VAKI'A

Vakı'a suresi mekkiyyedir.

Âyetleri - Hicazî ve Şamîde doksan dokuz, Basrîde doksan yedi, Kûfîde doksan altıdır.

Kelimeleri - Bin iki yüz yetmiş sekizdir.

Harfleri - Yedi bin elli üçtür.

Fasılası - (.......) harfleridir.

Bu Sûrenin Sûre-i Rahmana kuvvetli bir ittisali vardır. EVVELÂ, âhirindeki celâl ve ikramın diğer bir tafsıli demektir. SANİYEN, başlangıcının oradaki (.......) mazmununa bir terettübü vardır: Vakı'anın vukuundan sonra tekzib ihtimali kalmıyacağı ve îmanı yeis zarurî olacağı cihetle fursat elde iken tekzibden vaz geçilmeyi ıhtar ile îman ve şükre bir teşvikı ifade eder. SALİSEN, orada mücrimîne azâb ve mü'minlere naîm anlatılırken mükelleflerin kâfir ve mü'mine, mü'minlerin de her iki Cennet mukayesesinden anlaşılacağı üzere fazılette mütefavit iki sınıfa inkısamı anlaşılmıştı. Burada da ibtida o üç sınıf telhıs olunarak başlanmıştır. RABİAN, orada (.......) buyurulmuş, yalnız Semanın inşikakıyle iktifa kılınmıştı. Burada da (.......) buyurulduktan sonra Arzın recci zikredilmiş, bu suretle iki Sûre mütelâzim olarak müttehid bir Sûre gibi olmuş ve bunda evvelkinin tertibi aksolunarak onun âhirindeki bunun evvelinde evvelindeki de âhirinde zikrolunmuştur.

İşbu vakı'a Sûresinin fezailine dair ba'zı âsâr varid olmuştur. Ebû Ubeyd Fezailde ve İbn-i Darîs ve Hâris İbn-i ebi Üsâme, ve Ebû Ya'la, ve İbn-i Merduye, ve Şuabda Beyhekî İbn-i Mes'ud radıyallahü anhten rivayet etmişlerdir: Demiştir ki, Resüli Ekrem sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerini işittim buyuruyordu: (.......) Kim Vakı'a Sûresini her gece okursa ona ebedâ fâka isabet etmez. İbn-i Asakir de İbn-i Abbastan merfuan böyle rivayet eylemiştir. Yine İbn-i Merduye Hazret-i Enes radıyallahü anhten tahric eylemiştir: Resüli Ekrem sallâllahü aleyhi ve sellem buyurmuştur ki, Vakı'a Sûresi gınâ Sûresidir, onu evlâdlarınıza belletiniz. Deylemî de ondan şöyle rivayet etmiştir: Kadınlarınıza Vakı'a Sûresini öğretiniz çünkü gınâ Sûresidir.

1

Koptumu o Vakı'a bir

O vakı'a vukua gelince, ya'ni kıyamet kopunca - Vakıa esasen vukua gelen, vukuu muhakkak olan hadise demektir. Lâmı ahd ile (.......) da Kıyametin bir ismidir. İstıkbalde vukuu muhakkak olmak ı'tibariyle bu isim verilmiştir. a‡a, şart ma'nasını mutazammın zarfiyyedir. Çokları cevabın tehvil için mahzuf olup hasılı ma'na: Kıyamet kopunca neler neler olacaktır! Demek olduğunu söylemişler ise de zâhir olan cevab şudur:

2

Olmaz vak'asına yalan diyen dil.

Vak'asına yalan diyen nefis yoktur.

VUKU', düşmek demek olduğu gibi esasen vak'a da masdar binai merre olarak şiddetle bir düşüş demektir. Sonra başa çarpan büyük iş ma'nasında şayi' olmuştur. Ba'zan bilhassa harbe ıtlak olunur. Onun için burada Kıyametin kopuşuna vak'a ta'bir olunmuştur. Hasılı kıyamet kopmadan evvel onu tekzib ve inkâr edenler bulunursa da onun vukuu tehakkuk edip bir kerre olacak oldu mu artık onu kimse inkâr edemez, çar nâçar tasdika mecbur olur. Ta'biri âharla onun başa çarpışı yalan olmaz. Te'siri inkılâbından kurtuluşa imkân kalmaz.

3

İndirir bindirir.

İndirdiğini indirir (.......) bindirdiğini bindirir - bir takımlarını düşürür alçaltır, diğer bir takımlarını kaldırır yükseltir, çünkü Devletler yıkan fitneler, ıhtilâller, inkılâblar gibi büyük vak'alar, azizleri zelil, zelilleri aziz ederek nicelerini aşağı düşürür, nicelerini de yükseklere kaldırır. Hafdın takdimi tehvil için yâhud bu gibi vakıada yıkım yapıya mukaddem olduğu içindir.

4

Yer bir sarsılış sarsıldığı.

Ten bedel olarak onu bir nev'i tasvirdir:

Yâhud tenazu' üzere (.......) ya müteallıktır. RECC, zelzele, şiddetle hareket ve sarsıntı demektir. Ki, bizim Dünya yerinden oynadı ta'birimize benzer.

Ya'ni bütün üzerlerindeki yıkılacak vechile Arz dehşetle sarsılıp sarsılıp dünya yerinden oynadığı

5

Dağlar bir serpiliş serpildiği.

Dağlar da toz duman olup bir serpiliş serpildiği (.......) mazmunu tehakkuk edip

6

Hepsi dağılıp berhevâ bir hebâ olduğu.

Hepsi heva üzerinde uçuşan zerrat haline geldiği

7

Siz de üç sınıf olduğunuz zaman.

