MÜMTEHİNE

Bu Sûreye (.......) nın fethiyle Mümtehane veya kesriyle Mümtehıne yâhud İmtihan sûresi denilir. En meşhuru evvelkisidir. Fethile Mümtehane, ismi mef'ul müfred müennes olup imtihan olunan kadın ma'nasına olarak nüzulüne sebeb olan kadının vasfıdırki Sûretülmer'etil mümtehane takdirinde olur. Maamafih «Elcemaatül mümtehane» ma'nasına olmak muhtemildir. Kesrile Mümtehıne ise ismi faildir. Bu surette ya Sûrenin vasfı olup izafet, mevsufun sıfatına izafeti kabîlinden olur.

Yâhud bu Sûrede imtihan emrini havi olan (.......) âyetine işaret olarak (.......) takdirinde küllün cüz'e izafeti kabîlinden olur. İmtihan sûresi denilmesi bütün mazmununa nazaren daha mutlak olarak vâzıhtır. Buna bir de Meveddet sûresi denildiği dahi naklolunmuştur ki, (.......) âyeti münasebetiyle olmak gerektir. Nüzulü hicretten muahhar olduğu için medenîdir.

Âyetleri - On üçtür.

Kelimeleri - Üçyüz kırk sekizdir.

Harfleri - Bin beşyüz ondur.

Fasılası (.......) harfleridir.

Mü'minlerin hali harbde ve hali sulhta kâfirlere karşı ta'kıyb etmeleri iktiza eden ba'zı ahlâk ve ahkâma teallûk eden işbu İmtihan Sûresi Sûre-i Haşerin (.......) hıtabesiyle başlıyan hatimesinin bir devamı sayılabilecek kadar yakın bir münasebeti ve âhirindeki izzet ve hikmet ile tenzih mazmunlarının muktezası olan bir takım evamir ve nevahi ile ta'limat ve irşadatı havi olmak ı'tibariyle ona şiddetli bir ittisal ile alâkadardır. Şöyle ki,

1

Ey o bütün îman edenler! Düşmanımı ve düşmanınızı dostlar yerine tutmayın, siz onlara meveddet ilka ediyorsunuz, onlar ise haktan size gelene küfrettiler, rabbınız Allah’a îman ediyorsunuz diye sizi ve Peygamberi çıkarıyorlardı, eğer sizler benim yolumda ve rızam uğurunda cihad için çıktınızsa... Siz meveddetle onlara sir veriyorsunuz, halbuki ben sizin gizlediklerinizi de acıkladıklarınızı da hepsini bilirim ve içinizden her kim onu yaparsa artık düz yolun ortasında şaşırmış olur.

Bunun sebeb-i nüzulü Hâtıb İbn-i ebî Belte'anın bir mektubu olmuştur. Bu babda tefsir ve hadîs kitablarında varid olan rivayetlerin haslı: Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem Mekke fethine hazırlık yaptığı sıra halk arasında Hayber (yâhud Huneyn) diye ışa'a edilmiş, eshabdan ba'zı kimselere ise muradı Mekke olduğunu sirren söylemişti, Hâtıp İbn-i ebî Belte'a da bunlardan idi. Abdülmuttalib oğullarından birinin azadlısı Sâre namında bir kadın Mekkeden Medîneye Resulullaha gelmişti, Resulullah ona müsliman olarakmı geldin? Buyurdu, kadın hayır dedi, muhacir olarak mı geldin? Buyurdu, hayır dedi, o halde ne sebeble geldin buyurdu, kadın, ehil, Efendiler, aşiret sizsiniz, Efendiler gittiler, ben de şiddetli ihtiyaca düştüm, dedi, bunun üzerine Resulullah bu kadına muavenette bulunmak üzere Abdülmuttalib oğullarını teşvık etti, giydirdiler kuşattılar erzak tedarük ettiler, yüklediler, Hatıb İbn-i ebî beltea da bu kadına varıp on dîynar vermiş ve bir bürd iksa etmiş ve Mekke ehalisine hıtaben onunla gizli bir mektub göndermişti, kadın yola çıktıktan sonra Cibril nâzil olup Peygambere haber verdi. Bunu Buharî, Müslim, Tirmizî ve saire müteaddid tarıklerle Hazret-i Aliden - Radıyallahü anh ve kerremallahü vecheh - Şöyle rivayet etmişlerdir: Hazret-i Ali demiştir ki, Resulullah sallallahü aleyhi vesellem benimle Zübeyri ve Mıkdadı gönderdi «hemen dedi gidin, ta ravzai haha kadar varın orada bir zaîne (ya'ni hevdec içinde yolcu bir kadın) var, onda bir mektub var, çabuk o mektubu ondan alıp bana getirin hemen çıkdık, atlarımızı koşturarak tam ravzaya vardık, bir de bakdık ki, zaînenin yanındayız, mektubu çıkar dedik, bende mektub yok dedi, ya mektubu çıkarırsın yâhud esvabını soyunursun dedik, bunun üzerine ıkasından, ya'ni saç bağından (İbn-i cerir ve İbn-i asakirde rivayetlerin ba'zısında hüczesinden ya'ni uçkurluğundan diğer ba'zısında kubülünden) çıkardı biz de mektubu alıp Peygamber sallallahü aleyhi vesellem Hazretlerine getirdik, bunda (.......) diyor, onlara Peygamberin ba'zı emrini haber veriyordu.

Bunun üzerine Peygamber sallallahü aleyhi vesellem, bu ne ya Hâtıb! dedi, Ya Resulallah acele buyurma ben Kureyşe mülsak bir kişiyim, kendilerinden değilim, maıyyetinizde bulunan muhacirînin onlara akribalıkları var, Mekkedeki ailelerini ve mallarını o sebeble himaye ederler. Benim ise içlerinden neseb cihetinden münasebetim olmadığı için yakınlarımı himaye etmelerine bir vesîle olmak üzere onlara bir cemîle yapmak istedim, yoksa bunu ne bir küfür, ne dinimden irtidad, ne de islâmdan sonra küfre rıza için yapmadım dedi. Resulullah da «dosdoğru söyledi» buyurdu, Hazret-i Ömer radıyallahü anh «Ya Resulallah! bana müsaade buyur boynunu vurayım, dedi, aleyhissalâtü vesselam da buyurduki, o Bedirde bulundu ne bilirsin; Allahü teâlânın ehli Bedir hakkında bildiği varki onlara (.......) dilediğinizi yapın, ben size mağfiret ettim» buyurdu, bunun üzerine (.......) nâzil oldu (.......) Buharî bu rivayette (.......) dememiş, ba'zı rivayetlerdeki (.......) ta'birinin hadisden mi, yoksa ravîlerden Amr İbn-i Dînarın kavlimi olduğunu (.......) ile rivayet eylemiş olmakla (.......) nâzil oldu denilmekten murad bir veya bir kaç âyetmi yoksa bütün Sûremi olduğunu kestirmemiştir. Kezalik Müslim dahi bu hadîste (.......) yok demiştir. Ba'zı rivayette bulunduğuna da işaret eylemiştir. İbn-i Cerîr bu Sûrenin evvelindeki âyetler demiş ve bir kaç rivayet nakleylemiştir:

1: Habib İbn-i sabitten (.......)

2: Muhammed İbn-i Sa'dden (.......)

3: Mücahidden: (.......)

4: Süfyandan (.......)

5: Muhammed İbn-i İshaktan: (.......)

6: Zührîden: (.......) Mukaddimede geçtiği üzere bu gibi mevaki'de (.......) ta'biri bir kıssaya kadar müteaddid âyetlere şamil olabileceğinden bu rivayetlerin mecmuu (.......) ta'birinin Sûrenin evvelinden bir necim, bir kıssa teşkil eden âyetler ma'nasına olduğunu ifade etmekle taberî evvelindeki âyetler demiştir. Ma'na ı'tibariyle kıssa (.......) olabilirse de tamamı (.......) fasılasına kadar olmak zâhirdir. Bu surette bundan sonraki âyetlerin sebeb-i nüzulü başka olmak lâzım gelir. Netekim olbabdaki rivayetler de naklolunacaktır. Fakat Tirmizî mektub hakkındaki Hazret-i Ali hadîsini rivayetten sonra (.......) yerine (.......) diye tasrih ederek mezkûr hâdiseyi bütün Sûrenin sebeb-i nüzulü olarak göstermiş ve hâdîse Haseni sahih demiştir. Ebû Hayyan da Bahirde bu Sûre medenîdir ve Hâtıb İbn-i ebî Belte'a sebebiyle nâzil olmuştur demekle bunu ıhtiyar eylemiştir.

