SAFF«Saff» sûresi medenîdir. Buna «Havariyun» sûresi ve «Isa» sûresi dahi denilir. Âyetleri - On dörttür. Kelimeleri - İki yüz yirmidir. Harfleri - Dokuz yüz yirmi altıdır. Fasılası (.......) harfleridir. Bunun sebeb-i nüzulünde üç rivayet vardır: Hâkim ve daha diğerleri Abdullah İbn-i selâm radıyallâhü anh Hazretlerinden sahihan şöyle rivayet eylemişlerdir: demiştir ki, Resulullahın eshabından bir kaç kişi oturmuştuk, müzakere ediyorduk, amellerin hangisi Allahü teâlâya daha sevgilidir? Bilsek de onu işlesek dedik, Allahü teâlâ da (.......) inzal buyurdu, «Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem de bize sonuna kadar kıraet eyledi». Âlûsî der ki, bu hadîs Şeyhaynin şartı üzere sahih bir hadîstir. Bunu İmam Ahmed ve Tirmizî ve daha bir çokları rivayet etmişlerdir. Hattâ hafız İbn-i Hacer demiştir ki, Dünyada rivayet olunan müselsel hadîslerin en sahihidir (.......) İkincisi Dahhâkten şöyle rivayet olunmuştur. Ba'zı gençler muharebede şöyle yaptık, böyle yaptık diye yapmadıkları şeyler söylemişlerdi. Üçüncüsü İbn-i Zeydden rivayet olunduğuna göre «Münafıklar mü'minlere biz sizdeniz ve sizinle beraberiz dedikleri halde sonra fiıllerinde hılâf görülmüş olmak sebebiyle nâzil olduğu söylenmiştir. Âlûsî bu üçüncü rivayetin evvelkiler kadar kuvvetli olmadığını söyler. Bu Sûrenin hulâsai mazmunu sıdk-u sadakatle Allah yolunda cihada tergib ve ihzar ve bu suretle evvelki Sûrenin mazmunu ve imtihan mevzuu olan (.......) nehiylerini bir te'kid ve İslâmın istıkbalini tavzıhtir. Sûre-i İmtihanın âhrinde yeisten tahzir ile ümidi Âhıret takviye olunduğu gibi burada da dini islâmın bütün âlem müvacehesinde zuhur ve ulviyyetini isbat için daha büyük imtihan devreleri geçirmek üzere heyeti islâm mücahede meydanlarında «bünyanı mersus» gibi ahzı mevkı edecek vechile tanzîm ve tensika da'vet olunarak buna imtisal eden mü'minlere gayei muvaffakıyyet tebşir edilecektir. Şöyle ki, 1Tesbih etmekte Allah için Göklerdeki ve Yerdeki, o öyle azîz öyle hakîm. 2Ey o îman edenler! Niçin yapmıyacağınız şey'i söylersiniz Sebebi nüzûlde zikredilen birinci: Abdullah İbn-i Selâm rivayetine göre bu hıtab, hakikî mü'minlere nezirlerinin ifası lüzumunu ıhtar için tehyicdir. Yapmıyacağınız bir şey'i adamayın, mâdem ki, adadınız o halde sözünüzde durup adaklarınızı yerine getiriniz demektir. İkinci Dahhâk rivayetine göre yapmadığınız şey'i neye söyliyorsunuz, mü'minlere yalan söylemek yakışır mı? Mealinde ıtâbdır. Üçüncü rivayette ise hıtab, zâhirde mü'min görünen Münafıklara tevbıhtir. Fakat bu iki rivayete nazaran (.......) gibi mazıy ma'nâsı gözetmek lâzım geleceğine nazaran zâhir olan evvelki rivayet vechile istikbale aid nezir ma'nâsıdır. Onun için bu âyet ile nezrin ifası vacib olduğuna istidlâl olunmuştur. Ya'ni aslı meşru' olmakla beraber ayni vacib olmıyan bir fiıl, nezr ile vacib olur. O halde yapmıyacağanız bir fi'li nezr etmeyin, nezr ettinizmi behemehal icra edin, nezirlerinize yalan çıkmaktan son derece sakının 3Yapmıyacağınız şey'i söylemeniz, Allah yanında çok mebguzdur. Yapmıyacağınız şey'i söylemeniz, Allah yanında çok mebguzdur yapmıyacağınız şey'i söylemeniz Allah yanında mebguz, menfur olmak i'tibariyle ne büyük kabahattır! -MAKT, yukarılarda da geçtiği vechile şiddetli bugz, son derece mebguzluk, menfurluk, iğrençlik demektir (.......) fi'li bu gibi makamlarda (.......) gibi fi'li zem veya fi'li teaccüb ma'nası ifade ederki Sûre-i Kehfde (.......) de böyle idi. O halde Allah’ın en sevdiği ameli bilsek de yapsak deyen halıs mü'minler, Allah’ın mebguzu olmamak için büyük söylememeli, yapamıyacakları şeylere nezr etmemeli, nezr ettiklerini yapmalıdırlar. Bundan dolayı Allahü teâlâ onların yapabilecekleri amellerden sevdiği bir ameli haber vererek buyuruyorki 4Yapmıyacağınız şey'i söylemeniz, Allah yanında çok mebguzdur. Haberiniz olsun ki, Allah kendi yolunda kurşunlu bir bina gibi saf bağlıyarak çarpışanları sever haberiniz olsunki Allahü teâlâ kendi yolunda bünyanı marsus gibi saf bağlıyarak çarpışanları sever -Allah’ın sevgilisi olmak için mü'minler de böyle yapmalıdır. Dikkate şayandır ki, bu Sûrede (.......) fasılası işbu (.......) ile yalnız bu âyete tahsıs edilmiş ve bu suretle bunun ehemmiyyeti mahsusasına tenbih olunmuşturki buna Sûre-i SAF tesmiye edilmiş olması da bunun mümtaz ehemmiyyetini iş'ar eder (.......) kurşunlu bina, eczası kurşunla kenetlenerek yekpare bir cisim haline gelmiş olan muhkem bina demektir. İşte mü'minler hey'eti ictimaiyyesi gerek (.......) Sûresinin başında ve gerek Sûre-i Fethin âhirinde (.......) teşbihi ile beyan ve tasvir olunduğu üzere böyle kaviy bir irtibat ile yekdiğerine merbut sağlam bir bünyan teşkil etmeli ve islâm mucahidleri o suretle mumtezic bir saf halinde çarpışmalıdır. Şübhesizki bu teşbihte efradın cismen yek nesak bir şekl-ü nizam ile terbiye ve inzıbatları mevzuı bahs olduğu gibi kalben niyyet ve iymanlarının bir kelime etrafında toplanacak ve birbirlerini sevip tutacak bir surette ıhlas ve istivası da mevzuı bahistir. Sonra ba'zı