MÜCÂDELE

Mücadele suresi, dal üstün de esire de okunabilir, ikincisi daha ma'ruftur. Buna (.......) Sûresi dahi denilir. Hazret-i Übey radıyallahü anhın mushafında surei Zıhâr denilmiş olduğunu da Âlûsî zikreder. Bu Sûre-i celîle Medenîdir. Atadan: Aşri evvel Medenî bakısi Mekkî diye de bir rivayet vardır. Kâdî Beyzavî bunun aksini, ya'ni aşri evvel Mekkî bakısi Medenî denildiğini kaydetmiştir.

Âyetleri - Mekkî ve medenî ta'dadında yirmi bir, sairlerinde yirmi ikidir. Ihtilaf (.......) dedir.

Kelimeleri - Dört yüz doksan üçtür.

Harfleri - Bin dokuz yüz doksan ikidir.

Fasılası (.......) harfleridir.

(.......) kesriyle elmücadile, ismi fail müfred müennes olup (.......) buyurulduğu üzere mücadele eden kadın demektir. (.......) fethiyle mücadele ise bunun masdarıdır. Maamafih gerek bu kadının mücadelesine ve gerekse Sûrenin diğer âyetlerinde kâfirler ve münafıklarla olan mücadele mazmunlarına dahi muntabık olur. Mücadele esasen çekişmek, ya'ni iki tarafın kendi da'vasını isbat için tekrar tekrar suâl ve cevab ile karşılaşması, şiddetle münakaşa ve muhasame etmesi demektir.

Hadîd suresinden sonra mücadele Sûresinin başlaması ne kadar mânalı olduğunu da beyana hacet yoktur.

Hadîd suresi (.......) diye hıtam bulmuştu. Bu Sûrede evvel emirde Allahü teâlânın bir kadın hakkında tecelli eden fadlının beyaniyle başlıyacak, sonra da Allah ve Resulü ile yarışa kalkışan kâfirlere ve münafıklara hadlerini bildirecek ve nihayet mü'minlere va'di rıdvan ile hıtam bulacaktır. Bu suretle işbu mücadele Sûresinin evvel emirde kadın ve aile hukukunun tanzımine dair ahkâm ile başlaması hem dinden maksud olan adâletin icrası için ilk evvel en zaıyfların şikâyetlerini dinleyip insaf ve rahmet dairesinde haklarının mümkin olduğu kadar ihkakı lüzumuna hem de düşmanlarla çarpışmazdan evvel dahilî umurun tanzîmi vücubuna bir tenbih gibidir. Şöyleki:

1

Evet işitti Allah işitti o kadının dediğini ki, kocası hakkında sana mücadele ediyor ve Allah’a şikâyet eyliyordu, Allah da muhaverenizi dinliyordu, çünkü Allah işidir görür

(.......) tahkık ve tevkı' ya'ni vukua intizar ma'nalarına geldiğinden meal şu olur: evet Allah işitti, hakikaten beklendiği gibi işitti, dinleyip iycabını icra etti (.......) o kadının sözünü ki, zevci hakkında sana mücadele ediyor ve Allah’a şikâyet eyliyordu - gam ve kederini döküyor, çaresini istiyordu. Rivayetlerin hasılına göre bu âyetlerin inmesine sebeb olan bu kadın Ensardan Evs İbn-i Samitin zevcesi Havle binti Sa'lebe idi. Vak'a şöyle olmuştu: Zevci bulunan Evs İbn-i Samit - ki, Ubade İbn-i Samitin biraderi idi - ıhtiyarlamış, titizlenmişdi bir gün kadın kendisinden bir şey istemiş, oda öfkelenib (.......) sen bana anamın sırtı gibisin» deyivermişti ki, buna zıhar ta'bir olunur. Cahiliyye örfünde bir adam karısına bu sözü söylediği zaman o kadın ona haram olurdu. Bir daha alamazdı. Bu hadise islâmda ilk vaki' olan bir zıhar olmuştu, derken çok geçmeden söylediğine pişman olup kadını kendine çağırmış, kadın imtina' etmiş «canım elinde olan rabbime kasem ederimki sen o lakırdıyı söyledikten sonra Allah ve Resulü hukmünü verinciye kadar sen benim yanıma gelemezsin, git Resulullaha danış» demişti. Zevc «Ben utanırım Resulullaha bunu soramam» cevabında bulunmakla kadın «ben gider sorarım» deyip Resulullahın hanei saadetinde huzuruna vardı. «Ya Resulallah: Evs beni tezevvüc ettiğinde ben genc idim, mergub idim, vaktâki yaşım ilerledi, bir çok evlâdları oldu,

şimdi beni anası gibi kıldı, kimsesiz bırakıverdi, eğer bana bir ruhsat bulur da beni yine onunla geçindirirsen beyan buyur ya Resulâllah» diye arzıhal etti. Resulullah «Ben şimdiye kadar bu babda bir şey ile emrolunmadım, re'yim haram olmuşsun» buyurdu. Kadın «vallahi talâk zikretmedi» dedi. Resulullâh «Haram olmuşsun» buyurdu. «Kurbanın olayım nazar buyur ya Nebiyyallah» dedi, bu yolda Resulullaha kirâren mirâren mücadele etti, sonra da Allah’a arzı şikâyet ederek «Allah’ım yalnızlığımın şiddetinden ve bana zor gelecek olan ayrılmamın acısından sana şikâyet ederim, küçük çocuklarım var, onları ona bıraksam zayi' olacaklar, kendime alsam aç kalacaklar» diye ağılyor, başını göğe kaldırıyor «Allah’ım sana şikâyet ederim, Allah’ım Peygamberinin lisanına bir vahiy indir» diyordu. Oradan ayrılmamıştı, nihayet hakkında Kur’ân nâzil oldu, vahyin şiddeti açıldıktan sonra Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem «Ya Havle müjde» buyurdu. (.......) okudu. Bunun üzerine kadının zevcini çağırttı «O yaptığın yemin ile muradın ne idi?» buyurdu, onun keffareti var mı? Dedi, aleyhissalâtü ves-selâm «Bir rakabe âzad etmeğe gücün yeter mi?» diye sordu, «Lâ vallah ya Resulâllah ona gücüm yetmez, malımın hepsi gider, rakabe bahalıdır benimse malım azdır» dedi, «Ona gücün yetmezse iki ay sırasiyle oruc tutabilir misin?» buyurdu, «Lâ vallah ben günde üç kerre yemezsem gözümün feri kaçar» dedi, «O halde altmış miskin doyurabilir misin?» buyurdu «Lâ vallah meğer ki, bana iane buyurasınız» dedi, Resulullah da «Ben sana onbeş sâ' ile yardım ederim ve bereketine duâ eylerim» buyurdu, bu suretle aralarını düzeltti. Hazret-i Aişe radıyallahü anhten rivayet olunur ki, şöyle dermiş: (.......) Ne büyüktür o işitmesi seslerin hepsini ihata buyuran Allah tebareke ve tealâ, ki, kadın, Peygamber Sallallahü aleyhi vesellem Hazretlerine halini arzederken öyle yavaş fısıltı ile söylüyordu ki, yanlarında ben söylediklerinin ba'zısını işitiyordum, ba'zısını işitmiyordum. Resulullaha zevcinden şikâyet ediyor, ya Resulâllah gençliğimi yedi, karmın ona saçıldı (.......) ya'ni ona evlâdlar doğurdum, nihayet sinnim ilerleyip çocuktan kesildiğim zaman bana zıhar yaptı, Allah’ım sana şikâyet ediyorum diyordu. Yerinden ayrılmadan nihayet Cibril aleyhisselâm şu âyetlerle nâzil oldu: (.......) ve yine rivayet olunur ki, Hazret-i Ömer radıyallahü anh bu kadın yanına geldiği zaman ona ikram ederdi ve Allahü teâlâ onu dinledi derdi. İbn-i ebî Hâtim ve Esma ve sıfatta Beyhekî rivayet etmişlerdir: Hazret-i Ömer radıyallahü anh nâs ile beraber giderken bu kadın onun durmasını istedi, Hazret-i Ömer de durdu ve ona yaklaştı ve elini onun omuzuna koyup onu ı'tina ile dinledi, o da hacetini bitirdi, çekildi gitti, birisi ya emîrelmü'minîn! Şu koca karının karşısında Kureyşin ricalini beklettin dedi, yuf sana kim o biliyor musun? Buyurdu, hayır dedi, bu o kadındır ki, Allahü teâlâ yedi semanın fevkınden onun şikâyetini dinledi, bu Havle binti Sa'lebedir, vallah geceye kadar gitmese idi o hacetini bitirmeden ben ayrılmazdım buyurdu. Buharînin tarihinde rivayetine göre müşarünileyha kadın Hazret-i Ömere dur ya Ömer! Dedi, o da durdu, kadın ona iri söz söyledi. Birisi ya Emîrelmü'minîn ben bugün gibisini görmedim dedi, Hazret-i Ömer radıyallahü anh de şöyle dedi: Nasıl dinlemem ki, onu Allahü teâlâ dinledi de hakkında (.......) âyetlerini indirdi. (.......) Sebeb-i nüzulüne dair olan bu rivayetlerden şu da anlaşılıyor ki, orf-ü âdet neshedilmedikçe mu'teber olur. Zıhar hakkında henüz bir huküm nâzil olmamış bulunduğu için Resulullah urf-ü teamül mucebince kadına haram olmuşsun buyurmuştur. Bu gibi delîllerden dolayıdır ki, âdet muhakkemdir kazıyyesi Fıkıhta bir kaidei külliyye ittihaz olunmuştur. Yukarıda da geçtiği üzere zıhar islâmdan evvel Arabların orfünde kat'î bir hürmet ifade ediyordu ve bunun hılline bir çare yoktu. Kur’ân zıhar olmak üzere söylenen sözün islâma yakışmaz bir münker ve zûr, ya'ni çirkin bir yalan olduğunu beyan etmiş, evvel emirde ondan ihtiraz olunması lâzım geldiğini ve maamafih söylendiği takdirde de hiç hukümsüz kalmayıp yine hürmet hukmünü ifade edeceğini ve ancak münker olarak söylenen o sözü bir keffaret ile telâfî ederek geri alıp o hurmeti kaldırmak lâzım geleceğini beyan ile mezkûr orfü kısmen ibka ve kısmen nesh ile ta'dil etmiş ve bu suretle çirkin âdetlerin ıslahı lüzumunu göstermiştir. Şöyle ki,

