KAMER

Bu Kamer sûresi, ki, dahi (.......) denilir Mekkîdir. Hicretten evvel Mekkede iken Peygamberlerden Mekkeliler mu'cize istediler, inşikakı Kamer mu'cizesi gösterildi, kâfirler: bu bir müstemir sihir dediler. Bunun üzerine nâzil oldu.

Âyetleri - Elli beştir.

Kelimeleri - Üç yüz kırk ikidir.

Harfleri - Bin dört yüz on üçtür.

Fasılası - (.......) harfidir.

Bu sûrenin «Vennecmi» ye münasebeti Necmile Kamerin münasebeti kadar açıktır. O (.......) diyerek hıtam buluyor. Bu (.......) diyerek başlıyor. O evvelki inzarları tafsıl ediyor, bu cihetle «En'âm» dan sonra «A'raf» a, «Fürkan» dan sonra «Şuara» ya, (.......) den sonra «Saffat» a benziyor.

1

Yaklaştı Saat, yarıldı Kamer

Saat yaklaştı - mü'minlere sevabın, kâfirlere ıkabın mev'ud olduğu Kıyamet vaktı günden güne yaklaşmaktadır. Hazırlanmak lâzım gelir (.......) ve ay, yarıldı - Peygamberin en parlak mu'cizatından olan inşikakı Kamer mu'cizesi vaki' oldu. Eshab, tabiîn ve müteahhırînden ma'lûm olan müfessirlerin umumu bunun bu mu'cizeyi haber verdiğinde müttefiktir. Haber meşhurdur, Sahabeden bir hayli zevat rivâyet etmişlerdir.

Ezcümle Hazret-i Ali, İbn-i Mes'ud, İbn-i Abbas Huzeyfe, Enes, Cübeyr İbn-i Mut'ım, İbn-i Ömer ve saire gerçi İbn-i Abbas ve Enes gibi ba'zıları vak'ada bizzat şahid olmamışlardır.

İbn-i Abbas henüz doğmamıştı, Enes de Medînede dört beş yaşlarında bulunuyordu. Fakat âyetin tefsirinde vak'ayı sahih olarak rivâyet eylemişlerdir. İbn-i Mes'ud, Cübeyr İbn-i Mut'im ise bizzat şâhid olarak rivâyet edenlerdendir.

Buharîde İbn-i Mes'udden

1) Resulullahın devrinde Kamer iki fırkaya inşikak etti, bir fırka dağın fevkında, bir fırka da ardında, Resulullah şâhid olun buyurdu

2) Kamer inşikak etti, biz Peygamberle beraber idik, iki fırka oldu, bize şâhid olun, şâhid olun buyurdu - İbn-i Abbastan: Peygamberin zamanında Kamer inşikak etti - Enesten, Mekke ahalisi kendilerine bir âyet gösterilmesini istediler, Peygamber de Kamerin inşikakını gösterdi Kamer iki fırkaya ayrıldı. Müslim, İbn-i Mes'udden:

1) Resulullahın ahdinde Kamer iki şıkka inşikak etti, Resulullah şâhid olun buyurdu.

2) Biz Resulullah ile Minade bulunduğumuz sırada idi, Kamer iki filkaya infilâk etti, bir filka dağın arkasında idi, bir filka da berisinde, Resulullah bize şâhid olun buyurdu

3) Resulullahın ahdinde Kamer iki filkaya münşakkoldu, bir filkayı dağ setretti, bir filka da dağın üstünde idi, Resulullah (.......) dedi, İbn-i ebi adiyy hadîsinde (.......) dedi. - Enesten: ehli Mekke Resulullahdan bir âyet göstermesini istediler, o da «merreteyn» olarak Kamerin inşikakını gösterdi, diğer rivâyette firkateyn. - İbn-i Abbastan Buharî gibi. Tirmizî, İbn-i Mes'udden: biz Resulullah ile beraber Minada idik Kamer iki filkaya inşikak etti, bir filka dağın ötesinde bir filkada birisinde, Resulullah bize «şâhid olun!» dedi, ya'ni (.......) Enesten: ehli Mekke Peygamber sallallahü aleyhi vesellemden bir âyet istediler, binaenaleyh Mekkede Kamer iki kerre «merreteyn» inşikak etti. Bunun üzerine (.......) nâzil oldu. - İbn-i Ömerden: Resulullahın ahdinde Kamer yarıldı, Resulullah: şâhid olun buyurdu. - Cübeyr İbn-i mutimden: Peygamberin ahdinde Kamer inşikak etti hattâ iki fırka oldu, şu dağın üzerinde ve şu dağın üzerinde, bunun üzerine: Muhammed, bizi büyüledi dediler, ba'zıları da eğer bizi büyüledi ise herkesi de büyüleyemez ya dediler.

Şifai şerîfte Ebû huzeyfetel'erhabî rivâyetiyle Hazret-i Aliden: Kamer inşikak etti, biz Resulullah ile beraber idik.

