MUHAMMED

Sûre-i Muhammed aleyhisselâm, namı diğeri Sûre-i kıtal Medînede nâzil olmuştur. Ancak (.......) âyeti Resuli ekrem sallallahü aleyhi vesellem Mekkeden çıkıp Gâre giderken ona bir baktı da «sen Allah’ın beldelerinin Allah’a en sevgilisisin, sen Allah’ın bilâdının en sevgilisisin, senin ehalin beni çıkarmasalardı ben senden çıkmazdım» dedi, o vakıt da Allahü teâlâ bu âyeti indirdi diye Katâdeden bir rivâyet vardır. Bu suretle hicret seferinde henüz Medîneye vusulden evvel nâzil olanların da Mekkî sayıldığına nazaran o âyet de Mekkî addedilmek lâzım gelir.

Âyetleri - Kûfîde otuz sekiz

Kelimeleri - Beş yüz kırktır

Harfleri - İki bin üç yüz kırk dokuzdur

Fasılası - (.......) harfleridir

Bu Sûrenin başı ile evvelki Sûrenin âhiri beynindeki münasebet ıhtara hâcet olmıyacak kadar açıktır. Öyle ki, besmele okunmadan vasledilirse ilk âyet onun doğrudan doğru bir sıfatı kâşifesi olarak okunur.

Peygamberlerden: Nuh, Hûd, Salih, Musâ, Davud, Süleyman aleyhimüsselâm harb-ü kıtal ile emrolunmuşlardı. Evvelki Sûrede (.......) buyurulduğu gibi burada da o sabrın tatbikatından birisi harb-ü kıtalde sabr-u sebat ve hasâisı Muhammediyyeden birisi de bu suretle cihad olacağı anlatılmıştır. Zira dînde hakkı tekvâ ve Allah için hakkı cihad ancak hak yolunda fedayı canı

göze alarak Allah yolunda çarpışmakla mümkin olur. Ve Allah için olmıyan katillerin, tecavüzlerin önüne ancak Allah için kıtale hazırlanmakla geçilebilir. Bu suretle bu Sûre «Bedr» den Mekkenin fethine kadar olan istihzaratın (.......) mısdakı üzere bir ifâdesidir.

1

Onlar ki, küfretmekte ve Allah yolundan yüz çevirmektedirler, Allah amellerini boşa gidermektedir

(.......) onlar ki, küfredip (.......) Allah yolundan yüz çevirmekte yâhud men'eylemektedirler -

SADDÛ, yüz çevirmek, ı'raz eylemek ma'nasına (.......) den lâzım yâhud da men'eylemek, çevirmek ma'nâsına (.......) den müteaddi olabilir. İkisile de tefsir edilmiştir. Keşşaf hâşiyesi Keşfte derki evvelki azherdir. Zira (.......) buyurulduğu cihetle Allah yolundan sadd, Muhammed aleyhisselâmın getirdiği tarikı müstekımden ı'razdır. İkinci âyette (.......) buyurulmasına tekabül suretiyle mutabık olan da budur (.......) Hakıkaten bu iki âyetin sevkı kâfirlerle mü'minlerin ve bilhassa Hazret-i Muhammede indirilene gereği gibi îman edenlerle etmiyenlerin bir mukayesesini göstermek ı'tibariyle bu tekabül, mühimdir. Nüzulün sebebi Mekke müşrikleri olmakla beraber mefhum, eâmmdır.

Ya'ni Mekke müşrikleri gibi küfredib de Allah yolundan, Muhammed aleyhisselâmın da'vet ettiği hak islâm dîninden yüz çevirenlerin (.......) Allah amellerini dalâle vermektedir. - Mesâıylerini, çalışmalarını, yaptıkları iyi işleri hedefine isabet ettirmeyib boşa gidermektedir. Buna mukabil

2

Ve onlar ki, îman etmekte ve salih salih ameller işlemekte ve Muhammede indirilene îman eylemektedirler - ki, rablarından gelen hak da odur - taraflarından kabâhatlerini örtmekte ve hal-ü şanlarını düzeltmektedir

(.......) ve onlar ki, îman edip salih

salih işler yapmakta (.......) ve Muhammede indirilene îman eylemektedirler - ya'ni burada iymandan murad bilhassa Muhammed aleyhisselâma indirilen kitab ve şerîate ıymandır. (.......) çünkü rablarından gelen hak odur - Allah yolunu hakkıyle beyan eden, ve Allahdan geldiğinde hiç şübhe olmıyan hak kitab ancak odur. Diğerleri kısmen tahrîfe uğramış, kısmen de neshedilmiş olmakla Kur’ân’ın tasdikına ıktiran etmiyenler hak değildir. Onun için matlûb olan îman ona iymandır. Bu suretle ona bihakkın îman edip de muktezasınca salih amellere çalışan mü'minler (.......) Allah kendilerinden kabâhatlerini keffaretleyip örtmekte (.......) ve yüreklerini: hal-ü şanlarını düzeltmektedir. - Kâfirler boşuna çalışırken bunlar salâh ve intizam içinde günden güne terakkıy ederek fikir ve kalblerini düzeltmekte ve işlerinde ileri gitmektedirler. Mekkedeki kâfirlerle Medînedeki mü'minlerin hali mükayese edilince bu bittecribe sâbit olduğu gibi bütün tarihte de iymanlarında sadık olan müslimanların hali böyle olmuştur. Şu halde her ne zaman bunun hılâfı görülmüşse müslimanların îman ve salâhlarına halel gelmiş olmasındandır.

3

Bunun sebebi çünkü küfredenler kendilerini bâtıla uydurmakta, îman edenler ise rablarından gelen hakka uymaktadırlar, işte Allah insanlara kılıklarını böyle tanıtır

(.......) O - öyle olması, ya'ni kâfirlerin şaşkınlığı, mü'minlerin salâhı (.......) şu sebebledir ki, (.......) küfredenler bâtıla tabi' olmuşlar - Allah yolundan kaçınıp hevalarına, keyflerine uyarak boş, fânî maksadlar peşinde koşmuşlar (.......) îman edenler ise rablarından gelen hakka tabi' olmuşlardır. (.......)

işte Allah insanlara mesellerini böyle darbeder. - Her kavmın âlemde mesel olacak iyi veya kötü akıbetlerini kendilerine bu suretle yapıştırır, kılıklarını yüzlerine böyle çarpar, bâtıl pişinde koşanların meselleri şaşkınlık, hakka tabi' olanların meselleri de salâhı bâl ile muvaffakıyyet olur.

4

Onun için küfredenlerle muharebeye tutuştunuz mu hemen boyunlarını vurmaya bakın, tâ kuvetlerini derinden kırıp tepeleyinceye kadar, o vakıt da bağı sıkı basın, ondan sonra da ya azâd ya fidye, ta harb ağırlıklarını atana kadar, bu böyle, gerçi Allah dilese elbette onlardan öc alıverir ve lâkin sizi yekdiğerinizle imtihan edecek; Allah yolunda katledilenlere gelince amellerini aslâ boşa gidermez

(.......) öyle olunca o küfredenlere savaşla karşılaştığınız vakıt (.......) hemen boyunlarını vurmaya bakın - (.......) boyunlarının köküne vurun da vurun: öldürün (.......) ta onları ishan ettiğiniz vakıt - ya'ni çok kırıp ordularının yarasını derinleştirdiğiniz, iyice alt ettiğiniz vakıt (.......) bağı sıkı basın - kalanlarını sağlam bağlayıp esîr edin (.......) sonra da artık ya menn ya fidye-ya'ni muhayyersiniz ya lûtfeder salıverirsiniz, yâhud can bahası bir fidyei necat alırsınız. Terdîdde aslolan infisali hakîkî olacağı için bu terdidin zâhiri esîr alındıktan sonra ya menn ya fidadan başka bir şey yapılamıyacağını gösterir, o halde tutulan esîri katletmek veya istirkak eylemek nasıl caiz olur? Bundan dolayı Hasenî Basrî Hazretleri gibi ba'zıları esîr tutulduktan sonra katl olunamıyacağına kail olmuşlardır. Rivâyet olunuyor ki, Haccada böyle bir takım esirler getirilmişti, Haccac onlardan birini katl için İbn-i Ömer radıyallahü anhüma Hazretlerine gönderdi, İbn-i Ömer Hazretleri dedi ki, -biz bununla emrolunmadık, Allahü teâlâ ancak (.......) buyurdu (.......) Lâkin ekseriyetle ulema demişlerdir ki, İmam, muhayyerdir.