2

İçinizden (.......) ile kadınlarından ayrılmağa kalkışan kimseler bilmelidirler ki, O kadınlar onların anaları değildir, anaları ancak onları doğurmuş olanlardır. Bununla beraber onlar her halde çirkin ve asılsız bir lâkırdı söylüyorlardır. Maamafih Allah’ın afvı, mağfireti çok olduğunda da şübhe yoktur

Kadınlarından zıhar yapan kimseler - ya'ni zıhar ta'bir olunan sözle kadınlarından uzaklaşan kimseler - sırt ve arka demek olan (.......) kelimesinden me'huz olan zıhar veya muzahere: bir kimsenin zevcesine sen bana anamın zahrı ya'ni arkası gibisin demesi veya onun bir uzvunu kendine mahrem olan kadınlardan birinin karın, bel, kasık gibi nazar haram olan bir uzvuna benzetmesidir ki, halalı haram kılan çirkin bir sözdür. Evvel emirde bunun söylenmesi caiz olmıyan bir münker, bir cinayet olduğu anlatılmak üzere şöyle buyuruluyor. Cahiliyede o sözü söylemeyi adet etmiş olanlar bilmelidirlerki: (.......) o zıhar yapdıkları kadınlar onların anaları değildirler. (.......) onların anaları ancak onları doğurmuş olan valideleridir. - ki, (.......) mantukıyle emzirenler ve (.......)

mantukıyle Peygamberin zevceleri dahi analar hukmündedir. (.......) ve haberleri olsunki onlar - o zıhar sözünü söyleyenler.......) herhalde münker, ya'ni gayri meşru', çirkin bir lakırdı ve bir yalan söyliyorlardı - yalandır. Çünkü kadınları anaları değildir. Hem gayre muzır bir yalandır, bir tezvirdir, kadının gönlünü kırar ve hukukunu haleldar eder. Bununla beraber çirkin bir sözdür çünkü anasının veya mahreminin na mahrem bir uzvunu ağzına almaktır. Bunlarla beraber Allah’ın halâl kıldığını haram kılmak gibi bir küstahlıkla hukukullaha tecavüzdür. O halde ağza alınmaması lâzım gelen bir cinayet, bir günahtır. Fakat söylenince de hukümsüz kalamaz. Ihbârı yalan olmakla beraber iktizasiyle bir hurmet inşâsından hâliy de olamaz. Öyle ki, erkeğin ağzından çıkan bu çirkinlik kadının hayız zamanındaki ezaya benzer bir hurmet ifade eder (.......) maamafih şu da muhakkak ki, Allah afvı çok bir gafurdur. - Onun için o çirkinliği öyle günahkârlara tevbe ve rucu' ile o süzü geri almak ve bir keffaret ile o çirkinliği örtüp temizleterek afv-u mağfiretine irmek çaresini de teşrı' ve şu suretle ta'lim buyurmuştur:

3

Ve öyle kadınlarından zıhar ile ayrılmağa kalkıp da sonra dediklerini geri alacak olanlar onun için ikisi temass etmezden evvel bir kul âzad etmek lâzımdır, bunu duydunuz'a işte siz bununla öğütlenirsiniz, ve Allah her ne yaparsanız haberdardır.

Kadınlarından zıhara kalkışıp da (.......) sonra dediklerini telâfı için dönecek olanlar - ya'ni söylediklerini geri alıp evvelki gibi zevcesiyle geçinmek, zevciyyet muamelesi yapmak istiyenler ki, bunu istemelidirler. Fakat kendilerini kirletmiş olan o çirkinliği telâfi edip temizleyebilmek için mücerred niyyet etmek veya sözü geri almak kâfi gelmeyip ona keffaret olacak güzel bir amel yapmak da lâzımdır. (.......) onun için, ya'ni zıharden dönmek için çare bir rakabe azad etmektir. - RAKABE, esasen boyun kökü demek ise de mecazen zatta ve alelhusus hürrolmıyan zatta şayı'dır.

Ya'ni büyük veya küçük, erkek veya dişi bir kul azad edip hurriyyete kavuşturmak keffaret olarak vacibdir. Demek ki, ındallah o çirkin sözü söylemek kadının haysiyyet ve mevcudiyyetini öldürmek mânasını tazammun etmek ı'tibariyle bir insanı hataen öldürmek cinayeti kadar büyük bir günâhtır. Ancak ona benzer bir keffaretindeki mü'mine kaydine hamlederek bunun da mü'min olmasını şart kılmış ise de Hanefiyye, hadise muhtelif olduğu zaman mutlakın mukayyede hamli caiz olmayıp ıtlakı üzere cereyan etmesi lâzım geleceğini ve binaenaleyh burada mü'min şart olmayıp velev gayri mü'min mutlak bir rakabe azadı kâfi olduğunu beyan etmişlerdir. Kör veya elleri yâhud ayakları kesik yâhud bir taraftan bir eliyle bir ayağı kesik yâhud ellerinin baş parmakları kesik olan kâfi olmadığını da söylemişlerdir. Hem bu azadı (.......) temaslarından evvel - yapmak lâzımdır. Bu kayid, zıharın hörmet ifade ettiğini de dal bilişare suretiyle anlatmış oluyor.