Müfessirînin çoğu ise mutlak olarak o dairede idarei kelâm eylemişlerdir. (.......) deyip de hâdiseyi nakl ile iktifa etmişlerdir ki, âyete de Sûreye de muhtemildir. Muhacirînden ve ehli Bedirden olan Hâtıbın validesi ile oğulları ve kardeşleri Mekkede kalmış, mektub sebebiyle himaye etmek istediği de onlar olmuştu. Mektubun suretini Âlûsî ba'zı rivayetlere göre şöyle nakletmiştir: (.......) ya'ni haberiniz olsun ki, Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem size doğru gece gibi bir ordu ile teveccüh etti, seyl gibi varıyor. Allah’a kasem ederim ki, yalnız başına da varsa her halde Allah onu size karşı mensur ederdi, çünkü ona olan va'dini muhakkak incaz buyuracaktır.» (.......) Görülüyor ki, bu mektubun mündericatında esas ı'tibariyle yanlış ve îmana muhalif bir şey yok, bil'akis kuvvetli ve dos doğru bir îman delili vardır. Ancak bunun büyük bir mahzuru vardı ki, o da mektum tutulması lâzım gelen bir sirri bir harp hedefini düşman tarafına gizlice ilka ediyordu. Bunu gizlice götüren kadın da Peygamberden gördüğü taltîf ve ıaneye rağmen bir casusluk yapıyordu, fakat bu sebeble Resulullahın açık bir mu'cizesi göründü, yolda deve üzerinde hevdec denilen mahfe içinde giden o kadının yakalanacağı ravzai hah mevkiı bile aynen haber verilerek ekâbiri Eshabdan koşturulan süvarilerle mektub çıkartılıp getirtildi. Mündericatı okundu, gönderen Hâtıb İbn-i ebî Belte'a muhakeme edildi, maksadını dos doğru söylemesine ve mağifretle mübesşer bulunan Eshabı Bedirden bulunmasına mebni afvolundu. Tutulmuş olan kadının getirilmesinde ısrar edilmedi. Maamafih Mekkenin fethinde eman verilmeyip katlolunan üç erkek ile iki kadından birisi ba'zılarının kavlince bu kadındır. Mümtehane budur. İşte bu hadise sebebiyle bu mümtehane Sûresi nâzil olmuş, bu gibi ahvalde mü'minlerin vazifelerine dair nesayihi mühimme ile dari harbden muhacir olarak gelen kadınlar hakkında bile bir imtihan ta'limatı vermiştir. Binaenaleyh her zaman için nazarı dikkatten dur tutulmaması lâzım gelen bu Sûre bilhassa kıyamet gününü andıran büyük bir imtihan demek olan harb hengâmlarında daha ziyade ı'tina ile ta'kıyb ve tatbık olunmak bilcümle mü'minlerin vecibesidir.

Evvelâ buyuruluyor ki, Ey o bütün îman edenler! adüvvümü ve adüvvünüzü dostlar yerine tutmayın, dostun zıddı, adavet edici düşman demek olan adüvv esasen fe'ûl vezninde mübalega sıygası olmakla cem'ınde a'da ve onun cem'ınde eâdî denilirse de masdar mecrasında olarak ferde de cem'a de ıtlak olunur. Burada murad cem'iyyet olmakla beraber cem'iyyetin ferdde temessülüne işaret için müfred getirilmiş, evliyanın cem'iyle de cem'iyyete tenbih olunmuştur. Bunun izafetinde zâhir olan mef'ulüne muzaf olmaktır. Binaenaleyh (.......) bana ve size adavet edici düşmanları dostlar yerine tutmayın demektir. Yoksa neyih hasılı tahsil olurdu. Allah düşmanı, Allah’a adavet eden, Allah dinini, Allah hukukunu tanımıyan, Allah ve Resulü ile yarışa kalkışan ve Sûre-i Mücadelede (.......) ve emsâli âyetlerde halleri beyan olunan kâfirler, müşrikler zalimlerdir. Burada asıl sebeb-i nüzul Mekke müşrikleri olmakla beraber mefhum eamdır. Maamafih bu mefhum ve bu nehiy gerek bu âyette, gerek âtîdeki (.......) âyetleriyle takyîden tefsir ve ta'rif de olunacaktır. Mü'minlerin buğzu kendi hususî garaz ve hislerine göre değil, her şeyden evvel Allah ve menafiı amme için Allah düşmanlarına karşı bugz fîllah olması adavetin ancak o miyar ile ölçülüp gerek nefret ve gerek mahabbet hareketlerinde hak noktai nazarından ayrılmamak lüzumuna tenbih için düşmanlardan ihtiraz ibtida Allah düşmanı olan adüvv, a'dâi mü'minînin başında zikredilip buyurulmuşturki (.......)

(.......) müveddet, mahabbet ve sevgi demek olduğu gibi bizim mahabbetname, meveddetname ta'birlerimiz vechile mektûba da ıtlak olunurki meveddetin lâzımıdır. Burada bu ma'na da verilmiştir. (.......) da sıle veya sebebiyye olabilir. Bu cümle (.......) nun failinden hal veya menhî olan ittihazın tefsiri, yâhud evliyaya sıfatı kâşife olmak muhtemil olduğu gibi istinaf veya ı'tırazzıyye olması da muhtemil ve sebebi nüzûle daha muvafıktır. Evvelki vecihlere göre ma'na: onlara meveddet ilka ederek veya meveddetname ile haber ilka ederek, yâhud meveddet ilka etmeniz veya meveddet sebebiyle haber ilka edeceğiniz evliya ittihaz etmeyin, hasılı meveddetle ahvalinizden haber kaçırmayın demek olur. İstinaf veya ı'tiraz olduğu takdirde ise siz onlara meveddet ilka edersiniz, yâhud içlerinde alâkadar olduklarınıza sevginiz dolayısiyle o düşmanlar cem'iyyetine mektub göndererek ıhbaratta bulunuyorsunuz ki, bu onların hepsini dost yerine tutmaktır. (.......) vav, haliyyedir. Cümle (.......) zamirinden haldir.

Ya'ni hal bu ise onlar, o sizin meveddetle haber ilka ettiğiniz düşman cemaati o haldelerki size gelen hakka Hak teâlâdan risalet ve kitab ile gelen ve îmanı iktiza eden hak dininize ve hukukunuza küfrettiler ve hâlâ etmekteler küfürleriyle ne Allah’ın ne de ıbadullahın hukukunu tanımıyor, Allah’a ve mü'minlere adavet ediyorlar (.......) Peygamberi ve sizi rabbiniz Allahâ îman ediyorsunuz diye çıkarıyorlar. -Hiçretinize bâis oluyorlar. Bu cümle, küfür ve adavetlerinin derecesini beyan için istinaftır (.......), nun fâılinden hal olmasını da tecviz etmişlerdir. (.......) eğer siz benim yolumda cihad etmek ve rızamı aramak için bütün gücünüzle çalışıp uğraşacak mücahidler olarak çıkdınızsa... - Bu cümle-i şartıyye makabli karînesiyle cezası mahzuf olmakla, ma'nen yukarıya merbuttur. Te'hırinin nüktesi: bu şart altında o mazmunu, ya'ni nehyi tekrar ile te'kid ve şartın mazmunu mucebince iymanda ıhlâs ile cihadda metanete teşvıktir. Bu suretle (.......) ve müteallikatının kaydi mesâbesinde olan bu şart bilhassa ihraca sebeb (.......) fıkrasına ittisal ile îmanı tevhidde şübheyi nefi ve ıhlâsı tesbit ve hurucun ıhraca tenazurunu takrir için bu noktaya te'hır olunmuş ve maba'di ile makabli arasında bir cümle-i mu'terıza vaz'iyyetine konulmuştur.

Ya'ni siz mü'minlerin hurucunuz, vatanlarınızdan çıkışınız Allah yolunda cihadetmek ve Allah’ın rızası sebeblerini aramak ve binaenaleyh Allah düşmanlarına karşı Allah dostları mücahidler olmak için ise öyle yapın, o Allah düşmanı düşmanlarınızı dostlar yerine tutmayın, bahusus cihad esnasında onlara meveddet yollu haber kaçırmayın da halîs bir îman ile Allah’ın rızasına irdirecek mücahede yapın. Bu âyette (.......) de muhatabları gaibleri tağlib ve tekellümden gıyaba iltifat vardır.(.......) ma'nasına ihracı ta'lildir (.......)mef'uli leh veya Mücahidîn ma'nasına haldir.