müfessirînin beyanına göre bunda ordunun esası ve en mühim teşkilâtı piyade teşkilâtı olduğuna da bir işaret vardır. Çünkü suvarı, donanma ve sairede dahi saffı harb nizamı ceryan ederse de en ziyade saf harbi piyadede olmak meşhurdur. Binaenaleyh terbiyei askeriyyede hem cismanî nizama hem de terbiyei diniyye ile kalbî ve manevî vahdete i'tina olunmak ve mü'minler arasında bu vahdet ve mahabbeti ıhlâl edecek ahlaksızlıklardan son derece çekinilmek iktıza eder. Bunu yapabilmek için de gaye güzel ta'yin edilmek ve süflî maksadlar bırakılıp Allah yolunda en yüksek ve en ulvî gayeye sarılmak lâzım gelir. Bundan dolayı bu mukatele kaziyyesini iktiza eden esbab ve sevâikı ve hedef-ü gayyeyi izah ile dini islâmın zuhuru hikmetini anlatmak üzere edyanı münzeleye şöyle bir geçit resmi yapdırılarak buyuruluyor ki, 5Ve hani bir vakıt Musâ kavmına şöyle demişti: ey kevmım! Benim size Allah’ın Resûlü olduğumu bildiğiniz halde niçin bana ezâ ediyorsunuz? Sonra vakta ki,, yamıklık ettiler Allah da kalblerini yamılttı, öyle ya Allah fasıklar güruhunu doğru yola çıkarmaz. Düşünün o vaktı ki, Musâ kavmına, ya'ni Beni İsraile demişti: (.......) bana niçin eziyyet ediyorsunuz halbuki benim size Allah’ın Resulü olduğumu biliyorsunuz da - bununla Musevîlerin bile bile Peygamberlere küfr-ü ısyan etmek ötedenberi âdetleri olduğu ve hep o âdetin seyyiatını çekmekte bulundukları ıhtar olunuyor. Hazret-i Musâya ettikleri eziyyetlerin tafsılâtı Sûre-i Bakarede geçmiş, ba husus cebbarîne karşı mukatelede (.......) dedikleri ve neticesinde Tiyhe düştükleri Sûre-i Mâidede zikr olunmuştu (.......) vaktâki böyle zeyg ettiler - Haktan meyl ile yamıklık edip eğri gittiler (.......) Allah da kalblerini yamılttı - eğriltti, eğriliği kalblerine tabiat yaptı, hep eğrilik düşünürler, eğri giderler, hak söz kendilerine te'sir etmez, doğru yola yanaşmazlar (.......) Allah da dinden çıkmış fasıklar güruhunu doğru yola çıkarmaz - muvaffak etmez, murada erdirmez, işte müslimanların mukatele için hazırlanmalarının sebeblerinden birisi böyle hak dinlemez, bozulmuş fasıklar güruhunun haleti ruhiyyeleridir. Netekim kalblerinin eğriliğinden dolayı Isâyı da kabul etmediler, ettik diyenler de dediğini tutmuyorlar. 6Ve hani bir vakıt Musâ kavmına şöyle demişti: ey kevmım! Benim size Allah’ın Resûlü olduğumu bildiğiniz halde niçin bana ezâ ediyorsunuz? Sonra vakta ki,, yamıklık ettiler Allah da kalblerini yamılttı, öyle ya Allah fasıklar güruhunu doğru yola çıkarmaz. Bir vakıt da Meryemin oğlu Isâ şöyle dedi: Ey İsraîl oğulları! Ben size Allah’ın Resulüyüm, önümdeki Tevratın musaddıkı ve benden sonra gelecek bir Resulün müjdecisi olarak geldim ki, onun ismi Ahmeddir, sonra o onlarla beyyinelerle gelince "bu ap açık bir sihir" dediler o vaktı da düşününki: Isâ İbn-i Meryem şöyle demişti: (.......) ey Beni israîl - Musâ aleyhisselâm baba cihetiyle kendisi de Beni israîlden olduğu için ey kavmım diye hıtab etmişti, Isâ aleyhisselâm ise onlardan babası olmadığı cihetle ey Beni İsraîl dedi (.......) haberiniz olsun ki, ben size Allah’ın Resulüyüm (.......) önümdeki Tevratı tasdıkci (.......) ve benden sonra gelecek bir Resulün mübeşşiri olarak gönderildim ki, (.......) o Resulün ismi Ahmeddir. - Burada Ahmed isminin aynen kendisi alem olarak murad olunmak da, ma'nası murad olunmak da muhtemildir. Ya'ni adı gayet memduh ve pek güzel demek de olabilir. Zira Hazret-i Isânın bu suretle tebşirine me'mur olduğu resuli kibri ya Muhammed Mustafa sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerinin bir ismi de Ahmed olduğu gibi Muhammed ismi şerifi de aynı hamd maddesinden olarak en güzel en öğülecek ismidir. Maamafih Ahmed ismi şerîfinin aynen kendisi murad olunmak daha zâhirdir. Netekim imam Malik, Buharî, Müslim, Darimî, Tirmizî, Nesa'î, Cübeyr İbn-i mut'ım radıyallahü anh Hazretlerinden şöyle rivayet etmişlerdir. Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, (.......) Benim müteaddim isimlerim vardır: ben Muhammedim, ben Ahmedim, ben o Haşırım ki, nâs benim kademim üzere haşrolunacaklardır. Ben o Mahıyyım ki, Allah benimle küfrü mahvedecektir. Ben Akıbim», AKIB, kendisinden sonra Peygamber gelmiyen «Hâtemül enbiya» demektir. Hazret-i Hassanın şu beyti de Ahmed ismi şerifi Resulullahın alemi olan bir ismi celîl olduğunu natıktır. Ya'ni Allahü teâlâ ve onun Arşını kuşatmış olan Melekler ve bütün temizler mübarek Ahmede salât getirmişlerdir. Ahmed lâfzı, aslında hamd ederim ma'nasına fi'li muzarı' nefsi mütekellim vahde sigasından menkul olmak da melhuz ise de daha zâhir olan ismi tafdıl olmasıdır. İsmi tafdıllerde asl olan fâil ma'nasına olmak ise de daha meşhur ma'nasına eşher gibi ismi mef'ul ma'nasına olduğu da vardır (.......) ta'birinde olduğu gibi Ahmed lâfzının Mahmudiyyette tafdıyl ma'nasına isti'mali de mesmu'dur. Hâmidiyyetten olduğuna göre «en ziyade Hamd eden» Mahmudiyyetten olduğuna göre de «en ziyade Hamd-u medh olunan» demek olur. Alem halinde de bu ma'naların birinden menkul olarak bu isim ile müsemmâ olan