Siz de üç çift, ya'ni üç sınıf olduğunuz zaman - hıtab tağlib suretiyle ümmeti hazıra ve ümemi sâlife mecmuu bütün insanlara olabilirse de ba'zı müfessirînin ihtiyarı vechile ümmeti hazıraya olmak bizce daha müreccahtır. O üç sınıf fai tafsıliyye ile şöyle beyan buyuruluyor:

8

Ki, sağda "Ashabı meymene": Ne "Ashabı-meymene!"

ki, Eshabı meymene - MEYMENE, yemin yeri ya'ni sağ kol, sağ taraf yâhud meymenet, yümn-ü bereket ma'nalarına gelir. Sağ taraf, mecalis ve mehafilde ta'zîm ve ihtiram mevkıi olduğuna göre Eshabi meymene ihtiram mevkıinde bulunan yüksek haysiyyet sahibleri demek olur. Ayni zamanda bu gibi kimseler hayra yarar kendilerinden istifade olunur nâfi' zatlar olmak hasebiyle meymenetli de olurlar. Netekim kelimenin iki ma'nasına da işaret için şöyle nazarı dikkat celbolunuyor: (.......) amma ne Eshabi meymene - ya'ni öyle çok meymenet sahibi zatlar ki, yümn-ü bereketleri her vechile gıbta ve hayrete şayan, fikrimizce bu vasıf hıtabın ümmeti hazıraya olduğuna bir tenbih gibidir.

Ya'ni ümemi sâlifede misli bulunmıyan Eshabı meymene. Bunlara mukabil

9

Solda "Ashabı meş'eme": Ne "Ashabı -meş'eme!"

Ve Eshabı meş'eme - MEŞ'EME de şum yeri, ya'ni sol kol, yâhud yümnün zıddı olan şeâmet ve uğursuzluk ma'nalarına gelir. Eshabi meş'eme de solak tarafta alçak mevkı'de bulunan değersiz, yâhud kendilerine ve yakınlarına şeâmeti dokunan uğursuzlar demek olur. İki ma'naya işareten de şu vasıf tekrar olunuyor: (.......) amma ne Eshabi meş'eme ne uğursuz kimseler! - biraz sonra gelecek olan tafsılde Ashabi meymeneye Eshabi yemin denildiği gibi Eshabi meş'emeye de Eshab-ı şimal dahi ıtlak olunacaktır. Ki, vechi orada izah olunur. Bunların hepsinin önünde olmak üzere

10

İlerde sabikun, işte o sabikun.

Sabikun da sabikundur - sebkedip ileri geçmişlerdir. Bunlar hakka kullukta îman ve taatte hayır yarışlarında en öne geçenlerdir. Enbiyai mürselîn, Sahib Yasin, Ali Fir'avnın mü'mini, Mühacirîn ve Ensardan sabikunı Evvelûn unvanını haiz Eshab-ı kiram gibi. (.......), mübteda ve haberdir.

Ya'ni Sabikun unvanını haiz olanlar hakikaten sabikun vasfını haiz olan ve üç sınıfın ilerisinde, menzili maksuda hepsinden evvel varan zevattır.

11

İşte onlar mukarrebundur.

12

Onlar ne'ıym Cennetlerindedir.

Allahü teâlâ ındinde yakınlığa, en yüksek mertebe ve makama irdirilmiş zatlardır.

13

Bir çok evvelînden.

Na'ıym Cennetlerinde mukarrebdirler - rûhanî ve cismanî ni'metlerle lezzeti daime ve safiye içinde mütene'ımdirler.

14

Biraz da âhirînden.

Evvelînden bir çok

15

Murassa' tahtlar üstünde.

Âhirînden de biraz - hıtab ümmeti hazıraya olduğuna göre böyle olması zâhirdir. Sabikunun çoğu evvelînden olmak yaraşır. Netekim sabikun evvelûn Eshabdandır. Hıtab ümemi sâlifeye de şamil olduğuna göre ise evvelînden sabikunun çokluğu bütün enbiya ve mürselîne şamil olması hasebiyledir. SÜLLE, cemaat, çok bir cemaat. Bunların ne'îmlerini tasvir ile ezhana takrib için buyuruluyor ki,

16

Karşı karşıya kurulmuşlar.

Murassa' tahtlar üzerinde. SÜRÜR, serîrin cem'i, serîr, taht ve sandalye ve köşk demektir. MEVDÛNE, altın ve inci ve yâkut, elmas gibi mücevherat çakmalı veya işlemeli ya'ni murassa', yâhud biribirlerine yakın dizilmiş müretteb muntazam demektir.

17

Pırlanır etraflarında muhalled evlâdlar.

Daima vildan şeklinde taze kalan genç hizmetçiler, garsonlar, yâhud hılede denilen bir nevi' küpe ile küpeli uşaklar.

18

Kübler ve ibrıklerle me'ıynden bir piyâle.

Küpler - Sapı ve emziği olmıyan surahı, desti ve küp gibi kaplar (.......) ibrıkler - emziği ve sapı olan kaplar, (.......) dolgun kadeh (.......) menbaından, pınarından akan içki

19

Ne başları ağrıtılır ondan ne de irer zevâle.

Ondan tasdi' olunmazlar - başlarına suda' verilmez, başları ağrıtılmaz.

Yâhud cem'iyyetleri perişan edilmez, lezzetleri kesilmez (.......) nezf de yapmazlar

- akıllarını gidermezler. Serhoş olmazlar yâhud, içdikleri tükenib bitirilmez, zevale irmez.

20

Meyve beğendiklerinden

21

Kuş etti istediklerinden

22

Huri ıyn

23

Saklı inci timsalleri gibi

24

İşledikleri amellere mükâfat için

25

Ne bir boş lâf işidirler orada ne de bir te'sîm.

Orada: o na'ıym Cennetlerinde hiç lagv işitmezler - boş, ma'nasız lâf veya çirkin lakırdı duymazlar. (.......) te'sim de işitmezler. - TE'SİM, isme, günaha nisbet etmektir.

Ya'ni kendilerine günah işlediniz denilmez.

26

Ancak bir kelâm: Selâmen selâm.

Ancak bir kelâm işidirler - ki, o da (.......) selamen semlamdır - kemali selâmetle selâmlanır dururlar.

27

Ashabı yemîn ise ne Ashabı yemîn

Eshab-ı yemîn ise (.......) ne eshab-ı yemîndir! - işbu «eshabülyemin» cümlesi (.......) üzerine ma'tuftur. Yukarıda Eshabülmeymene burada Eshabülyemîn ta'bir olunması tefennün için olmak gerektir. Bunlara Eshab-ı yemîn denilmesi defteri a'malleri olan kitabları Kıyamet günü (.......) mantukunca sağlarından verilmesi hasebiyle olduğu dahi söylenmiştir. Eshabı yemin yemininde sadık, ahdıne vefakâr, işine sahib bahtiyarlar demek de olabilir ki, mukabili hânislik, yeminsizliktir. Bir de Eshab-ı yemîn, sabikan Alellâh için yemînine merbut sadık vefakârlar olabilir.