Bu ta'limattan sonra sebeb-i nüzul olan hâdiseyi ıhbar ile ıtab ve tevbıh makamında istiynaf veya (.......) den bedel tarikıyle buyuruluyor ki, (.......) meveddetle onlara sir veriyorsunuz-o düşmanlara cemîle yaparak gizli meveddetname gönderiyor, sirren havadis kaçırıyorsunuz

(.......) halbuki ben - Allah (.......) sizin gizlediğiniz şey'e de açıkladığınız şey'e de a'lemin - hepsini de pek âlâ bilirim. Burada (.......) ismi tafdıl de, muzari' nefsi mütekellim de olabilir. (.......) evvelkine daha muvafıktır. Sonra (.......) nazaran (.......) denilmek daha münasib görünürken (.......) buyurulması da şayanı dikkattir. Çünkü ihfa, isrardan daha gizlidir. Netekim (.......) buyurulmuştur. İsrar, başkasına sir vermek, gizli konuşmaktır. Bunda ise bir nevi' i'lân vardır. Halbuki ıhfa gönülde gizlenene de şamildir (.......) olan Allah ılminde gizliyi de açığı da hepsini bilir, binaenaleyh Resulüne de bildirir. O halde açıklamasından çekindiğiniz bir günahı gizli ne için yaparsınız. Gizlemekle onun zararından, cezasından kurtulacağınızı mı zannedersiniz? (.......) hem içinizden her kim onu yaparsa - nehyolunan o fi'li, o ittihazı, bahusus cihad halinde meveddet ilka ve israr, hattâ gönülde ıhfayı siz mü'minler içinden her kim yaparsa (.......) artık düz yolun ortasında sapıtmış, şaşkınlıkla kendisini kaybetmiş olur. Îman ile doğru Allah yolunda giderken Şeytan yoluna sapmış, düşmanın casusu mekvıine düşmüş, cezaya müstehıkk olmuş, kendisini felâkete sürüklemiş olur. Çünkü

2

Eğer onlar size bir zafer bulurlarsa hepinize düşman kesilirler ve sizlere fenalıkla ellerini ve dillerini uzatır ve arzu ederler ki, hep kâfir olsanız! ne hısımlarınızın ne de evlâdlarınızın size asla menfeati olmaz, o kıyamet gününde aranızı ayırır ve Allah hep amellerinizi gözetir.

Onlar size zafer bulurlarsa - o dost yerine tuttuğunuz, meveddetle sir verdiğiniz düşmanlar sizi mağlûb edip ellerine geçirir, hükümleri altına alırlarsa sizin onlara yaptığınız gibi dostluk etmezler, bil'akis (.......)

sizlere hep düşman kesilirler (.......) ve sizlere kötülükle ellerini ve dillerini uzatırlar-elleriyle katil, esaret, işkence gibi ne fenalık yapabilirlerse yaparlar, dilleriyle şetim, hakaret gibi her kötü sözü söylerler - Kur’ân’ın bu kısacık ıhtarı nekadar vecîz, nekadar şumullü, nekadar hâil, sonra da ifade nekadar nezîhtir. Tarih gözden geçirilirse kâfirlerin, zalimlerin ellerine düşürdükleri istiklâllerini gaib etmiş müslimanlara hattâ hüküm ve ahidden sonra elleriyle dilleriyle yaptıkları kötülükleri, işkenceleri, hakaretleri, zulümleri, alçaklıkları, iftiraları tezvirleri, tearruzları, imhaları öyle feci', öyle çirkindir ki, okuyanların bile nasıl tüylerini ürpertip nasıl vicdanlarını sızlattığı görülür. İnsan olan onların tesavvurlarından bile tiksinir. (.......) ve arzu etmektedirlerki hep kâfir olsanız!....- hiç mü'min kalmasa, bu arzuları mukaddem olduğu için mazı ile ta'bir olunmuştur.

Maamafih fi'len cebir ve ikrahe kudret terettüb edebilecek vechile tehakkuku mefruz olan zaferleriyle meşrut olduğu için ma'nen müstakbeldir. Fenalığın, belânın en büyüğü de budur. Çünkü Dünya hayat her ne olsa geçer, fakat küfrün cezası olan azâbı ebedî tükenmez. Ebedî hayatın miftahı olan îman ni'metini gaib etmek kadar büyük musıybet tesavvur olunmaz. Kâfirlere mahkûm olanların ise irinde gecinde o musıybete giriftar olmaları tehlikesi aglebdir. Hâtıbın dediği gibi içlerinde bulunan ba'zı akriba ve evlâd dolayısiyle o düşmanlara meveddet ilka ve israr edenlere gelince buna şöyle buyuruluyor:

3

Sizin için güzel bir örnek İbrahim ile beraberindekiler de oldu: Vaktiyle onlar kavımlarına şöyle dediler: "Biz sizlerden ve Allahdan başka taptıklarınızdan beriyiz ve sizi tanımıyoruz, taki siz Allah’ın birliğine îman edinciye kadar, sizinle aramızda ebedî buğz-u adavet başladı" ancak İbrahimin babasına "Elbette senin için istiğfar edeceğim" maamafih senin için Allahdan hiç bir şeye gücüm yetmez" demesi müstesna, dediler:

size ne hısımlarınızın ne de evlâdlarınızın aslâ men'feati olmaz - onlar sizi yaptığınız günahın cezasından kurtaramaz (.......) Kıyamet günü «Allah» aranızı ayırır. - Zira (.......) âyeti mucebince o gün kişi kardeşinden ve anasından babasından, ve zevcesinden ve evlâdlarından kaçar. Burada harbin mağlûbiyyet ve felâket günleri de Kıyamet gününü andırdığına bir işaret vardır (.......) ve Allah hep amellerinize bakar. - Ona göre mücazat veya mükâfat eder, yoksa evlâd ve akribanıza göre değil. O halde Allah düşmanlarına dost olanlar Allah dostları olamazlar. Onun için mü'minler evlâd ve ıyal hatırı için Allah düşmanlarını dost yerine tutmamalı, bahusus harb hengâmında onlara meveddetle sir kaçırmaktan çok ihtiraz etmelidirler.

4

Ya rabbena! Biz ancak sana tevekkül kıldık ve sana gönül verdik ve bütün gidiş sanadır.