Ya'ni zıhar zevcin zevcesine el sürmesine mâni bir günah olduğu için onu geri almak istiyen zevc temizlenmesi için keffaret olan bu azadı zevcesiyle zevciyyet muamelesi yapmazdan evvel yapmak vacibdir. Ondan evvel temass ederlerse harâmı irtikâb etmiş, günaha girmiş olurlar. Gerçi nikâh bâkıy olduğu için bu bir zina olmazsa da hayız halinde yaklaşmak gibi haram ve çirkinlik üstüne çirkinlik olur. (.......) bu - ya'ni böyle temastan evvel bir rakabe azadı ile keffaret hukmünü duydunuz'a işte bu huküm (.......) siz bununla öğütlenirsiniz - va'ız olunur, nasihat alırsınız. Zıhar denilen şeyin Allah ındinde ne büyük bir cinayet olduğunu anlar ıbret alırsınız. (.......) Hem Allah her ne yarasanız haberdardır. - Gerek zıhar gibi çirkin ve gerek bir kula hürriyyet kazandırmak gibi güzel amellerden gizli açık her ne yaparsanız bilir. Binaenaleyh yaptığımızı gizleriz de haberi olmaz zannetmeyiniz.

4

Ona gücü yetmiyen de ikisi temass etmezden evvel sırasiyle iki ay oruc tutsun, ona da güç yetiremiyen altmış yoksul doyursun, bunlar Allah ve Resulüne îman edesiniz diyedir ve bunlar Allah’ın çizdiği hududdur, kâfirler için ise elîm bir azâb vardır.

Her kim de güc yetiremezse - bir kul âzad etmek vücd-ü kudretini haiz olmaz: Gerek malca kendisine kifayet edecek mıkdardan fazla ıktidarı bulunmaz ve gerek hürr olmıyan memlûk bir kul bulunmazsa (.......) her ikisi temass etmezden evvel birbiri ardınca iki ay oruc tutsun - onun da keffareti budur. (.......) Buna da güç yetiremiyen - yine ikisi temass etmezden evvel (.......) altmış miskîn doyursun -sadakai fıtırde olduğu gibi hadîslerde beyan olunduğuna göre her miskîn için akallî buğdaydan yarım sâ', arpadan veya hurmadan olursa bir sâ' takdir olunmuştur. Herbirinin onları da kendisi gibidir. Tafsılâtı için fıkıh kitablarına müracaat oluna. Bu da onun keffaretidir. İşte Cenâb-ı Allah kudretlerin derecesine göre böyle üç derece keffaret ile zıhar münkerinin telâfîsini afv-ü mağfiretiyle teşri' buyurmuştur (.......) bu - beyan olunan iycab (.......) Allah’a ve Resulüne îman edesiniz diyedir. - Zıhar gibi Cahiliyye âdeti olan münkeratı bıraksanız da Allah ve Resulünün teşri' ve tebliğ buyurduğu güzel ahkâma îman ve mucebince amel edesiniz diyedir. Çünkü bunda hem aile hayatı noktai nazarından kolaylık hem de ahlâkî bir temizlik ve güzellik vardır. (.......) ve bunlar - bu beyan olunan hukümler, zıharın münker olması, rücuun meşruıyyeti ve temastan evvel istitaatin derecesine göre üç mertebe keffaretten birinin vücubu (.......) Allah’ın ta'yin buyurduğu hududdur. - Bunları tecavüz etmek caiz olmaz. Binaenaleyh haddinizi bilin bu hududda durun. Bunun için Fukaha demişlerdir ki, kadın zıhar yapan kocasını keffaret ve rücua cebreder. Ve keffaret yapılmayınca kendisini teslim etmez. Hâkim de kadının zararını def' için zevci habs-ü ta'zir ile keffarete cebir eyler. Keffaretimi yaptım derse yalancılıkla meşhur olmadıkca tasdık olunur. (.......) Bunları tanımayıp tecavüz eden kâfirlere de elîm bir azâb vardır.

5

Muhakkak ki, Allah ve Resulüne had yarışına kalkanlar çarpıldılar, tıpkı onlardan evvelkilerin çarpıldıkları gibi, halbu ki, açık açık âyetler de indirmiştik, kâfirlere hem de hakaretli bir azâb var

Bu âyet işbu Mücadele Sûresinin asıl «mâsika leh» ini teşkil eden hedefi demektir. Onun için bu mazmun evvel ve âhirinde tekrar olunacaktır.

Ya'ni muhakkak ki, Allah ve Resulüne hudud yarışına kalkanlar - Kâdî Beyzavînin kısaca beyanına göre Allah ve Resulünün hududunu tanımayıp onlara adavet eden veya onların ta'yin buyurduğu hududun gayrı ahkâm vazı' veya ihtiyar etmeğe kalkışan kimseler. Âlûsî tefsirinde bu münasebetle erbabı hall-ü akıd tarafından kanun vazı' ve salâhiyyetinin hududu hakkında ba'zı tafsılâtta bulunmuştur. Müraceat oluna, hasılı Allah ve Resulü ile rekabete kalkışan kimseler (.......) itildiler, yâhud çarpıldılar, yâhud tepelendiler - Ukalâlık taslarken yüzleri üstü kakıldılar (.......) onlardan evvelkilerin itildikleri, çarpıldıkları gibi (.......) halbuki biz açık açık âyetler de indirmiştik - Peygamberin sıdkına delâlet ediyor, doğru yolu gösteriyor, Allah ve Resulüne karşı gelmenin fenalığını anlatıyordu. Bundan başka (.......) Kâfirlere bir de mühîn, hakaretli bir azâb var - Fakat o Dünyada değil, âhırette

6

O gün ki, Allah onları hep ba's edecekte bütün yaptıklarını kendilerine haber verecek, Allah onu bir bir saymış onlarsa onu unutmuşlardır, Allah her şeye şahiddir.

O gün ki, Allah onların hepsini birlikte toplayıp ba'sedecek de (.......) yaptıklarını kendilerine haber verecek - şâhidler huzurunda tezlil, tahkır eyliyecek (.......) onlar onu unutmuşlarsa da Allah onu bir bir saymış, defterlerine geçirmiştir (.......) ve Allah her şeye şâhiddir. - Hiç bir şey onun ılminden kaçmaz.

7

Görmez misin Allah Göklerdekini ve Yerdekini hep bilir, herhangi bir üçün bir fısıltısı oluyor mu mutlak o dörtleyicileri, gerek beşin mutlak o altılayıcıları, gerek daha az gerek daha çok her nerede olsalar mutlak o beraberlerindedir, sonra bütün yaptıklarını Kıyamet günü kendilerine haber verir, haberiniz olsun ki, Allah her şeyi tamamiyle bilir.

(.......) Allahü teâlânın her şey'e şâhid olduğuna istişhaddır. (.......) de rü'yet, şehudi âyâttan müstenbat ılim mânasınadır.

