CASİYEİşbu «Câsiye» sûresi Mekkîdir. Buna (.......) sûresi ve (.......) sûresi dehi denilir. Âyetleri - Otuz yedidir. Kelimeleri - Dört yüz seksen sekizdir. Harfleri - İki bin yüz altmış birdir. Fasılası -(.......) harfleridir. (.......) toplu yâhud diz çökmüş demek olup bu Sûre (.......) âyeti sebebiyle bu nâmı almıştır. 1(.......) mübtedâ haber, yâhud kasem, yâhud nidâdır. 2Kitab indirilmek o azîz, hakîm Allahdan TENZİL, masdarı ma'lûm indirmek veya masdarı mechul indirilmek, yâhud masdar bima'nâ mef'ul indirilme kitab ma'nâlarına gelebilir. Ya'ni bu (.......) sesleri Allahdan kitab indirme, indirilmedir, yâhud bu kitab Allahdan indirilmiş kitabdır, yâhud bir kimseye kitab indirilmek risalet verilmek veya bu kitabın indirilişi (.......) o azîz, hakîm Allahdandır. - Kesbile yapılmaz, çalışmakla uydurulmaz, çünkü Allah azîz, emrinde galib ve tedbirinde hakîmdir. Binaenaleyh bu kitab da azîz, hakîmdir. Binaenaleyh bu kitab da azîz, hakîmdir. 3Her halde Göklerde ve Yerde mü'minler için âyetler var (.......) şübhesiz ki, göklerde ve Yerde mü'minler için çok âyetler var. - Ya'ni delîl ve bürhana inanmak, tasdık etmek şanından olan kimseler için çok delîller, huccetler, alâmetler vardır ki, Allahü teâlânın varlığına, ızzet ve kudretine, hikmetine delâlet ederler. Şu halde îmanı olanlar Semavâtı ve Arzı müşâhede ve tetkık ile onlardaki âyâtı peyderpey keşfederek delâlet ettikleri hikmeti ilâhiyyeyi fehm-ü istihrac edip ona göre güzel güzel hakîmâne ameller yapmağa çalışmak lâzım gelir. Onun için sonraki müslimanların bu âyetlerden, bu ılimlerden gafil kalmaları sükutlarına sebeb olmuş ve fünunun tabiatciler elinde ilhada sapmasına meydan vermiştir. (Âli Imranda (.......) âyetine bak). 4Hayvanâtı tenevvü' ettirip üreterek sizi yaratmasında da yakîn edinecek bir kavm için çok âyetler var (.......) sizin yaradılışınızda (.......) ve üretip durduğu hayvanlarda da - ya'ni Allah’ın bir dabbeden bir çoklarını tenevvu' ve tekessür ettirerek üretip durduğu hayvanatta da (.......) yakîn edinecek kimseler için âyetler vardır. - Hayvanâtta uzviyyetin teşekkülünde, tegaddisinde, tenemmîsinde, tevellüd ve tenâsülünde ve böyle ibtidaî bir hucreden başlayıp tekâmül, tenevvu' ederek üremesinde ve a'za vezaifinde ve bahusus meb'hasi beşerde tecellî eden hayat hâdiseleri, her nev'ın ve hattâ her ferdin tahavvülâtında irae ettiği tekâmül safhaları i'tibariyle sâde fizik ve kimyayı gayri uzvî hâdiselerinden çok daha mütekâmil ve binaenaleyh Sanı' tealânın kudret ve hikmetine delâlette daha kavî ve daha zâhir olduğu ve birde enfüs âfâkı câmi' bulunduğu için bunlar iykan âyetleri olarak gösterilmiştir. Demek ki, hayvanâtın güzel bir tasnîfi ve hılkati beşerin tetkıkı ile mütezammın oldukları âyâtı hikmeti istihraca çalışmak dahi ehli iykanın vezaifindendir. 