28

Dal bastı kirazlar

SİDRİ MAHDÛD -yukarılarda da geçtiği üzere Arabistan kirazı ta'bir olunan meşhur nabk ağacının ismidir. (.......) iki ma'na ile tefsir edilmiştir. BİRİSİ silinmiş, tesviye edilmiş, düzgün demektir. Arabistan sidri dikenli bir ağaç olduğu için bununla Cennet sidrinin dikensiz olduğu anlatılmıştır. Hâkim ve Beyhekî Ebî ümame radıyallahü anhten rivayet etmişlerdir: demişdir ki, Resulullahın Eshabı derlerdiki Allahü teâlâ bizi a'rabîlerle ve onların mes'eleleriyle müstefid buyuruyor. Birgün bir a'rabî geldi, ya Resulullah, Allahü teâlâ Kur’ân’da bir şecrei muziye zikrediyor, halbuki ben Cennette sahibine eza verecek bir ağaç bulunacağını zannetmezdim, dedi, Resulullah sallallâhü aleyhi vesellem nedir o? Buyurdu, a'rabî sidir, çünkü onun dikeni vardır dedi, Resulullah buyurduki Allahü teâlâ (.......) buyurmuyormu? Allah onun dikenini silmiştir de her dikenin yerine bir meyve yapmıştır ve onun meyvelerinden her biri yetmiş iki taam rengile açar, bir rengi diğerine benzemez, İKİNCİSİ, Abd İbn-i Hümeydin İbn-i Abbas, Katade, Ikrime ve Dahhâkten tahriclerine göre meyvasının çokluğundan dalları basıp bükülmüş ma'nasına tefsir edilmiştir ki, biz bunu dal bastı ta'birimize yakın görerek mealde dal bastı kiraz diye ifade etmeği o bir ma'nadaki dikensizlik mefhumuna da mutabık olacağı kanaatiyle zevkımıza muvafık bulduk

29

Sıvama muzlar içinde

VE TALHİ MENDUD - meyvesi aşağıdan yukarı istifli, sıvama muz, ba'zıları muz değil, Dünya muzuna benzer meyvesi baldan tatlı bir ağaçtır demişlerdir. Daha başka türlü söyliyenler de olmuştur.

30

Memdud bir saye

Uzanmış bir gölge-tekallus ve tefavütü yok, Fecr ile Güneşin tulûu arasındaki sabah gölgesi gibi lâtîf

31

Çağlıyan bir su.

Ve çağlıyan bir su - yüksekten dökülen akar su. Denilmiştirki kufasız, dolabsız istedikleri yerde akan bir su. Yukarıda sabikînin hali, Dünyada şehirlilerin, mednî halkın imrenecekleri en yüksek saydıkları ezvak ve lezaize göre tasvir olunarak yeni edebiyatçıların «senbolizim» dedikleri remzî tarzda ifade ve temsil edilmiş olduğu gibi Eshab-ı yemînin hali de bedevîleri imrendirecek lâtîf yaylalar manazırını andıran remizlerle ifade olunarak ikisi arasındaki fark medenîlerle bedevîlerin farkı gibi olduğuna bir nevi' işaret yapılmıştır denebilir. Mücahidden menkuldur ki, Vecc, gölgelikleri; talhı ve sidri ile müslimanların hoşlarına gitmişti, Allahü teâlâ (.......) inzâl buyurdu. Dahhâkten rivayette de: müslimanlar Vecce baktılar, imrendiler, nolurdu bunun gibi bizim de olsaydı dediler, bu âyet nazil oldu.

32

Bir çok meyve.

Ve çok meyve. Her türlüsünden bol bol

33

Ne eksilir, ne men'edilir.

Ne maktu' ne de memnu' - ya'ni Dünya meyvaları gibi değil, hiç bir zaman kesilmez, tükenmez, almak istiyenlerden menı' de iade edilmez, yasak da yok

34

Yüksek düşekler.

Ve yüksek düşekler -Ebû Ubeyde demiştir ki, Burada firaştan murad kadınlardır, yükseklik de ma'nevî yükseklik, ya'ni rif'ati kadirdir, zira şöyle buyuruluyor:

35

Biz etmişizdir de onları.

Yeniden inşa biz onlara inşa suretiyle yeni bir neş'et vermişizdir. - İbn-i Cerîr, Tirmizî ve daha diğerlerinin Hazret-i Enes radıyallahü anhten rivayetlerinde Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem bu ayette buyurmuştur ki, (.......) Bu inşa olunan kadınlar Dünyada kocamış, buruşmuş kadınlardır» Taberânî ve İbn-i ebî Hâtim ve daha bir takımlarının rivayetleri üzere Selemetebni Mirsedi Cu'fî radıyallahü anh demiştir ki, Resulullahı (.......) âyetinde işittim şöyle diyordu: Gerek seyyib gerek bikir Dünyadaki kızlar ve kadınlar. Tirmizînin Şemailde rivayet ettiği üzere Resulullaha bir koca karı geldi. Ya Resulâllah Allah’a duâ et beni Cennete koysun dedi, Resulullah: Ya ümme fülân Cennete hiç koca karı girmez buyurdu. Kadın ağlıyarak döndü, Resulullah buyurdu ki, haber verin ona koca karı olarak girmez, çünkü Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: (.......)

36

Yeniden inşa.

Onları hep bikir kızlar kılmışızdır. Öyle ki,

37

Kılmışızdır bir yaşıd ebkâri şeyda.

Hep nazenînler - URUB arubun cem'idir, üç ma'na ile tefsir edilmiştir. - 1) Kocalarına âşıkı şeyda, ya'ni zevcelerini çok seven sevgili kadınlar. - 2) Cilveli ışvekâr. - 3) Güzel söz söyliyen. Şüphe yok ki, ışve ve hüsni beyan da sevişmenin en lâtîf esbabından ve nazenînlik şıarındandır. (.......) hep bir yaşıd - ya'ni yaşları da müsavi, hep bir birine denk. Tirmizînin Hazret-i Mu'azdan rivayet eylediği bir hadîste şöyle vârid olmuştur: Ehli Cennet Cennete. Tüysüz, emred, gözleri sürmeli otuz, otuz üç yaşında olarak girerler.

38

Ashabı yemîn için

Eshabi yemin için - inşa edilmişlerdir. (.......)