 Şirk ve küfürden teberra ile mahabbet ve buğzun sırf Allah için olması, îmanı tevhidin en mühim esaslarından olduğunu anlatan bu kıssa fîsebilillah mücahede için huruc eden mü'minlere bervechi balâ verilen ta'limatı tevsîk ve te'kid için mazıden alınacak ıbretlerin, misâllerin en güzeli olmak üzere kasrı ifade eder bir surette iyrad buyurulmuştur. Sûre-i Nahlin âhirinde  bak. Hemzenin zammiyle ve kesriyle (.......) aslında ıktida ve imtisal ma'nasına masdar olup ıktida olunmak hakkı olan haslete de şahsın kendisine de ıtlak olunur ki, nümunei imtisal, şâhid, örnek demek olur. Şahıs murad olunduğu zaman (.......) gibi tecrid kabîlinden olup «lirada iki dirhem bir denk altın var» demeğe benzerse de haslet murad olunduğu surette zarfiyyet, mevsufun sıfatına mahalliyyeti kabîlinden olur ki, burada böyledir (.......) nin haberi olduğu için takdimi kasr ifade ile (.......) mazmununu anlatır. Hazret-i İbrahim, bidayeten yalnız olmak ı'tibariyle (.......) dan murad (.......) buyurulduğu üzere onun isrince giden Peygamberler olabilirse de sonradan kendisine iltihak eden mü'minler veya hepsi olması da melhuzdur. Mâzıyde tarihte geçmiş nice devletler, milletler, cem'iyyetler, kavimler varsa da bütün inkılâbatı beşer içinde îmanı tevhid ile ahlâk temizliği, sadakat ve şecaat ile cihad ve icrayı hakk-u adalete ıkdam hasleti noktai nazarından en güzel örnek ebül'enbiya olan ve kelimei tevhid ile hanifliği zürriyyetine mîras bırakmış ve bu sayede Arabi müsta'ribe olan İsmail evlâdına istikbal için mümtaz bir inkişaf mebdei uyandırmış bulunan Hazret-i İbrahim ile peyrevlerinde vuku'a geldiği anlatılmış (.......) ancak İbrahimin babasına olan şu sözü örnek tutmaktan müstesna kılmıştır-ki, o söz Sûre-i Meryemde de (.......) kavliyle geçtiği üzere babasına (.......) her halde senin için mağfiret istiyeceğim, maamafih Allah’a senin hakkında başka bir şeye gücüm yetmez, ya'ni istiğfardan başka bir şey elimden gelmez diye va'detmesidir ki, İbrahim aleyhisselâm bu va'dini Sûre-i Şuarada geçtiği üzere (.......) duâsiyle iyfa etmiş, bununla beraber Sûre-i Beraede geçen (.......) âyetinden anlaşıldığı vechile babasının bir Allah düşmanı olduğu kendisince tebeyyün ettikten sonra ondan teberrî etmiş idi. Zira (.......) âyetleri mucebince Allahü teâlâ şirke mağfiret buyurmaz bundan da anlaşılır ki, Allah düşmanı müşriktir. Allahü teâlâ insana valideyni hakkında ihsan tavsıye etmiş olmakla beraber şirke asla mağfiret etmiyeceğinden Sûre-i Lokmanda da (.......) buyurulduğu vechile şirke sevkeden ebeveyne bile itaat etmeyip Dünyada ma'ruf ile musahabet etmeği emrederek ta'atı ma'ruf, ya'ni meşru' ile takyid buyurmuştu. Bu suretle Allah’a ısyan mahiyyetinde olan hususatta tâat caiz olmadığı ve böyle kabul olunmıyacağı, ma'lûm olan duâya âmin denmiyeceği cihetle Hazret-i İbrahimin sonradan teberrî etmiş olduğu o sözü de örnek tutmaktan istisna edilmiştir.

(.......) İbrahim ve maıyyeti kıssasının mücahededeki hallerini beyan için istiynaf, yâhud (.......) takdiriyle evvelki (.......) ya atıf sebkindedir. Kıssanın hıssasının hasılı olmak üzere (.......) böyle deyin» ma'nası da anlaşıla bilmek için kavil ve atıf hezf olunmuştur.

5

Ya rabbena! bizleri o küfredenlerin fitnesi kılma ve bizlere mağfiret buyur, çünkü sensin ancak öyle azîz öyle hakîm.

Ya rabbena! bizi o küfür edenler için bir fitne kılma - ya'ni onlara mağlûb etme, ellerine düşürüp mihnet ve azâba sokma, el dil uzatmalarına meydan verme de bizim mihnetimiz yüzünden îmanı tahkır ile küfre meftuniyyetlerini artırma. Zira mü'minlerin mihnet içinde gösterecekleri temizlik ve yükseklikten de iymanın ulviyyeti anlaşılabilirse de bu pek zor ve pek tehlikeli olduğu gibi kâfirlerin «îman eyi olsaydı bunlar mağlûb edilmez, esir olmazlardı» diyerek, Dünya hayatiyle mağrur olarak küfre meftun olmalarına sebeb de olur.

6

Hakikaten sizler için güzel bir örnek onlarda olmuştur

(.......) kasem ile te'kiddir (.......) den bedeli kül veya ba'z olup îman ve cihadda Allah’a ve âhırete ümidin ehemmiyyetli bir rükün olduğuna tenbihtir. Çünkü ye'is küfürdür. (.......) Bu da Allah düşmanlarına karşı beyân olunan vazifeler Allah’ın haşâ bir eksikliğinden değil, sırf insanların hamde mazher olmaları için mesalih ve menafıi iktızasından olarak şayanı teselli ta'limat ve irşadat olduğuna tenbihtir. Bu vazifeler yapıldığı ve düşmanlardan temamen teberrî edilerek cihad edildiği surette

7

Allah’a ve Âhıret gününe ümmid besliyenler için; her kim de aksine giderse haberi olsun ki, sizinle onlar içinden düşmanlaştıklarınız arasında bir meveddet husule getire. Allah kadîrdir, Allah gafurdur rahîmdir.

Pek me'muldur ki, Allah sizinle o kâfirler içinden muadat ve muhasame ettiğiniz düşmanlar arasında bir meveddet husule getire - çünkü islâmın galebesiyle hayre mani' olanlar defolunup hak ve adaletle islâmın güzel ahlâkı izhar ve tatbik olunmağa başlayınca o adavetler de meveddete münkalib olmağa başlar. Netekim Mekkenin fethi üzerine, ahlâkı Muhammedî ve ulüvvi cenabı Ahmedî fi'len tatbık olunmağa başlayınca yirmi senedir adavetin her türlüsünü yapmağa çalışanlar bile hayretler içinde islâma girmek için yarış etmişler ve çok geçmeksizin bütün Arabistan da islâma dahil olarak o nûrı hak âfakı âlemi tenvire başlamıştı. Bu âyet de gösteriyor ki, cihaddan asıl maksud adavet değil, meveddeti ta'mimdir. Allah düşmanlarından teberrî ile onlara buğuz da Allah rızası için ıhlâsı, meveddeti gereği gibi ta'mim için zerîadır. (.......) Allah kadîrdir - kudreti çoktur, adavetleri meveddete çevirmeğe de kadirdir. (.......) ve Allah gaffurdur rahîmdir. - Rızası uğurunda çekilen zahmetleri boşa gidermez. Allah’a ve mü'minlere adavetten tevbe edip meveddete geçenlerin günahlarına mağfiret eder. Bu ma'nayı tavzıh ile Sûrenin başındaki nehyi tefsir siyakında buyuruluyor ki,

8

Allah sizi din hakkında size kıtal yapmıyan ve sizi yurdlarınızdan çıkarmıyan kimselerden, onlara iyilik etmeniz ve kendilerine adalet yapmanızdan nehyetmez, çünkü Allah adalet yapanları sever

Allah sizi şunlardan nehyetmez: (.......) size dinde kıtal yapmıyanlar - kendileri hangi din ve milletten olurlarsa olsunlar size dininiz hakkında, dininizin hukukuna, ahkâmına dokunmak garazıyle harbetmiyen, sizi öldürmeğe kalkışmıyanlar (.......) ve sizi diyarınızdan çıkarmıyanlar - ya'ni gerek mübaşeret ve gerek müzaheret suretiyle olsun bu iki sıfattan hiç birisiyle muttasıf olmıyan, size ne din harbi ne de vatan harbi yapmıyanlar, çünkü bundan sonraki âyette (.......) kaydi karînesiyle burada da (.......) ma'nası murad olduğu anlaşılır. İşte (.......) bunlara iyilik ve adalet yapmanızdan Allah sizi nehyetmez (.......) çünkü Allah kime olursa olsun adalet yapanları sever. - Bunun hilâfına olan düşmanlara adavet etmek de adaleti ilâhiyyenin ıktizasıdır (.......),(.......) den bedeli iştimaldir. Bu âyetin sebeb-i nüzulünde bir kaç rivayet vardır. Ezcümle Hazret-i Ebî Bekrin kızı, Hazret-i Zübeyrin zevcesi Esma zatünnitakaynden (.......) rivayet olunduğuna göre demiştir ki, Resulullah muahid bulundukları sıra müşrike olarak Kureyşin ahdinde bulunan validem bena rağbetle gelmişti, ona sıla ve iltifat edeyim mi diye Resulullaha sordum, Allahü teâlâ bu âyeti indirdi, Resulullah da bana buyurdu ki, (.......) evet ona sıla et, ya'ni alâkadar ol, iltifat ve ihsan eyle» (.......) Esmanın validesi Kuteyle binti Abdiluzza, Hazret-i Ebî Bekrin zevcesi iken Cahiliyyede tatlık etmiş idi. Bu rivayete göre bu âyet Hudeybiye musalehasından sonra ve Kureyşin o muahede ahkâmına tecavüz edip de Mekkenin fethini iktiza eden harekâta sebebiyyet vermelerinden mukaddem, ya'ni yukarıki âyetlerin nüzulünden evvel nâzil olmuş demek olur. Bu sebeble ba'zıları bu âyetin nisvan ve sıbyan hakkında olduğuna kail olmuş ise de ekser ulemanın dediği gibi bundan mutlaka ahdine riayetkâr olan muahideleri anlamak daha muvafıktır. Netekim Hasen ve Ebû Salih gibi ba'zıları da bu âyetin Resulullaha mukatele etmemek ve aleyhine muavenette bulunmamak üzere musaleha yapmış olan Huza'a ve Benî Haris gibi Kâ'b ve Kinane ve Müzeyne kabîleleri hakkında nâzil olduğunu rivayet eylemişlerdir. Ba'zıları da küffar içinde bulunup da hicret etmemiş veya edememiş olan mü'minler hakkında olduğunu söylemişler ise de bu tahsıs âyetin zâhirine de siyakına da muvafık değildir. Onun için cümhur (.......) mevsulünün sılası hayyizinde zikrolunan iki sıfat ile muttasıf küffar hakkında olmasına kail olmuşlardır ki, zimmî, müste'min, kat'ı münasebet edilmemiş olan muahid, musalihlerin hepsine şamil olur. Mü'minler bunların hiç birine birr-ü adaletle muameleden menhiy değillerdir. Tirmizînin rivayeti hılâfına olarak bu âyetler denildiği gibi daha evvel nâzil olmuş olsa dahi tertibde buraya konulması baştaki birinci âyetin tefsiri mesâbesinde bir siyak ifade etmekte bulunduğu cihetle hepsi beraber nâzil olmuş gibi bir insicam arzetmekte ve Mekkelilerin Huzaaya tecavüzleri sebebiyle kat'ı münasebet emri verildiği bu sırada diğer muahidlerle münasebetin ıhlâl edilmemesi noktai nazarından da bir siyaset hikmetini ihtiva eden bu âyetin mazmunu fi'len muharib veya muhariblere muzahir olmıyanların hangi milletten olursa olsun hepsine şamil olmak lâzım gelir. İbn-i Cerîri Taberî de bu ta'mimi tasrih eylemiştir. Şu fırka da bunu iş'ar eyler