5Gece ile gündüzün ıhtilâfında ve Allah’ın Semâdan bir rızk indirip de onunla Arzı ölümünden sonra diriltmesinde ve rüzgârları çevirmesinde de aklı olan bir kavm için bir çok âyetler var (.......) Gece ve gündüzün ıhtilâfında - değişmesinde yâhud birbiri arkasından gelmesinde, ki, zamanın gidişini, ömürlerin geçişini gösterir. (.......) Ve Allah’ın Semâdan indirdiği rızıkta - ya'ni rızka sebeb olmak ı'tibariyle hem kudret ve hem rahmet cihetinden âyet olan yağmur ve kar da (.......) indirip de onunla Arza hayat vermesinde - hayatın ilk alâmeti olan bir ihtizaz neş'esile toprağı deprendirip türlü türlü nebatlar, ekinler, meyveler yetiştirmesinde, hem de (.......) o Arzın ölümünden sonra - hayattan eser kalmayıp kuvvei namiyesi tükendikten, otlar kuruyup ağaçlar yapraklarını, meyvelerini döktükten sonra (.......) ve rüzgârları çevirmesinde (.......) akıl edecek bir kavm için âyetler var. Zamanın cereyanını ve ömrün geçişini ve zaman-ü mekân üzerinde Allahü teâlânın doğrudan doğru tesarrufatını gösteren bu tehavvülât, her tehavvülde bir Âhırete doğru gidildiğini ve kıyası temsilî tarikıyle ba's ba'del'mevti ifâde ettiği cihetle bu âyetlerde bilhassa aklın, aklı husni isti'mal etmenin ehemmiyyeti tasrih olunmuştur ki, bunda iki sahîfe sonra zikri gelecek olan dehrîlerin akıllarındaki noksana da bir tenbih vardır. 6İşte bunlar Allah’ın âyetleri, sana onları bihakkın okuyoruz Artık Allah’ın âyetlerine inanmadıktan sonra hangi söze inanırlar? (.......) İşte bunlar - bu ıhtar olunan tekvînî âyetler ve onları anlatan bu tenzîlî âyetler, bu Sûre (.......) Allah’ın âyetleridir. - Allah’ın kudret ve irâdesini, hikmet ve ahkâmını anlatmak için ikame ve tenzîl buyurduğu delillerdir. (.......) Allah ve âyetlerinden sonra artık hangi söze inanacaklar - ya'ni Allah’a ve âyetlerine inanmadıktan sonra o iymansızlar hangi söze inanırlar, hiç? 7Veyl o her bir vebal yüklü sahtekâra 8Allah’ın âyetleri karşısında okunurken işitir de sonra kibrinden hiç işitmemiş gibi ısrar eyler, işte onu elîm bir azâb ile müjdele (.......) Ebû cehil ve Nadr İbn-i Hâris gibiler hakkında nâzil olmuştur. (.......) ısrarın aslı, eşeğin kulaklarını dikip kıçın kıçın dayatmasıdır. 9Âyetlerimizden bir şey, ma'lûmu olduğu vakıt da onu eğlenceye tutar, işte onlar için mühîn bir azâb var 10Peşlerinde Cehennem ve onlardan ne kazandıkları bir şey def'edebilir, ne de Allahdan başka evliya edindikleri şeyler, hem onlara azîm bir azâb var 11Bu bir irşaddır, rablarının âyetlerine küfredenler ise onlara en fenâsından bir elîm azâb var 12Allah odur ki, sizin için denizi musahhar kıldı, onda emri ile gemiler aksın diye, hem fadlından talebde bulunasınız diye ve gerek ki, şükredesiniz (.......) Allah: ülûhiyyet münhasıren kendinin hakkı olan zülcelâli velkemal o kadir mün'ımdir ki, (.......) size yâhud sizin için denizi teshîr buyurmuştur. - TESHÎR, bir şey'i zorla hizmete koşmak, itaat ve inkıyad ettirmektir. Ve (.......) de (.......) sıla veya ta'lil olmak muhtemildir. Sıla olduğuna göre size musahhar kıldı demek olur, ta'lil olduğuna göre de sizin için, ya'ni sizin menfeatiniz gaye ve hikmeti için emriyle musahhar kıldı demek olur, (.......) kaydi buna bir işaret gibidir. (.......) Emriyle onda gemiler cereyan etsin diye - ya'ni sizin menfeatiniz için ise de sizin emrinizle değil onun emrile cereyan etmek için musahhar kıldı. - Emri, izn-ü irâdesi, ve ona delâlet eden hukmi şüunu demektir ki, hem geminin hacmı ile aynı hacimdaki su arasındaki hıffet ve sıklet nisbetine ve hem onunla muharrik kuvvet arasındaki şiddet ve mukavemet nisbetine hem de muhıtteki ahval ve şeriatın onlarla mütenâsib bir surette sevk-u idâresi ahkâmına şamil olur. Yoksa insanlar her istedikleri gibi denizde