39

Bir çok evvelînden

40

Ve bir çok âhirînden.

Bir çok evvelînden ve bir çok âhirînden - ya'ni Eshab-ı yemîn sabikun gibi değil çoktur. Evvelînden de bir çok, âhirînden de bir çoktur. Evvelîn ve âhirîn ya bütün ümmetlerin mütekaddimîn ve müteahhırîni yâhud bu ümmetin mütekaddimîn ve müteahhırînidir. İmam Ahmed ibni Hanbel ve İbn-i Münzir ve İbn-i ebi Hâtim ve İbn-i

Merduyenin Ebû Hüreyre radıyallahü anhten rivayetlerine göre (.......) nazil olunca Eshabi Resulillahın gücüne gelmişti, bunun üzerine (.......) nâzil oldu. Resuli Ekrem sallâllahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, Ben herhalde ümmid ederim siz ehli Cennetin sülüsü olursunuz. Belki siz ehli Cennetin nısfı, yâhud ehli Cennetin şatrısınızdır. İkinci nısfı da onlarla paylaşırsınız» demek ki, ehli Cennet içinde ümmeti Muhammed az olacak diye merak etmişlerdi, bununla o endişe bertaraf edilmiş oldu, şu halde ümmeti Muhammedin evvelîninden sabikun, müteahhırîninden çok olduğu gibi ümemi salifenin sabikunu da ümmeti Muhammedinkinden çoktur. Çünkü ümemi salife içinde Enbiya çoktur. Bununla beraber ümmeti Muhammed sabikununun tabi'ıni ümemi salife sabikununun tabiıninden çok olacaktır. Çünkü ehli Cennetin yarısından ziyadesini teşkil edeceklerdir. Bu, ihtimal ki, nüfusı beşerin gittikçe tezayüd etmesi kazıyyesi ile de alâkadardır. Şayanı dikkattir ki, Sabikunda (.......) buyurulduğu halde Eshab-ı yemînde bu söylenmemiştir. Bundan Eshab-ı yemînin saadeti sabikuna tabi'ıyyetleri sebebiyle mahzı fazl olduğuna bir işaret anlaşılabilir. Netekim zılli memdud ta'birinde de buna bir ima vardır. Bu mazmun Sûre-i Turda geçen (.......) mazmununa şebihtir. Buna nazaran demek olur ki, sabikun, sabık bilhayrat olan enbiya ve eimmei müctehidîn, Eshab-ı yemîn de onların sıdk ile tabi'înidir. Üç sınıfın üçüncüsü bulanan ve Eshab-ı yemînin zıddı olarak sabikunun solunda ahzı mevkı' edip kitabları sol taraflarından verilecek olan şeâmet sahibleri Eshab-ı şimale gelince buyuruluyor ki,

41

Eshab-ı şimal ise ne Eshab-ı şimal!

(.......) ne sulak, ne uğursuz, ne bedbahttırlar!

42

Bir semum ve hamîm.

Bir semum - mesemmata nüfuz eden bir hararet ve bir hamîm - bir kızgın su. Cehennem suyu

43

Ve zifirden bir zılli mağmum içinde.

Ve zifirden bir zıll -kömür veya kurum gibi kararıp duran sisli, boğucu bir gölge içinde. YAHMUM, kömür gibi simsiyah olan şey, zifir ve kara duman ma'nalarına gelir. Buna zulmet denilmeyip de gölge denilmesi tehekküm içindir. İbn-i Abbastan bir rivayette de Cehhennem ehalisini her taraflarından kaplayıp ihata eden perdenin ismidir.

44

Ne serin ne de kerîm.

Serin de değil (.......) kerîm de değil - ya'ni hiç bir hayır ve menfeati ve hiç bir hoşluğu olmıyan bir gölge. Bunların içine düşmelerinin sebebi ise

45

Çünkü onlar bundan evvel mütrefîn: Keyflerine düşkün şımarık müsrifîn idiler

Çünkü onlar bundan evvel, bu azâbın vukuundan evvel mütrefîn idiler - imhal edilerek şımartılmış, keyflerine düşgün, mübalâtsız kimseler idiler

46

Ve büyük cinayete ısrar ediyorlardı.

O hınsi azîme ısrar ediyorlardı - Hıns, esasen günah ma'nasınadır. Yemîninde durmayıp bozmıya da hıns denilir. Müfessirlerin çoğu burada hinsi azîmi büyük günah diye tefsir etmişlerdir. Çünkü (.......) buyurulduğu üzere şirk, zulmi azîm ve ekberi kebairdir. Ba'zıları yemîni gamus, ya'ni yalan yere yemîn demişlerdir. Tekıyyüddini Sübkî (.......) buyurulduğu üzere kuvvetli kuvvetli yemîn ederek ba'si inkâr etmeleri demiştir. Bu ma'na hınsin meşhur ma'nasına muvakıf olur ise de bu suretle

47

Ve diyorlardı ki, Öldüğümüz ve bir toprak, bir yığın kemik olduğumuz vakıt mi? Cidden biz mi mutlak ba'solunacakmışız?

onu tefsirden ibaret olmuş olacağı cihetle evvelki ma'na tercih olunmuştur. Ancak şirki hınsi azîm ta'biriyle ifadenin bir nüktesini de aramak lâzım gelir. Bu nükte ise surei Beraede (.......) buyurulduğu vecihle bunların yemîn tanımaz, yemînlerinde durmaz yalancılar olduklarını da iş'ar etmek olsa gerektir. Netekim bunlara: (.......) diye hıtab edilmesi de bunu te'yid eyler ve bu ma'na ile dirki bunlar Eshab-ı yemînin tam zıddı oldukları tevazzuh eder

48

Ya evvelki atalarımız da mı?

49

De ki, Muhakkak bütün evvelîn ve âhirîn

50

Lâbüd cem' olunacaklar mikatına ma'lûm bir günün

O ma'lûm gün Kıyamet günüdür. MÎKAT, bir şey'in vaktını ta'yin eden haddir. Kıyamet de dünyanın vaktını tahdid ettiği için mîkat ta'bir olunmuştur. İzafet beyaniyyedir. Mîkat olan gün demektir.

51

Sonra siz, ey sapgın münkirler!