zat, maksud olur. Bu âyette Hazret-i Isânın risaletinin hikmeti olarak şu iki şey'i söylediği beyan olunuyor: Birisi önündeki Tevratı tasdık, birisi de kendisinden sonra gelecek Ahmed bir Resulü tebşir. Tevratı tasdık, Ahkâm ı'tıbariyle dahi mülâhaza olunabilirse de daha ziyade ıhbar ı'tibariyle olmak da zâhirdir. Zira Tevratta hem Mesîha hem de Hatemül enbiyaya dair haberler vardı, onun için Hazret-i Isânın gelişi hem Mesîha dair olan haberlerin sıdkını isbat etmiş hem de Hatemül enbiyayı tebşir ile olbabdaki haberleri tasdık eylemiş bulunuyordu. Lâkin Musevîler Hazret-i Isâyı inkâr ettikleri gibi Nasârâ da bu tebşiri kısmen inkâr ve kısmen başka suretle te'vil ederek haksızlığa sapmışlar ve eldeki İncillerin böyle bir şeyden bahsetmediğini iddiaya kadar varmışlardır. Hazret-i Isâya verilmiş olan İncil de Kurân gibi aynen mevcud ve mahfuz olmuş olsaydı bu tebşirin İncilde mezkûr olup olmadığına kolaylıkla vukuf mümkin olurdu. Maamafih Sûre-i Bakare de tafsıl olunduğu üzere elde mevcud olan ahdi atîk ve ahdi cedîd kitablarında buna dair delâil de az değildir. Meselâ ahdi cedîdde a'malı rusülün üçüncü babında: «Musâ ecdadımıza» Rabbiniz Allah size biraderlerinizden benim gibi bir Peygamber zuhura getirecektir. Anı size söyliyeceği cümle şeylerde dinleyiniz. Ve her kim ol Peygamberi dinlemez ise kavmın arasından mahv olunacaktır» dedi ve İsmaîl ile ondan sonra söyliyen Peygamberlerin cümlesi dahi bu günleri tebşir eylemişlerdir» diye de mezkûrdur. Musâ gibi olan bu gelecek Peygamber, İsmaîlden de bahis karinesiyle belli ki, Hâtemülenbiya ve Muhammed Mûsatafa idi. Isâ aleyhisselâm bunu tasdık ve tebşir etmiş idi. Nasârâ bunu Isâ aleyhisselâmın kendisine hamletmek istemişlerse de Isâ aleyhisselâm Musâ gibi harb-ü kıtale memur bir Peygamber değil idi. Âlûsî burada İncillerden bahsederek der ki, Nâsârâ ındinde dört İncil vardır. BİRİSİ, Mettâ İncilidir ki, on iki havariyyundan Mettâ Hazret-i Isânın ref'ından sekiz sene sonra Filestıne Süryanî lügati ile cem'eylemiştir. Altmış sekiz ıshahtır. İKİNCİSİ, Merkus incilidir ki, yetmişlerden olan merkus refı'den on iki sene sonra Romada efrencî (ya'ni Lâtin) lügatiyle cem'eylemiştir. Kırk sekiz ıshahtir. ÜÇÜNCÜSÜ, Luka İncilidir. Bu da yetmişlerden olup İskenderiyyede Yunan lügatiyle cem'eylemiştir. Seksen üç ıshahtır. DÖRDÜNCÜSÜ, Yuhanna İncilidir ki, refı'den otuz sene sonra bilâdi Rumdan Efsus şehrinde cem'eylemiştir. Ishahatı nüshai kıbtıyyede otuz üçtür. Bu İnciller muhteliftir. Bunların mündericatında ba'zı yerler vardır ki, insaf bunların ne Allahü teâlânın kelâmı, ne de Isâ aleyhisselâmın kelâmı olmadığına şehadet eder. Meselâ zuumlerince Isâ aleyhisselâmın salbi, defni kabrinden Semâya ref'ı kıssaları gibi ki, bunlar ba'zı ekâbir ve salihîn hakkında te'lif olunan teracimi ahval kitabları gibi Isâ aleyhisselâmın vilâdeti, ref'i ve daha bazî ahvali ile ba'zî kelimatını şerh yollu yazılmış tarih ve tercemei hal kitablarına benzer. Binaenaleyh Isâ aleyhisselâmın Kur'nı azîmüşşanda haber verilen beşikte söylemesi ve bizim Peygamberimizi tebşir eylemesi gibi diğer bazî ahval ve kelimatını bu İncillerin ihmal eylemiş olması Kur’ân’ın beyanına karşı hiç bir zarar vermez. Bununla beraber insaf ile hareket eden ve teassubu bırakıp doğru yola sülûk edecek olan kimseler için bu incillerde dahi o bişarete dair sözler vardır. Yuhanna İncilinin on beşinci faslında Yesu' mesîh demiştir ki, Pederin göndereceği Hak ruhu Faraklît size her şeyi talim edecektir, yine Mesih demiştir ki, beni seven kelimemi hıfzeder, Pederim de onu sever ve o ona varır, ındinde menzile tutar, bunu size söyledim. Çünkü ben sizin yanınızda mukîm değilim, Pederin göndereceği ruhulkudüs Faraklît size her şey'i ta'lim edecek ve benim söylediğim sözü hatırlatacaktır. Size selâmımı tevdi ediyorum kalbleriniz muztarib olmasın telâş etmesin ben gideceğim ve size döneceğim beni seviyor olsanız benim Pedere gitmemle sevinirdiniz. Ve demiştir ki, benim Pedere gitmekliğim sizin için hayırlıdır. Çünkü ben gitmezsem Faraklît size gelmez, amma gittiğimde onu size gönderirim, o geldiği vakıt da âlemi hatîeden dolayı tevbıh edecektir. Size söylemek istediğim daha çok sözler var, lâkin siz ona tehammül edemiyeceksiniz, fakat o Hak ruhu geldiği vakıt sizi bütün hakka irşad edecektir. Çünkü o kendiliğinden söylemez, ne işidirse onu söyler ve bütün geleceği haber verir ve Pedere aid olanın hepsini size ta'rif eder. Bir de (on dördüncü babda) demiştir ki, eğer siz beni seviyorsanız benim vasıyyetlerimi hıfz ediniz ve ben Pederden size ilel'ebed beraberinizde sâbit kalacak diğer bir Faraklît vermesini dilerim, o Hak ruhunu ki, âlem onu kabul etmiye takat getirmedi, çünkü onu tanımadılar. Ben sizi yetim bırakmam, an karib size geleceğim. Âlûsî bunları naklettikten sonra da der ki, Faraklît kelimesi hamdi iş'ar eden bir lâfızdır. Gözlerini teassub perdeleri bürümemiş olanlar nazarında Isâ aleyhisselâmın bu kelâmından murad Ahmed sallâllahü aleyhi ve sellem olduğu teayyün eder. Nasârânın ba'zısı bunu «Hammad» diye, ba'zısı da «Hâmid» diye tefsir eylemişlerdir. Bu surette bunun medlûlünde aleyhissalâtü ves-selâmın Ahmed (yâhud Muhammed) ismine işaret var demektir. Diğer ba'zı Nasârâ da muhallıs (ya'ni halaskâr) diye tefsir etmişler, buna Isâ aleyhisselâmın diğer bir kavlinde «Allah size diğer bir halaskâr gönderecektir» demiş olmasiyle istidlâl eylemişlerdir. Bu suretde risaleti Muhammediyyede hamd unvaniyle değilse de tahlıs «ve şefaat» unvaniyle işaret olmuş olur. Nasârânın diğer bir takımları da fâraklît, hazreti Isânın tilmizlerine Semadan inmiş olan ateşîn diller olup bir takım alâmetler ve acaib işler yapmışlardır diye zu'm olunmuştur. Lâkin diğer bir fâraklît diye âhar vasfı ile tavsıf edilmiş olması bu telakkiye müsaid görünmez. Zira Isâdan sonra onlardan önce diğer birisi geçmiş değildi. (.......) Fâraklît kelimesi hangi lisandandır? Müfred mi, Mürekkeb mi? Ibranîmi değilmi? Bu babdaki ıhtilâfata ve ma'nalarına aid ba'zî sözler yukarıda Sûre-i Bakare de geçmişti. Eski İncil tercemelerinde bu kelime fâraklît (veya pâraklît) diye aynen muhafaza edilerek gösterilirken yakın zamanlarda basılmış olan İncil tercemelerinde «teselli edici» diye basılmıştır. Meselâ bin dokuz yüz yirmi tarihiyle İstanbulda Matyosyan Agop Matbaasında basılmış olan nüshasında balâdaki sözler hep «teselli edici, ya'ni hakikat ruhu» diye terceme edilmiştir. Ve ba'zî kayidler de tuhaf surette değiştirilerek ifade olunmuştur. Ezcümle: Yuhannânın on dördüncü babında «ve ben Pederden dilerim, o dahi ilel'ebed sizin ile temekkün etmek üzere size diğer biri teselli edici, ya'ni hakikat ruhunu verecektir. Bunu dahi Dünya görmediği ve tanımadığı ecilden kabul edemez. Amma siz anı tanırsınız, zira yanınızda temekkün eder ve derununuzda olacaktır.» On beşinci babında «amma şeriatlerinde bana bilâ sebeb bugz ettiler deyu muharrer olan kelâm itmam olunmak için böyle oldu. Fakat Peder tarafından benim irsal edeceğim teselli edici, ya'ni pederden huruc eden hakikat ruhu geldiği zaman benim hakkımda o şehadet edecektir. Ve siz dahi şehadet edersiniz. Zira ibtidadan beru benimle berabersiniz» denilmiştir. Bu yeni tercemeciler «pâraklîd» kelimesinin Yunanca «Teselli edici» ma'nasına olduğunu söylüyorlar ve ruhulhak ta'biri yerine de, ya'ni hakikat ruhu diyorlar. Bu suretle tercemeden tercemeye değiştirile değiştirile aslı gaib edilmiş olan bu İncillerde Kur’ân’ın sarih beyanına karşı muhalefet edilmek istenilmesi hak fikriyle kabili tevfık olamıyacağı aşikâr olduktan başka insafı olanlar bunlarda bile Kur’ân’ın haber verdiği bişaretin müevvel bir surette olsun ı'tiraf edilmiş bulunduğunu görürler. Fatih kütübhanesinde bu mes'eleye dair bir risale görmüş idim ki, bir Papas İncillerdeki bu Fârâklît tebşirlerinin Kur’ân’ın bu âyetinde haber verilen (.......) tebşiri olduğuna kanaat ederek ihtida edip Müsliman olmuş ve buna dair bir risale yazmış olduğunu söylüyordu. Erbabı fikirden ba'zı zevat da bu mes'ele hakkında İncil (Avangel) kelimesinin esas ma'nasını tetkık etmek istemişler ve İncil kelimesinin asıl ma'nası bişaret ve müjde demek olduğu ve filhakika Hazret-i Isânın bütün da'vetiyle İncillerin hasılı gelecek Resul ile melekûti ilâhîyi tebşirden ibaret bulunduğu kanaatine vasıl olduklarını söylemişlerdir. İşte Hazret-i Isâ böyle demiş olduğu halde Beni İsraîlin çoğu, ya'ni Musevîler onu dinlemediği gibi Isevî olanlardan bir çoğu da bunu ketm veya te'vil ve tahrif ile inkâr etmiş olduklarından dolayı burada bu hakikat ıhtar olunarak buyuruluyor ki, (.......) sonra o Resul, ya'ni Isânın o suretle tebşir eylemiş olduğu ismi Ahmed Resul onlara beyyinelerle: Açık açık âyetler ve mu'cizelerle geldiği zaman da bu ap açık bir sihir dediler - Bu Ahmed o tebşir olunan Resul değil, bu açık sihirlerle bizi aldatmak istiyor diye küfre, haksızlığa saptılar ve bu haksızlıkla bir takım tahrifat yaparak ve Isâ, Allah’ın oğludur gibi aslı olmıyan yalanlar yazarak onları Allah kelâmı diye Allah’a isnad ettiler. Bundan dolayı da şöyle buyuruluyor: 7İslâma da'vet olunurken Allah’a karşı yalan uydurandan daha zâlim de kim olabilir! Allah da zâlimler güruhunu muvaffak etmez Halbuki islâma da'vet olunurken Allah’a yalanı iftira eden, ya'ni Allah’a yalan isnad eden veya Allah hakkında yalan söyliyen veya uydurduğu yalanı Allah indirdi diye iftira eden kimselerden daha zalim de kim olabilir? (.......) Allah ise zalimleri hidayete irdirmez - haksızları doğru yola çıkarmaz, muradlarına muvaffak etmez. Onun için öyleler hak sözle yola gelmezler, islâmı kabul etmezler. Akıbet zulümlerinin cezasını çekmeleri ıktiza eder. İşte böyle müfreti zalimlerin haksızlıkları zulümkârlıkları da ehli iymanın Allah yolunda mukateleye hazırlanmasını ve o yolda mukatelenin ındallah sevgili bir amel olmasını ıktiza eyliyen esbabdandır. Allah’ın âyetlerine sihir diye iftira eden öyle zalimlerdir ki, 8İstiyorlar ki, Allah’ın nûrunu ağızlariyle söndürsünler, Allah ise nûrunu tamamlıyacaktır, isterse kâfirler hoşlanmasınlar Allah’ın nûrunu ağızlariyle söndürmek isterler - hakkı ibtal için çalışmaktaki hallerini tasvir ve cür'etlerini tahkırdir. Sanki doğan güneşi ağızlariyle püf diyerek söndürüvereceklermiş gibi hakkı yalan ve iftira ile ibtal etmek istiyorlar. Allahü teâlânın meşrikı Ahmedîden tulû' ettirmiş olduğu hak nûru olan dini islâmı, uydurma sözler, yalan yanlış propağandalar, tahrif olunmuş kitablarla söndürmek için her türlü haksızlığı yapmak istiyorlar. (.......) halbuki Allah nûrunu itmam edecektir. - Tamamlayıp âleme neşr eyliyecektir (.......) isterse kâfirler hoşlanmasınlar - ya'ni hoşlansalar da tamamlıyacak, hoşlanmasalar da tamamlıyacaktır. 