tesarruf edemezler, Allah’ın emrine tatbık etmeden sırf kendi emirlerile gemi yürütemezler. Allah’ın emriyle gemi yürüsün (.......) ve Allah’ın fadlından isteyip arayasınız diye - ticâret, dalgıçlık, avcılık ve sair teharri ve iktisab suretiyle berr-ü behirde tesarruf edip kazanasınız (.......) hem de gerek ki, şükredesiniz - bu ni'metler yalnız onun olduğunu bilip ma'bud yalnız onu tanıyasınız ve onun emirlerini nehîlerini tanıyarak ona ıbadet ve kulluk edesiniz, şirkten, nankörlükten kaçınasınız. Şükür yalnız ni'meti ve ni'metin zevk-u neş'esini sezmek değil, mün'ımi tanımak ve ni'meti mukabelesinde ta'zîm etmektir. Hem onun ni'meti bu kadarla kalmıyor. 13Hem Göklerde ne var Yerde ne varsa hepsini kendinden olarak sizin için musahhar kıldı, şübhesiz ki, bunda düşünecek bir kavm için âyetler var (.......) Hem Göklerde ne var ve Yerde ne varsa hepsini kendisinden sizin için teshîr buyurdu - başka birinin tevassutıyle değil, yalnız kendisinin halk-u teshîriyle olarak hepsini sizin menafi ve mesalihinize hizmet ettirmektedir, yâhud size musahhar kılmıştır. Tarafı subhânîsinden bir lûtfolmak üzere hepsini bir suretle istihdam edebilirsiniz. (.......) Şübhe yok ki, bunda: bu teshîrde tefekkür edecek bir kavm için çok âyetler vardır - ki, Allahü teâlânın insan üzerindeki ni'metinin çokluğuna ve insana olan fadl-u ınâyetinin ehemmiyyetine ve insanın Allahdan başkasına kulluğu câiz olamıyacağına delâlet eder. Bu âyet çok calibi dikkat bir âyettir. Evvelâ, müfessirîn buradaki (.......) kaydının i'rabında bir kaç vecih göstermişlerdir. Zemahşerî (.......) kavlinde (.......) nin ma'nâsı nedir ve i'rabdan mevkıi ne oluyor? Suâline karşı der ki, hal mevkiındedir: ya'ni şudur: (.......) o, bütün bu eşyayı ondan olarak onun ındinden husule gelmiş olarak teshîr etti, ya'ni o kudret ve hikmeti ile onların mükevvin ve mucidi, sonra da halkına teshîr edenidir, Mahzuf bir mübtedânın haberi olmak da câizdir: (.......) demek olur. Bir de (.......) yukarıdaki (.......) ü te'kid olmak (.......) diye başlanılmak ta câizdir. (.......) mübteda (.......) haber olmak ta câizdir. (.......) Taberî İbn-i Abbastan (.......) ya'ni her şey Allahü teâlâdandır diye nakleder. Ki, bütün müfessirîn ve muhaddisîn bunu Zemahşerînin dediği gibi Allahü teâlâ tarafından halk-u iycad olunmuştur diye anlarlar. Hikâye olunur ki, Harunı Reşidin huzurunda Nesarâ rahiblerinden birisi Hazret-i Isâ hakkındaki ı'tikadına Kur’ân’dan (.......) kavliyle istidlâl etmek istemiş (.......) teb'ız ifâde eder demişti, ona karşı Hüseyin İbn-i Alî İbn-i vâkıd de bu âyeti okumuş (.......) ne ise (.......) de odur. Her şey Allah’ın cüz'ü demek olamayıp Allah’ın mahlûku demek olduğu gibi Isâ da Allah tarafından halkedilmiş bir ruh demek olduğunu anlatmıştır. Vahdeti vücudcu Sofiyyenin ise burada başka bir neş'esi vardır: Âlûsî nin beyanı vechile Sofiyyeden şeyh İbrahimi Gûranî demiştir ki, mahlûkat vücudı müfâzın teayyünatıdır, vücudı müfâz, amâ tesmiye olunan nefesi Rahmanînin suretidir. Şöyle ki, amâ nefsel'emirde mütemeyyiz ümurı ademiyyeden ıbaret olan hakaik üzere inbisat eylemiştir, inbisat hâdistir, ve amâ mahiyyâta ıktiranı haysiyyetinden, Hak teâlânın zatının gayrıdır. Çünkü zati Hak sübhânehu mahiyyâta ıktiran etmiyen vücudi mahızdır. Binaenaleyh