1) müsliman olmadıkları takdirde dilerse katleder. Çünkü Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi vesellem Ukbe İbn-i Ebi muaytı ve Tuayme İbn-i Adîyi ve Nadr İbn-i Hârisi sabren katletti. Maamafih imamın emri olmaksızın gazîlerden birinin esîri

kendiliğinden katl edivermesi câiz olmaz. Esîrin şerrinden korkmak gibi bir sebebi mülci olmaksızın katletmiş bulunursa İmam, onu ta'zîr eder.

2) İmam dilerse istirkak eyler, çünkü bunda hem şerlerinin def'i hem de islâmın menfeati vardır.

3) Dilerse hurriyyetleri mahfuz olmak üzere müslimanlara Ehli zimmet olarak bırakır. Netekim Hazret-i Ömer Irakın sevad ahalisini öyle bırakmıştı. Ancak Arab müşriklerinin zimmetleri de kabul edilmez, istirkakları da câiz olmaz, mürtedler gibi ya katil ya islâm teklif olunur.

4) Müfâdat, ya'ni esîrleri esîrlerle mübadele. İmamı a'zam Ebû Hanîfeden bir rivâyette tecviz edilmemiş ise de Siyeri kebîrin rivâyeti olan azheri rivâyette câizdir. Ebû Yusüf, Muhammed, Şafiî, Malikî, Ahmed kavilleri de budur. Resulullahın iki müslimi iki müşrik fidası ile kurtardığı rivayet olunur. Hattâ bir kadın ile bir haylı müsliman esirlerini kurtardığı dahi rivâyet olunmuştur.

5) Müfadat bilmal, Hanefiyye mezhebince meşhur olan tecviz edilmemiş, çünkü bunda düşmana para ile asker kazandırmak vardır. Ve «Bedr» de bu suretle alınan fidyelerden dolayı Sûre-i (.......) da (.......) âyetiyle ıtab varid olmuştur. Maamafih Siyeri kebîrde «müslimanlarda hâcet olunca beis yoktur» der. Dürerde de «fida bilmal harb bitmeden câiz olursa da harb tamam olduktan sonra câiz olmaz» diye mezkûrdur.

Ya'ni maşhurun mahmili budur. Bu ma'nâ (.......) kaydinden müstefad olsa gerektir.

6) MENN, ya'ni hiç bir şey almaksızın mecanen dârı harbe salıvermek ma'nâsına menn, Ebû Hanîfe, Malik, Ahmed ibni Hanbel mezheblerinde tecviz edilmemiştir. Fakat İmamı Şafiî buna da cevab vermiştir. Çünkü Resuli ekrem sallallahü aleyhi vesellem, «Bedr» esîrlerinden bir takımına menn etmişti: ki, bunlardan birisi Ebul'as İbn-i Ebirrebi' idi, şöyle ki, Mekke ahalisi esîrlerini kurtarmak için fidyelerini gönderdiklerinde Resulullahın kerîmesi

Zeyneb de zevci olan Ebul'asın fidyesini göndermişti, bunun içinde bir gerdanlık var idi ki, bunu Zeyneb Ebül'ase gelin olurken validesi Hazret-i Hadice radıyallahü anha takmıştı, Resulullah bunu görünce rıkkatinden, çok müteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah eshabına, bakın bunun gönderdiğini kendisine iâde edip de esîrini koyuvermek re'yinde bulunursanız yapın dedi, onlar da onu maal'memnuniyye yaptılar. Resulullah bunu salıverirken Zeynebi tahliye etmesine söz aldığını da rivâyet ederler. Kezalik Resulullah sallallahü aleyhi vesellem ehli Yemamenin seyyidi Sümame İbn-i Esal İbn-i Nu'manı hanefîye de menn etmişti ki, o sonra güzel müsliman oldu. Bir de Buharîde sâbit olduğu üzere şöyle buyurmuştu: Mut'ım İbn-i Adiy sağ olsa da şu kokanlar - ya'ni Bedr esîrleri - hakkında bana söylese idi ben onları behemehal bırakıverirdim. Bu hadîs de menn-ü ıtlakın cevazını gösterir. Zira câiz olmasa Peygamber yapardım demezdi.

Bunlardan başka İmamı Şafiî bir de işbu (.......) âyetiyle istidlâl eylemiştir. Gerçi ba'zılarının dediği gibi burada menn, fida olmadığı halde katletmemek ma'nâsına hamledildiği surette gerek rıkkıyyet ve gerek zimmi olarak hurriyyet ile ibka etmeğe şamil olacağı gibi, mutlak azad etmek ma'nâsına hamlolunduğu surette de zimmî olarak kalması şıkkına da mütenavil olur ise de bunların hiç birisi meccanen memleketine iâdesi ma'nâsına mani' olmaz, evleviyyetle mütenavil olur. Binaenaleyh bu âyete karşı menni neshedecek bir delîl bulunmadıkça İmamı Şafiînin dediği gibi mennin cevazı şübhesiz olur. Süyutînin Dürri mensûrda zikrettiğine göre İbn-i Abbas, Katade ve Dahhâk ve Mücahidden bu âyetin bundan sonra nâzil olmuş bulunan sûreî «Berae» âyetleriyle mensuh olduğu rivayet edilmiştir. İbn-i Cerîr de der ki, ehli ılim işbu (.......) âyetinde ihtilâf ettiler, ba'zıları dediler ki, mensuhtur, onu (.......) nesheyledi, berâe ve insilâhı eşhürden sonra müşriklerden hiç birinin ne ahdi ne hurmeti kalmadı. Dahhâkden: (.......) bu mensuhtur. (.......) onu nesheyledi. «Berâe» den sonra müşriklerden hiç birinin ne ahdi ne zimmeti kalmadı. Lâkin diğer bir takımları da bu muhkemdir, mensuh değildir, esiri katil câiz olmaz ancak menn veya fidâ câiz olur demişlerdir. Balâda nakledildiği üzere İbn-i Ömer Hazretleri: biz katl ile emrolunmadık (.......) demiştir. Ata, müşrikin sabren katlini mekruh görür bu âyeti okurdu: (.......) Hasen demiştir ki, esîrler katledilmez ancak harbde onlarla düşman tehyîb edilir. Ömer İbn-i Abdil'azîz recüli recüle fidâ yapardı ve Hasen mal ile müfadâtı mekruh görürdü.