Yine Şifada ve müsnedi Ahmedde Esved rivâyetiyle İbn-i Mes'uddan: hattâ cebeli, Kamerin iki fürcesi arasında gördüm. - Mesruk rivâyetiyle İbn-i Mes'uddan: Kureyş kâfirleri Ebî kebşenin oğlu size büyü yaptı dediler, içlerinden birisi «eğer Muhammed, Kamere büyü yaptı ise büyüsü bütün ehli Arzı tutacak değil a. Diğer beldeden gelenlere sorun bakalım görmüşler mi? dedi, gelenler oldu, sordular, öyle gördüklerini söylediler. Semerkandînin nakline göre Ebû cehil, bu bir sihirdir, ehli âfaka haber salın gören olmuş mu bakalım dedi, ehli âfak da onu münşakk olarak gördüklerini haber verdiler, yine de (.......) dediler.

İbn-i cerîr ve İbn-i Ebî hatim ve Ebû nüaym delâilde Huzeyfeden: Huzeyfe Medayinde bir hutbesinde demiştir ki, «uyanın Allahü teâlâ (.......) buyuruyor. Evet Saat cidden yaklaştı ve Peygamberimizin zamanında Kamer hakikaten münşakk oldu, uyanın Dünya fırak i'lân etmektedir, haberiniz olsun ki, bugün meydan yarın koşu».

Hâsılı bu babda hadîs, hayli çoktur, bütün bunlar âyetin tefsiri hakkında vârid olmuş rivâyetlerdir. Bilhassa İbn-i mes'udün ve İbn-i Abbasın ta'birleri vechile inşikakı Kamer mu'cizesi mazıydir. Netekim İbn-i mes'udün diğer bir ifâdesinde beş şey geçmiştir. Duhan, lizam, batşe, kamer, rum. Hazret-i Enesin rivâyetinde bir (.......) ta'biri vardır. Âlûsînin nakline göre Abd İbn-i humeyd, Hâkim ve İbn-i merduye ve Beyhekî İbn-i Mes'uddan dahi (.......) Peygamber çıkmazdan evvel mekkede iken Kameri iki kerre iki şakka münşakk olarak gördüm» diye rivâyet edilmiştir. Bunun için hâfız Ebû l'fadli ırakî Nazmüssiyerde inşikakın iki kerre vukuu mücmaün aleyh olduğuna kail olarak «bil'icma' iki kerre münşakk oldu» demiştir. Hâfız İbn-i hacer de bunun hakkında demiştir ki,

Peygamberin zamanında inşikakın teaddüdüne cezmeden ulemai hadîsden kimse bilmiyorum. Bil'icma' kaydi merreteyne değil inşikaka müteallık olmalıdır. (.......) diyenin muradı da firkateyn demek olsa gerektir. Aliyyül'karî der ki, İbn-i imamı cevziyye bir kitabında» merreteynden ba'zı kerre ef'âl, ba'zı kerre a'yan murad olunur, ekseriyya ef'âlde kullanılmakla beraber (.......) hadîsinde olduğu gibi a'yanda dahi kullanılır ki, bu hadîste şıkkayn ve fil'kateyn demektir.

Bunu bilmiyenler inşikakı iki zamanda iki def'a olmuş zanneylemişler, halbuki bir kerre olmuştur» diye zikretmiş olduğunu şeyhım Irakîye söyledim cevab vermedi demiştir. Lâkin Âlûsî  İbn-i mes'ud rivâyetinde şakkateyn merreteyn denilmiş olması hasebiyle bunun firkateyn ma'nâsına olması yaraşmıyacağını ve binaenaleyh İbn-i Mes'udün kelâmında merreteyn ru'yetin kaydi olmak muvafık olacağını, ya'ni iki inşikak olmayıp iki kerre bakıp şübhesiz olarak gördüğünü söylemiştir. Bizim ise bunlardan vasıl olduğumuz netice şudur: inşikakı Kamer vak'ası iki değil birdir. Ancak bu inşikak esnasında Ay şimşek çakar gibi sür'atle iki kerre ayrılıp kapanmıştır. Ve iki ayrılış esnasında da dağ ya'ni cebeli Hıra veya cebeli Ebi kubeys aradan görünmüştür.

Âyet (.......) diye tasrih ettiği, haber de böyle meşhur olduğu halde bir iki müfessirin buna mecaz bir ma'nâ verdiği de söylenmiştir. Ebüssüudün nakline göre: Osman İbn-i Ata babasından: (.......) Kıyamet günü münşakkolacak demiş, nesefî gibi ba'zı tefsirlerde bu, Haseni Basarîye de atfolunmuştur. Gerçi mazıynin mecazen muzarri' ma'nâsına geldiği ve tehakkukuna tenbih için istıkbalin mazıy gibi ifade edildiği mevki'ler Kur’ân’da hayli çoktur. Lâkin burada böyle bir te'vilin ma'nâsız olacağı gösterilmiştir. Çünkü önündeki (.......) âyeti bunu reddeyler. Fahruddini Razî der ki,

Müfessirînin hepsi murad, «Kamer münşakkoldu onda inşikak vukua geldi» demek olduğunu söylemişler, haberler de inşikakın hudusuna delâlet etmekte bulunmuştur. Sahîhte haber meşhurdur. Sahabeden bir cemaat rivayet eylemiş ve demişlerdir ki, Resulullahdan bir mu'cize olarak inşikak âyeti ayniyle istendi, o da rabbına duâ etti, binaenaleyh şakkeyledi ve geçti.

