun üzerine yine baþlarýný çevirirlerse o vakýt de ki, size Ad ve Semûd saýkasý gibi bir saýka haber veriyorum

(.......) yine ý'raz ederler, aldýrmazlarsa (.......) o vakýt dedi ki, (.......) size bir saýka tehlükesi haber veriyorum - ya'ni yýldýrým gibi bir çarpýþ ta helâk edecek þiddetli bir azab (.......) Delâilünnübüvvede Beyhekî ve Ýbn-i asakir cabir Ýbn-i Abdullahdan rivayet ederler, demiþtir ki, Ebû Cehl ile Kureyþin ileri gelenlerinden bir cemaat þöyle dediler: Muhammedin iþi bizi þübheye düþürdü, sihir ve kehanet ve þý're âlim bir adam arasanýz onunla konuþsa da bize onun iþini bir anlatsa dediler. Bunun üzerine Utbe Ýbn-i Rebîa: ben vallahi þý'ri, kehaneti, sihri dinlemiþim, ona dair bir ýlm edinmiþimdir, eðer öyle ise Muhammed bana gizli kalmaz dedi ve vardý da ya Muhammed, sen mi daha hayýrlýsýn Haþým mý, sen mi hayýrlýsýn Abdülmuttalib mi? dedi, Resulullah cevab vermedi, ya sen bizim ilâhlarýmýza kadh ediyor ve atalarýmýzý tadlil eyliyorsun,

eðer reislik senin olsun istiyorsan, bayraklarýmýzý sana dikelim ve eðer mal istiyorsan sana mallarýmýzdan seni ve arkandakileri müstaðni edecek mal toplýyalým ve eðer kadýn ihtiyacýn varsa Kureyþ kýzlarýndan beðeneceðin on tanesini sana tezvic edelim? dedi, Resulullah susuyor söylemiyordu, vaktâ ki, Utbe sözünü bitirdi, aleyhýssalâtü vesselâm (.......) a gelince Utbe hemen aleyhissalâtü ves-selâmýn femi seadetine tuttu, rahime yemin vererek vaz geçmesini reca etti ve kalkýp evine gitti Kureyþe çýkmadý, bir kaç günler görünmeyince Ebû Cehil ey ma'þeri Kureyþ dedi: Utbe neye görünmiyor, zannederim Muhammede saptý, galiba onun yemeði hoþuna gitti, bu mutlak ýhtiyacýndan olmalý, kalkýn gidelim bakalým dedi, vardýlar, Ebû Cehil, ya Utbe! dedi: sen Muhammede saptýn, o galiba hoþuna gitti, bir ihtiyacýn varsa seni Muhammede muhtac etmiyecek mal toplýyabiliriz, bunun üzerine Utbe kýzdý ve bundan sonra Muhammede ebeden bir þey söylemiyeceðine billâhi diye yemin etti de dedi ki, bilirsiniz, ben Kureyþin malca en zenginiyim ve lâkin ben ona vardým diye kýssayý anlattý, bana dedi: bir þey ile cevab verdi ki, vallahi o sihir deðil, þiýr de deðil, kehanet de deðildir, okudu: (.......) e gelince ben aðzýný tuttum ve rahime yemin verdim, bunun üzerine kesdi, vallahi bilirsiniz ki, Muhammed bir þey söylediði zaman yalan çýkmaz, onun için baþýnýza bir azab inmesinden korktum.

14

Onlara Allahdan baþkasýna tapmayýn diye Resuller önlerinden ve arkalarýndan geldiði vakýt, "rabbýmýz: dilese idi Melâike gönderirdi, onun için biz sizin gönderildiðiniz þeylere inanmayýz" dediler

(.......) önlerinden ve arkalarýndan - ya'ni her taraflarýndan geldiler ve her cihetten her vechile çalýþtýlar uðraþtýlar, yâhud ilerisini gerisini, geçmiþi geleceði anlattýlar, inzar ettiler

15

Sonra Âd, Arzda bigayri hakk kibirlenmek istediler ve bizden daha kuvvetli kim var? dediler, ya kendilerini yaratmýþ olan Allah’ýn onlardan daha kuvvetli olduðunu bir düþünmediler de mi? Fakat âyetlerimizi inkâr ediyorlardý

16

Biz de kendilerine Dünya hayatta zillet azâbýný tattýrmak için nuhusetli günlerde üzerlerine bir sarar rüzgârý salýverdik ve elbette Âhýret azâbý daha zilletlidir, hem de onlar kurtarýlamayacaklardýr

17

Semûde gelince; biz onlara yolu gösterdik de onlar hidayete karþý körlüðü sevmek istediler, derken ve kendilerini kesibleri sebebiyle o hor azâb saýkasý alýverdi

18

Îman edip de korunur olanlarý ise kurtardýk

(.......) sarsar rüzgârý - soðuðunun þiddetinden yakýp kavuran, yahud

gürültüsü çok olan fýrtýna (.......) nühusetli, uðursuz günlerde - Müneccimler buradan ba'zý günlerin sa'd ve nehs olduðuna istidlâl eylemiþlerdir. Lâkin Mütekellimîn demiþlerdir ki, günlerin sa'd ve nash ile ittisafý zatî deðil, izafîdir.

Ya'ni gün bir adama nazaran nasýh, diðer bir adama nazaran sa'd olabilir. Elem gören bir adam için meþ'um, ný'met gören bir adam için uður olur. Denilir ki, bu günler Þubatýn âhirinden berdül'acüz denilen günleri idi Þevvalin âhirinde Çarþambadan Çarþambaya olduðu da mervîydir.