Ya'ni görüp temaşa ettiğiniz Göklerin ve yerin melekûtundan tedbir ve idaresinden onlarda gerek temekkün ve gerek cüz'iyyet suretiyle olsun her ne varsa Allah’ın hepsini biliyor olduğuna sen kalbinle şehadet etmez misin? Ey muhatab. (.......) herhangi bir üçün necvası olmazki mutlak onların dörtleyicileri o olmasın, ya'ni herhalde onların beraberlerinde bulunur, onları dörtler - NECVÂ, Sûrei, enbiyada geçdiği üzere sir söyleşmek, gizli konuşma, Türkçesi, Kamus müterciminin ifadesi vechile fisildi, daha açıkcası fısıldı demektir. Yüksek tepe mânasına (.......) den yâhud kurtuluş ma'nasına necattan me'huzdur. Sir konuşmak istiyenler, herkesin çıkamıyacağı yüksek yerlere çekilmek yâhud etrafın işitmesinden kurtulmak istemeleri mülâhazasiyle tesmiye edilmiş olduğunu söyliyenler vardır. (Âlûsî). Arabcada üçten ona kadar Rabi' hamsi gibi fail veznindeki sayı isimleri iki vecih ile isti'mâl olunur. Birisinde üçüncü, dördüncü, beşinci ilh... Mânasına a'dadı rutbiyye dediğimiz ismi aded olur. Bu surette mensub olduğu adedin biri veya sonuncusu demek olup kendi mertebesinden adede muzaf olur. Meselâ salisüselâse, rabiüerbaa, üçün biri yâhud üçüncü mertebede bulunanı, dördün biri veya dördüncü mertebede bulunanı mânasını ifade eder. Diğerinde ise ismi fail olup müştakk olduğu adedden bir eksiğine muzaf olur. Meselâ salis, üçliyen, rabi', dörtliyen, hamsi, beşliyen, sadis altılıyan ilh... Demek olup salisü isneyn, rabiü selâse, hamisü erbaa, sâdisü hamse diye kullanılır. Burada rabi' üçe muzaf olduğu için ikinci mânadadır. Yâni dörtliyen veya dörtleyici demektir. Sadis de bunun gibidir. (.......) ne de bir beşin - necvası olmazki (.......) mutlak o altılayıcıları olmasın (.......) ve gerek ondan daha azın - ya'ni zikrolunan üç veya beşten azki iki veya dört, çünkü ikiden aşağı müşavere, müzakere, konuşma olmaz. (.......) gerekse daha çoğun - ki, altı veya daha ziyadenin necvası olmaz ki, (.......) mutlak o beraberlerinde olmasın - ya'ni hepsinin beraberindedir.(.......) her nerede olurlarsa olsunlar - beraberlerindedir. Görülüyor ki, burada evvelâ üçten başlanmış, sonra beşe geçilmiş, ikisinde de tek adedler tasrih edilmiş, sonra da daha az veya daha çoğu icmal olunmuştur. Bunun bir hayli nükteleri vardır.

Evvelâ sebeb-i nüzulüne işarettir. Zira rivayet olunuyorki Rabîa İbn-i Amr ile biraderi Habîb İbn-i Amr, bir de Safvan İbn-i Ümeyye üçü bir gün tenhaca konuşuyorlarmış, birisi Allah bizim söylediklerimizi bilirmi dersin? demiş, biri de ba'zısını bilir ba'zısını bilmez demiş, üçüncüsü de ba'zısını bilirse hepsini bilir demiş, bu âyetin nüzulüne sebeb bunlar olmuştur.

Saniyen Sûrenin başında geçen mücadile kadın Peygamberle konuşurken yanlarında Hazret-i Aişe de bulunduğu için üç kişi bulunuyorlardı.

Salisen gizli konuşmak ekseriyya müşavere için olur. Müşavere iki kişi beyninde de olabilirse de ıhtilaf edildiği taktirde bir tarafın ziyade ile tercih olunabilmesi için müzakerenin üç, beş, yedi, dokuz gibi tek adedle yapılması evlâ olacağına işarettir. Hazret-i Ömerin vefatı sırasında şurayı altı kişi yapması aşerei mübeşşereden olan o altı zatın müteayyin olmasından dolayıdır. Netekim Resulullah sallallâhü aleyhi vesellem sizden razı olarak irtihal buyurdu demiştir. Bununla beraber mahdumu Abdullahın hilâfetten hissası olmamak üzere icabında terciha medar olmak üzere beraberlerinde huzurunu şart ederek yine tek adede riayet eylemiştir.

Rabian, böyle gizli konuşacak, encümenlerin komitaların ekseriya üç nihayet beş kişiden ibaret olması adetine işarettir. Maamafih daha aşağı, daha yukarı gizli cem'iyetler de olabileceğinden (.......) ile hepsi derc edilmiştir. (.......) sonra bütün bunların yaptıkları amelleri Kıyamet günü kendilerine haber verecek - amelleriyle onları terzil ve ta'zib eyliyecek (.......) öyleya Allah her şey'e alîm.

8

Bakmaz mısın şunlara: Gizli konuşmadan nehyedildiler de sonra dönüp nehyolundukları şeyi yapıyorlar, günah, udvan ve Peygambere ısyan fısıldaşıyorlar, yanına geldiklerinde de seni Allah’ın sağlıklamadığı bir suretle sağlıklıyorlar, kendi içlerinde de Allah bizi söylediklerimizle ta'zib etse ya! Diyorlar, Cehennem onlara yeter, ona yaslanacaklar, artık o, ne fena âkıbettir.

(.......) burada rü'yet (.......) ile sılalanmış olduğu için bakmak ma'nasınadır. Bu âyet de Yehudîlerle Münafıklar hakkında nâzil olmuştur. Sûrei Bekarede (.......) hem de günah ve vebal ve Mü'minlere âdavet ve tecavüz ve Peygambere ısyan fısıldaşıyorlar. - Gizli cem'iyyetler yapıyor, gizli gizli konuşuyorlardı. (.......)tehiyye, Allah ömürler versin, sabahınız hayır olsun gibi sağlık, esenlik dirki biz müslimanların tehıyyesi selâmdır. (.......) Peygambere verilecek selâm da (.......) gibi selâmlardır. Allahü teâlâ da Peygamberini (.......) gibi salât-ü selâm ile tehıyyelemiştir. Buharî, Müslim ve sairede Hazret-i Aişeden rivayet olunduğuna göre Yehudîlerden bir takım kimseler Resulullahın huzuruna geldiler (.......) dediler, aleyhissalâtü vesselam da (.......) diye cevab verdi. Hazret-i Aişe demiştir ki, ben: (.......) demiştim, aleyhissalâtü vessellem «ya Aişe Allahü teâlâ fahiş söyleyeni sevmez» buyurdu, işitmiyormusun (.......) diyorlar dedim, sen de işitmedinmi? ben (.......) dedim buyurdu. İbn-i Esîr derki (.......) da. Meşhur olan hemzesizdir, bununla ölüm murad ediyorlardı. Ba'zı rivayette hemzelidir. Onun ma'nası da dininizden bıkasınız demek oluyordu. Ahmed ibni Hanbel ve Şü'abı iymanda Beyhekî dahi Abdullah İbn-i Ömer radıyallahü anhümadan şöyle rivayet etmişlerdir: Yehudîler Resulullah sallallâhü aleyhi vesellem Hazretlerine (.......) diyorlar ve bununla şetim kasdediyorlardı, sonra nefislerinde (.......) diyorlardı, onun üzerine bu âyet nâzil oldu: (.......) ve nefislerinde, ya'ni kendi kendilerine aralarında veya gönüllerinde diyorlardıki (.......) Allah söylediğimizle bize azâb etseya!... - Yâni o Allah’ın Resulü ise ona tehıyye namına söylediğimiz söz sebebiyle Allah bize bir azâb veriverseya!.

Diye Dünyada azâb istiyorlar (.......) onlara Cehennem yeter - Dünyada da azâb verilmez değil, lâkin Âhırette Cehennem azâbı her azâbdan bedter, hepsinin yerine yeter (.......) onlar ona yaslanacaklar - içine atılacaklar (.......) artık o ne fena masîrdir. - O Cehennem ne fena mead, ne kötü akıbettir. Dönüb varılacak yerlerin en fenası, düşülecek inkılâb yerlerinin en kötüsüdür. -

9

Ey o bütün îman edenler! Sizler fısıldaştığınız vakıt günah, udvan ve Peygambere ısyan fısıldaşmayın iyilik ve takva fısıldaşın ve Allahdan korkun ki, ona hasrolunacaksınız.