Ba'zı müfessirînin «murad (.......) demektir, inşikak edecektir» demesi beîddir ve hiç ma'nâsı yoktur. Çünkü onu teslim etmeyip men'eyliyen felsefeci mazıyde de men'eder müstakbelde de, tecviz eden için ise te'vile hacet yoktur. Kamerin yarılması haddi zatında mümkinattandır, haberi sadık ile vukuu haber verilince inanmamağa sebeb yoktur.

Mütevatir olan Kur’ân onu isbat için en kuvvetli delil iken başkaca tevatür aramağa da hacet yoktur. Haricdeki müverrihlerin ve müneccimlerin farkına varamamasından veya bir husuf gibi telâkki etmesinden dolayı zabt-u kayd etmemiş olmaları vak'ayı inkâra hak veremiyeceği gibi Semavî ecramın hark-u iltiyamı mümkin değildir diyenlerin lakırdılarının da ehemmiyeti yoktur, butlânı sabittir (.......) Ebû Hayyan der ki, (.......) kavlinin ma'nâsı Kıyamette münşakkolacaktır zu'munda bulunanın sözü hilâfına ümmetin icmaı vardır ve onu (.......) âyeti reddeder. Çünkü bu kelâm ancak istenen âyetin zuhurundan sonra münasib olur. Huzeyfe Medaindeki hutbesinde: agâh olunuz ki, saat yaklaştı ve Peygamberinizin zamanında Kamer hakikaten münşakkoldu demişken, Hasenin, saat geldiği vakıt nefhai sâniyeden sonra Kamer münşakkolacak demesine iltifat olunamıyacağı gibi «Kamerin inşikakı, ay doğduğu esnada zulmetin yarılmasından ıbarettir, ma'nâ (.......) demektir, çünkü Arab vâzıh olan şeyde Kameri mesel darb eder netekim zulmetin infilâkından dolayı sabaha felâk tesmiye olunur ve infilâka inşikak ta'bir edilir» diyenin sözüne de iltifat olunmaz. Bunlar bozuk kavillerdir.

Eğer müfessirîn zikretmemiş olsalardı yine hiç kale almazdım (.......) Filhakika iymandan ziyade inkâra heveskâr olanları memnun edecek gibi görünen bu son te'vil büsbütün fâsid bir sefsetadır. Zira her lisanda olduğu gibi Arabda da ay ile aydınlığın mesel olmuş bir münasebeti bulunduğu gizli bir şey değil ve bir şey üzerine ay doğmak vuzuh ve zuhurdan mecaz ve kinaye olabilirse de Ayın yarılmasına karanlığın yarılması mülâhazasile Ayın doğması ma'nâsı vermek, sonra da bundan vuzuh ve zuhur ma'nâsına intikal ederek ortalığın aydınlandığı ve binaenaleyh Kıyametin yaklaştığı ma'nâsını anlamak pek aykırı bir düşünce olur. Evet sabahleyin zulmetin yarılmasına fecr ve felâk ve infilâk denilir, çünkü sabah demek o zulmetin yarılışı ve açılışı demektir. Fakat ondan dolayı Güneşin doğmasına inşikakı Şems denilemiyeceği gibi ayın doğmasına da inşikakı Kamer denilemez. Mecazda sema' şart değildir diye birisinin böyle bir mecaz düşünebileceği farz edilirse her halde Kuranı böyle aykırı ma'nâlardan tenzih etmek lâzım gelir.

İhtara hacet yoktur ki, Kıyametin yaklaşmasına yaraşan ma'nâ ayın doğması ile ortalığın aydınlanması değil, ayın yarılması ve ecramı Semaviyyenin dahi yıkılabileceğinin anlaşılmasıdır. Ve bu haysiyyetledir ki, inşikakı Kamer mu'cizesi saatin zamanda yakınlığından ziyade akla yakınlığını göstermiştir. Bu münasebetle şunu da söyliyelim: Haseni Basrî ile Ataya atf edilen ma'nâda bir sui tefehhüm olmuştur. Onlar, Kamerin Kıyamette inşikak edeceğini söylemekle geçmiş olan inşikakı Kamer vak'asını inkâr edivermiş gibi farz edilmiştir. Halbuki hakikat öyle değildir. Onlar âyette sarih ve haberde meşhur olan mazıydeki inşikakı inkâr etmiş değil, âyetin diğer bir delâletini tavzıh ve tefsir eylemişler, vaki' olan inşikakı Kamer mu'cizesinden ileride Kamerin büsbütün yarılıp Kıyametin kopacağı ma'nâsını anlamak lüzumunu ıhtar etmişlerdir. Zira Saat yaklaştı ve Kamer yarıldı denilince şübhe yok ki, Kamerin yarılması Kıyamet alâmetlerinden olduğu anlaşılıyor.