mevcudat, amâde hâdis ve bununla kaim suretlerdir. Allahü teâlâ da onların kayyumudur. Zira celle ve alâ o suretlere beka ile imdad eden evveli batındır. Ve bundan havadisin zati hakk ile kıyamı lâzım gelmez. Ve Hak subhanehunun onda olması da lâzım gelmez. Çünkü hakk tealânın vücudu, mahiyyattan mücerreddir: onlara gayri mukterindir, onlara göre müteayyin olan ancak amâdır ki, vücudı müfâzdır. (.......) Bu ifâde halkı işrak nazariyyesine bir tatbık oluyor, halk-u iycad ta'biri yerine ifazai vücud ta'birini koymak daha nezih bir ifâde değildir. Bunun için beyan olunduğu üzere müfessirîn ve muhaddisînin ifâdeleri daha vazıh ve daha ziyade şayanı tercihtir. Bizim zevkımıza kalırsa, (.......) ma'nâsiyle (.......) den mef'uli mutlak olmak makamı minnete daha muvafıktır. Ya'ni bu teshîr ne insanlardan ne de eşyadan bir sebebiyyet ve ıktiza ile değil mahza Allah’ın insanlara bir lûtf-u ınâyetinden neş'et etmiştir ve onun için yalnız ona ubudiyyet ile şükreylemelidir. Bu anlaşıldıktan sonra gelelim diğer bir işkâle: burada (.......) gerek (.......) demek olsun gerekse (.......) demek olsun ikisinde de insanların bütün eşyadan daha ehemmiyyetli olduğunu ifâde eder. Zira bütün Semavât ve Arzdaki eşyanın insana musahhar olması insanın hepsine hâkimiyyetini ifâde edeceği gibi insan için musahhar olması da insanın gayei hılkat olmasını ifâde eder, her iki takdirde ise insan diğer eşyadan daha mütekâmil bir hılkatte yaratılmış demek olacağından (.......) âyetiyle bu âyet beyninde bir teâruz olmaz mı? Diye bir suâl hatıra gelir. Müfessirlerden buna tearruz edenine müsadif olmadığımdan âyetin lüzum gösterdiği tefekkür ile bunu şöyle anlıyabileceğimizi arzederim: İnsanın iki haysiyyeti vardır, birisi bedenî, birisi de ruhî haysiyyetidir. Beden haysiyyetiyle bedihîdir ki, insanın hılkati Semavât ve Arzın yanında bir zerre denemiyecek kadar küçüktür. Lâkin ruh haysiyyetine gelince (.......) izafetiyle şereflendirilmiş ve (.......) beyaniyle i'lâ edilmiş olan ruhı insanî diğer ecram ve escam âleminin hâiz olmadığı yüksek bir cem'ıyyeti hâizdir. Ve işte bu âyette beyan buyurulan teshîr de bu haysiyyetledir. İnsanın bir nazarla Arz ve Semâdan ne kadar geniş bir sahayı görebildiği mülâhaza olunursa bu teshîrin bir lâhzası mütalea edilmiş olur. Bu âyetin bilhassa tefekkür âyeti olmak üzere ıhtar edilmiş olması da gösterir ki, buradaki umumî teshîrden murad, teshîri ruhânîdir, teshîri fı'lî ona terettüb eder. Bu suretle bu âyet daha çok tefekkürlerle terakkıye müsâıd ise de bu kadar işâret elverir. Yalnız şunu bir daha ıhtar edelim ki, bu tefekkürün ilk netîcesi insana bu teshîri ınâyet buyurmuş olan zati ecell-ü alânın vahdaniyyetini bilerek ni'metlerine şükretmek kazıyyesi olacağını unutmıyalım. 14Söyle îman edenlere: Allah günlerini ümid etmiyen kimselere mağrifetle muamele etsinler, çünkü her kavmı kesibleriyle cezalandıracak (.......) îman edenlere söyle o Allah günlerini ümid etmiyen kimselere mağrifetle muâmele etsinler - Arablar, harb gibi büyük tarihî vak'alara eyyam ta'bir ederler. Meselâ Arabın büyük tarihî vak'alarına eyyamı Arab denilir ki, meşhur bir mecazdır. Bu suretle eyyamullah da Allah’ın düşmanlarına iyka' ettiği vekayı', yâhud Allah’ın mü'minlere nusratı, sevab ve