10

O gizli konuşmalar, (o fiskos) sırf Şeytandandır, îman etmiş olanları kederlendirmek için, halbuki onlara bir şey zarar ettirecek değildir, meğerki Allah’ın izniyle ola, müminler de onun için hep Allah’a dayansınlar.

Mü'minler gizli konuşmalardan, fısıldaşmaktan mutlak surette nehiy edilmiyor. Ancak günah, şuna buna teaddi ve tecavüz ve Peygambere ısyan mahiyyetinde şeyler konuşmaktan nehyediliyor. Ve gizli müzakereler yaptıkları zaman da hayr-ü hasenata ve Allah’ın azâbından korunmak yollarına dair konuşmakla emrolunuyorlar. Buharî, Müslim, Tirmizî ve Ebû Davud da İbn-i Mes'ud radıyallahü anhten rivayet olunduğu üzere Resuli Ekrem sallâllahü aleyhi ve sellem buyurmuştur ki, üç kişi bulunduğunuz vakıt nâsa karışıncıya kadar ikiniz diğerini bırakıp da fısıldaşmayın, çünkü o onu mahzun eder. Ulema demişlerdir ki, iki kişi bir diğerinin yanında onun bilmediği bir lügat ile konuşmak da onu mahzun ettiği takdirde bunun gibidir.

Gizli konuşmak hakkındaki bu ta'limattan sonra açık meclislerdeki âdaba müteallık olmak üzere buyuruluyor ki,

11

Ey o bütün îman edenler! Sizlere meclislerde genişleyin denildiği vakıt genişleyiverin Allah da size genişlik versin, kalkın denildiği zaman da kalkıverin ki, Allah îman edenlerinizi yükseltsin, ılim verilenleri ise derecat ile, ve Allah her ne yaparsanız haberdardır.

Ey o bütün îman edenler! Sizlere meclislerde, oturduğunuz yerlerde genişleyin denildiğinde genişleyiverin - ya'ni açılın, gelene yer verin denildiği zaman yer açın, ortalığı daraltmayın. İbn-i ebi Hatimin mukatil İbn-i Hibbandan tahricine göre Âlûsî bu âyetin sebeb-i nüzulünü şöyle nakleylemiştir: Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Muhacirîn ve Ensar içinden Ehli Bedre ikram ederdi. Ehli bedirden bir takım zevat geldi ki, Sâbit İbn-i Kays İbn-i Şemmas da onlardandı, meclis ise daha evvel gelenler ile dolmuştu, Resulullahın müvacehesinde durdular, (.......) dediler, Resulullah da (.......) selâmlarını karşıladı, sonra meclistekilere selâm verdiler, onlar da selâm ile karşıladılar, bunun üzerine ayakta dikildiler, bir yer açılmasına muntazır oldular, kimse yer açmadı, onların ayakta kalmaları Resulullahı müteessir etti, etrafındakilerden ba'zılarına kalk ya fülân, ya fülân diye bir kaç kişiyi kaldırdı, onların da hoşlarına gitmediği yüzlerinden belli oldu. Münafıklar bunu lâkırdıya vesîle edindiler, yakınına oturanı kaldırıp da sonra geleni oturtması adalet değil dediler, işte bu âyet bu sebeble nâzil oldu. Hasen ve Yezid İbn-i ebi Habîb gibi ba'zıları ise Sahabe harb saflarında kıtal mevkı'lerinde kıskançlık eder sıkı dururlar, şehid olmak rağbetiyle ba'zısı ba'zısına yer açmazdı, bu âyet bu sebeble nâzil oldu. Demişlerdir. Ma'nanın buna da şumulü yok değil ise de ekseriyyet peygamberin meclisindeki izdiham dolayısiyle nâzil olduğunu söylemişlerdir. Hasılı her hangisi olursa olsun bulunduğunuz mecslislerde darlık yapmayın etrafınızdakilere sıkıntı vermeyin, genişleyin, açılın denildiği zaman ne suretle olursa olsun yer açın genişletin (.......) ki, Allah size genişlik versin (.......) kalkın yâhud yukarı geçin - denildiğinde de (.......) hemen kalkıverin (.......) ki, Allah içinizden îman edenleri, ya'ni hakikaten îmanlı olan ve bu emirlere de temiz yürekle îman eden mü'minleri yükseltsin - îman ile emre imtisallerinin mükâfatı olarak Dünyada muvaffakıyyet, güzel nam, âhırette Cennet köşklerinde makam ile rif'at versin (.......) nefisleri ılme verilmiş olan zatları da derecat ile yükseltsin - bilhassa ılim ile meşgul ve mucebince âmil olan ulemayı da derecelerle daha yüksek makamlara geçirsin. Bu âyet ılmin fazıleti ve ulemanın rif'ati hakkındaki sarih delillerdendir. Bu babda bir çok eHadîs-i şerife de vardır. Ezcümle: İmamı A'zam Ebû Hanîfe Hazretlerinin Müsnedinde İbn-i Mes'ud radıyallahü anh Hazretlerinden rivayet eylediği şu hadîsi şerîf bu babda ne kadar mühimdir. Resuli Ekrem Sallallahü aleyhi vesellem buyurmuştur ki, (.......)

Ya'ni Allahü teâlâ Kıyamet günü ulemayı cem' edip de buyuracak ki, Ben size sırf hayır murad ettiğim cihetle hikmetimi kalblerinize koydum, haydin Cennete gidin, çünkü sizden vakı' olan kusurlarınıza karşı size mağfiret buyurdum». Tirmizî, Ebû Davud, Darimî şu hadîsi merfuan Ebüdderda' radıyallahü anh Hazretlerinden rivayet etmişlerdir: (.......) Âlimin âbid üzerine fazlı Kamerin bedir gecesi sair kevakib üzerine fazlı gibidir. Yine Tirmizî Ebû Ümame radıyallahü anhten: Resulullah buyurdu ki, (.......) Âlimin âbid üzere fazlı benim ednanıza fazlım gibidir. Muhakkak ki, Allahü teâlâ azze ve cell ve Melâikesi ve Semavat ve Arz ahalîsi hattâ yuvasında karınca ve hattâ balıklar insanlara hayır öğretene salevat getirirler. Darimî Hazret-i Hasenden: Resulullah şöyle buyurmuştur: (.......) = Her kim islâmı ihya için ılim taleb ederken ölüm kendisine gelirse onunla Peygamberler arasında tek bir derece vardır.» Şu hadîsler de pek mühimdir. Deylemî Firdevste Ümmühanî radıyallahü anhadan: aleyhissalâtü Vesselâm buyurmuştur ki, (.......) = Ilim benim miyrasım ve benden evvelki Peygamberlerin miyrasıdır.» İbn-i Adiyy Hazret-i Ali radıyallahü anhten: (.......) = Ulema arzın ışıkları ve enbiyanın halifeleri ve benim varislerim ve enbiyanın varisleridirler.» İbnünnecar Hazret-i Enes radıyallahü anhten: (.......) = Ulema veresetül enbiyadır, ehli Sema onlara mahabbet eder ve öldükleri vakıt denizdeki balıklar Kıyamete kadar onlara istiğfar ederler.» Ahmed ibni Hanbel ve İbn-i Hibban, Ebüdderda' radıyallahü anhten (.......): = Her kim bir yola sülûk eder onda ılim taleb eylerse Allahü teâlâ onu Cennet yollarından bir yola sülûk ettirir ve Melekler talibi ılme kanadlarını gererler, san'atını hoşlandıkları için. Ve ulema veresetülenbiyadır, ve Enbiya ne dinar ve dirhem miyras bırakmadılar ancak ılim miyras bıraktılar. Şu halde onu alan çok bir nasîb almış olur.» İbnünneccar Enes radıyallahü anhten: (.......) = Ulema kumandanlar, müttekıler efendiler ve onlarla oturmak kârdır.» Hatib, İbn-i Ömer radıyallahü anhümadan (.......): Ulemanın mürekkebi şühedanın kaniyle tartıldı da ondan ağır geldi.». Taberanî Evsatta Ebû Hüreyre radıyallahü anhten: (.......) Ilmi öğrenin ve ılm için sekînet ve vekar da öğrenin ve kendisinden ılim öğreneceğiniz kimseye tevazu' edin.» Deylemî Firdevste Hazret-i Aliy radıyallahü anhten: (.......) = Kendisiyle intifa' olunan âlim bin âbidden hayırlıdır.» İbn-i Adiy, Hatîb, İbn-i Asakir,