19

Allah düþmanlarýnýn toplanýp ateþe sevkolunacaklarý gün ise onlar baþtan âhire hep tevkýf olunurlar

20

Hattâ ona vardýklarýnda aleyhlerine kulaklarý ve gözleri ve derileri þehadet eder: neler yapýyor idiseler

(.......) kulak ve gözleri ve derileri aleyhlerine þehadet ederler - kendilerinin hiss-ü

idrâk ve tehaffuz âlât ve vasýtasý olan, cihaz ve a'zalarý þâhidlik ederler ki, inkýlâbâtýn en feci' safhalarýndan biridir. Kadýy Beyzavî þöyle diyor: Allah’ýn onlarý intaký ile yâhud üzerlerinde kesiblerine dalâlet edecek bir takým eserler, izler ýzhar etmesiyle ki, bu surette lisaný hal ile söylemiþ olurlar (.......) Lâkin biraz sonra (.......) diye tasrýh edilecektir. Hadîste vârid olmuþtur ki, insanda ilk söyliyen fahzi yüsrâ: sol oyluktur, sonra cevarýh söyler, bunun üzerine kahrolasý der: ben seni müdefea ediyorum (.......)

21

Derilerine niçin aleyhimizde þahidlik ettiniz? derler, bizi, derler: her þey'i söyleten Allah söyletti, sizi de ilk def'a o yarattý yine ona götürülüyorsunuz

22

Evvel kulaklarýnýz ve gözleriniz ve derileriniz aleyhinize þahadet eder diye sakýnmaz idiniz ve lâkin zannetmiþ idiniz ki, Allah yaptýklarýnýzdan bir çoðunu bilmez

23

Ýþte rabbýnýza beslediðiniz o zannýnýz sizi helâke sürükledi de husrana düþenlerden oldunuz

(.......) ve iþte bu sizin rabbýnýza zannettiðiniz zannýnýzdýr ki, sizi helâk etti - bu zann Allah hakkýnda yanlýþ olan sui zandýr ki, mühliktir. Demiþlerdir ki, (.......) zann ikidir biri münci biri mühliktir (.......) hadîsi kudsîsinin ma'nâsýný yanlýþ telakký etmemelidir. Haseni Basrî Hazretleri bu âyeti okumuþ da demiþtir ki, nâsýn ameli rablarýna olan zanlarýna göredir, Mü'min Allah’a güzel zanda bulunur, güzel amel yapar, kâfir ve münafýk da kötü zanda bulunur kötü amel yaparlar.

24

Artýk sabredebilirlerse ateþ kendilerine bir ikametgâhtýr, yok eðer hoþnudluða dönmek isterlerse hoþnud edileceklerden deðildirler

(.......) artýk onlar arzularýna irdirilecek, döndürülecek deðildirler. - Bir hadîsi nebevîde (.......) buyurulmuþtur. Öldükten sonra geri çevrilecek yoktur.

25

Hem onlara bir takým yanaþýklar saldýrmýþýzdýr da onlar, onlara önlerindekini ve arkalarýndakini ziynetleyivermiþlerdir, Cin ve Ýnsten önlerinden geçen ümmetler içinde onlarýn aleyhine de söz hakk olmuþtur, çünkü hep kendilerine yazýk etmiþlerdir

(.......) ve onlara bir takým karînler takdir eyledik sardýrdýk - Þeytanlardan kendilerine karîn olup yanaþan bir takým arkadaþlar ki, kabuðunun yumurtayý sarmasý gibi onlarý sarmýþlar, baþlarýna dolanmýþlardýr. Çünkü (.......) dir. (.......) ve üzerlerine o söz hakk oldu - o söz kelimei azâb, ya'ni Hak teâlânýn Ýblise þu kavli (.......)

26

Bir de dedi ki, o küfredenler: þu Kur’ân’ý dinlemeyin ve ona yaygara yapýn, belki bastýrýrsýnýz

(.......) Bir de dedi ki, o küfredenler: þu Kur’ân’ý dinlemeyin ve onun hakkýnda lâðiv yapýn - rivayet olunduðuna göre Resulullah Mekkede iken yüksek sesle dinliyen insanlarý koðar daðýtýrlar, dinlemeyin þu Kur’ân’ý ve lâðiv, ya'ni asýlsýz, yaygara, gürültü yapýn derler ve ýslýk çalar, gürültü ederlerdi.

Cenâb-ý Allah kâfirlere olan vaîd ve inzardan sonra mü'minlere va'd-ü tebþir ile buyuruyor ki,

27

Ýþte biz de onun için o küfredenlere þiddetli bir azâb tattýracaðýz ve kendilerine yaptýklarý âmellerin en kötüsünün cezasýný vereceðiz

28

O iþte cezâsý Allah düþmanlarýnýn, o ateþ, onlara ondadýr ancak (.......) ebediyyet evi, âyetlerimize yaptýklarý cehudluðun cezasý

29

Ve muhakkak diyecek ki, o küfredenler: ey râbbýmýz! Göster bize Cinn-ü insten bizleri ýdlâl edenlerin ikisine de, ki, onlarý ayaklarýmýzýn altýna alalým en aþaðýlýklardan olsunlar