mükâfatı, va'di, kâfirlere kahr-u azâbı, vaîdi için ta'yin buyurduğu vakıtlar demek olur ki, şununla izah edilmiştir de denebilir: (.......) bir kavmı kesibleriyle cezalandırmak için - olan günler, yâhud cezalandıracağı için mağrifet etsinler. Bu cümle, emrin, yâhud cevâbı olan (.......) nun ılletidir. Yâhud da eyyamullahın beyanı mesabesinde kaydi olup dolayısiyle emrin hikmetini de ifâde eder. Kavm de mü'minler, yâhud kâfirler, yâhud her ikisi olabilir, ceza da ona göre mücazat ve mükâfâta şamildir. Birisi Hazret-i Ömere sebbetmiş, o da onu yakalamak istemiş, afvetmesi için bu âyet nâzil olmuştur deniliyor. Maksud, lüzumunda harbden nehiy değil, ferdî olarak adî münazealardan nehiydir. Binaenaleyh kıtal âyetlerile bunun neshı lâzım gelmez, hattâ eyyamullah ile ona işaret vardır. 15Her kim iyi bir iş yaparsa kendi lehine, her kim de kötü yaparsa kendi aleyhinedir, sonra hep döndürülüp rabbınıza götürüleceksiniz 16Şanım hakkı için, biz vaktıyle Beni İsraîle kitab vermiş, huküm vermiş, nübüvvet, vermiştik ve kendilerini pâk rızıklardan merzuk kılmıştık, hem âlemlerin üstüne geçirmiştik (.......) hukmünün yalnız ferdde değil, cem'ıyyette de cereyanına misaldir. Netekim «İsra» da (.......) buyurulmuştu bak (.......) kitab - Tevrat, yâhud Zebur ve İncîle dahi şamil olmak üzere cinsi kitab (.......) huküm - hükûmet (.......) ve nübüvvet - çünkü Beni İsrâilde çok Enbiya gelmiştir. 17Bu emirden onlara beyyineler de vermiştik, imdi ıhtilâf etmeleri sırf kendilerine ılim geldikten sonra aralarında bagy-ü ıhtırastan dolayıdır, muhakkak ki, rabbın onların ıhtilâf edip durdukları şeyde Kıyamet günü beyinlerinde hukmünü verecektir (.......) ve onlara bu emirden beyyineler verdik - bu dîn emrinden açık delîller, yâhud mu'cizeler verdik. İbn-i Abbas Hazretleri demiştir ki, bu emirden murad emri nebiy sallâllahü aleyhi ve sellemdir. Ya'ni Hatemül'enbiyanın geleceğini ve Tihameden Yesribe hicret edeceğini beyan etmişti. Sûrei «Bakare» ye bak. (.......) Kıyamet günü - Allah günlerinden bir gün ki, o günkü kazâ, hakkıle müâhaze ve cezadır. 18Sonra emirden bir şerîat üzere seni me'mur kıldık, onun için sen o şerîate ittiba' eyle de ılmi olmıyanların hevalarına uyma (.......) sonra emirden bir şerîat üzere seni me'mur kıldık - Bahirde der ki, kelâmı Arabda şerîat, nâsın ırmaklardan ve emsalinden su almağa vardıkları mevzı'dir, dîn şerîati de bu mâ'nâdandır, çünkü nâs ondan Allah’ın emirlerine ve rahmetine ve kurbüne irer. Râgıb da demiştir ki, şerı' aslında masdardır. Sonra açık ve geniş yola isim yapılmış şerı', şir'a ve şerîat denilmiştir. Bu da dînde tarikati ilahiyyeye istiare edilmiştir. Ba'zıları şerîate şeriat denilmesi şerîai maye şu vechile bir teşbih olduğunu söylemişlerdir. Çünkü hakıkat ve sıdk üzere ona sülûk eden hem kanar, hem temizlenir, kanmaktan murad ba'zı hukemânın dediğidir: içerdim kanmazdım, vaktâki Allah’ı tanıdım içmeden kandım, temizlenmekten murad da (.......) mazmunudur. Burada (.......) de tenvin ta'zîm içindir, emir, dîn işi, yâhud Allah’ın emri demektir, ya'ni bu Kur’ân’da beyan olunduğu üzere Allah’ın sana vahyeylediği emr-ü nehyinden bir büyük ve geniş yol, muazzam bir şerîat üzere seni me'mur ettik (.......) onun için o şeriate ittiba' et - kendini ona uydur da (.......) bilmiyenlerin