Ebüdderda' radıyallahü anhten: (.......) Öğrenmek istediğinizi öğrenin fakat bildiğinizle amel etmedikçe ılmin size hiç menfeati olmaz.» Ebülhasen İbn-i Ahzemi Medinî, Emalîsinde Hazret-i Enes radıyallahü anhten: (.......) Ilimden istediğinizi öğrenin fakat amel etmedikçe ılim toplamakla me'cur olmazsınız vallahi.» Ahmed İbn-i Hambel, Buharî, Müslim Hazret-i Muaviyeden, yine Ahmed ibni Hanbel ve Tirmizî İbn-i Abbastan ve İbn-i Mace Ebû Hüreyreden radıyallahü anhüm: (.......) Her kime Allah hayır murad ederse onu dinde fakıh eder.» Taberanî İbn-i Ömerden radıyallahü anhüma: (.......) Ibadetin efdali fıkıhtır, dinin efdali vera'dır.». Hatîb, Cabirden radıyallahü anh: (.......) Ulemaya ikram ediniz. Çünkü onlar Enbiyanın varisleridirler, onun için her kim onlara ikram ederse Allah ve Resulüne ikram etmiş olur.» Rafiî, Behz İbn-i hakîmden, O babasından, dedesinden: (.......) ulemayı istıkbal eden beni istıkbal etmiş olur, ulemayı ziyaret eden beni ziyaret etmiş olur, ulema meclisinde bulunan benim meclisimde bulunmuş olur, benim meclisimde bulunan da sanki Rabbımın meclisinde bulunmuş gibi olur.» Deylemî İbn-i Mes'uddan ve Ebû Hüreyreden radıyallahü anhüma: (.......) = ılim refi' olunmazdan evvel ılmi öğrenin çünkü her biriniz yanındakine ne zaman muhtac olacağını bilmez.» Ahmed, Darimî, Taberanî ve Ebüşşeyh tefsirinde ve İbn-i Merduye Ebi Umameden radıyallahü anh: (.......)= ey nas ılim kabz olunmazdan evvel, ılim ref' olunmazdan evvel ılimden nasîb alın, denildi ki, Ya Resulallah Kur’ân bizim aramızda iken ılim nasıl ref' olunur? Buyurduki: hay seni anan yitirsin: işte Yehûd ve Nesarâ, aralarında kitablar var, Fakat Peygamberlerinin getirdiğinden bir harfe tutunmaz olmuşlardır. Haberiniz olsun ki, ılmin gitmesi cümlesinin gitmesidir, ılmin gitmesi cümlesinin gitmesidir. Ilmin gitmesi cümlesinin gitmesidir.» Ahmed ibni Hanbel, Buharî, Müslim, Nesâî , İbn-i mâce, İbn-i Ömerden radıyallahü anhüma (.......) Allahü teâlâ ılmi kullardan nez' ederek soymak suretiyle kabzetmek velakin ülemayı kabz ile ılmi kabz eder, hiç bir âlim bırakmayınca da nas bir takım cahil başlar edinirler, onlara sorulur, onlar da ılimsiz fetva verirler hem doğru yoldan saparlar hem de saptırırlar.» Ebû Nüaym ve Deylemî Ebû Hüreyreden radıyallahü anh: (.......) ahir zamanda bir kavm çıkar, cahiller başlara geçerek nasa fetva verirler hem dâll hem mudıll olurlar.» İbn-i Neccar Ebû Hüreyreden radıyallahü anh: (.......) kötü âlimler Kıyamet günü getirilir, Cehennem ateşine atılır, her biri Cehennemde bir casaba ile değirmen döndüren merkeb gibi döner dolaşır, ona: vay sana biz seninle yolumuzu düzeltmiştik bu halin ne? Denilir, derki: ben sizi nehyettiğim şeyleri tutmaz, hılâfını yapardım.» Deylemî firdevste İbn-i Abbastan radıyallahü anhüma: (.......) dinîn afeti üçtür: fakîhi facir, İmamı câir, müctehidi cahil» Askerî Hazret-i Ali radıyallahü anhten: (.......) Fukaha Peygamberlerin emînleridir Dünyaya dalmadıkları ve saltanat uyuntusu olmadıkları müddetçe, fakat onu yapdılarmı o zaman onlardan hazeredin». Ahmed ibni Hanbel Hazret-i Ömerden radıyallahü anh: (.......)= Ümmetimin aleyhine korktuğumun en korkuncu her bir dili bilgiç münafıktır.» Yine Ahmed İbn-i Hambel ve ebu Nüaym Hilyede Hazret-i Ömer radıyallahü anhten: (.......) = ümmetimin aleyhine korktuğumun en korkuncu ıdlâl edici imamlardır.». Taberanî İbn-i Mes'udden radıyallahü anh: her hangi bir adam kendisine Allahü teâlâ bir ılim vermiş de onu ketmetmiş ise Kıyamet günü Allah da ona ateşten bir gem vurur.» İbn-i asakir Ebû Hüreyreden radıyallahü anh: (.......) Kıyamet günü nâsın en ziyade azâb çekeceği o âlimdir ki, ona ılmiyle menfeat vermemiştir.» Tirmizî İbn-i Ömerden radıyallahü anhüma: (.......) Her kim ılmi Allah’ın gayrı için öğrenirse ateşten oturacağı yere hazırlansın». Ebuşşeyh, Ubade İbn-i Samit radıyallahü anhten: (.......) Ilim amelden hayırlıdır, dinin kıvamı ise vera' ve takvadır, ve Âlim az da olsa ılmiyle amel edendir.» İbn-i Lâl Mekârimi ahlâkta Hazret-i Aliden radıyallahü anh: (.......) Size tam fakıhı haber vereyim mi? Allah’ın rahmetinden nasın ümidini kesmiyen ve Allah’ın revhinden onları ye'se düşürmiyen ve Allah’ın mekrinden onları emîn kılmıyan ve masivaya rağbet için Kur’ân’ı bırakmıyan kimsedir, haberiniz olsun ki, ne tefakkuh olmıyan bir ıbadette ne de tedebbür bulunmıyan bir ılimde hayır yoktur.» Hatîb Elmüttefak Velmüfterakte Şeddad İbn-i Evsten radıyallahü anh: (.......) = Abd, Allah’ın zati hakkında halka ve herkesten ziyade kendi nefsine bugz etmedikçe tam bir fekahetle fakıh olmaz.»