30

Haberiniz olsun ki, "rabbýmýz Allah" deyipde sonra doðru gidenler yok mu onlarýn üzerlerine þöyle Melekler iner: korkmayýn, mahzun olmayýn va'dolunup durduðunuz Cennet ile neþ'eyâb olun

(.......) Onlar ki, rabbýmýz Allahdýr dediler sonra istikamet ettiler, doðru gittiler - ya'ni Allah’ýn vahdâniyyet ve rübubiyyetini tasdýk ve ýkrar edip þirke rücu' etmeksizin o ýkrarda sâbit olarak muktezâsýnca gittiler. Tefsiri Keþþafta der ki, (.......) istikametin

mertebe ýkrardan terahýsi ve onun üzerine fadlý hasebiyledir. Çünkü bütün þan, istikamettedir. (.......) kavli kerîmi de bunun bir nazîridir. Ma'nâ: sonra o ýkrar ve muktezasý üzerinde sebat ettiler demektir (.......) Hazret-i Ebi bekirden bir rivayette: kavilde müstekým olduklarý gibi fiýlde de müstekým oldular. Diðer bir rivayette de yine Ebû bekrisýddýk radýyallahü anh bunu tilâvet edip ne dersiniz? dedi (.......) dediler, pek zoruna hamlettiniz «ýbâdeti evsane dönmediler» dedi. Hazret-i Ömer radýyallahü anh de bir hutbesinde bu âyeti tefsir edip demiþtir ki, «Allah’a itaatte istikamet yaptýlar, tilkiler gibi hîylekârlýða sapmadýlar». Hazret-i Osman radýyallahü anhten: amelde ýhlâs yaptýlar, Hazret-i Ali kerremallahü vechehuden: feraizý edâ ettiler, Süfyani sevrî Hazretlerinden: dediklerine muvafýk amel ettiler, Rebî' Ýbn-i Enesten: Allah’ýn mâsivâsýndan ý'raz eylediler, Süfyan Ýbn-i Abdillâhissekafî radýyallahü anh Hazretleri de demiþtir ki, ya Resulâllah! bana tutunacaðým bir emir haber ver dedim, Resulullah buyurdu ki, (.......) rabbým Allah de, sonra da müstekým ol», bunun üzerine «benim hakkýmda en korkacaðýn nedir?» dedim, Resuli ekrem sallalahü aleyhi vesellem buyurdu ki, kendi dilini tutup «iþte bu» buyurdu. (.......) üzerlerine peyderpey Allah’ýn elçileri Melekler iner - kâfirlere Þeytanlar karin olduðu gibi bunlara da Melekler iner. Mücahid ve Süddî demiþler: ýndel'mevt, Mukatil demiþ: ýndel'ba's, ba'zýlarý da: hem mevt, hem kabir, hem ba's sýrasý demiþler, maamafih âyet, mutlaktýr. Dünyada hayatýn her lâhzasýna da sadýktýr, (.......) hem muzari' olmakla istimrar, hem tefe'ulden olmakla tekellüf ve tevâli ifâde eder, bahusus hem Dünya ve hem Âhýret tansýs de olunacak, ya'ni dembedem iner iner dururlar. (.......) Þöyle diye ki, (.......) korkmayýn - istikbalden

endiþe etmeyin (.......) mahzun da olmayýn - ya'ni geçmiþe de merak etmeyin. Çünkü (.......) va'dolunup durduðunuz Cennet ile müjdelenin, neþ'elenin

31

Bizler sizin hem Dünya hayatta hem Âhýrette dostlarýnýzýz ve size orada nefislerinizin hoþlanacaðý var, hem size orada ne isterseniz var

(.......) biz sizin evliyanýz dostlarýnýzýz (.......) hem Dünya hem Âhýrette - bu kayid gösterir ki, Meleklerin iniþi hem Dünya hem Âhýrete þamildir. Ancak ba'zýlarý bunun doðrudan doðru kelâmý ilâhî olduðuna kail olmuþlardýr ki, (.......) kabîlinden veliyyül'emir, veliyyünni'met, hâmî ve hafîz demek olur. Lâkin zâhir olan Melâikenin kelâmýndan olmasýdýr. Cennet ile sevinecek ne var derseniz! (.......) orada size canlarýnýz ne arzu ederse var (.......) hem orada size ne isterseniz var, ya'ni her neyi gelsin derseniz hemen gelir

32

Konuklu olarak, maðrifet-ü rahmetine nihâyet olmýyan bir gafuri rahimden

(.......) bir nüzül, ya'ni konukluk ikramiyye olarak (.......) bir gafûr rahîmden - saadet mertebeleri tam ve fevkattam olmak üzere ikidir. Tam saadet, zatýnda kâmil olacak sýfatý fadýla iktisab etmektir. Bu dereceyi geçip de nâkýslarý kemale irdirmek için çalýþmak da fevkattamdýr. Birinciye iþaret olmak üzere (.......) buyurulduðu gibi ikinciyi anlatmak üzere de buyuruluyor ki,

33

Ben þübhesiz müslimanlardaným deyip salâh ile çalýþarak Allah’a da'vet eden kimseden daha güzel sözlü de kim olabilir?