Fakat Peygamberin zamanında yarılmış olmakla olduğu gibi kalacakmıdır? Yoksa bu yarılışından ileride saati geldiği zaman (.......) mantukunca hepsinde sirri fenânın zuhura geleceğini anlatmak içinmi bu âyet sevk olunmuştur. İşte Hasen ve Ata (.......) demekle bu sevkı göstermişlerdir. Bu ma'nâ zannedildiği gibi (.......) mazıysinin muzari' ma'nâsına hamli tarzında bir mecaz ile te'vil değil, mazıy olan inşikakın müstekbeldeki inşikaka bir delâleti ve aynı zamanda (.......) cümlesinin bir mazmunudur. Bu şöyle demek oluyor: Kamerin inşikakı bir emri vaki'dir, mazıyde vaki' olan bu inşikak, Kamerin ve onun gibi Semavî ecramın dahi yarılıp parçalanabileceğini ve bu suretle âlemdeki her şey hakkında Peygamberin haber verdiği Kıyametin akla yakın olduğunu göstermiştir. Binaenaleyh Müşriklere o saatin hulûlü ile Peygamberin zaferi de uzak değil, yaklaşmaktadır. İşte bizim anladığımıza göre (.......) denilmesinin ma'nâsı budur. Bu da bütün müfessirlerin anladığı ma'nânın müfadından başka bir şey değildir. Yoksa Hasen ile Ata inşikakı Kamer mu'cizesinin vukuundan haberdar olmamış veya rivayetleri reddetmiş veya âyetin sıyakından gaflet ederek mazıy ma'nâsını nefeylemiş demek için hiç bir delil yoktur. Ancak istikbaldeki inşikakı tasrihan söylemişlerdir.

Felsefe bakımından mes'elenin münakaşası Ilmi kelâm mes'elesidir. Fahruddini Razî demişti ki, felsefeci mazıyi de istıkbali de men'eder. Esas i'tibariyle mu'cizatı tesavvur edemiyenlere karşı ilk yapılacak iş Kur’ân’ın bir çok yerlerinde yapıldığı vechile hilkatteki acaibata nazarı dıkkati celbetmektir. Bunun için evvelâ burada İbn-i Sînanın ba'zı sözlerini hikâye edelim:

İbn-i Sîna İşaratın nihayetinde (.......) namiyle mu'cizat ve keramat gibi havarık ve garaibden bahseden (.......) de nefsi insanînin fevkal'adelikle alâkadar olan ba'zı hususıyyatına, hey'et ve kuvasına, ırfanına ve hakka nisbetine dair işaretlerinden sonra şu tenbihleri yapar da der ki,; belki sana arifînden adeti kalbediyor gibi gelen bir takım haberler vasıl olur sen de hemen tekzibe kalkışırsın, meselâ denilir ki, bir arif nâs için istiska etti de yağmur yağdı, yâhud istişfa etti de şifa buldular, yâhud aleyhlerine duâ etti de zelzeleye tutulup yere geçtiler, yâhud diğer bir suretle helâk edildiler yâhud lehlerine dua etti de üzerlerinden vebayı, öleti, seyli, tufanı bertaraf etti.

Yâhud ba'zısına yırtıcı hayvanlar boyun eğdi, yâhud ba'zısından kuş kaçmadı ve daha bunlar gibi sarihan mümteni' tarikında tutulmıyacak şeyler işittiğin zaman birdenbire inkâra kalkışma da tevakkuf et acele eyleme. Çünkü tabiatın esrarında bu gibilerin de esbabı vardır. Belki ben sana ba'zılarını da hikâye ederim.

Tabiat âleminde umuri gaybiyye üç mebde'den münbeis olur. Birisi zikredilen hey'eti nefsiyye, ikincisi unsurî cisimlerin havassı ki, mıknatisin kendine hass olan kuvvet ile demiri cezbi gibi.

Üçüncüsü Semâvî kuvvetler ki, onlarla ecsamı arzıyyenin vaz'ıyyetlerine göre emzicei mahsusaları beyninde yâhud onlarla nüfusi Arzıyyenin vaz'ıyyetlerine göre emzicei mahsusaları beyninde bir münasebet bir takım asarı garîbenin hudusünü istitba' eder. Sihır evvelki kısım kabîlindendir. Belki mu'cizeler ve kerametler ve neyrencat ikinci kısım kabîlinden, tılsımlar üçüncü kısım kabîlindendir. Sakın ukalâlığın ve avamdan farkın münkirlikle her şeyden sıyrılıp çıkmak olmasın, o bir boş beyinlilik, hafiflik ve acizdir. Sabit olan bir şey'i anlıyamadığından dolayı tekzib etmekteki hımbıllık, delili olmıyan bir şey'i tasdık edivermendeki hımbıllıktan aşağı değildir. Kulağına iriştirilen haberin garabeti seni iz'ac etse bile onun muhal olduğuna bürhanın olmadıkça tevakkuf ipine sarıl, savab olan o gibileri kaim bürhanın bulunmadıkça imkân buk'asına salmaktır.