Velhasıl ılmin, ulemanın gerek fazıleti ve gerek âfatı hakkında hadîs kitablarında pek çok hadîsler vardır. Netekim Kenzülummalde yüzlercesine nakleder. Bütün bunlardan anlaşılan hulâsa ise, ılmin amelden başkaca haddi zatında bir fazl-ü meziyyeti bulunmakla beraber ındallah derecat ile yüksekliğe şayan olan ulema nefislerini ılme verip ılmiyle amel eden ulemadır. Onun için ulema, ılmiyle amel etmeli, mü'minler de ulemaya hurmet ve ikram eylemelidirler. Ulema, ılmin şerefini, mevzuunun şerefi, gayesinin şerefi, mesailinin kuvveti ile mütenasib olmak üzere üç noktai nazardan derecata ayırmışlardır. Ahnef İbn-i Kays demiştir ki, ılm ile takviye edilmiyen ızzet, nihayet bir zillete münkalib olur.

(.......) ve Allah bütün amellerinize habîrdir. - Ona göre mükâfat veya mücazat edecektir. Bu tezyil, ılimden matlûb amel olduğunu ıhtar ve ılme hurmet etmiyenleri inzardır.

12

Ey o bütün îman edenler! Peygambere gizli ma'ruzatta bulunmak istediğiniz zaman fısıltınızdan önce bir sadaka takdim ediniz, bu sizin için hem bir hayır hem daha ziyade bir temizliktir, fakat gücünüz yetmezse şübhe yok ki, Allah gafurdur rahîmdir.

(.......) Bu âyet de bilhassa Resulullahın meclisinde zati risaletine hususî olarak fısıldamak suretiyle bir şey arzetmek istiyenlerin Âdabı hakkında nâzil olmuştur. İbn-i Abbas Hazretlerinden rivayet olunduğuna göre bir takımları Resulullahın meclisinde kendilerini göstermek için lüzumlu lüzumsuz fısıltı ile Zati Risaletpenahîlerine bir şeyler arzetmeğe kalkıyor ve bu gittikçe çoğalıyordu, aleyhissalâtü Vesselâm lûtf-u semahati hasebiyle hiçbirini reddetmiyordu, bu sebeble bu âyet nâzil oldu. Katadeden rivayet olunduğuna göre de zenginler Peygamberin huzuruna geliyorlar bu suretle sık sık münacatta bulunarak mecliste fukaraya galebe ediyorlardı. aleyhissalâtü Vesselâm bunların çok oturmalarından ve çok fısıldaşmaya kalkmalarından sıkılıyordu bu âyet nâzil oldu. Buyuruluyor ki, Ey bütün îman edenler Peygambere bir şey fısıldamak istediğiniz vakıt (.......) fısıltınızdan önce bir sadaka takdim ediniz - ki, mıkdarı ne olursa olsun (.......) bu - suretle bir sadaka takdimi (.......) sizin için hayırdır. - Muhtac olanları sevindirecek ve size sevab kazandıracak bir hayırdır. (.......) hem de daha ziyade bir temizliktir. - Peygambere münacatta bulunmak hususunda niyyetlerin samimiyyetine ve malınızda fukarının gözü kalmamasına ve ahlâkın tasfiyesiyle hayr-ü hasenatı âdet edinmeğe sebeb olur. (.......) şayed bulamazsanız - sadaka takdimine gücünüz yetmezse (.......) O halde de Allah gafurdur rahîmdir. - Öyle sadaka takdim edemiyecek olan fukaranın da fısıltı ile ma'ruzatta bulunmasına ruhsat verir. Burada gafûr isminin zikri (.......) emrinin vücub için olduğuna bir tenbih demektir. Şundan da gaflet edilmemek lâzımdır ki, Resulullah kendi namına hediyye kabul eder idiyse de sadaka kabul etmezdi, hattâ âli Resule bile sadaka ve zekât almak haramdır. Onun için burada takdimi emr olunan sadakadan murad lüzumuna göre fukaraya sarfedilmek üzere takdim olunacak sadakadır. Netekim Sûre-i Nisa'da (.......) buyurulmuştu. Bununla beraber burada emrolunan sadakanın takdimi vücubu, çok geçmeden bundan sonra gelecek olan âyet ile nesh edilmiştir.

Hâkim ve İbn-i Münzir ve Abd İbn-i Humeyd ve daha başkaları şöyle rivayet etmişlerdir: Hazret-i Ali radıyallahü anh ve kerremallahü vecheh demiştir ki, Kitabullahta bir âyet vardır, onunla benden evvel kimse amel etmedi, benden sonra da kimse amel etmiyecektir: Necvâ âyeti: (.......) Yanımda bir dinar vardı onu on dirheme sattım, Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerine her ne zaman münacatta bulundumsa Necvamın önünde bir dirhem takdim ettim, sonra da o âyet nesholundu, kimse onunla amel etmedi (.......) âyeti nazil oldu.

13

Ya!.. Fısıltınızdan önce sadakalar takdim etmekten korktunuz mu? Mâdemki yapmadınız Allah da size tevbe lûtfetti artık namaza devam edin ve zekâtı verin ve Allah ve Resulüne itaat edin ki, Allah habîrdir her ne yaparsanız.

Fîsıltınızın önünde sadakalar takdim etmekten korktunuz ha? - Demek ki, ondan sonra bir iki sadaka takdim eden olmuş ise de çok olmamış, fısıltı hevesinin arkası kesilmiş idi, ya'ni sadaka takdim etmekle fukaralığa düşeriz diye korktunuz, necvanızın önünde çok sadakalar takdim edemediniz de münâcattan vazgeçtiniz değil mi (.......) mademki yapmadınız - yapabileceğiniz halde yapmadınız (.......) Allah da size tevbe ile nazar buyurdu - Kusurunuzu afvedip yine sadaka takdim etmeksizin Peygambere münacatta bulunmanıza müsaade etti. Bunun şükrânesi olmak üzere (.......) o halde namaza devam edin (.......) ve zekâtı verin (.......) ve Allah’a ve Resulüne itaat eyleyin - gerek meclislerin âdabı ve gerek diğer ahkâm gibi sair emirlerde itaatsizlik yapmayın da iycabını icra ve infaz eyleyin (.......) ki, Allah habîrdir - haberdardır, bir lâhza ılminden kaçırmaz (.......) her ne yapıyorsanız - gerek zâhirde gerek bâtında, gerek taat, gerek ma'sıyet, gerek fıil gerek terk hepsini bilir. Ona göre karşılığını verir.

14

Bakmaz mısın şunlara ki, Allah’ın gadab etmiş olduğu bir kavma yardaklık etmektedirler, onlar ne sizdendirler ne onlardan ve bilip dururken yalan yere yemin ederler.

Bakmaz mısın - teaccüb ve istihkar ile dikkat nazarlarını celb için Peygambere veya hıtab şanından olan her kişiye hıtabdır.