9

Allah sizi ancak size din hakkında kıtal yapan ve sizi yurdlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza muzaheret ede kimselerden, onlara dostluk etmenizden nehyediyor, her kim de onlara dostluk ederse işte onlar kendilerine yazık eden zalimlerdir

Dinde size kıtal eden (.......) ve sizi diyarınızdan çıkaran (.......) ve çıkarılmanıza muzaheret edenlerden - bu üç sınıfın hepsiyle veya her hangi birisiyle muttasıf olanlardan (.......) onlara dostluk etmenizden nehyeder. - İşte (.......) buyurulmasının ma'nası bu suretle adavetleri tehakkuk edenlerden münasebeti katedip onlara müvalât ve ilkai meveddet yapmamaktır. (.......) her kim de onlara dostluk eder müvalâtta bulunursa işte onlar hep zalimlerdir. - Adavet yerine meveddeti koyarak adaletin hakkına tecavüz eden ve binnetice kendilerine zulmetmiş bulunan haksızlardır. Bu suretle bu iki âyet islâmın beynelmilel hukuk ve münasebeti ahkâmının esasını ta'yin eden iki mühim düstur olmak ı'tibariyle ayrıca bir ehemmiyyeti hâizdir. (.......) kaydının burada tasrih olunup da evvelkinde nakızinin tasrih olunmıyarak delâlete bırakılmasında bir nükte aranmak lâzım gelir. Allahü a'lem bu nükte muzahirlerle kat'ı münasebette isti'cal edilmeyip evvelemirde düşmanlara müzaheretten sarfı nazar ettirmek için mümkin olabilen siyasî teşebbüslere meydan bırakmak hikmeti olsa gerektir.

Buraya kadar devam eden bu âyetler mü'minlere dost ve düşmanı tanıtmak üzere teberrâ ve tevellâ noktai nazarından bir imtihan mazmunu ifade ettikten sonra diğer bir haysiyyetle bir imtihan vazifesi daha göstermek üzere ikinci bir hıtabe ile buyuruluyor ki,

10

Ey o bütün îman edenler! Size mü'mine kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman kendilerini imtihan edin, iymanlarını Allah bilir, imtihan üzerine onları mü'mine bilirseniz artık kendilerini kâfirlere geri çevirmeyin, mü'mineler hâfirlere halâl değil, kâfirler de mü'minelere halâl olmazlar: Maamafih sarfettikleri mehri o kâfirlere verin, sizin o mü'mineleri nikâh etmenizide de, kendilerine mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur, kâfirlerin ise ısmetlerine yapışmayın ve sarfettiğinizi isteyin, kâfirler de sarfettiklerini istesinler, bunlar, size Allah’ın hukmüdür, aranızda hukmediyor ve Allah alîmdir hakîmdir

Razî tefsirinde derki: bu âyetlerin münasebeti noktai nazarından nazmında güzel bir vechi ma'kul vardır: zira muanid üç halden halî değildir. Ya ınadında devam eder, yâhud ınadını terketmesi me'mul olur.

Yâhud da ınadı terkedip teslimiyyet gösterir. İşte Allahü teâlâ bütün bu âyetlerde bu halleri beyan ile onlara her halette halin muktezasına göre muamele edilmesini müslimanlara emretmektedir. (.......) kavli birinci hale işarettir. Sonra (.......) kavli ikinci halete işarettir. Sonra bu (.......) kavli de üçüncü halete işarettir. Ve bütün bunlarda mekârimi ahlâka sevk ve teşvık eden lâtîf tenbihat vardır. Çünkü Allahü teâlâ bu üç halin üçünün mukabelesinde de mü'minlere en güzel olan karşılıkla ve en lâyık olan kelâm ile emreylemiştir. (.......) Ey o bütün îman edenler! (.......) Mü'mine kadınlar size muhacir olarak geldikleri zaman - burada mü'minat ta'biri, iymanın muktezası olan kelimei şehadeti zâhiren söylemiş ve ona münafî bir hal göstermemiş olmaları, yâhûd imtihan ile iymanlarını isbat mevkıinde bulunmaları ı'tibariyle zâhirîdir. Yoksa imtihana tabi' tutulmalarının ma'nası olmazdı.

Ya'ni dari küfürden dari islâma hicret ederek mü'miniz diye size geldikleri zaman (.......) onları imtihan edin - kalblerinin de dillerine uygun olduğuna zannınızı galebe ettirecek vechile sınayın. İbn-i Cerîr ve daha ba'zılarının İbn-i Abbas Hazretlerinden rivayetlerine göre Resulullah bu kadınları (.......) kelimei şehadeti üzere imtihan eder ve şöyle yemîn verirdi: Bir zevc buğzundan dolayı çıkmadığına billâhi mi? Bir arzdan bir arza rağbetten dolayı çıkmadığına billahi mi? Ve Allah’a ve Resulüne mahabbetten başka bir maksad için çıkmadığına billâhi mi?

Buharî ve sairede rivayet edildiği üzere Hazret-i Aişe radıyallahü anha da demiştir ki, Resulullah mü'mineleri ancak (.......) âyeti ile imtihan ederdi. Bu imtihanın sebebi, zira (.......) iymanlarına Allah a'lemdir. - Hakıkaten mü'min olup olmadıklarını tamamiyle Allah bilir. Çünkü iymanın asıl rüknü kalbdeki tasdıktir. Kalblerdeki esrara ise ancak Allah muttali' olur. Siz ancak zâhiren bir imtihan ile denemek suretiyle zâhirî bir ılim edinebilirsiniz onun, için iymanın hukmünü zayi' etmemek üzere deneyin.

Sûre-i Nisada geçen (.......) kavli muktezasınca selâm verene, mü'minim diyene, mü'min değilsin diyerek kâfir muamelesi yapmak doğru olmazsa da muahid bile olsa dari harbden yeni hicret ederek gelenlerin mücerred mü'minim demeleriyle bir tahkık ve tecribe yapmaksızın derhal hür mü'minlerin her türlü hukuk ve muamelesine mazher kılınıvermelerinde de mü'minlere bir zarar getirmesi melhuz olan bir ihtiyatsızlık vardır.