(.......) ve kimdir o kimseden daha güzel sözlü ki, - ya'ni kavli ve mezhebi o kimseden daha güzel hiç bir kimse olamaz ki, (.......) ben þübhesiz müslimîndenim deyip, ya'ni ýhlâs ile Allah’a yüz tutup islâm mezhebini seve seve iltizam edip hayýr ve salâha çalýþarak Allah’a da'vet etmektedir - Sûrenin baþýnda geçtiði üzere (.......) diyen kâfirlerin sözlerine karþý ne güzel bir cevabtýr. Allah’a da'vet Enbiyanýn ve veresei enbiya olan irmiþlerin meslekidir (.......) buyurulduðu üzere bu âyet de baþta Peygamber olmak üzere onun izince giden

ve basýret ile Allah’a da'vet eden erenlerin hepsine þamildir. Bu haysiyyetledir ki, Ýbn-i Abbastan bir rivayette: bunun Resulullah hakkýnda, bir rivayette de ashabý hakkýnda nâzil olduðu nakledilmiþ, Hazret-i Aiþeden de müezzinler hakkýnda nâzil olduðu rivayet olunmuþtur. Maamafih sebeb-i nüzul hass olsa bile bu vasýflarla muttasýf olan ya'ni islâma mu'tekýd hâlîs muvahhid ve hayra, salâh âmili olarak Allah’a da'vet eden her dâýy bu mefhumda dahil olduðunda þübhe yoktur. Sûre, mekkî olmak ezan ise Medîne de meþru' kýlýnmýþ bulunmak hasebiyle müezzinler hakkýnda nüzulu rivayetini hukmün onlara da þümulu ma'nâsýna anlamak ýktiza eder, Ezanýn da en güzel sözlerden olduðu söz götürmez. Demek olur ki, Allah’a da'vet yalnýz îmana da'vet etmek deðildir, mü'minleri amele da'vet de bu ma'nâda dahildir. Binaenaleyh Allah’a da'vet tevhid ve taatine da'vet demektir ki, bunun meali de lilakullaha da'vete raci' olur. Hulâsa Allah’a da'vet en güzel sözdür, ancak böyle olmasý iki þart ile meþruttur: birisi, o da'vet yalnýz kuru bir lâftan ýbaret kalmamalý, hali kaline muhalif olmamalý, ameli salihe ýktiran etmelidir.

Ya'ni evvelâ kendini düzeltmeli kendisi ilâhî ahlâk ile mütehallýk olup baþkalarýný da'vete lâyýk ve sözüne kendi fý'li þâhid olacak vechile çalýþarak güzel iþ yaparak da'vet etmeli ki, basîret üzere bulunmak ve iycabýnda seyfe sarýlmak bu ameli salih cümlesindendir, birisi de islâmdýr, dâýy müslimînden olmalý, da'vetine hiç þirk karýþtýrmýyarak «rabbýmýz Allah deyip sonra istikametle giden» hâlîs müslimanlardan bulunmalýdýr. Ýslâm olmayýnca amelde tam salâh bulunmaz ve Allah’a da'vet edilmiþ olmaz. Ebû Hayyan Bahirde der ki, Zeyd Ýbn-i Ali (.......) demiþtir. Kendisini Beni Ümeyye mülûkünden ba'zý zalemeye karþý seyf ile huruca sevk eden de bu olsa gerektir.

Müþarünileyh Zeyn kitabullaha âlim idi Hiþam Ýbn-i Abdilmelikin habsinde iken kendisinden zabt edenlere takrir ettiði tefsirinden bir kýsmýna vâkýf oldum ki, ýlimden ve kelâmý Arab ile istiþhaddan çok bir hazzý var. Denilir ki, biraderi Muhammed Bâkýr ile ikisi münazara ettikleri zaman herkes hukkalarýný alýp toplanýrlar, onlarýn sanihati ýlmiyyelerini yazarlardý rahimehümallah ve radýye anhüma (.......)

Allah’a da'vetin meratibi ve mertebesine göre mezahým ve mebtaýbi bulunduðundan dolayý da buyuruluyor ki,

34

Hem hasene de müsavi olmaz seyyie de, seyyieyi en güzel olan hasene ile def'et o vakýt bakarsýn ki, seninle arasýnda bir adâvet bulunan kimse yakýlgan bir hýsým gibi olmuþtur

(.......) bununla beraber güzellik de müsavî olmaz kötülük de - hasene ile seyyie, müsavî olmak þöyle dursun her hasene de bir olmaz, her seyyie de, hem güzel huylarýn iyi amellerin âsâr ve ahkâmda mertebeleri muhteliftir. Meselâ kötülüðe karþý kötülükle iyiliðe karþý kötülük bir olamýyacaðý gibi iyiliðe karþý iyilikle kötülüðe karþý iyilik bir olmaz. Onun için en güzel olan da'vete karþý yapýlan kötülükler, o küfürler, küfranlar, eziyyetler de kötülüklerin kötüsüdür. Bununla beraber o kötülüklerin de muhtelif mertebeleri vardýr. O halde ne yapmalý? Emirbilma'ruf ve nehiy anilmünker ile Allah’a da'vet yapýlýrken kötülüklerin teþdidine sebiyyet vermiyerek (.......) en güzel hasene olan muâmele ile yâhud Allah’a da'vetin en güzel sureti ile def'et (.......) o seyyieyi - o muhtelif meratibdeki seyyieyi, kötülüðü def'etmek için en güzel yol Allah’a da'vet yolu, Allah’a da'vetin en güzel tarzý islâm ile ameli saliha mukarin olaný, ameli salihin en güzeli de kötülüðe karþý iyiliktir ki, mücerred afivden, sabýrdan daha güzeldir. (.......) O surette bir de bakarsýn ki, seninle arasýnda adavet

bulunan kimse (.......) þefekatli bir hýsým gibi olmuþtur. - Denilmiþtir ki, netekim Ebû süfyan öyle oldu.