9O Allahdır ki, Resulünü hidayet kanunu ve hak dini ile gönderdi, onu her dinin üstüne çıkarmak için, isterse müşrikler hoşlanmasınlar Resulünü hidayet kanunu - ya'ni (.......) mantukunca insanlara ve bâhusus korunmak istiyen müttakî insanlara doğru yolu gösteren Kur’ân (.......) ve hak dini ile gönderdi Ya'ni evham ve hevesâta göre değil, Hak teâlânın ve kullarının hakkını gereğî gibi tanıyarak hukmi hak dairesinde adalet icra etmek dini olan bir Allah dîni: dîni islâm ile gönderdi. (Bu âyetin birer nazıri Berae ve Fetih sûrelerinde de geçtiği cihetle oralara bak). Görülüyor ki, bu âyetlerde hak yalnız dinin sıfatı değil, hak din denilmekle iktifa olunmayıp hakka ziyade ıhtisasına tenbih için izafetle Hakkın dini veya Hak dîni ma'nâsına dinil'hak buyurulmuştur. Bunda Hazret-i Isânın Hazret-i Peygamber hakkındaki tebşiratına aid olarak balâda beyan olunduğu üzere İncillerde zikrolunan «ruhul'hak» vasfına bil'hassa bir işaret bulunduğu da unutulmamak gerektir. İşte o Allah, Resulünü böyle hüdâ ve Hah dini ile gönderdi ki, (.......) o dini her dinin üstüne çıkarmak için - Onun için onu muhakkak tamamlıyacaktır (.......) isterse müşrikler hoşlanmasınlar - çünkü hâlis tevhidin ızharı ile şirkin ibtalini gerek açık ve gerek gizli müşriklerin hiç biri hoşlanmazlar, lâkin Allah onu hoşlansalar da ızhar edecek hoşlanmasalar da ızhar edecek ve o galebeye irdirecektir. Demek ki, risaleti Iseviyyenin gayesi, risaleti Muhammediyyeyi tebşirden ıbaret iken risaleti Ahmediyyenin hikmet ve gayesi bu hak dîninin akıbet her dine galebesidir. Ve bu dînin bu suretle zuhur ve galebesi Allahü teâlânın bu beyaniyle va'd-ü iradesi ve şehadeti muktezasıdır. Buna tesavvuf lisanında mazheriyyeti Muhammediyye denilmiş olduğu gibi bu mazhariyyetin hamd hakıkatiyle cem'ıyyeti mertebesine de hakıkati Muhammediyye ta'bir olunur. Bu ma'nâ ile hakikati Muhammediyyenin zuhuru bütün hılkatın gayesi demektir. (.......) mazmunu da bu i'tibar iledir. Hıristiyanlıkta gayei hılhat «tecessüdi kelime» diye mülâhaza olunmuştur. Kelimei Isânın tecessüdü ise onun tebşir ettiği ruhı hakkın hakıkati Muhammediyye ile tecellîsidir. Artık bunun böyle olacağında şübhe etmemeli, Sûre-i Fetihte (.......) buyurulduğu üzere Allahü teâlânın şehadeti kâfi olduğuna inanmalıdır. Hak dîni olan islâmın akıbet bütün edyana üstün olmak için gönderildiğini bildiren bu va'di ilâhî Kur’ân’da müteaddid yerlerde beyan ve tebşir olunmuştur. Demin ıhtar ettiğimiz vechile bir kerre işbu (.......) Burada ve Sûre-i Fetihte ve Sûre-i tevbede olmak üzere üç kerre zikr ile te'kid ve te'yid edilmiş olduğu gibi yine Sûre-i Enfâlde (.......) ve Sûre-i Bakarede (.......) gibi aynî mazmunda diğer âyetlerle tekrar ve takviye olunduktan başka (.......) gibi diğer bir çok âyetlerle de risaleti Muhammediyyenin bütün insanlığa umum ve şumulü beyan olunmuş ve nihayet (.......) Sûresinde de (.......) diye bu gayenin tehakkuku bir daha va'd-ü tebliğ ile takviye buyurulmuştur. Bunun böyle bir çok kerreler tekrar beyan ve va'd buyurulması şunu anlatır ki, bu zuhur ve galebe bir kerre değil, muhtelif devirlere ait olmak üzere bir çok kerreler tehakkuk edecektir. Böyle olmak için de bu dinin ikbal ve idbar zamanları olacak ve beşeriyyetin geçireceği bir çok inkılâbat ve tehavvülât arasında bütün inhitatların seyri fısk, zulüm, küfür, şirk yüzünden gadab ve helâkâ doğru gideceği gibi bütün tekâmülün seyri de îmanı tevhid ile Hak dininin tecelliyatı olan ebedî hayatın selâmet ve saadeti gayesine yükselecektir. Fanî hevesât ve şehevât ardında koşan, facirlerin, haksızların, dinsizlerin başına Kıyamet koparken ehlihak hayatı Hakkın himayesinde Arşın gölgesi atında gölgelenerek büyük murada irecektir. Tarih gözden geçirilecek olursa görülürki islâmın bu âyetlerde va'd olunan zuhur ve galebesi evvel emirde Resulullahın zamanında (.......) âyeti nâzil olduğu sıra bütün Arabistanda başlamış ve Abbasiyye hilâfetinin inkırazına kadar da Şarktan Garba kadar bütün âleme yayılmıştı. Arada bir idbar fasılası yüz gösterdikten sonra çok geçmeden Türklerin zuhuru ve İstanbulun fethi ile ikinci ikbal başlamış, bu da bir taraftan Kafkas dağlarından Bahrimuhitı atlâsîye bir taraftan da Lehistandan Habeşistana kadar evcini bulmuştu. Zamanımızın geçirmekte olduğu büyük inkılâb buhranlarının neticesinde daha kimbilir cihan ne gibi tehavvüller, tekâmüller görecektir. Neler yıkılıp neler yapılacaktır. Her