hevalarına uyma - Allah’ın ahkâmına ılmi bulunmıyan veya ılmin muktezasına tâbi' olmıyan kimseler sırf kendi keyf-ü heveslerinin arkasından koşarlar. Hevalar ise ferde göre ıhtılâf eder, Beni İsraîl gibi ıhtılâfa düşürür, Allah’ın gadabına götürür. Şerîat ise toplar, tevhid ile rızasına götürür. Şerîatı ta'kıyb et de cahillerin hevalarına uyma. 19Çünkü onlar Allahdan gelecek hiç bir şey'i senden def'edemezler ve çünkü zalimler birbirlerinin veliyleri, Allah ise müttekilerin veliysidir (.......) çünkü onlar Allahdan gelecek hiç bir şey'i senden def'edemezler, - onlara uyduğun takdirde Allahdan gelecek olan azâb ve ıkabdan seni hiç bir suretle kurtaramazlar (.......) ve çünkü zâlimler birbirlerinin veliyleridir. - Onun için onlara yalnız zalim olanlar uyar dost olur (.......) Allah ise müttekıylerin veliysidir. - Zulümden, haksızlıktan korunanları sever, onlara yardım eder. Onun için sen o cahillere, zâlimlere uyma da, takvaya devam et korun. 20Bu (Kur’ân) insanlara basîret nurları ve yakîn edinecek bir kavm için mahzı hidâyet ve rahmettir (.......) Bu - Kur’ân yâhud bilhassa bu öğüd veya şerîate ittiba' ile ittika emri (.......) insanlara basîret nurlarıdır. - Heva, şehevata ittiba' insanların kalblerini körlettiği, hakkı idrâklerine mâni' olduğu gibi Allah’ın kelâmını ve emirlerini tutarak şerîatine ittiba' etmek de insanların hakka doğru kalb gözlerini açan basîret nurlarıdır. (.......) Ve iykan şanından olan kimseler için hak ve savabı gösteren bir hidâyet ve saadete irdirecek bir rahmettir. 21Yoksa o kötülükleri yapıp duran kimseler, kendilerini o îman edip salih ameller yapan kimseler gibi yapacağız? Hayat ve memâtlarını müsavî kılacağız mı sandılar? Ne fena hukmediyorlar? (.......) Yoksa kötülükler işleyip duran: seyyiat işlemekle bulaşık ve yaralı olan kimseler sandılarmı (.......) ki, kendilerini o îman edip salih ameller yapan kimseler gibi yapacağız (.......) dirimleri ölümlerini müsavî kılacağız? - Öylemi sandılar? Ya'ni Dünya hayatta kendileri hakkında (.......) diye afv-ü müsameha ile emrettik diye Âhırette de öyle olacaklar, mü'minler gibi mağrifete irecekler mi zannettiler (.......) ne fena hukmediyorlar. Halbuki: (.......) 22Halbuki Allah o Gökleri ve Yeri hakk ile halk etti, hem de her nefsi hiç hakları yenmeksizin kazandığı ile cezalandırmak için (.......) Halbuki Allah o Gökleri ve Yeri hakk ile halk etti - zulm ile değil, hakk-u hakkaniyyete mülâbis olarak her birinin hususıyyetinde gerek birbirine ve gerek hâlıklarına nazaran vacib olan adl-ü hikmeti gözeterek yarattı. Bu âyet evvelki hukme bir delîl sıyakındadır. Çünkü hakk ile yaradış zalimden mazlûmun hakkını alıvermek, ve iyi ile kötüyü müsavî tutmayıp iyiye, iyiliğinin, kötüye de kötülüğünün cezâsını vermek demek olan adâleti ıktıza eder. Şu halde bu, bu gün şu Dünyada olmuyorsa yarın Âhırette olmak lâzım gelir. Onun için bu ma'nâ tasrih olunarak buyuruluyor ki, (.......) hem her nefis hakları yenmeksizin kazandığıyle cezalandırılmak, ya'ni iyiye iyi, kötüye kötü karşılığı verilmek için yaradılmıştır. Binaenaleyh kötülük yapanların istıkbali iyilik yapanların istıkbaline müsavî olamaz, birisi mücazat görürken diğeri mükâfat görecektir, böyle olunca 23Ya şimdi baksan a o kimseye ki, ilâhını hevası