35

O rütbeye ise ancak sabredenler kavuþturulur ve o rütbeye ancak büyük bir hazz sahibi olan kavuþturulur

(.......) Ona ise kötülüðü en güzel hasene ile def'etmek seciyyesine ancak sabredenler, sabrý huy edinenler irdirilir - çünkü nefsi intikam hissinden def'etmek ancak sabrý hakikî ile olur. (.......) Ve ona ancak azîm hazz sahibi irdirilir - kuvvei ruhiyye ve fezaili nefsiyyeden yüksek bir derece ile, ni'meti ilâhiyyeden büyük bir nasîbe mazher olmuþ bahtiyar nâil olur.

36

Þayed seni Þeytandan bir dürtüþ dürtecek olursa hemen Allah’a sýðýn (istiaze et) çünkü odur ancak iþiden bilen

(.......) Ve þayed seni Þeytandan bir dürtme dürtecek olursa ona uyma da þerrinden (.......) hemen Allah’a sýðýn (.......) deyip Allah’ýn korumasýný iste (.......) þübhesiz ki, odur öyle semî' öyle alîm - senin sýðýnmaný iþidir, niyyetini ve her halini bilir. - Allah’a da'vet, a'mal ve ekvalin en güzellerinden olduðu beyan buyurulduktan sonra onun azamet ve kudretini en bâhir âyetlerle göstermek üzere buyuruluyor ki,

37

Ve onun âyetlerindendir leyl-ü nehar, þems-ü kamer; þems-ü kamere secde etmeyin de onlarý yaradan Allah’a secde edin, gerçek ona ýbadet edeceksiniz

«SECDE AYETÝDÝR» (.......) ve onun âyetlerinden: vücud ve kudretinin, ýlim ve hikmetinin delâil ve alâmetlerindendir gece ile gündüz - âlemdeki bu hâdiseler, zamanýn cereyanýndaki bu tehavvüller, bunlar gösterir ki, yukarýda yaradýldýklarý beyan olunan Arz ve Semasý ile bu âlem bir kararda, bir tabiatte durup kalmaz, lâhzadan lâhzaya, halden hale deðiþir, bu günü yarýn ta'kýb eder, bu surette bütün bu tahavvülât halikýnýn sun-u kudretini ve bu Dünyanýn bir Âhýreti bulunduðunu gösterir. Gaflet etmemek lâzým gelir ki, gece ile gündüzün bu ýhtarýnda maðrurlara bir inzar, magmumlara bir tesliyet mündemicdir.

Böyle gece ile gündüz onun âyatýndan olduðu gibi (.......) ve Güneþle Ay da - biri gündüz sultaný olan zýya, biri de gece sultaný olan nur, ikisi de Allahü teâlânýn san'at ve kudretinin, Semai Dünyayý tezyin eden en güzel tecelliyatýndandýr. Leyl-ü nehare nazaran Þems-ü Kamerin aksedilerek ifâde edilmesinde bir kaç fâide vardýr: birincisi, Þemsin nehare ittisalini muhafaza etmek, ikincisi, Þemsin Kamere nazaran esaletine iþaret eylemek, üçüncüsü, geceden gündüze geçildiði gibi gündüzden de geceye olan tehavvüle iyma eylemek, dördüncüsü de leyl-ü nehar ile Þems-ü Kamer arasýnda (.......) harfinde bir tevazün letafeti vermektir. Þems-ü Kamerin bu tecelliyatýndan dolayý (.......) ne Þemse ne de Kamere secde etmeyin - çünkü onlar da sizin gibi mahlûklardýr (.......) bütün onlarý yaratmýþ olan Allah’a secde edin (.......) eðer siz gerçekten ona ýbadet edecekseniz - baþkasýna secde etmezsiniz, zira secde ýbadetin en hassýdýr. (.......) de zamiri Zemahþerînin beyanýna göre âyat te'viliyle leyl-ü nehar ve Þems-ü Kamere raci' olmak üzere cem'i müennes getirilmiþtir. Bununla beraber: (.......) gibi Þems-ü Kamerle beraber bütün nücume dahi ircaý melhuzdur. Ýmamý Þafiîye göre secde iþbu (.......) da yapýlýr. Lâkin Ýmamý a'zam Ebû Hanîfe Hazretlerine göre ikinci âyetin nihayetinde (.......) da yapýlmalýdýr. Çünkü kelâm orada tamam oluyor, Ýbn-i Abbas, Ýbn-i Ömer, Ebû vâil ve Bekr Ýbn-i Abdillah da buna kail olmuþlar, Mesruk, Sülemî, Nehaî, Ebi Salih ve Ýbn-i Sirînden de böyle naklolunmuþtur. Yine tehavvülâtý âleme iþaretle buyuruluyor ki,

38

Buna karþý kibretmek olsun ki, rabbýnýn huzurundakiler gece ve gündüz ona tesbih ederler, hem onlar usanmazlar

39

Ve onun âyetlerindendir ki, sen Arzý görürsün boynu bükük huþu' halinde, derken üzerine suyu indiriverdikmi ihtizaz eder ve kabarýr, þübhe yok ki, ona o hayatý veren elbette ölüleri dirilticidir, hakikat o her þey'e kadirdir