Taberî bunları naklettikten sonra der ki, bence savab olan bu âyet, mensuh değil, muhkemdir. Zira nâsıh ile mensuh hâleti vahidede hukümlerinin ictimaı cereyan etmiyen yâhud birinin diğerini nâsıh olduğuna kat'î huccet kaim olandır. Halbuki menn-ü fidâ ve katilde Resulullaha ve ondan sonra ümmetin emriyle kaim olanlara mühayyerlik verildiği inkâr olunmamaktadır. Gerçi bu âyette katil, mezkûr değil ise de diğer âyette (.......) diye katle izin verilmiştir. Resulullah da öyle yapmış Ehli harbden yedinde esîr bulunanı ba'zan katletmiş, ba'zan fidâ, ba'zan da menn yapmıştır. Bu âyette bilhassa menn-ü fidânın zikredilmiş olması ise yukarıdan beri geçen âyetlerde katil emr-ü izinlerinin mükerrer geçmiş olmasındandır (.......) Görülüyor ki, Taberînin bu beyanına göre (.......) tahyirin ıtlakı, katle delâlet eden diğer âyetlerle takyid edilmiş oluyor. Halbuki Usuli fıkıhta ma'lûm olduğu üzere mutlakın takyidi mukarin ile olursa tahsıs, muahhar ile olursa bir neshı tezammun eder. «Berâe» âyetleri de nüzulde muahhar olduğu için bu sureti hall demek ki, İbn-i Abbasın dediği gibi bir neshı ı'tiraftan başka bir şey değildir. Netekim Hanefiyyeden bir çokları nesha kail olmuşlardır.

Onun için Ebüssüud şöyle der: (.......) Ma'nâ ise katil, istirkak, menn, fidâ beyninde tahyirdir. Ve bu tahyir ındeşşafiî sâbittir. Bizim ındimizde ise mensuhtur demişlerdir ki, bu «Bedr» günü nâzil oldu sonra nesholundu. Huküm, ya katil ya istirkaktır. Mücahidden de «bu gün menn-ü fidâ yoktur, ancak islâm veya darbı unuk vardır» diye merviydir. (.......) Fakat unutulmamak lâzım gelir ki, Mücahidden merviy olan bu huküm Arab müşriklerine mahsustur. Hanefiyyeden Allâme İbn-i Hümam hidaye şehrinde der ki, nesıh sözlerine karşı şu söylenebilir: Sûre-i «Berâe» deki katil emri üseranın gayrısı hakkındadır. Delîli de onlar hakkında istirkakın cevâzıdır. Bundan anlaşılır ki, me'murun bih olan katil esîrlerin gayri hakkındadır (.......) Maamafih bu istirkak Arab esîrlerinin gayrisindedir.

Bu tafsılâttan sonra biz şu kanâate gelmek istiyoruz ki, Sûre-i Muhammedin en güzel ve en mühim ahkâmından olan bu âyet esas ı'tibariyle sâbittir. Bununla Sûre-i «Berae» âyetleri arasında bir nesıhten ziyâde bir tefsir ve tafsıl farkı bulabiliriz. Bir kerre en ziyade ileri sürülen (.......) ile buradaki (.......) arasında katil emri noktai nazarından teâruz değil, bir tevafuk vardır. (.......) ise (.......) da odur. Yine Sûre-i «Enfâl» daki (.......) mazmununu bir beyandır. Yalnız (.......) âyetinde menn-ü fidâya muarız düşecek bir hususiyyet var gibidir.

Lâkin Haseni Basrînin harbde düşman tehyîb olunur dediği bu ma'nâyı da ishan mazmunu içinde mülâhaza etmek mümkindir. Bu suretle görülüyor ki, burada evvelâ ishan hasıl oluncıya kadar boyunlarını vurmak emrolunuyor. Boyun vurmaktan maksad da yalnız boynu vurmak değil, şiddetli surette katlolduğu ma'lûmdur. İshan da kesreti katl ile düşman ordusunu derinden cerihadar etmek ezmektir. Bu da İmamın, kumandanın takdir edebileceği bir vaz'ıyyettir. Binâenaleyh bu gayenin husulüne kadar katil, me'muribihtir. Esîr tutulduktan sonra da bu gayeyi tehakkuk ettirmek ma'nasına mülhak olarak katil me'zununfih olmalıdır. Ondan sonradır ki, (.......) emri verilmiştir. Bunda sâdece tutup yakalamaktan fazla bir mazmunı şiddet vardır ki, istirkaka da muhtemil olabilir. Maahâzâ zâhiri zabt-ü tevkıftir. Ondan sonar da ya menn ya fidâ denilmiştir. Menn-ü fidâ istirkaktan sonra meccânen veya biivazın ıtlak ve âzada dahi muhtemil olmakla beraber menn dari harbe avdet ile zimmet beyninde serbes olmak üzere iâdei hurriyyet, fidâ da mal veya üserâyi müslimîn ile mübâdeledir. «İmma» ile terdid istirkak bakımından maniatülcemı' olmak melhuz ise de hakîkî olmak asıldır. Biz burada şu mütaleada bulunuyoruz:

Kur’ân’ın bir çok yerlerinde (.......) diye milki yemîn ta'biriyle hep işâret tarikıyle istirkaka cevaz ve müsaade verilmiş olduğunda şübhe yok ise de hiç bir yerinde buna teşvık eden bir emir vârid değildir. (.......) gibi emirler bulunmakla beraber, istirkak, isti'bad için emir yoktur. Bil'akis (.......) demek nehyedilmiştir. Bundan şu netîce çıkar ki, Kur’ân istirkak usulünü neshetmemiş ise de tervic de etmemiştir. Onun için müslimanlar istirkakı terk etmekle âsim olmazlar. Onun için burada da tasrıh etmeyib zâhiri menn-u fidaya kasr eylemiştir. Biz Kur’ân’ın tertibinin dahi tevkıfî olmasına kail olduğumuz için bu âyetin burada dercini de hikmetten hâlî bulmuyoruz. Allahü a'lem bunun hikmeti istikbalde istirkakın terki evlâ olacağını ıhtar olsa gerektir.

Ya'ni bu âyet tam zamanımızdaki ahkâmdır.

Ba'del'ishan şeddi vesaktan sonra ya menn ya fidâ (.......) ta harb ağırlıklarını atana kadar. - Yakınlığı i'tibariyle menn-ü fidânın gayesi gibi görünürse de «şedd» in veya «darb» in yâhud da mec'muun gayesi dahi olabilir. En muvafıkı ve akrebi kelâmın mec'muuna gaye olmaktır. Sonra buradaki (.......) in elif lâmında ahid veya cins olmak üzere iki vecih vardır. Ahd olduğu takdirde de iki vecih muhtemildir. Birisi bilhassa muayyen bir ahdi ferdî olmasıdır ki, buna ba'zıları «Bedr» harbi dimişlerdir. Bu surette (.......) ma'hud kâfirler demek olur. Lâkin böyle sebeb-i nüzule tahsısı umumî kaidemize muvafık değildir. Diğeri de başlanmış olan harb demektir ki, (.......) den müstebân olan ahiddir. Yukarıda Dürerden naklettiğimiz mes'ele bu iki ma'nâya göre fidânın gayesi olmasına mübtenîdir. Cins ma'nâsına olduğu takdirde alel'umum harb cinsini ifâde eder. Harbin ağırlıkları âlât ve edevatı yâhud tazyık ve mükellefiyyeti yâhud harbe sebebiyyet veren şirk ve cinayât demek olabilir. Binâenaleyh ma'nânın hasılı şu üç suretle hulâsa edilebilir: Ma'hud müşriklerle başladığınız ma'lûm «Bedr» harbi bitene kadar yâhud her hangi kâfirlerle başladığınız harb Dünyadan kalkana kadar.