ittihaz etmiş, Allah da onu bir ılm üzerine şaşırtmış, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne de bir perde çekmiştir, artık onu Allahdan sonra kim yola getirir? Hâlâ da düşünmezmisiniz? (.......) gördün a şimdi o kimseyi ki, ilâhını hevası ittihaz etmiş - hakkı düşünmeyip keyfi ne isterse onu ma'bud edinmiş, kendi zevkının sevdasına düşmüş (.......) Allah da bir ılm üzerine onu şaşırtmış - ya'ni bir ılmi olmakla beraber şaşırtmış (.......) kabîlinden olmuş (.......) ve kulağını ve kalbini üstünden mühürlemiş (.......) ve gözüne bir perde çekmiştir. - Zira heva ve şehvet gözü kör, kulağı sağır, kalbi hissiz eder, o kimse âlim de olsa ılmine rağmen hakkı duymaz olur netekim feylesofların ve Dünya hayatına düşkün dîn âlimlerinin bir çoğu böyle olmuştur. (.......) artık onu Allahdan sonra yola getirebilir. - Ya'ni Allah şaşırttıktan sonra kimin haddine ki, hidâyet etsin (.......) ya hâlâ düşünmiyecekmisiniz? - Bu ıhtarat karşısında hevaları bırakarak ılmin muktezasına göre bir düşünüp hakk-u âkıbeti anlamıyacakmısınız? Bunların dalâllerini ve sem'-u kalblerinin hatmi ahkâmını beyan ile buyuruluyor ki, 24Hem dediler ki, o hayat sırf bizim Dünya hayatımızdan ıbarettir ölürüz ve yaşarız ve bizi ancak dehir helâk eder, halbuki buna dâir bir ılimleri yoktur, onlar sâde zannederler (.......) ve dediler - ya'ni ılme karşı hevalarını ilâh ittihaz edenler sapgınlıklarından dediler ki, (.......) Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur - hayat denilen ondan ıbarettir (.......) ölürüz ve yaşarız - öleceğimizi bilmekle beraber Dünya hayatı yaşarız, ondan ötesi yoktur (.......) bizi başka değil, ancak dehir helâk eder. - DEHİR, aslında âlemin müddeti bekası demekti. (.......) fılinden masdar da olur. Râgıb der ki, dehir, âlemin vücudunun başlangıcından nihayetine kadar olan müddetin ismidir (.......) Sonra çok bir müddete dahi ıtlak edilir, zaman az bir müddete de ıtlak edilmek i'tibariyle bundan farklıdır. Filânın dehri onun müddeti hayatı demek olur. Bir de dehir masdar olur (.......) denilir, filâna bir felâket bir sarış sardı demektir (.......) Şu halde dehir ya masdar ya ism olur. Masdar olduğuna göre kahr-u galebe ve istîlâ ma'nâsına gelir, ismolduğu vakıtda asıl ma'nâsı zamânı kül, ya'ni bütün âlemin baştan nihâyete kadar cereyanı müddetidir ki, bu bilhassa (.......) ile (.......) dir. Bundan mâadâ bir de uzun bir zaman müddeti kesîre ma'nâsına gelir ki, lâmsız nekire olarak (.......) denildiği zaman bu ma'nâ daha mütebâdirdir. İmamı a'zam Ebû hanîfe Hazretleri nekire olan bu dehrin ma'nâsında, ya'ni ne kadar bir zamana ıtlak edildiğinde tevakkuf etmiştir. Zaman kelimesi ise dehrin az veya çok bütün eczasında da kullanıldığı cihetle eam ve küllî olmuş oluyor. Zaman, mazı, hal ve istıkbal kısımlarına ayrılır. (.......) ise âlemin baştan ahire kadar bir imtidadının ifâdesi demek olduğundan zaman, dehrin makamatından olarak mülâhaza olunur. Burada (.......) üç ma'nâ dan her birine hamlolunabilir ise de en ziyâde müruri zeman, tuli zeman diye tefsir edilmiştir. Çünkü mevzuı bahsolan ihlâk, âlemin nihayeti olan ihlâkı küllî değil ihlâkı ba'zdır. 25Karşılarında açık açık beyyineler halinde âyetlerimiz okunurken şöyle demekten başka bir tutunacakları yoktur: haydi babalarımızı getirin doğru iseniz! 