(.......) ve onun âyâtýndandýr ki, (.......) sen Arzý

hâþi' görürsün - boyun bükük bir zelîl gibi kuraklýktan çökmüþ, periþan bir hale düþmüþtür. Arzýn husran ve kuraklýk halindeki periþanlýðý zillete düþmüþ bir kimsenin boynunu büktüðü huþu' ya'ni tezellül haline benzetilmiþtir, bu teþbih bir taraftan secde etmek istemiyen mütekebbirlerin nihayet toprak olup zelîl olacaklarýný ýhtar ettiði gibi bir taraftan da mütevazý' olanlarýn yükseleceklerini iþ'ar için buyuruluyor ki, (.......) derken onun üzerine o suyu indirdiðimiz vakýt (.......) ihtizaz eder, deprenir ve kabarýr (.......) þübhe yok ki, ona o hayatý veren - o Arzý öyle dirilten (.......) elbette ölüleri dirilticidir. - Ruhsuz cesedlere ruh verir (.......) þübhesiz ki, o her þey'e kadirdir. - Ýradesinin teallûk ettiði her þey, vücude gelir, kâfirler yýkýlýr, mü'minler yükselir. Onun için halden yýlmayýp da'vete ýkdam etmelidir. Bu beyandan sonra istikametin zýddýna giden mülhidleri tehdid ile buyuruluyor ki,

40

Âyetlerimizde ilhada sapan sapgýnlar elbette bize gizli kalmazlar o halde ateþe atýlanmý hayýrlýdýr yoksa Kýyamet günü emniyyet içinde gelecek olan mý? Düþünün de istediðinizi yapýn, çünkü o her ne yaparsanýz görür

(.......) Bizim âyetlerimizde mülhidlik edenler -

ÝLHAD, esasen lâhde koymak demek olup doðruluktan eðrilmek, haktan bâtýla sapmak ma'nâsýna dahi gelir. Raðýb der ki, ilhan iki türlüdür: birisi Allah’a þirk ilhadý, birisi de esbabda þirk ilhadýdýr. Evvelkisi îmana münafî olur, onu ibtal eder ikincisi ise onu ibtal etmezse de tutamaklarýný zayýflatýr (.......) Âyetlerde ilhad, doðru ma'nâ vermeyip istikametten ayrýlarak eðrisine çekmek demek olur ki, tekzibe ve yanlýþ te'vil-ü tahrife þamil olur. Âyât,

zikrolunan leyl-ü nehar, Þems-ü Kamer gibi tekvinî âyetler ve mu'cizelerle Kur’ân gibi tenzilî ve teþriî olan âyetlerden eammdýr. Her ikisine de aykýrý gitmek ilhaddýr. Ýlhadýn da cezasý nâra atýlmaktýr. Çünkü ilhad, ateþe gülüstan diye atýlmak gibidir. Onun için buyuruluyor ki, (.......)

(.......) tehdiddir.

41

Onlar: o zikir kendilerine geldiði vakýt ona körlük eden mülhidler, halbuki o misli bulunmaz azîz bir kitab

(.......) yukarýki (.......) dan bedeldir. Binaenaleyh haberi de geçen (.......) dýr. Zikirden murad, Kur’ân olduðu için mutlak âyâttan sonra bilhassa Kur’ân’ýn þanýna ý'tina ile tansýstir. Demek ki, âyât, Kur’ân’dan eamm olduðu gibi ilhad da küfürden eammdýr. (.......) azîz bir kitab - ya'ni bir kitab ki, misli bulunmaz

42

Ona ne önünden ne ardýndan bâtýl yaklaþamaz, bütün kâinatýn öðdüðü hamîd bir hakîmden indirilme bir tenzil

(.......) ne önünden ne ardýndan ona bâtýl yanaþamaz. - Mündericatý hiç bir vechile ibtal edilemiyecek derecede doðru ve saðlam ona karþý yapýlan lâðviyyat, küfr-ü ilhad, onun haddi zatýndaki huccet ve metanetine hiç halel veremez, öyle azîz (.......) hamîd, ya'ni bütün kâinatýn üzerindeki ni'metleriyle hamd-ü medhettiði bir hakîmden indirilme.

Ya Muhammed!

43

Sana senden evvelki Resullere denilenden baþka bir þey denilmiyor ve þübhe yok ki, rabbýn hem bir maðrifet sahibidir hem de elîm bir ýkab

(.......) sana senden evvelki Peygamberlere söylenenden baþka bir þey söylenmiyor - kâfirler tarafýndan sana söylenen sözlerin bütün hasýlý (.......) diye evvelki Peygamberlere karþý söylenen küfür ve tekzib-ü ilhaddan baþka bir þey deðildir. Binaenaleyh keder etme de onlar gibi sabret (.......) þübhe yok ki, rabbýn

muhakkak bir maðrifet sahibi, hem de elîm bir ýkab sahibidir. - Enbiyasýna ve tevbekâr olanlara maðrifeti büyük olmakla beraber a'dâsýna ve ehli ma'sýyetine ýkabý da çok elîmdir. Günü gelir o yola gelmek istemiyen kâfirlerin, mülhidlerin belâlarýný verir. Balâda (.......) buyurulmasýna karþý o yapýlan ilhad cümlesinden olmak üzere demiþler ki, «o öyle bir tenzil ise neye Arabca olmuþ, baþka bir lisan ile indirilse de mu'cizeliði daha açýk olsa ya? Ona cevaben istinaf «vâv» ý ile buyuruluyor ki,

44

Ve eðer biz onu a'cemî bir Kur’ân yapa idik diyecekler idiki: âyetleri tafsýyl edilseydi ya! Araba Acemcemi? de ki, o, îman edenler için hidayet ve þifadýr, îman etmiyenlerin ise kulaklarýnda bir aðýrlýk vardýr ve o onlara karþý körlüktür, onlara uzak bir mekândan haykýrýlýr

(.......) ve eðer biz onu A'cemî bir Kur’ân yapsa idik - ya'ni fasîh Arabcanýn gayri bir dil ile indirse idik (.......) muhakkak diyeceklerdi ki, (.......) âyetleri tafsýl edilse! - Anlaþýlacak bir lisan ile ayýrd edilip anlatýlsa!