Ya'ni o müşriklerin şevketi sönüp de harb ihtimali kalmıyana kadar, yâhud bütün insanlık âleminde islâmın gayesi olan bir silmi küllî teessüs edene kadar ki, ba'zıları buna Isânın nüzulüne kadar demişlerdir. Bunda harbi kaldırmak için çalışanlara bir ümid, vardır. Buna göre (.......) hadîsinde ya cihad, harbden eamm bir ma'nâya yâhud Kıyamet ehass bir ma'nâda te'vil olunmak ıktiza edecektir. Diğer bir ıhtimal de bu

hadîsin zâhirine muvafık olmak üzere (.......) Kıyamete kadar demek olabilir. Netekim Âlûsî nin naklettiği üzere Seleme İbn-i Nüfeylden rivâyet olunan bir hadîste (.......) vârid olmuştur. Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Cenâb-ı Allah sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâmı gönderdikten sonra artık bu muharebelere ne lüzum vardı, bir mu'cize ile kâfirleri kahrediverse olmaz miydi? Buna karşı buyuruluyor ki, (.......) eğer Allah diyecek olsa idi, onlardan, ya'ni o küfredib Allah yolundan sapan veya men'eden kâfirlerden öcünü, intikamını alıverirdi, her hangi bir helâk sebebiyle helâk ediverirdi, meselâ yere geçiriverir, volkan yapar, gark eder, ölet verir ilh... (.......) ve lâkin ba'zısını ba'zınızla mübtelâ kılmak, imtihan etmek için - öyle harb-ü darb emrini veriyor.

Ya'ni mu'cize ile cebren yapmak için değil, şer'u kanun ile emren yapmak ve insanları birbirleriyle defedip Allah yolunda mücahede edenleri sevaba irdirmek için bu emirleri veriyor. Fakat bu surette yalnız kâfirler vurulmuş olmıyor, mü'minlerden de bir çokları katl olunuyor denecek olursa buyuruluyor ki, (.......) Allah yolunda katlolunanlara gelince (.......) Allah onların amellerini, çalışmalarını, o yoldaki fedakârlıklarını asla boşa gidermez, hedefinden şaşırmaz

5

İleride onları muradlarına irdirir, ruhlarını şâd eder

(.......) onları ileride muradlarına irdirir (.......) ve şanlarını düzeltir: ruhlarını şadeder

6

Ve kendilerini Cennete koyar, onu onlar için güzel kokularla donatmaktadır

(.......) ve kendilerini Cennete koyar (.......) o halde ki, onu: o Cenneti onlar için ta'rif ederek, ya'ni Arf ile: güzel kokularla donatarak yâhud tanıtarak koyar. - ki,

bu ta'rifin hem Dünyada hem de Ukbâda olan kısmı vardır. Dünyada onlara îman ile Cennetin güzelliğinin zevkını duyurur, öyle bir aşk verir ki, o zevk-u aşk ile o yolda cihad ederler ve o aşk ile Cennetteki makamlarına irerler. İbn-i ebi hatimin tahricine göre Mukatil demiştir ki, bize şöyle baliğ oldu ki, Dünyada şahsın amelinin hıfzına müvekkel olan Melek Cennette onun önünde gider Şahıs da onu ta menzilinin aksasına kadar ta'kıb eder, giderken Melek ona Allahü teâlânın Cennette verdiği şeylerin hepsini ona ta'rif eyler, nihâyet menzilinin arkasına varınca şahıs konağına ve zevcelerinin yanına girer, Melek döner (.......) Kur’ân’da bunun bir mısdakı da (.......) dir.

7

Ey o bütün îman edenler! eğer siz Allah’a yardım ederseniz o size nusrat verir ve ayaklarınızı kaydırmaz

(.......) Ey o bütün îman edenler! siz Allah’a yardım ederseniz - Allahü teâlâ kendisi ihtiyacdan münezzeh muîni nâsır olduğu için burada Allah’a yardım ta'biri, emrini tutmak, dînine ve Resulüne yardım etmek ma'nâsından mecazdır. Bunun asıl nüktesi şudur: dinî fiıller cebr ile değil, kulların irâdeleriyle yapılması matlup olan ıhtiyarî fiıllerdir. Onun için abdin irâdei cüz'iyyesi teallûk etmeden matlûp olan semere ve sevab husule gelmez. O hususta irâdei ilâhiyye kulların niyyet ve meşiyyetine müterettibdir. İşte bu suretle Allah’ın emirlerini iyfa etmek için kulların irâdei cüz'iyyelerini sarf ile hizmet etmelerine Allah’a yardım ta'bir olunmuştur ki, isnadda mecaz, yâhud istiaredir.

Ya'ni iymandan sonra siz Allah’ın emirlerini yerine getirmek, rızasına irmek için size şart kılmış olduğu niyyet ve gayretlerinizi sarf etmek suretiyle dînine hizmet ederseniz (.......) Allah size yardım eder, sizi düşmanlarınıza galib ve muzaffer kılar. (.......) Ve ayaklarınızı sıkı bastırır - harb meydanlarında, cihad mevkı'lerinde ayaklarınızı kaydırmaz, sebat ve metânetle sizi paydar eyler

8

Küfredenler ise yıkım onlara ne yapacaklarını şaşırtmaktadır

(.......) küfredenlere ise (.......) Artık yıkım onlara - (.......) aslında ayak kayıp yüzün koyu, yâhud tepesi üstü düşüp yıkılmak ve kalkınamayıb helâk olmaktır. Kamusta der ki, ta's: helâk olmak, kaymak, düşmek, şer, bu'd, inhitat ma'nâlarına gelir (.......) ta'biri, kahrolası, canı çıkası veya canı çıksın gibi duâ mevkıinde de mesel halinde kullanılır. Burada mü'minlere tesbiti akdam va'dine mukabil kâfirlere yıkım ile vaîddir. (.......) Ve bütün amellerini: çalışmalarını şaşırtmış, boşa gidermiştir.

9

Öyle, çünkü onlar Allah’ın indirdiğini hoşlanmamışlardır, o da onların bütün amellerini heder etmektedir

(.......) Bu - yıkım ve ıdlâl (.......) şu sebebledir ki, onlar (.......) Allah’ın indirdiğini hoşlanmamışlardır. - Binâenaleyh beyan olunduğu üzere irâdelerini sarf ile Allah’ın dînine hizmet ve nusratta bulunmayıp zıddına gitmişlerdir (.......) onun için Allah da onların amellerini ıhbat eylemiş, heder etmiştir.

10

Ya Yer yüzünde bir gezmediler mi? Baksalar a kendilerinden evvelkilerin akıbetleri ne olmuş? Allah üzerlerinden tedmir eylemiş, o kâfirlere de öylesi yaraşır

(.......) munkarız olmuş akvamın asâr ve harâbelerini mutalea ile mazıyden ıbrete da'vettir. Zira gerek Arabistanda ve gerek sâir yerlerde olsun batmış milletlerin âkıbetleri yerleri ve izleri gözden geçirilirse görülür ki, (.......) Allah onların üzerlerine demâr: helâk yağdırmış - bütün hususıyyetlerini imha etmiştir (.......) o kâfirlere de onun o âkıbetin emsali yaraşır - o helâk olan kâfirlere o âkıbet hakk olduğu gibi onlar gibi küfredip de Allah yolundan ayrılan beriki kâfirlerede yaraşan odur. O âkıbetin emsâli yine onun gibi helâk ve ınkırazdır. Cemi', teaddüd ı'tibariyledir. Görülüyor ki, bu (.......) bilhassa nazarı dikkati celb için elif fasılası ile gelmiştir ki, ikincisi (.......) olacaktır. Yukarıda (.......) da bir fasıla sayıldığı takdirde ise üç olmuş oluyor. Demek ki, bunlar Sûre-i (.......) in bilhassa kulak verilecek âyetleridir. Yine böyle

11

Öyle, çünkü Allah îman edenlerin mevlâsıdır, kâfirlere gelince onlar için mevlâ yoktur.