Ya'ni ne çirkin halleri var bak (.......) şunlara - şu münafıklara (.......) Allah’ın gadab etmiş olduğu bir kavme yardaklık etmektedirler. - Münafıklar Yehûdîlere yardaklık ediyor, mü'minlerin esrarını onlara naklediyorlardı (.......) onlar ne sizdendirler ne de onlardan - arada müezzeb, bir buraya bir oraya çalkanır münafıklardır. (.......) ve bile bile yalan yere yemin ederler - Rivayet olunuyor ki, Resuli Ekrem sallâllahü aleyhi ve sellem bir gün hucrelerinden birinde oturuyor yanında da Müslimanlardan bir kaç zat bulunuyordu, şimdi yanınıza şeytan gözlü birisi gelecek buyurdu, derken gök gözlü birisi çıktı geldi, Resulullah ona: Sen ve arkadaşların bana neye şetm ediyorsunuz? Buyurdu, öyle bir şey yapmadığına yemin etti, bırak beni de gideyim arkadaşlarımı da getireyim dedi, gitti, çağırdı geldi, onlar da yemin ettiler, bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. İmam Ahmed ibni Hanbel, Bezzar, İbn-i Münzir ve İbn-i Ebî Hâtim ve Delâilde Beyhekî, ve İbn-i Merduye ve Hâkim, İbn-i Abbastan böyle isim tasrıh etmiyerek rivayet etmişler ve nihayetinde (.......) âyetinin ve mabadının nâzil olduğunu söylemişlerdir. Süddî ve Mukatilden naklolunan rivayette ise isim tasrih olunarak o gelen adamın gök gözlü, esmer, kısa boylu hafif sakallı Abdullah İbn-i Nebtel namında birisi olduğu ve vechi meşruh üzere arkadaşlariyle beraber yemin ettikleri, ve onun üzerine bu âyetin indirildiği nakledilmiştir. Bunların cem'inde münafat olmadığından buradan sûrenin nihayetine kadar bu sebeble nâzil olmuş bulunduğu söylenebilir. Âlûsînin zabtettiği üzere İbn-i Nebtel - ki, nunun fethi banın sükûnü, sonra tâi müsennatı fevkıyye ve lâm ile - İbn-i Haris İbn-i Kaysı Ensariyyi Evsîdir. İbn-i Kelbî ve Belâzirî bunu münafıklar miyanında zikretmişler, Ebû Ubeyde de Sahabeden saymıştır. İbn-i Hacer de bunun tevbe ettiğine muttalı' olduğunu söylemiştir. Kamus sahibinin «Abdullah İbn-i Nebîl Keemîr minelmünafıkîn» dediği de bu veya başka birisi olmak muhtemildir.

15

Allah onlar için şiddetli bir azâb hazırladı, hakikat onlar ne fena işler yapıyorlar.

16

Yeminlerini bir siper edindiler de Allah yolundan men'ettiler onun için onlara hakaretli bir azâb var.

17

İhtimali yok onları ne malları ne evlâdları hiç bir suretle Allahdan kurtaramaz, onlar ashabı nardır, hep onun içinde kalacaklardır

18

O gün ki, Allah onları toplıyarak ba'sedecek de size yemin ettikleri gibi ona da yemin edecekler ve sanacaklar ki, bir şey yapıyorlar, İşte onlar hep o yalancılardır.

19

Şeytan üzerlerine istîlâ etmiştir de kendilerine Allah düşüncesini unutturmuştur, onlar şeytan hizbi, (şeytan tarafdarı) dırlar, uyanık ol ki, şeytanın hizbi hep husrana düşenlerdir.

Onlar, ya'ni yukarıdan beri evsafı zikrolunan ve şeytanın da istîlâsı altında kalıp da Allah düşüncesini unutanlar hep y¡ (.......) Şeytan hizbi - Şeytan tarafdarı, Şeytan partisidir. (.......) Uyanık ol ki, Şeytanın hizbi muhakkak hep husrana düşenlerdir. - Çünkü ebedî nı'meti zayi' edip kendilerini azâba ma'ruz kılarak nefislerine ziyan etmişlerdir.

20

Allah ve Resulüne hudud yarışına kalkanlar herhalde onlar en alçaklar içindedirler.

Şübhe yok ki, Allah ve Resulüne yarışa kalkan haddini bilmezler (.......) öyleler - bütün o gördükleriniz, hallerini dinledikleriniz (.......) hep en alçaklar içindedirler, Evvelîn ve âhırîn içinde halkın en aşağılık en zillete lâyık alçaklarından ma'duddurlar. - Çünkü iki muhasım taraftan birinin zillet ve sefaletinin derekesi, husumet ettiği tarafın ızzet ve kuvvetinin derecesi ile ma'kûsen mütenasibdir.

21

Allah yazdı: Celâlim hakkı için herhalde ben yenerim ben ve Resullerim, şübhe yok ki, Allah kavîdir azizdir.

Allah yazdı - ezelde hukmünü verip silinmesi bozulması kabil olmıyan bir yazı ile Levhi mahfuzda tesbit eyledi, Katadeden mervî olduğu üzere bu ta'bir, kasem makamına carîdir, yazdı ki, (.......) celâlim hakkı için herhalde ben yenerim (.......) ben ve Resullerim - onun için peygamberler katlolunsalar bile da'valarında gerek huccet ve gerek seyf ı'tibariyle galib ve muzaffer olurlar. (.......) Çünkü Allah kuvvet ve ızzetine nihayet olmıyan ve şerik-ü nazîri bulunmıyan çok kuvvetli bir azîzdir. Kuvveti ile Resullerini mensur eder, muradına karşı asla mağlûb edilmez

22

Allah’a ve Âhıret gününe îman eder hiç bir kavmı Allah ve Resulüne hudud yarışına kalkışan kimselerle sevişir bulamazsın, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya hısımları, hemşerileri olsalar bile, işte Allah öyle kimseleri sevmeyen bir kavmın kalblerine îmanı yazmış ve kendilerini tarafından bir ruh ile te'yid buyurmuştur ve onları altından ırmaklar akar Cennetlere koyacak, içlerinde ebediyyen kalacaklardır, öyle ki, Allah onlardan hoşnud, onlar Allahdan hoşnud, işte onlar Allah hizbidir, uyanık ol ki, Allah’ın hizbi muhakkak hep felâha irenlerdir.

Allah ve Ahıret gününe îman eden hiç bir kavmı (.......) Allah’a ve Resulüne hadd yarışına kalkışan kimselerle sevişir bir halde bulamazsın - Öyle kimselerle sevişmek Allah’a ve Ahırete iymanın muktezasiyle daban dabana zıddır. Zira onlara o halde o haysiyyetle meveddet küfre mahabbettir. Çünkü Allah ve Resulüne muhâdde küfrün en şeniıdir. Küfre mahabbet ise îman ile ictima' etmez. Âyetin zâhirine bu ma'na daha münasibdir. Maamafih müfessirînin bir çoğu kelâmî bir nükteye mebni bunu şu ma'na ile tefsir etmişlerdir. «Sevmemeleri gerektir, sevmemelidirler (......) Sûre-i Mümtehane de (.......) âyetiyle (.......) âyeti mazmunlarını da burada mülâhaza etmelidir. (.......) işte onlar - o Allah ve Resulüne yarışa kalkışan kimseleri sevmiyen mü'minler yok mu (.......) Allah onların kalblerine îmanı yazmıştır. - Yalnız lisanlarında değil, kalblerinde tesbit eylemiş yerleştirmiştir. Bundan anlaşılır ki, asıl îman kalb işidir (.......) ve kendilerini tarafından bir rûh ile te'yid buyurmuştur. - Kalblerine hayat veren ilâhî bir ırfan nuriyle kuvvetlendirmiştir. Onun için Allah’ı unutmazlar, Âhıret yolunu görür, sevileceği sevilmiyeceği tanırlar, Allah ve Resulüne itaat ederler, Allah yolunda her fedakârlığı yaparlar. (.......) hem Allah onları altından ırmaklar akar Cennetlere koyacaktır (.......) o suretle ki, içlerinde ebediyyen kalmak üzere (.......) öyle ki, Allah onlardan hoşnud onlar da Allahdan hoşnud - hem merdıyye hem radıye olarak Allah’ın rıdvanına irmişler (.......) işte bu evsafını duyduğun mü'minler Allah’ın hizbidirler. - Allah askeri ve Allah dininin yardımcıları, Allah yolunda mücahede eden mücahidlerdir. (.......) uyanık ol ki, Allah’ın hızbi muhakkak hep felâh bulanlardır. - Dünya ve Âhıret hayır ve murada irenler ancak onlardır. (.......)

İşte Mücadele Sûresinin de Hatimesi budur. Bunu berveci âtî Haşr Sûresinin tesbih ve tenzih ile başlıyarak ta'kıyb etmesi de ne kadar güzel ve ne kadar yerinde olduğunu da iyzaha hacet yoktur. (.......)

0 ﴿