ne olursa olsun asrı hazırın tarakkıyyatı fikriyye ve fenniyyesi ile gerek İslâm alemlerinin ve gerek sair mileli muhtelifenin vicdanı umumîlerinde husule gelecek intibahların istıkbalde namzed olduğu tehayyülât, Dünyayı alt üst etmekte bulunan haksızlıkların def'iyle hayatı umumiyyede hakkın daha yüksek bir tecellisine irmek gayesini istihdaf etmek, bu ise fikri tevhid ile hak dininin inkişafına vabeste bulunmak haysiyyetiyle İslâmın yeni bir ikbal ve inkişafı neticesine varacağına da inanmak lâzım gelir. Zira Kur’ân bu mazmunu üç Sûrede tekrar ettikten başka üçe inhısar dahi anlaşılmamak için fazlasiyle te'yid de eylemiştir. Müfessirîn Mücahidden naklen de bu va'din en mütekâmil sureti Isânın nüzulünden sonra olacağını da söylemişlerdir. Binaenaleyh fanî hayatın muktezası olarak günden güne bedter olacağına ve bir zaman gelip emanetin kalkacağına ve dînin za'fa uğrayacağına ve islâmın yalnız adı kalacağına dair varid olan ve idbar devirlerini haber veren ba'zı eserlerden ye'se düşmemeli, Allahü teâlânın geceyi gündüze ve gündüzü geceye kattığını ve «el'akıbetü lilmüttekîn» olduğunu bilerek ve Allah’ın bu kat'î vaidlerine inanarak daima Âhrete ümid içinde çalışmalıdır. Kalbinde hardal danesi kadar îman bulunanlar vefat edecek, kendilerinde hiç hayır olmıyan kimseler kalacak, onlar da eski atalarının dinlerine döneceklerdir» işte Kıyamet de öylelerinin başına kopacaktır. Fakat dînin idbar devirlerine aid olan haberler mukabilinde sıhahda vârid olan bir hadîsi sahîhte buyurulmuştur ki, (.......) ümmetimden bir taife hakk üzere galib olup duracaklardır.» (.......) Sûre-i Vakıada geçtiği üzere Kıyamet koptuğu zaman da bütün evvelîn ve âhirîn içinde ehli Cennetin yarıdan ziyadesi de ümmeti Muhammed olacaktır (.......) Bunun için bu âyette dîni islâmın bu suretle bütün edyana galebesi va'd buyurulduktan ve bu gayeye irmek için fısk, zulüm, küfür, şirk manialarına karşı bünyanı mersus gibi saf halinde mukateleye hazırlanmak emri verildikten sonra buyuruluyor ki, 10Ey o bütün îman edenler! Size öyle bir ticaret göstereyim mi ki, sizleri elîm bir azâbdan kurtarır Tenvin, ta'zîm içindir. Ya'ni büyük şanlı bir ticaret ki, şu suretle tefsir olunur: (.......) sizi elîm bir azâbdan kurtaracak - beyan olunacağı üzere halâs ve hurriyyete iriştirip büyük murada kavuşturacaktır. O ticaret nedir? denilirse şöyle beyan buyuruluyor: 11Allah ve Resulüne îman edip mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda mücahede eylersiniz, bu sizin için çok hayırlıdır, eğer bilir iseniz Allah ve Resulüne îman edersiniz - emirlerini tutar, verdiği haberlerin va'dlerin doğruluğuna inanırsınız (.......) da mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz - Ya'ni îman ile cihadı cem'edersiniz. Bir Hadîs-i şerifte varid olduğu üzere (.......) cihad, islâmın örgücü, kubbesidir. İslâm bünyanının îman temeli, cihad zirvesi, en yüksek kubbesidir. (.......) Bu - ya'ni böyle îman ve cihad (.......) sizin için hayırlıdır. - Gerçi (.......) mısdakınca cihad sizin gücünüze gelir, sevgili görünmezse de hakkınızda hayırlıdır. (.......) dir. Herhalde fasıkların, zalimlerin, müşriklerin hukmü altında esaretle ezilmekten ise Allah yolunda ve hak uğrunda malınızla canlarınızla uğraşarak ya şehîd ya gazi diye cihad etmek elbette hayırlıdır. (.......) Eğer bilirseniz - ılim sahibleri olur îman ile cihad etmesini bilirseniz cihadın hayırlı olduğunda şübhe yoktur. Demek ki, cihad etmek için de körkörüne hareket etmemeli ılim üzerine yürümelidir. Îman ve ümid ile itaat ye's-ü küfürden, cihad ile şehadet esaret-ü zilletten her halde hayırlıdır. Öyle yaparsanız ticaretiniz şu olur: 12Günahlarınızı mağfiret buyurur ve sizi altından ırmaklar akar Cennetlere ve Adn Cennetlerinde hoş hoş meskenlere koyar, işte büyük kurtuluş "fevzi azîm" odur Allah sizin günahlarınıza mağfiret buyurur. ve sizi altından ırmaklar akar Cennetlere (.......) ve Adin cennetlerine hoş hoş güzel güzel meskenlere koyar - yukarılarda da geçtiği üzere dalın sükûniyle adn istikrar ve sebat ile ikamet ma'nasınadır ki, ma'denin me'hazidir. Fıtrette ebedî hayat makarri olan ve nazarlardan mestur bulunan bağlar, bağçeler içinde, ya'ni kendileri de güzel mahalleri de güzel meskenlerde ikametgâhlara koyar. (.......) İşte büyük kurtuluş, büyük murada iriş odur. - Onun için bu, dünya hayatta kazanılabilecek en büyük ticarettir. 