(.......) o - kâfirlere o misilli âkıbetin hakk olması (.......) şu sebebledir ki, Allah îman edenlerin mevlâsıdır. - Yardımcısı, veliysidir (.......) kâfirlerin ise mevlâları yoktur. - Allah’ın azâb ve ıkabından kurtaracak hiç bir veliyleri, nâsırları yoktur. Mevlâ kelimesi burada veliy ve nasîr ma'nâsınadır. Mâlik ma'nâsına da gelir. Netekim (.......) âyetinde öyledir. Binâenaleyh iki âyet beyninde münâfat var zannedilmesin.

Ya'ni Allah mü'minin de kâfirlerin de bütün kulların mâlikidir. Lâkin (.......) mazmununca mü'minlerin dostu ve nasîridir. Kâfirlerin değil (.......) şerîtasına ancak mü'minler sadakat eder. Bu aslın huküm ve netîcesini beyan sıyakında buyuruluyor ki,

12

Muhakkak ki, Allah îman edip salih salih ameller işliyenleri altlarından ırmaklar akar Cennetlere koyacaktır, küfredenler ise zevketmeğe bakarlar ve hayvanlar gibi yerler içerler, halbuki ateş ikametgâhı onların

(.......) Allahü teâlânın velâyetinin Âhırette huküm ve semeresini beyan ve sebebini izahtır.

Ya'ni velâyetin, nusratın sebebi zikrolunduğu üzere Muhammede indirilene îman ve (.......) müeddâsınca ameli salih olduğu gibi iymanın şeraitınde bilhassa Âhırete îman kazıyyesi de vardır. (.......) - o nehirler bir az sonra temsîl olunacak (.......) o küfredenler ise zevklerine bakar, Dünyadan bir kaç gün nasîb almağa çalışır ve hayvanlar gibi yerler - ya'ni hayatı sırf hayati hayvaniyye ve cismaniyye bilir, Âhıretini mevlâsını düşünmez sırf karnını şişirmekle meşgul olur, onun için Allah kendilerine veliy olmaz (.......) ateş de kendilerine yegâne bir ikametgâh olur. - Onlara Semanın kapıları açılmaz (.......) mazmununa mâsadak olurlar. Ve Allah’ın azâbından kurtaracak hiç bir sahib ve hamî de bulamazlar.

13

Seni çıkaran karyenden daha kuvvetli ne karyeler vardı ki, biz onları helâk ettik de onları kurtaran yok

(.......) ya'ni Mekke ki, murad ehli karyedir. - Mekke müşrikleri (.......) müeddâsınca Peygamberi çıkarmak fikrinde bulundukları ve sûi kasd tertîbatiyle Peygamberin hicretine sebeb oldukları için ıhrac onlara nisbet edilmiş ve bu suretle küfürlerinden bir safha anlatılmıştır. Vak'anın sureti cerayanı hakkında Sûre-i «Enfal» de geçen (.......) âyetine bak. Sûrenin baş tarafında geçtiği üzere bu âyetin hicret esnasında nâzil olduğuna dâir bir rivâyet vardır. Bununla beraber Peygambere bir va'd ve tesliyeti tezammun eden bu ayetten zâhir olan şudur ki, bu Sûrenin nüzulü sebeblerinden başlıcası Mekkenin fethine ızhar olmuştur. Asıl maksad karyenin kendisi değil ehalîsi olduğunu tasrih için buyuruluyor ki, (.......) biz onları ihlâk ettik - öyle daha kuvvetlilerini ihlâk edince berikiler evleviyyette kalır (.......) ihlâk ettik de onları bir kurtaran bulunmadı, hâlâ da yok - bu zamiri de ihlâk edilen karye ehalîsine gönderiyorlar ve hikâyei hal yapıyorlar, kendi kendilerini kurtaramadıkları gibi bir yardımcı vasıtasiyle de kurtulmadıklarını beyan (.......) da bilvasıta olanı bizzat olana atfediyorlar. Lâkin bu (.......) nın netîcesi olarak bu zamirin Peygamberi çıkaran karye ehalîsine gitmesini daha selâsetli buluyoruz.

Ya'ni daha kuvvetli bir çok karyelerin ihlâkinden anlaşılır ki, seni çıkarmak istiyen o Mekke kâfirlerini de kurtaracak bir nâsır yoktur. Mekke helâk edilmiyecek fakat orada küfredenler bırakılmıyacaktır. Mekke fetholunacaktır.

14

Şimdi rabından bir beyyine üzerinde bulunan kimse hiç o kötü ameli kendine süslü gösterilmiş de hevâ ve hevesleri ardına düşmüş kimselere benzer mi?

(.......) iki tarafın hallerini bir mükayesedir: beyyine üzerine olan, Peygamber ve tabiı olan mü'minîn, hevalarına uyanlar da onlara zıd giden kâfirlerdir.

15

Korunanlara va'dolunan Cennetin temsili: onda ırmaklar var bir sudan ki, bozulması yok, ırmaklar var bir südden ki, tadı değişmez, ırmaklar var bir şarabdanki içenlere lezzet, ırmaklar var bir baldan ki, safi süzme, hem onlara semerelerini (hasılâtın) her türlüsünden var, hem de Rablarından bir mağfiret var, hiç bunlar o ateşte muhalled olan ve kaynar bir mayı'den sulanıp da bağırsaklarını parçalamakta bulunan kimselere benzer mi?

(.......) o korunan müttekîlere va'dolunan Cennetin meseli (.......) diye Cennetin altından aktığı anlatılan ırmakların burada bir tefsiri vardır. Müttekîler ta'bir buyurulmuş ve bu suretle şu anlatılmıştır: dînden asıl maksad takvadır. Îman ve ameli salih de takvâ cümlesindendir. Esası, vacib olan fiılleri yapıp seyyiattan kaçınarak Allah’ın vikayesine girib azâbından korunmaktır.

Ya'ni (.......) mantukunca: Muhammede indirilene îman edip salih salih ameller yaparak korunan mü'minlere va'd olunan Cennetin temsili tarikıyle acîb bir halinin tasviri şudur: (.......) onda ırmaklar var: (.......) öyle bir sudan ki, (.......) bozulması yok - bayatlamaz, tadı bozulmaz, korkmaz, yiğmez öyle cereyan eder (.......) yine ırmaklar var: öyle bir sütten ki, (.......) tadı değişmez - Dünya sütleri gibi ekşimez, kesilmez, kokmaz, fıtratı vechile ter-ü tâze akar (.......) yine nehirleri var: bir şarabdan ki, (.......) içenlerine lezzet - Dünya şarabları gibi kekreliği yok, humârı yok, günahı, gâilesi yok (.......) yine nehirler var: öyle bir baldan ki, (.......) safi süzme - mumu yok posası yok –

Ebüssüud der ki, Cennetin meşrubatını Dünyada en ziyade hoşa giden meşrubatın nekıysalarından tecrid ve tahliye suretiyle bir temsildir. İbn-i Abbastan varid olmuştur ki, bu nehirlerin sütü sağılmaz, Said İbn-i Cubeyrden de merviydir ki, fers-ü dem arasından çıkma değildir. Şarabı sıkıcıların ayağı ile çiğnenmez, balı arılardan çıkmaz. (.......) Hem onlara semeratın, meyvelarin her türlüsünden var, içecekler öyle aktığı gibi yiyeceğin de envâı var, fakat ihtiyac için değil, sırf telezzüz için, çünkü meyve telezzüz için yenilir. Bir de semere, sermaye üzerinde hasıl olan hasılâta ıtlak edilir. Ehli Cennet sermayeden değil, amellerinin semeresi olan hasılât ve varidattan merzuk olacaklardır. (.......) Hem de rablarından bir mağfiret var. - Mağfiret günahı örtmek demek olduğuna göre o, Cennete girilmezden evvel değilmidir? O halde Cennette mağfiretin ma'nâsı ne dir? Buna demişlerdir ki, evvel olan mağfiret günah ile muâhaze etmemek ma'nâsına setri zünubdur. Buradaki mağfiretten murad ise utandırmamak için günahı hiç anmamak, hatırlatmamak ma'nâsına setri zünubdur.