52

Lâbüd yersiniz de bir ağaçtan, zakkumdan

Zakkum ağacı hakkında Vessaffat suresine bak

53

Doldurursunuz da karınlarınızı ondan

54

İçersiniz de üstüne o hamîmden

55

İçersiniz hüyam ılletine tutulmuş kanmak bilmez develer gibi

HİM ehyemin veya heymanın cem'idir. Hüyam ılletine uğramış deve demektir. Hüyam, deveye arız olan istiskaya benzer bir susuzluk ılletidirki içer içer kanmaz, onlar da zakkumu yer hamîmi içer içer kanmazlar.

56

İşte bu onların konuklukları o din günü (ceza günü)

(.......) bu işte onların o din günü, ya'ni ceza günü konukluklarıdır. - Nüzül, konukluk, müsafir gelince kahve veya kahve altı gibi ilk sunulan mâ hazardır. İlk konuklukları böyle olunca artık ilerisi ne kadar elîm olacağı düşünülsün. Bu beyandan sonra münkirlere telvini hıtab ile ilzam ve tebkit için Buyuruluyor ki,

57

Biz, yarattık sizi hâlâ tasdık etmiyecek misiniz?

(.......) biz halk ettik sizi (.......) halâ tasdık etmiyecekmisiniz?

Bunu daha ziyade tevzih için de şöyle buyuruluyor:

58

Şimdi gördünüzmü o döktüğünüz menîyi?

(.......) imna ettiğiniz, ya'ni rahimlere dökdüğünüz nutfeyi

59

Sizmi yaratıyorsunuz onu yoksa bizmiyiz yaratan

(.......) sizmi yaratıyorsunuz onu? - Sizmi takdir ve tasvir edib insan biçimine koyuyorsunuz.(.......) yoksa bizmiyiz hâlık - hiç yokken biçimine koyub yaradan.

60

Biz takdir ettik aranızda o ölümü ve bizim önümüze geçilmez.

Aranızda ölümü biz takdir ettik - hikemi bâligayı tazammun eden irademizin muktezasına göre her birinize bir vakıt ta'yin ederek aranızda ölümü kat'iyyen takdir ve taksim eyledik. (.......) Ve biz önüne geçilenlerden değiliz - kimse bize üstün gelemez. İrademizi alıkoyamaz. Her dilediğimizi istediğimiz gibi yaparız kadiriz

61

Kılıklarınızı değiştirmek ve sizi bilemiyeceğiniz bir neş'ette inşa etmek üzereyiz

Müfessirler bu âyette gerek (.......) nın teallûku ve gerek emsalin ma'nası ı'tibariyle bir kaç vecih beyan etmişlerdir (.......) mazmunundaki kudrete veya mahzufa veya (.......) ya müteallık olabilir. (.......) de mimin kesriyle mislin cem'i olabileceği gibi iki fetha ile meselin cem'i de olabilir. Kesr ile mislin cem'i ve (.......) ya müteallık olduğuna göre ma'na: Aranızda ölümü takdir ettik ki, Neslinizi kesmek üzere değil, sizi emsal ve eşbahınıza tebdil etmek üzere. (.......) nin mazmunu olan (.......) ye müteallık olduğuna göre: Aranızda ölümü takdir ettiğimiz gibi sizi giderip yerinize emsalinizi getirmek suretiyle tebdile de kadiriz. Bu surette (.......) gibi olur. Lâkin burada fethateyn ile meselin cem'i olması daha ziyade şayanı tercihtir. MESEL, sıfat ve şekil ma'nalariyle maddî ve ma'nevî temessülü ifade eden huy ve kılık demek olduğundan ma'na şu olur: Gerek efkâr ve ahlâkça ve gerek şekl-ü suretçe bulunduğunuz ve bildiğiniz kılıklarınızı değiştirmeğe (.......) ve sizi şimdi bilemiyeceğiniz bir neş'ette inşa etmeğe kadiriz. Kimse bunun önüne geçemez - Bu ma'na hem dünyevî inkılâbatı hem uhrevî neş'et olan ba'si ifade eder. Ve binaenaleyh hem veıydi ve hem va'di tazammum eyler. Haseni Basrî Hazretleri veıyd cihetini mülâhaza ederek: Sizi maymunlara, hinzirlere çeviririz tarzında bir tehdid olmak üzere ifade etmiştir ki, Sûre-i Nisada geçen (.......) Ayetinin mazmununa benzer. Kelâmın evvel ve âhiri ba's ve ceza ve neş'eti uhra ile alâkadar olduğundan tebdil fıkrası dünyevî inkılâba, inşa fıkrası da ondan sonra muhakkak olan uhrevî ba'se tenbih olarak anlaşılmak en muvafık ma'nâ olur.

62

Her halde ilk neş'eti biliyorsunuz o halde düşünseniz a

(.......) Her halde ilk neş'eti bildiniz - insanın bu Dünya hayatta topraktan sonra nutfeden aleka, mudga tavırdan tavra tekâmül ettirilerek nasıl yaratıldığı gerek müşahede ve tecribeden ve gerek Kur’ân’ın beyanatından ma'lûmunuz bulunuyor (.......) o halde düşünseniz'a - düşünseniz de bildiğiniz bu tarzı tehavvül ve tekâmül ile sizi peyderpey yaratıp bulunduğunuz neş'ete getiren ve aranızda ölümü takdir de etmiş bulunan lâlikınız Allahü teâlânın sizi değiştirip şimdi tafsılâtını bilemiyeceğiniz diğer bir neş'ette ba'setmeğe kadir olduğunu anlasanızâ.

Hayatı beşerin levazımından birisi rızk, rızkta da esas maddî veya ma'nevî hars olduğu için hılkati ıhtardan sonra rızkı ıhtar için harstan bed' ile buyuruluyor ki,

63

Şimdi gördünüzmü o ekdiğiniz tohumu?

şimdi gördünüz mü ekdiğiniz tohumu

64

Sizmi bitiriyorsunuz onu? Yoksa bizmiyiz bitiren?

siz mi bitiriyorsunuz onu - siz mi tutturup büyütüp gayesine iren mezrûat haline getiriyorsunuz? (.......) yoksa bizmiyiz bitiren? - Kurtubî der ki, Ekini eken ekinci (.......) den sonra bu âyeti okuyup şöyle demek müstehabb olur: «Ekini bitiren, yetiştiren Allahü teâlâdır. (.......)» denilmiş ki, bu duâ ekinin âfatını defi' ile intacında mücerrebdir.