Evvelâ bir casusluk, saniyen bir ahid şikenlik, sâlisen diğer bir nifak ve ahlâksızlık gibi fesadlar melhuz olur. Hasılı dari islâmda beraeti zimmet asıl ise de dari harbden îman iddiasiyle geliş bir beraeti hâdise da'vası demek olduğu ve iymanın asıl rüknü olan tasdık ise umuri hafiyyeden bulunduğu cihetle zâhirde gayrın hukuku noktai nazarından dahi mu'teber olacak surette her vechile hukmü sabit olabilmek için alâmeti zâhire olan ıkrarın ona delâletini takviye edecek bir müeyyide lâzımdır ki, o da ancak zikrolunduğu üzere bir imtihan ile tecribe olunabilir. Onun için hicretlerinin başka bir maksadla değil, halıs îman ile husni niyyete mebniy olduğu bir dereceye kadar olsun bilinmek üzere denenmeleri ıktiza eder. Netekim Sûre-i Hucüratta geçen (.......) âyetinde de bu ma'naya bir işaret vardı. Maamafih burada bu âyet, mutlak değil kadınlar hakkında ayrıca bir sıyanet ve ı'tinayı ifade eder bir hususiyyetle varid olmuştur. (.......) eğer imtihan üzerine o kadınların mü'mine olduklarını bilirseniz (.......) karînesiyle müfessirîn demişlerdir ki, burada ılim, zannı galib ma'nasınadır. Muamelâtta zannı galib ile amel vacib olduğuna tenbih için zannı galibe ılim ile ta'bir buyurmuştur.

Ya'ni bu babda sizin için ılmi yakîn mümkin olamazsa da mümkin olabilen ba'zı suâl ve cevab ile bir tecribe ve yemîn ve saire gibi karain ve emarattan istidlâl tarikıle zannınızı galebe ettirecek kadar bir ılim ve kanaat hasıl olursa (.......) artık o kadınları kâfirlere iade etmeyiniz -çünkü (.......) onlar anlara, ya'ni mü'mineler kâfirlere halâl değildir. (.......) anlar da onlara, ya'ni kâfirler de mü'minelere halâl olmazlar. - Aradaki hurmeti ifade için bu cümlelerin birisi dahi kâfi olabilir idise de hurmetin yalnız bir taraftan değil, iki taraftan da sübutünü tasrih için tekrar olunmuştur.

Yâhud birincisi firkatin husulüne, ikincisi de yeniden nikâhın men'ıne tenbih içindir. Şu halde onları iade etmek lâekal cebren zinaya sevketmek gibi bir cinayet olur. Ve bu sebebledir ki, bu imtihan âyeti bilhassa kadınların bu hurmetini muhafaza içindir. (.......) Bununla beraber etmiş oldukları masrafı o kâfirlere verin - ya'ni o kadınların bırakıp geldikleri kâfir kocalarının onlara sarf etmiş oldukları mehirleri ne ise onu o kâfirlere tazminat olarak verin. Bu emir zâhiren mutlak gibi görünürse de teemmül olununca bunun iadeye tealluk eder bir ahid bulunan muahidler tarafından kaçıp gelmiş oldukları takdire aid olduğu anlaşılır. Çünkü hiç bir ahid bulunmıyan veya fi'len muharib vaz'ıyyetinde bulunan taraftan kaçıp geldikleri takdirde kavaıdi umumiyyeye nazaran böyle bir tazmin için sebeb yoktur. Sebeb-i nüzul hakkında vârid olan ba'zı rivayetler de bunun Hudeybiye musalehası ahkâmına mahsus olduğuna delâlet etmektedir. Zira Hudeybiye musalehasının maddelerinden biri şöyle idi: «Kureyşten velîsinin izni olmıyarak Muhammede geleni ona reddedecek, Muhammedden Kureyşe geleni ona reddetmiyecekler, Muhammedin akd-ü ahdine dahil olmak arzu eden de ona dahil olacak ilh...» Resulullah ahid müddetinde Kureyşten velîsinin izni olmıyarak kaçıp gelen erkekleri mükellef Müsliman bile olsalar velîlerinin mutalebesi halinde iade etmişti. Netekim Kureyşin sulh murahhası olan Süheylin oğlu Ebû Cendeli nasıl reddettiği ve neticesinin ne olduğu yukarılarda geçmişti. Sonra kadınlardan da hicret edip gelenler oldu, halbuki musaleha müzakeresinde erkekler üzerine söz cereyan etmiş, kadınlar hakkında bir şey konuşulmamış, muahedenameye bir sarahat derc edilmemiş idi (.......) lâfzının şumulü ihtimali bulunmakla beraber (.......) denilmemişti. Binaenaleyh mes'ele tefsire müsaid ve şübheyi daî idi. İşte ba'zı rivayata göre bu âyet bunun halli için nâzil olmuş bir imtihan ile iymanına kanaat hasıl olduğu takdirde kadınların iade edilmeyip ancak evli olanların kocalarına mehirlerinin tazmini suretiyle şübhenin izalesi emrolunmuştu. İlk gelen ve sebebi nüzûl olan kadın hakkında da rivayetler muhteliftir. Bir rivayette ibtida Ukbe İbn-i Ebi Muaytın kızı Ümmi Gülsüm gelmiş, arkasından da biraderleri Ammar ile Velîd gelip reddini taleb eylemişler idi. Bu âyetin nüzulüne binaen redd edilmemiş, sonra Zeyd İbn-i Hârise radıyallahü anh Hazretlerine nikâh edilmiş idi. Diğer bir rivayette Sübey'a bintil'harsi idi ki, müşrik olan Sayfiyy İbn-i Rahibin, diğer bir rivayette müsafiri mahzumînin tahti nikâhında idi, Mekkeliler taleb etmişler, fakat kocasının sarfettiği mehri verip Hazret-i Ömer radıyallahü anh tezevvüc etmiş idi. Diğer bir rivayette Ebû Hassan İbn-i Dahdahanın karısı Ümeyme binti Bişr idi, bu da ledettaleb iade olunmamış, Süheyl İbn-i Sayfiyy radıyallahü anh tezevvüc etmiş idi. Bu rivayetler sebebin teaddüdü ile mes'elenin Hudeybiye müsalehasına teallukunu gösterir. Fakat Dahhâkten vârid olan rivayette Resulullah ile müşrikler beyninde şöyle bir ahid vardı: «bizden sana senin dininde olmıyan bir kadın gelirse onu bize reddedeceksin, şayed senin dinine girerse zevci bulunduğu takdirde sarf etmiş olduğu mehri zevcine reddedeceksin.» Buna göre âyet doğrudan doğru bu ahdin hukmüne muvafıktır. Balâda Tirmizîden naklolunduğu üzere Sûrenin hepsi Hatıbın mektubu hâdisesi üzerine nâzil olduğu takdirde de bu tazmin meselesi yine bu ahidlerden birinin ahkâmiyle alâkadar olmak gerektir.

(.......) ve o mü'mineleri nikâh etmenizde de kendilerine mehirlerini verdiğiniz takdirde size bir günâh yoktur. - Çünkü îman edip islâma girmiş olmalariyle dari harbdeki kâfir kocalarından iftirak ve hurmet hasıl olmuştur. Maamafih eski kocalarının verdiği mehri tazmin kâfi gelmeyip kendilerinede bedeli bud'u olarak ayrıca mehir lâzım gelir. Mehirlerini kendilerine vermekde de filhal te'diye şart olmayıp verilmek üzere teahhüd edilmek dahi kâfidir. Mehir tesmiye edilmeden nikâh fasid olmaz, mehri misil lâzım gelirse de bu âyetde, nefyi cünâh için vermek şart edildiği cihetle tesmiye edilmemek kerahet olacağı anlaşılır. (.......) kâfirelerin ise ısmetlerine yapışmayın - KEVAFİR; kâferenin cem'i, ISEM; ısmetin cem'idir. ISMET; dokunulacak tutamak demek olup gerdanlık, bilezik, bilek ve hıfz-u sıyanet ma'nalarına geldiği cihetle gerek akid ve gerek sebeb her hangi bir tutamağa ıtlak olunur. Burada murad nikâhlarının butlanıdır.