Yâhud mağfiretten murad günahı hasenat ile setir ma'nâsına naîm ve rıdvandır. Artık bir düşünmeli, hiç böyle bu Cennette hâlid olacak olan müttekîler (.......) o Cehennem ateşinde hâlid olacak olan kimseye benzer mi? Ki, Cennettekilerin o güzel içeceklerine mukabil (.......) bir kaynar su ile suvarılırlar (.......) de em'alarını, ya'ni bağırsaklarını parça parça eder. -

EM'Â «miâ» nın cem'ıdır ki, mi'deden sonra taâmın intikal eylediği bağırsağa denilir.

16

Onlardan seni dinlemeğe gelen de var, hattâ yanından çıktıklarında kendilerine ılim verilmiş olanlara derler ki, "o, demin ne söyledi?" Bunlar öyle kimselerdir ki, Allah kalblerini tab'etmiştir de hep hevaları ardına düşmektedirler

(.......) onlardan seni dinliyenler de var - ki, bunlar Munafıklardır. Resulullahın meclisine gelirler, kelâmını dinlerler, fakat îman ve i'tina ile dinlemedikleri için iyi bellemez, istihfaf ederlerdi (.......) hattâ yanından çıktıklarında (.......) kendilerine ılim verilmiş olan, Resulullahın kelâmından ders alıp da ılme nâil olan eshab-ı kirama «o demin ne dedi?» derlerdi - bunu İbn-i Mes'ud Hazretlerine söylediklerine dâir bir kavil vardır. (.......) Bunlar - bu söz anlamaz herifler (.......) o kimselerdir ki, Allah kalblerinin üzerini mühürlemiştir. (.......) Ve hep hevalarına tâbi' olmaktadırlar - keyflerine tâbi' ola ola kendilerinden ve kendi hevalarından başka hiç bir şey'e bakmıyacak vechile kalbleri mühürlenmiş olduğundan dolayıdır ki, kulaklarına söz girmez

17

Hidâyeti kabul edenlere gelince Allah onların muvaffakıyyetlerini artırmakta ve kendilerine (takvalarını) korunmalıklarını vermektedir

(.......) halbuki hidâyeti kabul edenlere gelince (.......) Allah yâhud Peygamberin söylediği kelâm onların takvalarını artırmaktadır. - Takvâ hıslerini, korunmaları esbabını artırmaktadır. O sayede onlar lâzım gelen hazırlığı yapmakta, saat gelince Allahü teâlânın huzuruna takvâ ile varmağa çalışmaktadırlar:

18

Artık onlar yalnız o saate, onun birdenbire kendilerine gelivermesine bakıyorlar, çünkü işte alâmetleri geldi, fakat o başlarına geldiği vakıt anlamaları kendilerine ne faide verir?

(.......) Demek ki, ötekiler sırf saati gözetiyorlar (.......) ansızın kendilerini bastırıvermesini bekliyorlar. - Fılen başlarına Kıyamet kopmadan inanmıyacaklar, söz anlamıyacaklar (.......) çünkü eşratı da geldi - EŞRAT, «ra» nın fethiyle «şarat» ın cem'ı olarak alâmetler demektir.

Ya'ni o saatin alâmetleri geldi. Bunların başında (.......) buyuran Âhır zaman Peygamberinin bi'seti vardır. Şehadet parmağile orta parmağını göstererek: ben ba'solundum saat işte şu ikisi gibi buyurmuştur. Şakkı Kamer ve saire gibi mu'cizeler göstermiştir. Böyle alâmetler geldiği halde îman etmediler. Demek ki, o saatin bilfiıl başlarına birdenbire gelivermesini bekliyorlar. Bu âyette de saati bütün Dünyanın yıkılması ma'nâsına saati kübrâya hamlediyorlarsa da burada zikri geçen kâfirlerin bilhassa kendi saatleri kendi Kıyametlerinin kopması ma'nasını anlamak daha ma'kul ve (.......) mazmuniyle inzâra daha muvafıktır. Bu Eşrat, Sûrenin ilk âyetlerinde gösterildiği üzere Muhammede indirilene îman edip güzel güzel çalışmakta olan mü'minlerin günden güne terakkısi ve ona küfredip Allah yolundan sapan kâfirlerin Mekkedeki müşrikler Cumhûriyyetinin günden güne sükutunu ve şaşkınlığını anlatan alâmetler, ya'ni mu'cizatı Muhammediyye olmalıdır. Onları gördükleri halde inanmıyanlar bilfiil kendi başlarına Kıyamet kopmadan inanmıyacaklardır. (.......) fakat o geldiği vakıt akıllanıp anlamaları kendilerinin ne işlerine yarar - çünkü o vakıt korunmağa imkân kalmaz, iymani yeis makbul olmaz. Sûrenin başından buraya kadar geçen beyanata bir netîce olmak üzere buyuruluyor ki,

19

Şimdi bunu bil ki, (.......) başka İlâh yok ancak bir Allah, bil de günahına ve mü'minîn-ü mü'minata istiğfar eyle, Allah dolaştığınız yeri de bilir durduğunuz yeri de

(.......) öyle ise şimdi iyi bil ki, (.......) dır. - tapılacak, ıbadet yapılacak, kulluk edilecek, ma'bud tanılacak başka hiç bir ma'bud yok yalnız ülûhiyyet kendisinin hakkı olan Allah vardır. Hakıkatin böyle olduğunu şimdi Kıyamet kopmadan evvel bil (.......) bil de hem kendi günahın için mağfiret iste hem de mü'minîn ve mü'minât için (.......) ki, nerede dolaşıp nerede karar kılacağınızı Allah bilir - halinizin ne olduğunu Dünya ve Âhırette istikbalinizin nereye varacağını yalnız Allah bilir. Onun için vakı' veya mümkin her türlü zünuba o suretle istiğfar et. Bu istiğfarın cevabı Sûre-i «Fetih» te gelecektir.

20

Îman edenler "bir Sûre indirilseydi" diyorlar, derken muhkem bir Sûre indirilip onda kıtâl zikredilince kalblerinde bir maraz bulunanları görüyorsun sana öyle bir bakış bakıyorlar ki, tıpkı ölümden baygınlık gelmiş kimsenin bakışı, o da onlara pek yakındır

(.......) îman edenler diyorlar ki, bir sûre indirilse idi - hallerinde günden güne salâh artmış, iymanlarında sadık halîs mü'minler kâfirlerin dalâl ve tuğyanı karşısında takvâ hislerinin izdiyâdiyle fîsebîlillah cihada izin verilmesini arzu ederek olbabda bir Sûre indirilmesine iştiyak besliyorlar (.......) onun üzerine muhkem bir Sûre indirilip onda kıtâl zikredilince - ya'ni kıtâlin vücubu teşabüh ve ihtimalden arî sağlam bir surette beyan olunan bir Sûre, yâhud hukmü sâbit gayri mensuh bir Sûre (.......) buyurulan bu Sûre (.......) buyurulan Sûre-i «Bakare» (.......) buyurulan Sûre-i «Enfal» ve nihayet Sûre-i Berâe gibi kıtâl zikredilen Sûrelerin hepsi bu hususta muhkemdirler. Âyâti kitâl (.......) sâbittir (.......) görüyorsun ki, o kalblerinde bir maraz bulunanları - bir nifak, yâhud dîn zaıyflığı bulunanları (.......) sana öyle bir bakış bakıyorlar ki, tıbkı ölümden baygınlık gelmiş kimsenin bakışı gibi - ya'ni gözünü açmıya dermanı olmıyan bir muhtadar gibi baygın baygın gözlerini kaldıramıyor, yan yan bakıyorlar, öyle korkuyorlar. (.......) o da onlara evlâdır -

Ya'ni öyle kimselere de ölüm yaşamaktan daha evlâ daha münasibdir.