13Diğer biri de ki, onu seveceksiniz; Allahdan nusrat ve yakın bir fetih, hem mü'minleri müjdele. Diğer biri de - ya'ni o suretle cihadda bu ni'metlerden, bu ticaretten başka diğer bir ni'met veya ticaret daha vardır. (.......) ki, siz onu seversiniz - cihadı hepiniz sevmeseniz ve neticesi olan o, büyük fevzi hepiniz takdir edemeseniz bile diğer neticesi olan bu ni'meti hepiniz hoşlanırsınız. O da şudur: (.......) Allahdan bir nusret, düşmanlara karşı bir muzafferiyyet (.......) ve yakın bir Futuhat - işte cihadın bir semeresi de budurki bunu herkes hoşlanır. Böyle söyle, hem kendin müjdelen (.......) hem de mü'minleri tebşir eyle - ya Muhammed. Çünkü onlar için bu iki ticaret muhakkaktır. Onun için 14Ey o bütün îman edenler! Allah yardımcıları olunuz, netekim Meryemin oğlu Isâ: "kim benim yardımcılarım Allah’a doğru?" dedi, Havâriyyun "biz Allah yardımcılarıyız" dediler. Bunun üzerine Beni İsraîlden bir taife îman etti, bir taife de küfre gitti de biz îman edenleri düşmanlarına karşı te'yid eyledik, o suretle onlar üstün olup yüze çıktılar ey o bütün îman edenler! (.......) Allah yardımcıları olunuz - ya'ni bu müjdelere irmek için bütün iradelerinizi Allah yolunda sarf ederek Allah’ın dînine ve Resulüne Allah için, Allah’ın rızasına likasına kavuşmak için yardımcı olunuz (.......) Isâ İbn-i Meryemin Havariyyuna dediği gibi: (.......) benim Allah’a doğru yardımcılarım kimdir? - Ya'ni ben Allah’a doğru giderken Allah’ın nusretine kavuşmak için bana yardım edecek, benimle beraber ona irmek istiyecek Ensârım kimlerdir? Buna cevaben (.......) Havariyyun (.......) o Allah yardımcıları biziz dediler - işte siz de ey mü'minler! Isânın Havariyyunu gibi Allah yardımcıları olunuz, Peygamberin da'vetine icabet ederek Allah için tam bir îman ile yardım ediniz. HAVARİYYUN, Hazret-i Isânın ilk îman eden güzîde şakirdlerinden on iki kişidirki neşridîn için kendilerini âfâka yaymış olduğu için «Rusüli Isâ» dahi tesmiye olunurlar. Eldeki İncillerde bunlara on ikiler dahi denilmiştir. İşbu Havariyyun kelimesi esasen «havarî» ismi mensubunun cem'idir. Kamus Şarihinin beyanına göre ba'zılarının kavlince cemi'den cinse menkul olarak müfrede ve cem'a ıtlak olunur. Havar ve haver aslı lügatte beyaz ve beyazlık ma'nâsına isimdir. Bu münasebetle şehir kadınlarına beyazlıklarından dolayı «hevariyyat» denilir, bezleri yıkayıp çırparak ağartan kassara ve eski Türkçe ta'biriyle çırpıcıya havarî denildiği gibi halıs ve temiz dost ve mededkâra ve bâ husus Enbiyayı ızam Hazarâtının da'vet ve ahkâmını infaz uğrunda yar ve yardımcıları olanlara da hulûsı niyyet ve temizliklerinden dolayı havarî ıtlak olunur. Maamafih zikrolunduğu üzere bu isim en ziyade Isâ aleyhisselâmın en güzîde ensarı olan zevat hakkında şayi' olmuştur. Müfessirîn bunlara bu ismin verilmesinde muhtelif vecihler nakleylemişlerdir ki, Kamûs sahibi Feyrûz âbadî Besâirde bu vecihleri şöyle hulâsa etmiştir: Ba'zıları kassar, ba'zıları sayyad oldukları için demişler, ba'zıları da beyaz elbise giydikleri için demişler, ba'zılarıda «daima ifadei ılim ve emri dîni ta'lim ile nâsın nüfusunu tathir eylediklerine mebni bu isim verildiğini söylemişler ve demişlerdir ki, kassarlık isnad edenlerin muradları da budur. Sayyadlık isnad edenlerin muradları da dîn ve âhıret emrinde mütehayyir olan nefisleri avlayıp dîn yoluna çektikleri için olduğunu söylemektir. Diğer ba'zıları da işaret ettiğimiz vechile akıydelerindeki hulûs, alâka ve niyyetlerindeki temizlik sebebiyle bu namı aldıklarını beyan etmişlerdir ki, en münasib olan da budur. Frenkler bunlara (apôtres) demişlerdir ki, Yunancadan me'huz olarak uzağa gönderilmiş mürseller demek olduğunu söyliyorlar. Buna göre apôtre, havarîyyun kelimesinin tercemesi olmayıp Sûre-i Yâsînde (.......) kavlinde geçtiği üzere rusüli Isâ ma'nâsına diğer bir unvan olmuş olur. Yalnız «avcıya dağıdılmış» mefhumiyle mülâhaza olunursa havariyyunda sayyad ma'nasını söyliyenlerin kavline yakın demek olur. Âlûsî de der ki, Bahrin beyanına göre Hazret-i Isâ bunları bilâda dağıtmış kimini Rumiyyeye, kimini Bâbile kimini Afrikaya, kimini Efsusa, kimini Beyti Makdise, kimini Hicaza, kimini arzı Berber ve havalîsine göndermişti. Maamafih her birine gönderilenin ta'yini ve isimlerinin zabtı hususlarının sıhhatine mevsuk denemez. Süyutî de İtkanda bunları zikretmiş ise de zann olunabilecek mahallerden aransın (.......) Endelüslü müfessir Ebuhayyan rahmetullahi aleyh Bahirde der ki, havariyyun on iki recüldür ve bunlar Hazret-i Isâya ilk îman edenlerdir. Isâ bunları âfâka yaymıştı, Batris ve Pavlis, Romaya, Andiravs ve mettâ ehalisi insan yiyen arza, Bukas Bâbil arzına, Filibs Kartaca, ya'ni Afrikaya, Yuhanna Ashabı Kehfin karyesi olan Efsûsa, iki Ya'kub Beyti Makdise, İbn-i Büleymin Hicaz arzına, Testemir Berber arzına ve havalîsine gönderilmişti. Maamafih isimlerinin ba'zısında zabt cihetiyle işkâl vardır. Zann olunabilecek mahallerinden aransın. (.......) Fil'vakı Senpol dahi denilen Pavlis havariyyundan değildir. Sonradan onlara ilhak edilmiş ve mektubları risaleleri Ahdi cedidin a'mali rusül kısmına derc olunmuşdu. Hıristiyanlıkta hıtanı kaldırmış ve hayli tehavvülât yapmıştır. Sonra İbn-i Büleymin ile testemir isimleri dahi bil'hassa zabt-u teharriye şayandır. Mettâ İncilinin onuncu babında şöyle denilmiştir: Ve on iki şakirdini yanına çağırıp nâpâk ruhlar üzerine anları çıkarmağa ve her marazı, her hastalığı def' etmeğe onlara kudret verdi, o gönderilen on ikilerin isimleri bunlardır: birincisi Batris tesmiye olunan Şem'un ile karındaşı Endravs, Zibidi oğlu Ya'kub ile karındaşı Yuhannâ, Filbs ve Bertolmavs Toma ve gümrükcü Mettâ, halfi oğlu Ya'kub ve Tedavs