İyi bil ki, tabiatte nice acâib ve kuvayı aliyei fa'ale ile kuvayı sâfilei münfeilenin ictimaatında nice garaib vardır. Birader! sana hak kaymağından yayık döğdüm ve lâtîf kelimeler içinde hikmet lokmalarıyle ziyafet çektim. Sen o gibi cahillerden, mübtezellerden, görgüsü ve mümaresesi yok, safası koku arkasında dolaşmak olan kimselerden yâhud şu feylesofluk taslıyanların mülhidlerinden ve sinek gibi bulaşık mızmızlarından sakın! (.......)

Böyle duâ ile zelzele olabilmesini ve kuleranın kalkabilmesini bile tabiat esrarında mümteni' görmiyen İbn-i Sîna teessüf olunur ki, Ilmi tabiî namına nazariyyesinde yanlış bir fikre zahib olmuş, Sema ve ecramı Semaviyyeyi tab'ında hareketi müstakîme mebdei bir meyil bulunmıyan ve lemsi kabil olmıyan sırf ibdaî ve gayri unsurî cismi basit halinde vazederek mülâhaza etmiş ve «tab'ında hareketi müstakîme mebdei bulunmıyan bir cismin ise hark-u iltiyam şanından olamıyacağını» izah eyliyerek bu kübrâ ile o mevzuadan şu neticeyi almış: cirmi muhît ve muhaddidi cihat olan ve kendisinde yalnız meyli müstedîr mebdei bulunan cismi Semâ kabili hark değildir, yırtılmayı kabul etmez demiş, bunu böyle müberhen gibi göstermiştir.

Ve bu suretle onun kevn-ü fesadi kabil olmadığını, tekvînî değil, ibdaî bir cevher olduğunu da söylemiş, sonra kevakibin, hâmilleri olan eflâkin gayrı ecram olduklarını, bununla beraber anasırdan tekevvün etmiyen cevheri mübda' cinsinden bulunduklarını ve çünkü zikri geçen mevzuaya mebniy gayri mütekevvin olan ecsama, mütekevvin olan ecsamın yabancı bir şey gibi tahallül edemiyeceğini ve binaenaleyh Şems-ü Kamer ve bütün kevakibin de basît olmaları lüzumunu müsbet gibi göstermiş ve kabili levn, mübsar olmakla beraber melmus olmadıklarını da ilâve eylemiştir.

Hasılı Semâ ve eflâk sanki bu'di mücerred gibi koparılması mülâhaza edilemiyecek sâde bir imtidad suretinde şeffaf ve basît bir cimri muhît, kevakib de bir zıya gibi görünen ve fakat dokunulması ve bölünmesi kabil olmıyan gayrı unsurî ecramı basitai ibdaıyye telâkkı edilerek ya heyülalarının başkalığından yâhud heyülâ tabiatı umûmiyyetle kabili infisal olduğu halde sureti cismiyyelerinin tabiatından naşi Semâ ve ecramı Semâviyyenin hark-u iltiyamı tab'an mümteni' olduğu felsefece Ilmi tabiîde müberhen gibi addolunmakla zamanlarının fenni namına bu felsefe ardında gidenler Kamerin tab'ına nazaran şakkını imkânsız zanneylemişlerdir.

Lâkin hakikatte bu, bürhan ile isbat edilmiş değil, söylediğimiz gibi tab'ında hareketi müstekımeye mebde' olabilecek bir meyil bulunmadığını teslim eden bir mevzu'aya istinad ettirilmiştir ki, bu mevzuanın kevakibe ta'miminde eski Betlimyos heyeti nazariyyelerinin te'siri olmuştur. Haydi bu'di mücerred gibi hiç vezn-ü sıkleti olmadığından dolayı harekete asla meyli olmayan basit vahidi muttasıl sâde bir imtidad (.......) suretinde bir cisim tasavvur olunsun, fakat, her hangi bir cisimde hareketi müstedîre mebdei olan meyl kabul edildikten sonrâ onda hareketi müstekıme mebdei olan meylin imtinaını iddia eden bir mevzua bize bir tenakuz gibi gelir, çünkü müstekîm veya müstedîr olmak hareket mefhumunun zatîsi değil, arazîsidir. Birinin caiz olabildiği bir yerde diğeri de caiz olabilir. Mani' de muktezî gibi başkaca mülâhaza edilmek lâzım gelir.

Burada Müttekellimînin münakaşalarını tafsıl edecek değiliz ancak şunu da söyliyelim ki, bu Feylesofların kevakibi hamilleri olan feleklerle beraber hareket ettirebilmek için ecsamı gayrı unsuriyyeden saymaları da doğru değildir. Onlar da Arz gibi ecsamı unsuriyyeden mürekkeb ve binaenaleyh kevn-ü fesadı kabildirler. Zamanımızın fennî ve felsefî telâkkîleri de böyledir. Hattâ bu gün kabul edilmekte bulunan nazariyyata göre Arz Şemsten ayrılmış olduğu gibi Kamer de Arzdan ayrılmıştır. Buna göre de (.......) mazîde olmuş bir vakıa olarak sadıktır. Felsefeci isterse âyete bu ma'nâyı verebilir. Fakat bu ma'nâyı verirken gerek şakkı Kamer mu'cizesini ve gerek Kıyamet zuhuriyle ileride Kamerin yarılabileceğini gayri mümkin saymağa hakkı olmadığını da i'tiraf etmek lâzım gelir.