Ya'ni dari harbden hicret etmeyip kâfire olarak kalan veya, ıyazen billah, mürtedd olarak dari harbe iltihak eden kadınlarla aranızda ne bir ısmet ne de bir zevciyyet alâkası olmasın, tutamaklarına tutunmayın, daha türkçesi ellerine yapışmayın, ipleriyle kuyuya inmeyin (.......) hem de sarf ettiğiniz mehri isteyin (.......) o kâfirler de size hicret eden mü'mine kadınlara sarf etmiş oldukları mehri istesinler - ya'ni tekass edin, fazla alacaklı çıkarsanız isteyin, borçlu kalırsanız (.......) emri mucebince verin (.......) bu dinlediğiniz hukümler (.......) Allah’ın hukmüdür. (.......) Aranızda hukmediyor - ma'hud kâfirlerle siz mü'minler arasında huküm veriyor (.......) ve Allah, alîm, hakîmdir. Ilmiyle hikmetinin ıktızasını teşri' buyurur. (.......) ve eğer sizin zevcelerinizden bir şey sizden fevt olur, ya'ni kaçıp dari harbe geçer ve tazmin edilmezse

11

Ve eğer zevcelerinizden bir şey sizden küffara kaçar, siz de acısını alırsanız zevceleri gitmiş olanlara sarfettiklerinin mislini veriniz ve Allahdan korkunuz, eğer siz ona îman etmiş mü'minlerseniz

(.......) sonra da siz muakıb olursanız -ekser müfessirîn burada muakabenin ukubetten değil, teakub gibi nevbet ma'nasına ukbeden olduğunu söylemişlerdir ki, şöyle demek olur. Sonra da nevbet sizin olur.

Ya'ni onların kadınlarından îman ile size hicret eyliyenler bulunur, bu suretle tazminat vermek nevbeti size düşerse, yâhud ba'zılarının dediği gibi ukubetden olduğuna göre: siz de çarpışıp ganîmet alırsanız (.......) zevceleri gitmiş olanlara ettikleri masrafın mislini verin - verilecek tazminattan bu kadarını bunlara mahsub edin, yâhud alınan ganîmetten evvelâ bunların zayıatı kadarını ayırıp verin (.......) ve Allahdan korkun - alacağınızda vereceğiniz de onun hukmüne riayetle müttakî olun, ıkabından korunun (.......) o Allah ki, sizler ona îman etmiş mü'minlersiniz - ıymanın muktezası ise başkasından çekinmeyip ancak ondan korkmak ve onun vikayesiyle korunmaktır.

12

Ey o Peygamber! Mü'mineler sana şu şartlar üzerine biy'at etmeğe geldiklerinde: Allah’a hiç bir şey şirk koşmıyacaklar ve hırsızlık yapmıyacaklar ve zina etmiyecekler, ve evlâdlarını öldürmiyecekler ve elleriyle ayakları arasında bir bühtan uydurup getirmiyecekler, ve sana hiç bir ma'rufta asıy olmıyacaklar, bu suretle onlara bey'at ver ve kendileri için istiğfar ediver, çünkü Allah gaffurdur rahîmdir

Bu âyetin fetih günü nâzil olup Resulullahın Safa üzerinde erkeklerden biy'at aldığı sıra Resulullah namına Hazret-i Ömerin de aşağıda kadınlardan bi'at aldığını İbn-i ebî hatim Mukatilden rivayet eylemiş ise de yukarıda Hazret-i Aişeden varid olan rivayette bunun da imtihan âyetiyle beraber nâzil olmuş bulunduğu, Tirmizîden de bütün Sûrenin Hâtıb İbn-i ebî

Belteanın mektubu hadisesi üzerine nüzulü anlaşılıyordu, İmam Ahmed İbn-i hanbel, Nesâî, İbn-i Mace ve Tirmizî sahih diyerek Ümeyme binti Rükayye radıyallahü anhadan şöyle rivayet etmişlerdir: müşarünileyha demiştir ki, ben Resulullaha biy'at edelim diye vardığımda bizden Kurândaki (.......) âyeti vechile biy'at aldı, nihayet (.......) kavline geldikte (.......) güçleri takatleri yettiği derecede» buyurdu, biz de Allah ve Resulü bizlere kendimizden daha erham, Ya Resulallah! Bize müsafeha etmezmisin? Dedik, «ben kadınlara müsafeha etmem, ancak yüz kadına sözüm bir kadına sözüm gibidir» buyurdu. Ba'zı rivayetlerde Resulullah kadınların biy'ati zamanında mubarek eline bir sevb koyardı, ba'zılarında da bir bardağa su koyup mubarek elini daldırır, sonra da kadınlar ellerini daldırırlardı diye varid olmuştur. Meşhur ve mu'temed olan budur ki, kadınlarla müsafeha etmemiştir. Maamafih Resulullahın kadınlardan biy'at alması bir kerre değil, müteaddiddir. Medinede de olmuş, fetihten sonra Mekkede de olmuştur. Mekkedeki bîy'atte Ebû süfyanın zevcesi olup Uhud vak'asında seyyidüşşüheda' Hazret-i Hamzenin şehadetine müşevvıkliği ve na'şine karşı gösterdiği gayz ve husumeti sebebiyle balâda nakletdiğimiz vechile fetih günü eman verilmeyip katledilmesi emir verilmiş bulunan Hindin bîy'ati fıkrasını gerek tefsirler ve gerek hadîs kitabları naklederler. Yezid İbn-i Sekenin kızı Esma radıyallahü anha hadîsinde şöyle demiştir: ben Resulullaha bîy'at eden kadınların içinde idim, Utbenin kızı Hind de kadınlar arasında idi, Resulullah sallallâhü aleyhi vesellem âyeti okudu (.......) buyurduğunda Hind «Erkeklerden kabul etmediğini bizden kabul edeceğine nasıl ihtimal verebiliriz» dedi, ki, bu emrin lüzumu belli demiş oluyordu, sonra (.......)

buyurduğunda Hind «ba'zan Ebû süfyanın malından haberi olmaksızın bir şey aldığım olurdu, o bana halâl olurmu? Dedi, Ebû Süfyan da «geçmişte ve gelecekte benden her ne aldınsa o sana halâldır» dedi, Resulullah tebessüm buyurdu ve Hindi tanıdı da «sen Hind binti Utbesin ha» buyurdu, o da evet ya nebiyyallah! Geçmişi afiv buyur dedi (.......) buyurdu, sonra (.......) buyurdu, Hind, hiç hurre olan kadın zina edermi? Dedi. Cahiliyye de zina ekseriyya cariyelerde olur, hürre zina etmez denirdi, ona binaen cahiliyyede bile ekseriya hür kadınlar zina etmezken islâmda öyle şey olurmu? Demek istiyordu (.......), buyurduğunda. Hind, biz onları küçük iken büyüttük, fakat büyüdüklerinde sen katlettin» dedi, oğlu Hanzale İbn-i ebî süfyanı kasd ediyordu. Çünkü Bedir günü maktul olmuştu. Hazret-i Ömer gülmekten katıldı, Resulullah tebessüm buyurdu, sonra (.......) buyurduğunda Hind, «vallahi bühtan çok çirkin bir şeydir, Allahü teâlâ hep rüşd ve mekârimi ahlak emrediyor» dedi sonra (.......) buyurdu, Hind de «vallahi biz bu meclise nefsimizde hiç bir şeyde sana ısyan maksadiyle gelmedik» dedi. Ve yine rivayet olunuyorki burada Kadınlardan ilk evvel Peygambere biy'at eden Ümmi sa'd İbn-i muaz ve Kebşe binti rafi' ile beraberlerindeki kadınlar idi. (.......)

(.......) Bunda bilhassa Arabların (.......) dedikleri kız evladlarını öldürmek adetinin nehyi dahi dahil ise de nassın zâhiri erkek ve dişi hepsinden eamm olduğu gibi mutlak katlin nefyi gerek mübaşeret ve gerek tesebbüb suretiyle olsun her nevi' katle dahi şamil olur. Binaenaleyh bunda gerek ruh nefh edilmiş cenînin ıskatı gerek bakımında ihmal yüzünden çocuğun ölümüne sebebiyyet verilmesi ve gerek sair envaı katlin hepsi dahil demektir. (.......) Elleri ve ayakları arasında iftira edilen bühtan, başka bir kadının doğurmuş olduğu çocuğu alıp veya kendi doğurduğu ile değiştirip ben doğurdum diyerek kocasına isnad etmesidir. Gerçi bunun başka bir erkekten gayri meşru' olarak almış olduğu bir çocuğu kocasına isnad etmesi ma'nasına olması ihtimali dahi yok değil ise de bu önce geçen (.......) de dahil olduğu için burada bu ihtimal sakıttır. Maamafih (.......) ta'biri yalnız furucdan değil, zattan kinaye olarak kendi nefislerinden uydurdukları her nevi' bühtane şamil olmak daha muvafıktırki fi'lî cinayetlerin nefyinden sonra kavlî olan cinayetler nefyedilmiş demek olur. Binaenaleyh bunda kazf, giybet, nemîme ve saire tarzında yapılması melhuz olan bühtandan, yalandan, sahtekârlıktan nehiy vardır.