26De ki, size Allah hayat veriyor, sonra sizi o öldürür, sonra da sizi Kıyamet gününe toplayacak ve lâkin nâsın ekserisi bilmezler 27Ve Allah’ındır bütün Göklerin ve Yerin mülkü, ve o gün ki, saat gelecek o gün o mubtıller hep husrâna düşeceklerdir (.......) SAAT, aslında Râgıbın beyan ettiği vechile zamanın eczasından bir cüzdür; buna teşbîhen Kıyamete de denilir (.......) gibi. Bunun iki vechi vardır: birisi (.......) buyuruludûğu üzere hısabının sur'atidir. Birisi de şöyle tebyîn olunan mazmundur (.......) evvelkisi Kıyamet, ikincisi zamanın bir cüz'i kalîlidir. Bir de denilmiştir ki, Kıyamet ma'nâsına saat üçtür: 1) Saati kübrâ ki, insanların muhasebe için ba'sidir netekim (.......) fuhuş ve tefahhuş açıklanıncıya ve dirhem-ü dînara tapılıncıya ilh... şöyle şöyle oluncıya kadar saat kıyam etmez» hadîsinde aleyhissalâtü ves-selâm buna işaret buyurmuştur. 2) Saati vustâ, bir karn ehalîsinin ölümüdür. Netekim rivayet olunduğu üzere alehissalâtü vesselâm Abdullah İbn-i Üneysi görmüş, bu gulâmın ömrü uzarsa saat kıyam edinciye kadar ölmez buyurmuş idi ki, müşarünileyh sahabenin en son vefat edenidir deniliyor. 3) Saati sugrâ, insanın ölümüdür ki, her insanın saati kendi ölümüdür. (.......) gibi ba'zı âyetlerde de saat bu ma'nâyadır (.......) Maamafih bizim anladığımıza göre hangi ma'nâca olursa olsun Kıyamete saat denilmesi, ındallah müsemmâ bir ecelin, bir vaktın hulûlü saati olması ı'tibariyledir. Netekim lisanımızda da vakt-ü saat gelmiş ta'biri ma'ruftur. Burada da saat Kıyamet ma'nâsınadır. 28Ve her ümmeti görürsün ki, diz çökmüştür, her ümmet kitabına da'vet olunuyordur, bu gün o yaptığınız amellerin cezâsı verilecek (.......) ve her ümmeti câsiye görürsün - câsiye iki ma'nâ ile tefsîr edilmiştir. Birisi diz çökmüş ma'nâsına ki, lâzımı muraddır. Zira diz çökmek derli toplu en ı'tinalı ve en hurmetli vaz'ıyyettir. Birisi de toplanmış cemaat ma'nâsınadır ki, (.......) den me'huzdur. Bir araya gelmiş taş yığınına denir. Murad, Sûre-i (.......) de (.......) buyurulduğu üzere hakkın huzurunda hisab için toplanmaktır. 29İşte kitabımız, yüzünüze karşı hakkı söylüyor, çünkü biz sizin yaptıklarınızı hep istinsah ediyorduk 30İşte o îman edip de yaraşıklı işler yapmış olan kimseler o vakıt onları rabları rahmeti içine koyacak, işte o fevzi mübîn o 31Küfredenlere gelince: değilmi karşınızda benim âyetlerim okunurdu da siz kibirlenmek istedinizdi ve mücrim bir kavm idiniz? 32Hem Allah’ın va'dı haktır ve o saatın geleceğinde şübhe yoktur denildiğinde demiştiniz ki, bilmiyoruz saat nedir? Yalnız bir zandır zannediyoruz fakat biz yakîn edinmiş değiliz 33Derken onlara yaptıkları amellerin kötülüklerini yüz göstermiş ve o istihza edip durdukları şey kendilerini kuşatıvermiştir 34Ve denilmiştir ki, bu gün biz sizi sizin bu gününüzün geleceğini unuttuğunuz gibi unutacağız, yatağınız ateştir ve sizin için yardımcılardan bir eser de yoktur 35Bunun sebebi, çünkü siz Allah’ın âyetlerini eğlence yerine tuttunuz ve Dünya hayat sizi mağrur etti, onun için bu gün ateşten çıkarılmazlar ve kendilerinden tarzıye de kabul edilmez 36Binâenaleyh hamd, Allah’ın, o Göklerin rabbı, Yerin de rabbı rabbil'âlemînin 37Ve Göklerde, Yerde büyüklük onun, o öyle azîz, öyle hakîm |
﴾ 0 ﴿