65

Onları elbet bir çöpe çeviriverdik de şöyle geveler dururdunuz:

HUTAM, kuru şeylerin kırıntısına denir, çörçöp, ot çöpü, saman çöpü, kabuk kırıntıları gibi (.......) tefekküh eder dururdunuz - TEFEKKÜH esasen türlü yemiş yemek demek olup mecaz olarak teaccüb etmek ve peşîyman olmak ma'nalarına da gelir. Burada murad şaşkınlıkla şu lâkırdıları yemiş yer gibi tekrar tekrar söyler, çiğner, geveler dururdunuz demektir.

Ya'ni şöyle der dururdunuz

66

Her halde biz çok ziyandayız.

Biz her halde çok ziyandayız - ektiğimiz tohumlar zayi' oldu, yaptığımız masraflar boşa gitti, yâhud borçlandık.

Yâhud garam, helâk ma'nasına olduğuna göre; inanın helâk olduk, mahv olduk

67

Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!..

Daha doğrusu biz mahrumuz - ya'ni ektiğimiz mahiv ve ziyan olduğu gibi yiyecek rızıktan da mahrumuz.

Yâhud bundan böyle hiç kazanç ihtimali kalmamış, her şeyden mahrum, sefalete mahkûmuz. Bu sözler bir cümlesini birisi, bir cümlesini diğer birisi söylemek suretiyle muhavere tarzında tekrar tekrar söylenir durur. Bu suretle ye'se kapılarak teşekkür edecek hiç bir ni'met kalmamış gibi mızırdanılır durulur. Düşünülmez ki, bunu söylerken içilecek bir su olsun bulunur ve Allah’ın bundan daha büyük felâketleri olabileceği hatıralara getirilmez, onun için bunun arkasından bir de buyuruluyor ki,

68

Şimdi gördünüzmü o içdiğiniz suyu?

69

Sizmi indiriyorsunuz onu buluttan yoksa bizmiyiz indiren?

buluttan - asıl MÜZN bulut yâhud ak bulut demektir ki, ondan yağmur yağmak nadir olur. Bir de denilmiş ki, suyu daha tatlıdır.

70

Dilesek onu acı bir çorak ediverirdik o halde şükretsenize.

Dilersek onu bir ücac, ya'ni tuzlu bir acı su yapardık ki, içilmek ihtimali olmazdı. Ekilen tohumların bazan çürüdüğü vakı'de ma'lûm, yağmurun acı yağması ise mümkin olduğu yâkud me'külât, meşrubattan daha mühim olduğu için evvelkinde lâm ile, (.......) bunda lâmsız (.......) buyurulmuştur. Gerek evvelkinde, gerek bunda (.......) ile başlıyan iki cümle-i şartıyye Allahü teâlânın harsi ve suyu muhılli intifa' âfat ve ahvalden sâlim kılınaması da inbat ve inzal ni'metlerinden ayrıca şükredilmesi lâzım gelen diğer birer ni'met olduğunu beyan için sevkolunmuş birer cümle-i istinafiyyedirler. (.......) o halde şükretseniz'â - Bütün bu ni'metlerden her birine şükretseniz de biri eksik oluverince hemen mahrumuz diye ye's ile veya biz ekip biçiyoruz diye gurur ile küfrana düşmesenizâ.

71

bir de gördünüzmü o çakdığınız ateşi?

Sonra gördünüz mü o çaktığınız ateşi

- ya'ni biribirini sürtüp çakmak suretiyle çıkardığınız ateşi ki, delk-ü temas ile çıkan bir elektrik ateşi demektir. Sûre (.......) i âyetine bak

72

Sizmi inşa ettiniz onun ağacını? Yoksa bizmiyiz inşa eden?

siz mi inşa ettiniz onun ağacını - ki, ma'ruf merh-u afardır. Maahaza her ağaçta ve elektrik istihsal edilen her şeyde ve çakmak taşında dahi bu ma'na vardır. Netekim (.......) denilmiştir ki, her ağaçta ateş vardır. Fakat merh-u afar şan almıştır. (.......) yoksa biz miyiz inşa eden? - o ağacı diğerlerinden ziyade bir hususıyyetle ibda' ve halk eyliyen? şübhe yok ki, Allahü teâlâ cisimleri o elektrikıyyet hassası ile ibda ve inşa etmemiş olsa idi hiç bir vechile elektrik Istihsali kabil olmaz, ne bedevînin çakmağı çakar ne de bugünkü medenîlerin elektrik fenerleri yanar idi.

73

Biz onu hem bir muhtıra kıldık hem de bir istifade: alandaki muhtaclar için.

Biz onu hem bir muhtıra kıldık - ma'ışet sebebleri kendisine rabtolunup hayat mücadelesine nümune ve Cehennem azâbının ateşini andırıp düşündürecek bir muhtıra (.......) hem de bir meta', bir temettu', bir intıfa' ve kazanç vasıtaıs (.......) alanda bulunanlar için-ıkva' edenler, ya'ni sahraya konup göçenler için. Ondan en ziyade onlar istifade ederler. Çünkü çakmak çakarak ateş yakmak ihtiyacı medenîlerden ziyade bedevîlerde olur. Ve o ağacı en ziyade onlar getirip satarlar. Diğer bir ma'na ile: İhtiyacı çok olan fakırler için. Zira başka bir kâr-ü kesb bulamıyan fakırler hiç olmazsa odun toplayıp getirerek teayyüş ederler.

74

O halde tesbih et rabbine azîm ismiyle

O halde tesbih et Rabbına azîm ismiyle - ya'ni bu ni'metleri ihsan edip duran Rabbın çok büyük ve şirk-ü noksandan münezzehtir. Onun için ona (.......) diye nami azametinı tenzih ederek tesbih eyle, yâhud namaz kıl.

75

Artık yok, o nücumun mevkı'lerine kasem ederim.