(.......) ve sana hiç bir ma'rufta ısyan etmiyecekler - ya'ni gerek ma'ruf ile emir ve gerek münkerden nehiy, hiç birine asî olmayıp itaat edecekler. Zira ısyan ya emre karşı veya nehye karşı olur. Emrin ma'ruf ve meşru' olması ma'ruf ile emrolunmasında, nehyin ma'ruf ve meşru' olması da münkerden nehy olmasındadır. Bunun için burada (.......) kaydi emre de nehye de şamildir. (.......) mısdakınca Resulullahın ancak ma'ruf, ya'ni meşru' ve müstahsen ile emir ve ancak münkerden nehy edeceği ma'lûm olduğu halde (.......) kaydinin tasrih edilmesi Halika ma'sıyet olan hususta mahluka tâat caiz olmıyacağına tenbih ile (.......) mazmununa işarettir. (.......) buyurulmuş olduğu için bir kimseye vüs'unun haricinde bir teklif de ma'ruf olmaz münker olur. Onun için yukarıda rivayet edildiği üzere

Resulullah burada bir tefsir kabîlinden olmak üzere (.......) diye istitaat ve takati beyan buyurmuş idi. İşte kadınlar bu şartlar üzerinde itaat için biy'ate geldikleri vakıt (.......) sen de onlara biy'at ver. (.......) ve onlar için Allah’a istiğfar da ediver -ya'ni biy'atten fazla olarak günâhlarının afviyle sevaba nailiyyetleri için Allahdan mağfiret de dileyiver. Bu suretle mağfiret Peygamberin elinde değil, Allah’a ait bulunduğunu ve günâhların afvi hususunda Peygamberin salâhiyyeti ancak mağfirete duâ ile şefaat kazıyyesi olduğu da anlatılmış oluyor. (.......) Çünkü Allah gafurdur rahîmdir. - Binaenaleyh biy'atlerine sadakat ederlerse geçmiş günâhları ne kadar çok olsa da mağfiret eder ve rahmetiyle ikram eyler.

Erkeklere dahi bu âyet mucebince biy'at alındığını Buharî ve Müslim ve Beyhekî Esma ve sıfatta Ubade İbn-i Samit radıyallahü anh hazretlerinden şöyle rivayet etmişlerdir: demiştir ki, biz Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerinin huzurunda idik şöyle buyurdu: bana şunlar üzerine biy'at edersiniz: «Allah’a hiç bir şey şirk koşmamak, zina etmemek, sirkat etmemek «el'âye...», Bunun üzerine içinizden her kim vefa ederse ecri Allah’adır ve her kim bunlardan bir şey yapar da onunla ıkab olunursa o da keffarettir. Her kim de bunlardan bir şey yapar, Allah da onu setrederse o da Allah’a aiddir, dilerse ona azâb eder, dilerse mağfiret eyler.

Müslim ve Esma-ü sıfatta Beyhekî senedleriyle Ebû Zerri Gıfârî radıyallahü anhten, o Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellemden, o Cibril aleyhissalâtü ves-selâmdan o Allah tebareke ve tealâdan şu hadîsi kudsîyi rivayet eylemişlerdir: Allahü teâlâ buyurmuştur ki, ey kullarım! Haberiniz olsun ki, ben zulmu kendime haram ettim, size de aranızda haram kıldım, binaenaleyh biribirinize zulmetmeyiniz, ey kullarım! Sizler gece ve gündüz hatalar yaparsınız ben ise künâhları mağfiretimle örterim, ehemmiyyet vermem, o halde bana istiğfar ediniz ki, size mağfiret edeyim, ey kullarım! Sizler hep açsınızdır. Ancak benim ıt'am ettiklerim müstesnadır. Onun için benden isteyiniz ki, size yiyecek vereyim. Ey kullarım! Sizler hep çıplaksınızdır, benim giydirdiklerimden başka. Onun için benden giyecek isteyin ki, sizi giydireyim. Ey kullarım! Sizin evveliniz, âhiriniz, İnsiniz, Cinniniz içinizden en temiz kalbli bir adam gidişinde olsa o benim mülkümde bir şey artırmaz, ey kullarım! Sizin evveliniz âhiriniz ve İnsiniz Cinniniz içinizden en fena kalbli bir adam gidişinde olsa o benim mülkümden bir şey eksiltmez. Ey kullarım! Sizin evveliniz âhiriniz ve İnsiniz Cinniniz hepiniz bir yere toplanıp benden isteseler de ben sizlerden her insana istediğini versem o benim mülkümden bir şey eksiltmez, denize bile bir iğneyi bir kerre daldırmakla ne eksilir. Ey kullarım! Sade sizin amellerinizdir ki, ben onu size karşı hıfz eder saklarım. Onun için hayır bulan hemen Allah’a hamd etsin, onun gayrisini bulan da ancak kendini levm etsin».

13

Ey o bütün îman edenler! Öyle bir kavmı dost tanımayın ki, Allah kendilerine gazabetmiş, Âhıretten ümidi kesmişler, eshabı kuburdan olan kâfirlerin me'yusiyyetleri gibi ye'se düşmüşlerdir.

Biy'atten sonra bütün mü'minlere bir nasıhat olan bu âyet Sûrenin hasılını talhıs ile âhirini evveline irca' ve ye'isten tahzir ile Âhiret ve istıkbal için şevk ve ümidi takviye ve aynî zamanda Sûre-i Saffın bünyanı mersus mazmununa bir ta'biyedir. Ey o bütün îman edenler (.......) Allah’ın gadab ettiği bir kavmı dost tanımayın - onların velâyetlerine tutunmayın, tarafdarlık etmeyin, bir şeylerine heves edip de meyl etmeyin. Allah’ın gadab etmiş olduğu kavim ta'biri ekseriya Yehudîler hakkında varid olduğu cihetle burada da murad onlar denilmiş. Bundan sonraki Sûrede Benî israilden bahsolması da bununla mütenasib bulunmuş ise de onlarla müvalâtda bulunan münafıklar veya Sûrenin yukarısiyle münasebetine nazarandır. Müşrikler ve bahusus Kureyş müşrikleri olması ihtimalleri de söylenmiştir. Fakat (.......) nekire olarak iyrad edilmiş bulunduğu cihetle bundan murad muayyen ve ma'hud bir kavme münhasır olmayıp zikrolunan vasf ile muttasıf her hangi bir kavme şamil olmak gerektir. Zira gadabın veya nehyin sebebi olmak üzere beyan buyurulan şu vasıf, onların vasfı mümeyyizleriyle bir ta'rifi demektir. (.......) onlar Âhıretten ümidi öyle kesmişlerdirki eshabı kuburdan kâfirlerin me'yus oldukları gibi ye'se düşmüşlerdir. - Âhıretten ümidi kesmiş olan me'yuslar ise İblîs gibi fırsat buldukça her fenalığı yapar, kendilerine yardaklık edenleri de ye's ile Cehenneme sürüklerler.

(.......) da iki ma'na vardır: birisinde (.......) beyaniyye olarak kâfirleri beyan olur. Eshabı kuburdan olan kâfirlerin me'yusiyyeti gibi demek olur. Çünkü ölmüş, kabre gitmiş olan kâfirler Cehennemdeki ebedî mevki'lerini görmüş, âhıret ni'metlerinden mahrumiyyetleri tebeyyün etmiş, ne ileride bir şey kazanmak ne de gerideki dirilerden bir imdad almak ihtimali kalmamış olduğundan her vechile ümidleri kesilmiş, yeisleri temamen tehakkuk eylemiş bulunur, obirisinde de (.......) ibtidaiyye olarak ye'se tealluk eder, kâfirlerin eshabı kuburdan me'yus olmaları ya'ni ölülerin ba'sinden hayatından ümid kesmiş bulunmaları gibi demek olur. Hasılı, yeis bir küfürdür, gadabı ilahîyi da'vet eder (.......) dur. Onun için âhıretten ümidi kesmiş olanlardan sakınmalıdır. Hemen Hak teâlâ kalblerimizi yeisten koruyup neş'ei îman ve ümidi rıdvan ile zevkyab buyursun.

0 ﴿