Yâhud «veyl» den ismi tafdıl olarak veylin de en dehşetlisi onlara demektir. İlh...

21

Fakat bir tâat ve bir güzel söz, sonra emir kat'ıyyet kesbedince Allah’a sadakat etselerdi elbette kendileri için daha hayırlı olurdu

22

Nasıl döner de Arzı fesâda verir ve rahimlerinizi doğratabilir misiniz?

(.......) burada tevellî, iki ma'naya muhtemildir: birisi arkasını dönüp kaçmak, ma'nâsına tevellîden, birisi de velâyetten tefe'ul olarak, vâli olmak iş başına geçmek ma'nâsına tefsir olunmuştur. Binâenaleyh şu iki ma'nânın ikisi de doğrudur. Evvelki ma'nâca nasıl o korkaklıkla döner harbden kaçar da (.......) Arzda fesad yapar - ordu bozanlık edip düşmanın istîlâsına sebebiyyet verir (.......) ve erhamınızı doğratabilir misiniz? -

ERHAM, rahimin cem'ıdir. Rahim esâsen kadının çocuk makarri olan cihazidir. Karâbet menşe'i olmak hasebiyle akrıbalığa da rahim ıtlak olunur. Bu ma'nâ ile akrıbaya ülül'erham denildiği gibi erham da denilir ki, burada bu ma'nâyadır.

Ya'ni çoluğunuzu çocuğunuzu kadınlarınızı, hısımlarınızı parçalatabilir misiniz? Çünkü müsliman ordusunda fesad çıkarıp düşman istîlâsına sebebiyyet verildiği takdirde hasıl olacak netîce budur. Obir ma'nâca: nasıl o korkaklıkla iş başına geçer, kumandayı elinize alır da vatanınızı cahiliyye devri gibi fesada verir, ıhtilâl içinde hısım ve akrıbalarınızı yine öyle perişan edebilirmisiniz? Bu âyetle kat'ı rahimin hurmetine istidlâl olunur. Burada bunları bu suretle tevbıh ederken, böyle tevbih tarikıyle bile hıtaba lâyık olmadıklarını anlatmak için hıtabı tahvil ile buyuruluyor ki,.

23

Öyleler o kimselerdir ki, Allah onları la'netlemiş de duygularını almış ve gözlerini kör etmiştir

(.......) onlar - o vasıfları zikrolunan ve harb emri kat'ıyyet ve ciddiyye kesbettiği sıra sadakatsizlik edip de erhamlarını doğratacak vechile vatanlarını fesâda verecek olan kalbi marazlılar (.......) Allah’ın lâ'net ettiği; rahmeti sahasından tard eylediği kimselerdir. (.......) Onun için kulaklarını sağır ve gözlerini kör etmiştir. - Hak kelâmını işitmezler, enfüs-ü âfaktaki âyâtı hakkı görmezler, bakmak istemedikleri için görmezler

24

Öyle olmasa Kur’ân’ı bir tedebbür etmezler mi? Yoksa kalbler üzerinde üst üste kilitleri mi var?

(.......) öyle olmasa Kur’ân’ı bir tedebbür etmezler mi? (.......) Yoksa bir takım kalbler üzerine kilidler mi vurulmuş - bunun (.......) mazmunu üzere istifhamı takrirî olması sıyaka daha münasibdir. Burada (.......) fâsılası ta yukarıdaki (.......) fâsılasına nâzırdır, onu ıhtar eder, gaflet olunmıya.

25

Haberiniz olsun ki, o kendilerine hak tebeyyün ettikten sonra gerisin geri irtidâda doğru gidenlere Şeytan fit vermiş ve kendilerini uzun uzun emellere düşürmüştür

(.......) Şeytan onlara tesvîl yaptı - büyük günahları ehemmiyyetsiz göstererek şehevata saldırttı (.......) ve onları arzu ve emellere düşürdü

26

Öyle, çünkü bunlar Allah’ın indirdiğini hoşlanmıyanlara demişlerdir ki, biz, size bazı emirde itaat edeceğiz, Allah ise onların o gizli konuşmalarını bilip duruyor

(.......) şu sebeble ki, bunlar - bu Munafıklar (.......) Allah’ın indirdiğini hoşlanmıyanlara dediler - Benî kureyza ve Benî nadîr Yehûdîleri Hazret-i Peygambere Kur’ân’ın indirilmesini hoşlanmamışlardı. Kureyş Müşrikleri de (.......) demişlerdi, Munafıklar o Yehûdîlere veya Müşriklere gizlice söz vererek (.......) biz size ba'zı emirde itaat edeceğiz - demişlerdi, netekim Sûre-i «Haşr» de (.......) buyurulmuştur. Ehzab vak'asındaki ittifakları da vardı. (.......) Halbuki Allah onların o gizli konuşmalarını biliyordu - öyle iken onu hisaba almadılar da Allah’a ve Peygamberine karşı gizli ittifaka kalkıştılar

27

O halde Melekler onların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırlarken nasıl olacak bakalım

28

Öyle, çünkü onlar Allah’ın hışmına sebeb olan şeylerin ardına düştüler de onun rıdvanını istemediler, o da onların bütün amellerini heder etmiştir

(.......) de amellerini ihbat eylemiştir. -

IHBAT, amelin sevabını giderip hiçe indirmektir. Güzel amel, günaha keffaret olup kötü ameli örttüğü gibi kötü ameller de iyi amelleri ihbat eder. Bu suretle ihbat keffaret ve mağfiretin zıddı demek olur. Anlaşılıyor ki, onların iyi amelleri de yok değildi, fakat Allah’ın gadabını da'vet eden şeyler yapıp rıdvanını kerih gördüklerinden dolayı iyi amelleri habt olunmuştur.

29

Yoksa o kalblerinde bir maraz bulunanlar, Allah kendilerinin kinlerini asla meydana çıkarmaz mı sandılar?

(.......) Allah kendilerinin kînlerini hiç meydana çıkarmaz - ya'ni Allah bilse de Peygamberine ve mü'minlere bildirmez mi zannettiler? Ne boş zann

30

Dilesek biz onları sana gösteriverirdik de kendilerini bütün sîmâlarıyle tanırdın ve her halde sen onları lakırdılarının edasından tanırsın, Allah ise bütün yaptıklarınızı bilir

(.......) dilesek onları sana gösterirdik de - Kâdî Beyzavî gibi ba'zıları burada iraeyi kalbî ve ılmî gösteriş, ya'ni ta'rif etmek tanıtmak ma'nâsına tefsir etmişlerse de zâhir olan gözle gösteriştir, ma'rifetin onun üzerine tertibi daha kuvvetli görünür, şöyle ki, (.......) gösterirdik de kendilerini sîmâları ile, şahıslarını ta'yin ettiren alâmeti farıkaları ile tanırdın (.......) maamafih sen onları sözlerinin lahninde de tanırsın -sözün lahni, söyleniş tarzı, edası: üslubu yâhud eğimi, kırımı, netekim i'rabda veya tecvidde hataya da lahin denilir: meselâ nusrat zamanı (.......) demeleri, biraz sıkışınca (.......) demeleri, yâhud demin geçtiği üzere «o demin ne dedi» demeleri gibi sözler hep lahni kavil cümlesindendir. (.......) Allah bütün amellerinizi bilir -hepinizin niyyetlerinize göre iyiye iyi, kötüye kötü cezayı sezasını verir