Kelâmın maba'dini makabline tertib içindir. Bu tertibin vechini Razî şu suretle ifade etmiştir: Allahü teâlâ hidayet ve dîni hakk ile Resulünü gönderdiğinde ona gereken her şey'i vermiş ve gerekmiyen her şeyden onu tathir buyurmuştur. Ve binaenaleyh ona hikmet, ya'ni kat'î bürhanlarla onların vücuhi isti'malini, ve mev'ızai hasene, ya'ni kalbleri inceltip fikirleri tenvir edecek müfid nutuklar ve en güzel yollarla mücadele usullerini bahşetmiş ve herkesi herhangi bir suretle muarazasından âciz bırakmış, bununla beraber kâfirler îmana gelmemişlerdi. Bütün bunlar kendisine okunup da îman etmiyen kimsenin ise nihayet diyeceği şu olur: Bu beyan, müdde'înin haklı olmasından değil, zihninin kuvvetinden ve edillenin terkibine iktıdarından, ve sözünün zuhuriyle değil, cidalinin kuvvetiyle galebe edeceğini bilmesindendir.

Netekim birçokları mübahasede âciz kalınca derler ki, hak benim yedimde olduğunu sen bilirsin ammâ beni zayıf görüyorsun insaf etmiyorsun, vaz'ıyyet bu noktaya gelince de öyle bir hasma söylenecek sözde yemîn ile te'minat vermekten başka çare kalmaz. Onun için Allahü teâlâ inzal buyurduğu âyat ve delâilini bir de türlü kasemlerle te'yid buyurmuştur. Ve bundan dolayı ilk nâzil olan Sûrelerde ve bahusus süb'ı ehîrde kasem çoktur. Bu kasem suretlerinden birisi de (.......) dir. Bunda kasem fi'li tasrih olunmakla beraber evvel emirde birde (.......) ile nefi vardır. Bu (.......) hakkında müfessirîn başlıca üç vecih beyan etmişlerdir. Birçokları kelamın âhengini tezyin için ziyade kılınan ve nefi ma'nası maksud olmıyan lâi zâide olduğuna kail olmuşlardır. Ba'zıları da lâmı te'kid ve aslı (.......) olup vakıf halinde olduğu gibi fethası işba' edilmiş olduğunu söylemişlerdir. Diğer ba'zıları da lâ, vallâhi denildiği gibi aslı üzere nafiye olduğunu söylemişlerdir ki, bizce zâhir olan da budur. Binaenaleyh ma'na şu olur: yok: iş öyle zannettikleri gibi değil, yemîn ederim, yahud artık başka söze lüzum yok kasem ederim (.......) o nucumun mevki'lerineki: - nucum, yıldızlar demek olduğuna göre mevki'leri guruh ettikleri veya tulu' ettikleri mahaller, ya'ni Magribleri ve meşrıkları yâhud semadaki mevzi'leri, burcları ve menzilleri, yâhud şihabların sukut ettikleri mevki'ler, yâhud kıyamet günü döküldükleri sıra düşecekleri mevki'ler olmak üzere dört beş veche veya hepsine muhtemildir. Maamafih burada da nücum Kur'ânın necimleri ya'ni her tenzilde indirilen kısımları ma'nasına olmak daha muvafıktır. Bu ma'na tevriye suretiyle olsun herhalde murad olacağından nücum yıldızlar diye terceme edilmemek lâzım gelir. Bu ma'naca o nücumun mevki'leri ise Melaikenin, Peygamberin, hafızların kâlbleri, yâhud yazıldıkları sahifeler veya ma'naları veya nüzulüne sebeb olan vakıat ve ahkâmdır. Şu halde mevakıı nücum ıtlak olunanların hepsine şumulü en muvafık ma'na olur.

76

Ve filhakıka o bilseniz çok büyük bir kasemdir.

77

Ki, hakıkaten o bir Kur’ân-ı Kerîm’dir.

Bir cümle-i mu'terızadır. (.......) mu'terıza içinde mu'terızadır.

78

Öyle bir kitabda ki, mahfuz tutulur.

Kasemin cevabıdır (.......) Kerîm - ya'ni çok faydalı, feyızlı, çünkü maaş ve meade müteallık bir çok mühim ılimlerin esaslarını muhtevidir. Diğer bir ma'na ile: gayet güzel, hoş, tekrîm ve ihtirama layık, diğer bir ma'na ile de: Allahü teâlâ ındinde mükerrem.

79

Ona tertemiz temizlenmiş olanlardan başkası el süremez.

Meknun bir kitabda - MEKNUN, saklı, ya'ni temiz tutulmak, kirletilmemek, zayi' edilmemek için saklanır, mahfazalar içinde mahfuz tutulur. Mushaflar öyle mahfuz tutulmalıdır. Öyle ki,, mutahher olanlardan başkası ona el süremez. - Bu nefiy, nehiy ma'nasındadır.

Ya'ni taharetsiz kirli eller ona dokunmasın, ancak maddî ve ma'nevî pislikten: hubs-ü hadesten taharetle temizlenmiş îmanlı, abdestli kimseler temass etsin. Bu âyet sebebiyledirki Fıkıhta cünüb iken Kur’ân okunamıyacağı ve abdesti olmıyanın Mushafa mess edemiyeceği beyan olunmuştur.

80

Rabbül'âlemînden indirilmedir.

Çünki Rabbülâlemîn tarafından indirilmiş bir tenzîldir O.

81

Şimdi bu kelâma siz yağ mı süreceksiniz?

Şimdi siz bu kelâma yağ (leke) mi süreceksiniz, hürmetsizlik edip inkâr veya taharetsizlikle onu kirletmeğe mi kalkışacaksınız?

82

Ve rızkınızı tekzibiniz mi kılacaksınız?

Ve rızkınızı sırf tekzibetmenizden ibaret mi kılacaksınız?  

Ya'ni o kitabdan nasıbinizi onu tekzibetmek, bu suretle o ni'mete karşı nankörlük eylemekten ibaretmi yapacaksınız? Çünki ondan istifade edecek yerde ona hörmetsizlik etmek, onu kirletmeğe çalışmak ondan alınacak nasîbi küfr-ü inkârdan ibaret kılmaktır. Bunun üzerine de tekzib ve inkârda israra karşı akıbeti göstererek Buyuruluyor ki,

83

O halde haydiseniz'â can hulkuma geldiği vakit.

O halde haydiseniz'â can hulkuma geldiği vakıt - (.......) tekzib üzerine tertibi kelâm için, (.......) da acizlerini göstermek üzere tahdıyd içindir, cevabı ikinci (.......) den sonra gelecek olan (.......) fı'lının tahtindeki (.......) zamiri nefse, ya'ni ruha racı' olduğu kelâmın cereyanından ma'lûmdur. HULKUMA buğaz demektir. Lisanımızda da can hulkuma geldiği vakıt denilirki ruh çıkmak üzere bulunduğu son ihtizar vaktı demektir.