Bu günkü fen, Kameri bir cismi esîrî farz etmediği gibi yarılabilmek kabiliyyetini de inkâr etmez. Ancak yarılması için tatbikı lâzım gelen kuvveti veya kudreti ta'yin edebilmek bir mes'ele teşkil eder. Yoksa gerek dahılinden bir infilâk ve gerek haricinden bir cereyan, bir mevce, bir müsademe farzıyle parçalanması tesavvur olunabileceği gibi bir nevi' elâstikıyyet veya tazyık farziyle açılıp kapanmasını tesavvur etmek de mümkindir. Burada mevzuı bahs olan müessir ise Allahü teâlânın kudret ve iradesidir. (.......) dir. Sûre-i «Ra'd» da şedîdülkuvanın ta'limiyle istivadan sonra kabe kavseyni ev ednâ tedellîsinde ru'yeti âyât ile tecelli eden kurbi ılmî ve şuhudî Sûre-i «Kamer» de kurbi iradî ile tecelli etmiş ve Resulullahın talebi üzerine şakkı Kamere iradei ilâhiyenin teallüku zâhir oluvermiştir.

Şeyh Muhyiddîni Arabî Fütuhat’ının üç yüz otuzuncu babında Hazret-i Muhammediyeden menzili Kameri ma'rifet hakkında berzahî bir ifade ile şöyle der:

Allah seni tarafından ruh ile te'yid buyursun bil ki, Kamer, hilâl denilen ile Bedir denilen arasında nurun ziyade ve noksanı halinde bir benzahî makamdır. Görülünce ay diye sesler yükseldiği için hilâl denilmiştir. Görenin gözünde nurun zatına umumu halinde de bedir denilir.

Kamer için bu iki huküm mabeyninden başka bir menzil kalmamıştır. Ancak onunla gözler arasına hail olan şuaı Şems tahtinde gözlerin idrakinden istitarındaki bedriyyetine mihâk denilir. O vakıt o Güneşe gelen yüzünden tıbkı bize doğru olduğu zamanki bedir halindedir.

Güneşin zâhir olmadığı yüzünden de mihakdır. Bu iki makamın arasında da bir yüzünden nur zâhir olduğu kadar da diğer yüzünden eksilir ve bir yüzünden eksildiği kadar da diğer yüzünden nur ile zâhir olur. Bu ise kavsi felekînin ı'vicacındandır. Demek ki, o hem daima bedir, hem daima mahmuk olur durur. Bu da Allahü teâlânın arif billâh olanlara bildirmeyi irade buyurduğu bir sirr içindir. Onlara bilfiil bu meseli darb buyurduğu bir sirr içindir. Onlara bilfiil bu meseli darb buyurmuştur ki, bundan ıbret alarak onun ma nusıbe lehine intikal etsinler.

Ya'ni suret üzere vücudu ve zâhir olduğu meratabin tefsirine göre ahvalinin tegayyürü hasebiyle ondan insanı kâmili tanımak ve ma'rifetullaha irmek gayesine geçsinler. Allahü teâlâ (.......) buyurdu, ne bedir ne de hilâl tesmiye etmedi, çünkü bu iki halde onun bir, ikiden başka menzili yoktur. Menazil ta'biri ancak Kamer hakkında sadık olur. Tedânî ve tedellî dereceleri Kamerindir. Hazret-i gaybe duhulde ve hazreti şehadete hurucda ziyade ve noksanı almak onundur. Sonra Allahü teâlâ onu ihsanı kâmilin sureti ilâhiyye ile zuhuru için inşikak ile tavsıf etti ve onun zuhuru o suretin şakkı oldu, onun için o suretin zuhuru, Kamerin iki filka üzere inşikakının zuhuru gibi iki emr üzerinedir. Sahabîden haberde vârid oldu ki, Resulullahın ahdi üzerine Kamer inşikak etti.