31

Celalım hakkı için sizi imtihana sokacağız, tâ ki, içinizden mücahidleri ve sabredenleri belli edelim ve haberlerinizi imtihan meydanlarına nümune yapalım

(.......) ve celâlım hakkı için sizi imtihana çekeceğiz - cihad gibi ba'zı meşakkatli tekliflere mükellef kılacağız (.......) ta ki, içinizden mücahede edip uğraşanları ve sabredip dayananları bilelim - ya'ni belli edip meydana çıkaralım (.......) ve haberlerinizi deneyelim - ya'ni cihad ve sabrınıza, îman ve sadâkatınıza, kahrımanlıklarınıza müteallık haberlerinizi nümunei imtisal olmak için imtihan meydanlarından âlemi şuhuda neşr-ü i'lân edelim

32

Haberiniz olsun ki, o küfredip Allah yolundan men' eyliyen ve hak kendilerine tebeyyün ettikten sonra Peygambere karşı gelenler hiç bir zaman Allah’a zerrece bir zarar edecek değiller, o onların amellerini heder edecektir

(.......) Benî kureyza, Benî nadır veya «Bedr» günü Müşrikler ordusunu besliyenler gibiler (.......) Allah’a hiç bir şey zarar edecek değillerdir. -

Ya'ni Allah’ın Peygamberine hiç bir zarar iriştiremezler. (.......) de o onların amellerini habt edecektir. -

Ya'ni iyi amellerinin sevabını o küfür ve sadd-ü şıkak ile mahvedecek, yâhud o yoldaki bütün mesaîlerini hiçe giderecektir.

33

Ey o bütün îman edenler! Allah’a itaat edin ve Resule itaat edin de amellerinizi ibtal eylemeyin

(.......) Ey o bütün îman edenler (.......) Allah’a itaat edin ve Peygambere itaat edin (.......) de amellerinizi ibtal etmeyin - ya'ni obirlerinin yaptığı gibi küfür, nifak, ucub, riyâ, menn-ü ezâ ve bunlara benzer itaatsizlik ve başlanmış olan her hangi bir ameli nakz-u ibtal edecek ma'kûs bir fı'l-ü hareket ile boşa gidermeyin, hukümsüz bırakmayın. Çünkü

34

Haberiniz olsun ki, küfredip Allah yolundan sapan sonra da kâfir oldukları halde ölenleri Allah hiç bir zaman mağfiret buyurmaz

(.......) ya'ni amelleri ihbat olunduktan başka bir mağfiret ıhtimali de yoktur. Deniliyor ki, bu âyet de eshabı kalîb hakkında nâzil olmakla beraber küfr üzere ölenlerin hepsine eammdır.

ESHABİ KALÎB «Bedr» de katlolunup kuyuya atılmış olan müşriklerdir.

35

Onun için gevşeklik etmeyin de sizler daha üstün olacak iken sulha yalvarmayın, Allah sizinledir ve asla sizin amellerinize kıymaz

(.......) binaenaleyh gevşeklik etmeyin - za'f göstermeyin ya'ni öyle küfr ile ölenlerin mağfiret olunmıyacağı, küfrün, itaatsizliğin amelleri habtedeceği ma'lûmunuz olunca artık amellerinizi ibtal etmeyin ve gevşeklik, alçaklık yapmayın (.......) alçaklık edip de horluk ve meskenet ile sulha yalvarmayın (.......) sizler en âlî, en galib olacak iken (.......) ve Allah sizinle beraber iken-ya'ni size yardımcı ve nusrat ve zafer va'detmekte iken (.......) ki, her halde o size amellerinizi noksanına ödemez - zulmetmez.

Burada (.......) diye sulha yalvarmaktan nehyedilmiş olması düşman tarafından yapılmış olan her hangi bir sulh teklifinin reddini ıktiza etmez. Netekim Sûre-i «Berâe » de (.......) âyetiyle sulha yanaşan düşmanların talebine karşı sulha yanaşmak emrolunmuştu. Sûre-i «Fetih» te geleceği üzere Hudeybiye sulhu da müslimanların galebesi halinde idi. Demek ki, maksad her halde sulhu reddetmek değil, gevşeklik edip de zillet ile sulha talib olmamaktır. Bunlar ümmeti Muhammedin (.......) vasfını muhafaza etmek şartiyle istıkbalde vasıl olacakları yüksekliği ıhbar ile Peygamberine va'ddir. Bu suretle ileride mev'ud olan futuhata ıhzar ve Âhıret ecrine tergıb için buyuruluyor ki,

36

Dünya hayat bir oyun ve eğlenceden ıbârettir, halbuki siz îman eder de iyi korunursanız size hem ecirlerinizi verir hem de sizden bütün mallarınızı istemez

(.......) Dünya hayat sırf bir oyun ve eğlenceden ıbarettir - öyle sebatsız, ehemmiyyetsizdir. İlerisi için bir kazanç ve korunma vasıtası olmak üzere istifade edilmediği surette hiçtir. (.......) ve eğer îman eder ve Âhıret için korunursanız (.......) îman ve takvanızın ecirlerini Allah size verir (.......) bütün mallarınızı da istemez - o korunmak ve cihad etmek için lâzım gelen masraflara infak etmek üzere mallarınızın hepsini de istemez

37

Eğer sizden onların hepsini ister de sizi çıplak bırakacak olursa buhl eder dayatırsınız, bütün kînlerinizi de meydana çıkarır

(.......) eğer sizden o mallarınızın hepsini ister de (.......) sizi çıplak bırakacak olursa - zekât veya harb teklifi namına mallarınızın kökünü kazıyacak olur, bütün emvale vaz'ıyed etmeğe kalkışırsa (.......) buhledersiniz - esirger vermezsiniz vermemeğe hakkınız olur. (.......) o vakıt bütün kinlerinizi meydana çıkarır - fesad ve ıhtilâl çıkarmağa sebebiyyet verir, lâkin Allah ve Peygamber sizden öyle bütün mallarınızı istemez

38

İşte siz şunlarsınız: Allah yolunda infak etmeğe (ıktıza eden masrafı vermeğe) da'vet olunuyorsunuz da yine içinizden kimisi kıskanıyor, halbuki kim kıskanırsa kendine kıskanmış olur, Allah ganî, fukara sizsiniz (ihtiyac sizin) ve eğer tersine giderseniz başka bir kavmı tutar yerinize getirir sonra onlar sizin gibi olmazlar

(.......) siz onlarsınız ki, (.......) Allah yolunda infak edesiniz diye da'vet olunuyorsunuz - ki, bu da'vet zekâta ve techizatı harbiyye iânesine şamil olabilir - Allahü a'lem Mekkenin fethine dair ıhzarattır. (.......) yine de içinizden buhleden var (.......) fakat her kim buhl eder kıskanırsa sırf kendi nefsinden kıskanmış olur - çünkü infakın menfeati buhlün zararı kendine aid olur (.......) Allah ganiydir, fukara sizsiniz - ıhtiyac sizindir, bu emirler sizin ıhtiyacınız, sizin menafiınız içindir (.......) ve eğer siz ı'raz ederseniz,

ya'ni o îman ve ittika ile infaktan çekinerek bu emre sahib olmıyacak olursanız size bedel başka bir kavmı tutar bu işin başına geçirir (.......) sonra onlar sizin gibi olmazlar, îman ve ittika ile bu işe sahib olur mev'ud olan ecr-ü fütuhata onlar nâil olurlar. (Sûre-i (.......) de (.......) âyetine bak).

0 ﴿