Yâhud diðer bir ma'nâ ile: her dilden ayrý ayrý olarak ba'zýsý Arabî, ba'zýsý Acemî olsa ne vardý? (.......) Araba Acemcemi - Arabî bir Peygambere Acemce bir Kur’ân olur mu?

Yâhud bir Araba Acemce söylenirmi? derlerdi, ve o vakýt (.......) demelerinin bir ma'nâsý olurdu. (.......) Acemî, Acem cinsine mensub olan. Acem, Arabýn gayrisi, Türk, Fürs, Hindli, Avrupalý ilh... Hangi cinsten olursa olsun fasîh olmýyan iyi söyleyemiyen, gerek tutukluktan ve gerek dilinin garâbetinden dolayý dediði anlaþýlmýyana a'cemî denir ki, biz bunu her hususta ta'mim ederek acemi deriz, a'cem de ayni ma'nâdadýr. Onun için a'cemînin (.......) sý nisbet mi, mübaleða mý diye münakaþa edilmiþtir. Maamafih Kamusun iþaret ettiði vechile a'cem bir de Arabdan olmýyana denilir, müfredi ve cem'ý beraberdir (.......) denilir, Arabî deðil demek olur. Þu halde A'cemî, nisbet olarak Arabýn gayri olan Acemî ma'nâsýna da gelebilecektir.

Netekim âyette de A'cemî gayri Arab diye tefsir edilmiþtir. (.......) îman edenler için - ki, gerek Arab olsun gerek gayrýsý (.......) ayni hidâyet - doðru yola irþad eden rehber (.......) ve mahzý þifadýr. - Sînelerdeki marazlara: cehalet, ahlâksýzlýk, þübhecilik gibi derdlere devâdýr, îman eden ondan istifade etmenin yolunu da bulur, hiç olmazsa (.......) emri mucebince bilen ehlinden sorar. (.......) îman etmiyenlere gelince (.......) onlarýn kulaklarýnda bir aðýrlýk vardýr - Arab olsa da iyi iþitmezler (.......) hem de o, onlara karþý bir körlüktür - onun güzelliðini, hikmetlerini, inceliklerini göremezler, aksine teessür duyarlar (.......) onlara uzak bir mekândan baðýrýlýr - bu ifâdede bir kaç ma'nâ vardýr: birincisi: hýtaba kabiliyyetleri olmadýðýný (.......) mazmunu üzere bir temsildir. (.......) buyurulacaðý üzere islâm sýyt-ü þevketinin âfâka intiþar edip uzaklara kadar yayýldýktan sonra onun kadrini takdir etmiyen Arablara uzaktan nidâ edeceðine iþarettir.

Üçüncüsü Sûre-i «Mü'min» de geçtiði üzere (.......)

45

Celâlim hakký için Musâya o kitâbý verdik de onda ýhtilâf edildi ve eðer rabbýndan bir kelime geçmiþ olmasa idi aralarýnda iþ bitirilirdi ve her halde onlar ondan kuþkulu bir þekk içindedirler

(.......) Kasem olsun ki, Musâya o kitabý verdik (.......) de onda ýhtilâf edildi - kimi inandý kimi inanmadý, sonra inananlar da türlü niza'lara düþtüler. Bu âyetin üst tarafýna iki vechile bakýmý vardýr: evvelâ (.......) kavlini bir misaliyle tahkýkdir.

Ya'ni küfür ve muhalefet ibtida sana ve Kur’âna karþý oluyor deðil, Musâya ve Tevrata karþý da olmuþtu, ikincisi, Kur’ân’ýn Arabî, Acemî her lisandan ayrý ayrý fasýllarla nâzil olmasý tesavvurundaki mahzuru izahtýr.

Ya'ni Tevrat bir lisanda nâzil olmuþ iken onun aslýnda türlü ýhtilâf çýkarýldý o halde onlarý tevhide da'vet için nâzil olan bir Kur’ân’ýn muhtelif lisanlarda indirilmesi daha çok ihtilâfa sebeb olmak gibi bir tenakuz olmaz mý idi? (.......) Ve eðer rabbýndan ezelde bir kelime sebkat etmiþ olmasa idi - ki, azâbýn bir eceli müsemmâ ile vakt u saatine te'hiri, ya'ni Kýyamet va'di takdir edilmiþ bulunmasa idi (.......) o ýhtilâf edenler beyninde, ya'ni îman

edenlerle etmiyenler arasýnda iþ bitiriliverirdi, lâkin o kelimenin hukmiyle saatine býrakýlmýþtýr (.......) maamafih onlar, o îman etmiyenler her halde ondan ya'ni o Kur’ân’dan kuþkulu bir þekk içindedirler - îman etmemekle beraber hallerinden emin de deðildirler, þübheler içinde muztaribdirler.