Arabdan bir taife onun sıdkına kendileri için bir âyet olmasını istemişlerdi onun üzerine inşikak etti de Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem hâzır bulunanlara şâhid olun dedi. Allahü teâlâ da (.......) buyurdu. Fakat sual vakı' olan inşikakımı murad etti? Kestirilemiyor maamafih âyetten zâhir olan odur. Çünkü inşikakı şu kavl ile ta'kıb buyurmuştur. (.......) fil'vakı' onu gördükleri vakıt onlar öyle dediler. Ve onun için Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem hâzır bulunanlara şâhid olun dedi, çünkü onların vukuunu istedikleri vukua geldi. Bununla beraber onlarca olan ancak zâhir olandır, o vakı' nefsel'emirde mi yoksa nazırın nazarında mı? Bu lâzım olmaz. Çünkü o ihtimal ancak onun nefsel'emirde gözlere zâhir olan gibi olduğunu haber verdiği zaman muhbirin kavliyle mürtefi' olacaktır. Halbuki muhbirin kavli mahalli niza' o (ya'ni sihir diyenlerin noktai nazarları bu, zâhirî bir gösterişten ilerisine inanmıyorlar) ve istedikleri vakı' olduğu zaman kendilerinden zuhura gelen ı'tirazın kendilerinden zuhura gelmemesini suallerinde şart da koşmamışlardı, binaenaleyh Peygamber sallâllahü aleyhi ve selleme sual vakı' olandan ziyadesi de lâzım gelmez (ya'ni mu'cizeyi gösterdikten sonra ilcaî bir surette inandırmak Peygamberin vazifesi değildir. Hattâ suallerinde şart etselerdi yine lâzım gelmezdi, çünkü ilcaî âyet, hikmeti bi'sete münafîdir, yoksa ba'zı rivâyetlerde varid olduğu vechile Kamer şakkedildiği surette îman edeceklerini va'detmekle ı'tiraz etmemeği teahhüd de etmişlerdi, fakat hislerine, görüşlerine inanmadılar âfaktan habere havale ettiler) sonra âfaktan insanlar geldi, o gece Kamerin inşikakını haber veriyorlardı onun için de Allahü teâlâ (.......) dediklerini hikâye buyurdu, sonra da Allah (.......) buyurdu, o emir olduğu gibi oldu, hasılı: Kamer berzahıyyül'mertebe olmasa idi ne ihlâl ve ibdarı ne de mahk-u israrı kabul etmezdi. Demek ki, sihri müstemir dahi (.......) hukmünde dahildir. İşte bu, hakka bir şikak ve aynî ılimde bir cehildir. (.......) buyurulandır ki, bir ılim olarak tesbit eylemiştir.

Şeyhin bu sözlerinden ba'zıları, yanlış bir fikre zahib olmuş, inşikakı Kamer mu'cîzesi hakkında «Kamerin nefsel'emirde yarılmış olması lâzım olmayıp bakanların gözlerine öyle gösterilmiş olması kâfi olduğunu söylemiş» zannetmişlerdir. Halbuki böyle demek Şeyhi sihir diyenlerin sözlerine iştirâk etmiş farzetmektir. Bu ise Şeyhin kâ'bina yakışmaz. Zamanımızda basılan en güzel eserlerden «maddiyyun mezhebinin ızmihlâli» nam kitabında Bay İsmail Fenni mu'cizata dair yazdığı şayanı istifade ma'lûmat sırasında Şeyhin bu sözlerine temass ederek şöyle bir mutaleada bulunmuştur:

«Şeyhi ekber, inşikakı Kamerin nâzırın nazarında vukuu ıhtımali mürfeti' olmadığını beyan ediyor. Şu halde ona göre bu mu'cizenin yalnız enzarı nasta vuku' bulmuş olması da muhtemildir. Vâkıa buna karşı o halde Müşriklerin ana sihir demekte haklı olmaları lâzım gelir denilerek i'tiraz edilebilirse de bu i'tiraza cevab vermek mümkindir. Denilebilir ki, inşikakı Kamerin yalnız enzarı nasda vukuu anın bir mu'cizei hakikiyye olmasına mani' değildir. Çünkü buna müşâbih bir sihrin vukuu ne görülmüş ne de işidilmiştir. Sahirlerin ba'zı hayalât gösterdikleri mervî ise de bu hayalâtı öyle ecrami Semâviyeye kadar teşmil eden ve bilfiil mevcud Kameri bulunduğu halin gayride gösteren bir sahir, kimse işitmemiştir ilh...»

Böyle bir cevab hiç de doğru olmaz. İ'tiraf etmek lâzım gelir ki, gerek kavilde olsun gerek fiilde olmamış bir şeyi olmuş gibi göstermek büyük bir hüner de addedilse vakıa mutabık olmıyan bir yalan, bir aldanış mahiyyetinden çıkmış olmaz. Makamı nübüvvetin kuvvei kudsiyesi öyle şaibelerden tenzih edilmek ıktıza eder. Sihir diyenlerin muradı da onun vaki'de olmayıp sade gözlere bir gösterişten ıbaret olduğunu iddia etmekten başka bir şey değildir Şeyhin anlattığı da budur. O, kelâmının bütün cereyanında inşikakı Kameri bir vak'a olarak anlatmıştır: Bununla beraber onlarca olan ancak zâhir olandır. O vaki', nefsel'emirde mi yoksa nâzırın nazarında mı bu ıhtımal ancak muhbirin kavliyle mürtefi' olacaktır. Muhbirin kavli ise mahalli niza'dır sözünden muradı da sihir diyenlerin noktai nazarlarındaki berzehıyyeti anlatmaktır. Zamirler onlara raci' ve ıhtımal onların kendi hislerindeki şübheleri haberde niza' eden onlardır. (.......) de onlar hakkındadır. Onun için Şeyh o sözler arkasından şu ıhtarı yapar: yine bil ki, nazar ve i'tibar, esrar ve envardan zâhir olan ulûmdandır. Nurda basar ve ibsar içindir. Onun için Allahü teâlâ bu makamı zikrettiğinde (.......) buyurdu.