84

 Ki,, siz o vakit bakar durursunuz.

(.......) vav, i'tirazıyyedir.

Ya'ni onun etrafında hazır bulunan alâkadarlar, sizler (.......) o sıra - içinizden birinin canı hulkum geldiği o demde (.......) bakar durursunuz - onun sekeratını görür, kurtaracak hiç bir şey yapamaz, acz içinde kara kara bakarsınız

85

Biz ise ona sizden yakınızdır ve lâkin görmezsiniz.

Biz ise ona: o can çekiştiren arkadaşınıza sizden daha yakınızdır. - Gerek ılim gerek kudret gerek tesarruf cihetiyle her hususta yakın. Siz onun ahvalinden yalnız zâhirde gördüğünüz asarını tanıyabilirsiniz. Onun künhüne, keyfiyyatına, batındaki hususıyyatına vakıf olamaz, ve onlardan hiç birini defı' edemezsiniz, biz ise hepsini bilir ve dilediğimizi yaparız. (.......) ve lâkin siz görmezsiniz - o yakınlığı idrâk etmezsiniz

86

Evet haydiseniz'â dîne boyun eğmiyecek, ceza çekmeyecekseniz.

O vakıt haydiseniza -bu (.......) evvelkini te'kiddir. (.......) eğer siz hak dinin hukmüne tabi' olmıyacak tekzibinizin cezasını çekmeyecekseniz.

87

Onu geri çevirseniz'â! Da'vanızda doğru iseniz.

Ve amma o hulkuma gelen canı geri çevirseniz'a

Bu cümle (.......) ların cevabı olmakla beraber (.......) şartıyesinin cezası makamına da kaimdir.

Onu çevirseniz'a bakalım (.......) eğer sadıksanız - Allah’ın dinine tabi' olmamak vahdaniyyetle rububiyyetini tanımamak da'vasında doğru iseniz!..., Fakat ihtimalimi var? İşte siz Allahü teâlânın hukm-ü kudreti altında öyle âciz öyle mahkûmsunuz. Şimdi hâtime olarak o müteveffanın ölümden sonraki halini beyan için de Buyuruluyor ki,

88

Amma o mukarrebînden ise,

O ölen kimse, Allah'a yakın olanlardan ise, sûrenin baş tarafında zikredilen üç sınıftan en ileride bulunan sâbikûndandır ki,, bu, en yüksek vasıfları olan "mukarrebûn" ile zikredilmişlerdir.

89

Artık bir revh-u reyhan ve bir Cennet-i ne’îm.

90

Ve amma Eshab-ı yemînden ise.

Amma Eshab-ı yemînden ise - aynen bâladaki unvan ile zikredilmişlerdir.

91

Artık selâm sana Eshab-ı yeminden.

Artık ona bir revh - REVH, rahat, rahmet, ferah, hayatı daime ma'nalarına gelir. (.......) Ve bir reyhan - güzel bir rızk (.......) ve bir ne’ıym Cenneti - hiç kederi olmıyan bir ni'met ve saadet Cenneti.

Artık sana Eshab-ı yemînden selâm - Eshab-ı yemînin birbirlerine selâmını tarafı ilahîden ıhbardır.

92

Ve amma o tekzib eden sapgınlardan ise

Ve amma o tekzib eden dallînden, o sapgın münkirlerden ise - ki, bunlar eshâb-ı şimaldır ki,, (.......) diye tavsıf ve zemmedilmişlerdi. Dallîn vasfı, sıfat-ı kâşifeleridir.

93

Her halde konukluğu hamîm

94

Ve yaslanacağı Cahîmdir.

95

İşte budur hakikat, hakkulyakîn.

Hakikaten işte bu - bu Kur'ân, bahusus Sûrede zikrolunan haber ve nihayet üç sınıftan her birine ait ecr-ü ceza (.......) hiç şübhesiz hakkulyakîndir o. - Yalnız ılmülyakîn ve aynülyakîn değil, hakkulyakîndir. Onlar bunun içinde mütehakkık olarak kalacaklardır.

Hak ve yakîn ikisi de aynî ma'nayı ifade ettikleri halde Hakkın yakîne izafeti hakkında hayli söz söylenmiştir. En muvafıkı İbn-i Atıyyenin beyanı ve Razînin dediği vechile hakkulhak ve savabüssavab demek gibi bir nevi' te'kiddir ki,, yakînin son derecesi, daha fevkında bir vusul bulunmıyan en yüksek mertebesi demek olur.

(.......) Filvakı' yukarılarda da geçtiği ve Seyyid’in Ta'rifat’ında da ta'rif olunduğu üzere yakîn üç mertebe olarak mülâhaza olunur. İlmülyakîn, aynülyakîn, hakkulyakîndir. Hakkulyakîn ılm-ü ıyandan geçip bil-fiil içinde tehakkuk ile yaşanan hakikat demektir. Demişlerdirki hakkulyakîn, Abdin hakta fani olması ve onunla yalnız ılmen değil, hem ılmen hem şuhuden hem halen bakasıdır. Mesela, her âkılin ölümü bilmesi ilmülyakîndir, Melâikeyi muayenesi aynülyakîndir. Ölümü tatması hakkülyakîndir.

96

Haydi tesbih et Rabbına azîm ismiyle.

O halde tesbih et rabbine azîm ismiyle - bu Sûrenîn de terci' ayeti budur. Allahü teâlâ hakkı beyan buyurduktan sonra kâfirlerin imtinaı üzerine Resulüne buyuruyorki kâfirler imtina' etseler de sen onları bırak, gerek tasdık etsinler, gerek tekzib etsinler hemen.

Rabbine tesbih et, hem de azîm ismiyle tesbih et. Bu suretle bu âyetin üst tarafına bir tertibi bulunduğu gibi ma'na ı'tibariyle gelecek surenin başına da bir irtibatı vardır ki, şu ma'nayı ifade eder. Bütün Göklerde ve Yerdeki mevcudat, Allah’ı tesbih eder, sen onlara nazaran bir şirzimei kalîle demek olan kâfirlere bakma da bütün kâinat ile beraber Rabbına tesbih ve onun namı azameti, ismi a'zamı ile tenzih eyle.

0 ﴿