46

Ýyi iþ yapan kendine, kötü yapan yine kendinedir, yoksa rabbýn kullara zulümkâr deðildir

Fakat o saat ne zaman denecek olursa:

47

Saate ýlim ona havale edilir, hem onun ýlmi olmaksýzýn ne meyvelerden biri tomurcuklarýndan çýkar ve ne bir diþi yüklü olur, ne de vaz'eder, nerede imiþ þeriklerim? diye onlara haykýracaðý gün ise diyeceklerdir: arz ederiz huzuruna ki, bizden hiç þâhid yok

(.......) Saatin arkasýndan böyle semerat ile hamil ve vaz'ý hamilden bahsedilmesi Âhýret ahvaline de bir iþareti havî olmasý ý'tibariyle ma'nidardýr, çünkü Dünya Âhýretin mezreasý olduðu için Kýyamet semeratýn ýktitaf edileceði bir hasad zamanýný andýracaktýr. Ayni zamanda (.......) mazmununa da bir iþaret vardýr.

48

Önceden tapýp durduklarý þeyler onlardan gayb olup gitmiþler ve onlar kendilerine hiç bir kaçamak kalmadýðýný anlamýþlardýr

49

Ýnsan hayýr istemekten usanmaz da kendisine bir þer dokunuverirse hemen ümidi keser, ye'se düþer

50

Ve þayed ona dokunan bir sýkýntýdan sonra tarafýmýzdan bir rahmet tattýrýrsak mutlak der ki, bu benim hakkým ve zannetmem ki, saat baþýma dikilmiþ olsun, bilfarz rabbýma döndürülecek olursam muhakkak benim için onun yanýnda daha güzeli vardýr, fakat o vakýt biz o küfredenlere ne yaptýklarýný haber vereceðiz ve onlara muhakkak yoðun bir azâb tattýracaðýz

51

Evet insana ni'met verdiðimiz vakýt yan büker, baþýnýn tuttuðuna gider de kendisine þer dokunuverdimi artýk enine boyuna duâya dalar

52

De ki, söyleyin bakayým, eðer o Kur’ân Allah tarafýndan da sonra siz ona küfretmiþ iseniz o uzak þikaka düþenden daha þaþkýn kim olur?

53

Ýleride biz onlara hem âfakta hem nefislerinde âyetlerimizi öyle göstereceðiz ki, nihayet onun hakkolduðu kendilerine tebeyyün edecek, kâfî deðilmi bu ki, rabbýn her þey'e þâhid

(.......) Ýleride biz onlara, o küfredenlere âyetlerimizi Kur’ân’ýn hakkýyyetine delâlet edecek delillerimizi göstereceðiz (.......) hem âfakta - kendilerinin bulunduðu Harem hududu haricinde (.......) hem de kendi nefislerinde - Mekke ve Harem içinde. Ýslâmýn ileride cihanýn âfakýna intiþar ve istîlâ edeceðini böyle kat'ýyyetle haber veren bu âyet, Kur’ân’ýn hak, Allah kelâmý olduðunu açýk açýk isbat etmiþ gayb mu'cizelerindendir. Bunun Mekkede iken nâzil olduðu bir düþünülür, bir de ondan sonra Peygambere ve hulefasýna Allahü teâlânýn müyesser kýldýðý fütuhatý celîle ve islâmýn Þark-u Garba yayýlmasýndaki fevkal'adelik mülâhaza edilirse bunun ne yüksek bir âyet ve mu'cize olduðu tebeyyün eder. Ilmî noktai nazardan bir hakikatin isbatý için delîl ya âfakî olur ya enfüsî, ya gözlerden müþahedei haricden ya gönülden müþahedei batýndan gelir, vücud bu iki pencereden görünür. Allahü teâlâ bu âyette bu taksîmi gösterdikten sonra Kur’ân’ýn hakkýyyetini, risaleti Muhammediyyenin sýdkýný, islâmýn ulviyyetini isbat için bu iki nevi' âyâtýn ikisini de göstereceðini va'd buyuruyor. Öyle ki, (.......)

onun hakk olduðu o kâfirlerce tebeyyün edinciye kadar «Bedr» den Mekkenin fethine kadar' Mekke müþrikleri bunu hem kendi nefislerinde hem de âfakta gördüler, ondan sonra diðerleri de görmeðe baþladýlar, bunlar görüldükten, bu hakýkat tebeyyün ettikten sonra sanki hiç görülmemiþ gibi hâlâ inkârda devam eden sonraki kâfirler de ileride göreceklerdir. Buna þâhid istersen (.......) rabbýnýn her þey üzerine þâhid olmasý kâfi deðil midir? - O halde kâfirler þübhe ederse de sen etme.

54

Uyan! onlar rablarýnýn likasýndan iþkil içindeler, uyan ki, o her þey'i muhît

(.......) iyi bilki onlar, o küfredenler rablarýnýn likasýndan þekk içindedirler. - Kýyamet günü hakkýn huzuruna varacaklarýna iymanlarý yok, onunla beraber þübheden de muztaribdirler, fakat (.......) iyi bilki o her þey'i muhîttýr - ýlmiyle, kudretiyle her þey'i kuþatmýþtýr, onlar onun cezasýndan kurtulacak deðillerdir, likaullah haktýr, muhakkaktýr. Ýþte Sûre-i Secdenin hatimesi budur. Bunu da Sûre-i «Þûrâ» ta'kýyb edecektir.

0 ﴿