Ya'ni basarın nurıyle idrâk ettiği mubsarat ve ahkâmından size verdiğini basîret gözleriyle idrâk edeceğiniz şuhud veya fikre geçiniz ki, şuhudi etemm ve akvadır. Fikir o mertebei ulyadan aşağı olan şuhudu ednadır. İkisi de zahir olandan müstetir ve bâtın olana geçer, bunlar (.......) olduğu gibi hem de (.......) dür. Müttakiyi Allah ta'lim eder, onun için onun ılmine şekk ve şübhe girmez, mütefekkir ise mahlûkunun kuvvetine bakar, onun için gâh isabet eder gâh hata eder. İsabet ettiği takdirde de yollar muhtelif olduğu için o isabeti ifade eden kuvvet ile kendisine şübhe girmesi de kabil olur. Hasılı müttaki basîret sahibidir. Mütefekkir basar ile basîret arasındadır. Basar ile kalmaz, halis basîrete de varamaz (.......) Mumaileyh fennî bay da kelâmının sonunda hissi tekvasiyle basîretine sahib olarak şu sağlam hakikatleri ıhtar eder: Muhyiddini Arabî kuddise sirrüh hem ekâbiri ulema ve meşayihten hem de müfessirînden olduğundan kendisinin şakkı Kamer mu'cizesinin nazarlarda vukuunu muhtemil addetmesinde erbabı şükûk tarzı tefekkürlerine muvafık bir sureti iyzahiye bulabilirler. Lâkin hamdolsun biz onlardan değiliz.

Cenâb-ı Allah’ın her şey'e kadir olduğuna ve kavanini tabiiyye anın (.......) emrinin muktezasından başka bir şey olmadığına ve Kur’ân’ı azîmin mahzı hakikat idiğine iymanımız vardır. Mâdem ki, Kur’ân’da Kamer inşikak etti buyurulmuştur. Ve Cumhûri ulema ve müfessirîni kiram bu inşikakın yevmi Kıyamette vuku' bulacağı hakkında Osman İbn-i Atanın pederinden ettiği rivayeti salifüzzikir eshab-ı kiramın rivayetleriyle ve bundan başka (.......) kavli celîlinin delâleti sarihasiyle reddederek inşikakı Kamerin ahdı nebevide mu'cize olarak vukuunu bil'icma' kabul eylemişlerdir. Biz artık bunun nefsel'emirde vukuunu kabul ve tasdik hususunda asla tereddüd etmeyiz ve bunun keyfiyyetini ancak Allahü teâlâ ve Resulü bilir deriz.

Böyle bir hâdisenin her yerde görülmesi lâzım geleceği yolunda iyrad edilmek istenilen i'tiraz dahi bizce mucibi iştibah ve tereddüd olamaz. Zira Kamerin inşikakını etrafta bulunanlar dahi görmüşler ve gördüklerine şehadet etmişlerdir. Gerçi ufukların tehalüfü, Kamerin sehab ile mestur olması, gece vaktı ekseri nasın meskenleri dahılinde bulunmaları ve herkesin Semayı terassudla meşgul olmaması gibi esbabdan dolayı bunu bittabi' bütün âlem göremezse de elbette sâir mahallerde dahi görenler olmuştur. Lâkin o devri cehalette hukümferma olan cehalete mebni bu hâdesenin sâhir ve Cin ve Şeytanların ef'aline atfedilerek gayri mazbut kalmış olması muhtemildir. Mu'cizatı kavanini tabiıyye ile te'life çalışmak bunları harikalıktan çıkarıp umurı adiyye sırasına sokmağa kalkışmak demektir. Halbuki akıl bu gibi ümurı fevkattabianın mahiyyetlerini idrâkten âcizdir. Ve anı dairei salâhiyyetinin haricinde kullanmak pek vehım hatalara sebebiyyet verir.

Şerhi Mevakıfta Seyyidi Şerif, inşikakı Kamer mu'cizesinin mütevatir olduğunu söylemiştir. İbn-i Hacibin muhtasar şerhinde Sübkî de bunu ihtiyar ederek der ki, doğrusu inşikakı Kamer mütevatirdir. Kur’ân’da mensustur. Sahihaynde ve sairede turukı şettadan merviydir. Öyle ki, tevatüründe şübhe edilmiyecek haysiyyettedir (.......) Tevatürü, Kur’ân’da (.......) sarih olmak haysiyyetiyledir.

Hadîsler bunun tefsirine müteallık olmak i'tibariyle hey'eti mecmuasına nazaran tevatüri ma'nevî denilebilecek kadar meşhurdur. Bununla beraber icmal Kur’ân’da mensus ise de tefsir noktai nazarından tevatüründe söz edilmiş bulunduğu için müevvili ve tafsılinin münkiri ikfar olunmaz. Çünkü dinden çıkarmak pek büyük bir iş olduğu için ihtiyat edilmek lâzım gelir.

Evet Saat yaklaştı ve Ay yarıldı da

1 ﴿