lakablı Lebaüs, fanvi Şem'un ve anı ele veren İsharyotı Yehudâ. Isâ bu on ikileri gönderip onlara tenbih ederek dedi ki, taifelerin yoluna gitmeyiniz ve Samirîlerin bir şehrine girmeyiniz. Bundan ise beyti İsraîlin zayi' olmuş koyunlarına varınız ve vardığınızda «Melekûtüssemavât yaklaşmıştır» diye va'z ediniz, hastalara şifa veriniz. Cüzamlıları tathir ediniz, cinleri çıkarınız, meccanen aldınız meccanen veriniz. Kemerlerinizde ne altın, ne gümüş, ne bakır ve yol için ne dağarcık, ne entari, ne ayakkabıları ne de âsa tedarük etmeyiniz. Zira işçi kendi taamına lâyıktır. Ve hangi şehre veya köye giderseniz ande kim lâyık olduğunu suâl edip çıkıncıya değin orada kalınız ve haneye girdiğinizde ona selâm veriniz ve eğer ol hane lâyık ise selâmınız onun üzerine gelsin ve eğer lâyık değilse selâmınız size geri dönsün ve sizi her kim kabul etmeyip sözlerinizi dinlemezse ol haneden yâhud ol şehirden çıktığınızda ayaklarınızın tozunu silkiniz, hakikaten size derimki rûzi cezada Sedum ve Gamure diyarinin hali ol şehrin halinden ehven olur. İşte ben sizi koyunlar gibi kurtlar arasına gönderiyorum. İmdi yılanlar gibi a'kıl ve güvercinler gibi sadedil olunuz, lâkin âdemlerden sakınınız, zira sizi millet meclislerine teslim edip Sinagoglarda döğecekler, hem de benim için onlara ve taifelere şehadet olmak üzere Hâkimler ve melikler huzuruna celb olunacaksınız. İmdi sizi teslim ettikleri zaman nasıl ve ne söyliyelim diye endişe etmeyiniz, çünkü ne söyliyeceğiniz size ol saatte verilecektir. Zira söyliyenler siz değilsiniz, sizde söyliyen Pederinizin ruhudur. Ve karındaş karındaşı ve peder evlâdı ölüme teslim edecek ve evlad valideyn aleyhine kalkışıp onları öldürecekler ve ismim için cümle tarafından buğzolunacaksınız. Lâkin kim nihayete kadar tehammül ederse o halas bulacaktır. Ve size bir şehirde teaddi ettikleri zaman diğerine firar ediniz, zira hakikaten size derim ki, ibnülinsan gelinciyedek İsraîl şehirlerinin devrini tekmil etmiyeceksiniz. Şakird muallimine ve kul efendisine fâik değildir. Şakirde muallimi gibi ve kula efendisi gibi olmak kifayet eder. Hane sahibine balezbul dedikleri halde onun hanesi halkına ne kadar ziyade diyecekler. İmdi onlardan korkmayınız, zira keşf olunmıyacak mahfiy ve bilinmiyecek gizli bir şey yoktur. Size karanlıkta dediğimi aydınlıkta söyleyiniz ve kulağınıza söyleneni damlar üzerinde i'lân ediniz ve canı öldürmeğe kadir olmayıp cesedi öldürenlerden korkmayınız, lâkin hem canı hem cesedi Cehennemde helâk etmeğe kadir olandan korkunuz. İlh... Bunu müteakib on birinci bab: Ve Isâ on iki şakirdine emir vermeği tamam ettikte şehirlerinde va'z-u ta'lim etmek üzere oradan azimet etti ve Yahya zindanda Mesîhin a'malini işitmekle ol gelecek kimse senmisin yoksa diğer bir kimseye mi muntazır olalım demek için kendi şakirdlerinden ikisini onun yanına gönderdi.» Denildiğine göre on ikilerin bu suretle etrafa gönderilmesi Hazret-i Yahyanın habiste bulunduğu sırada olmuş oluyor. Halbuki yine aynî İncilin yirmi altıncı babında ise mekir, ya'ni suikasd anlaşılırken: «Akşam olduktan on ikiler ile beraber sofraya oturdu ve onlar taam ederken hakikaten size derim ki, sizden biriniz beni ele verecektir dedi» denilmiş olduğuna göre bunların refı' sırasında Hazret-i Isânın yanında toplanmış bulundukları ve sonradan âfâka yayıldıkları anlaşılıyor. Ali Imran sûresinde geçen (.......) demesi ve Havariyyunun (.......) cevabını vermesi de ref'e tekaddüm eden bu günlerde olduğu anlaşılıyor. İbnî Cerîrin Sa’îd İbn-i Cübeyr tarikıyle İbn-i Abbastan rivayetine göre: Allahü teâlâ Isâyı Semaya ref' etmek murad ettiği vakıt Isâ eshabına çıktı, onlar on iki kişi bir evde idiler, o evde bir menba'dan onlara çıktı, başından su damlıyordu, içinizden birisi bana yakında on iki kerre küfr edecek dedi, sonra da benim şebehim (benzerim) kendi üzerin ilka olunup da benim yerime katl olunacak ve benimle beraber benim derecemde bulunacak hanginiz? Dedi, sınnen en tazelerinden bir genç ben, dedi. Ona otur, dedi, sonra tekrar etti, yine o genç kalktı ben dedi, evet sen osun dedi, bunun üzerine ona Isânın şebehi bırakıldı ve Isâ evdeki bir pencereden Semaya ref' olundu, derken Yehûdden arayanlar geldi, onun şebehini tutup, katil ve salb ettiler. Ba'zısı ona îman etmiş iken on iki kerre inkâr etti, ilh... Allahü a'lem. (Ali ımrân da (.......) âyetlerine ve Nisâda (.......) âyetine bak) maamafih Kur’ân burada bu tafsılâta tearruz etmiyerek buyuruyor ki, (.......) bunun üzerine Beni İsraîlden bir taife îman etti - Havariyyunun mesâıysi üzerine Isâya ve tebşiratına inandı dîne yardım etti (.......) bir taife de küfr eyledi (.......) binnetice biz de îman edenleri düşmanlarına karşı te'yid eyledik (.......) binaenaleyh onlar galib oldular - îman edenler düşmanları olan kâfirlere karşı galib olup yüze çıktılar. İşte siz de Allah’ın vaidlerine ve emirlerine Resulullahın bervechibalâ da'vetlerine îman edip Havariyyunun çalıştığı gibi Allah yolunda Hak dinine yardım için mücahede ederek çalışın, Allah’ın ensarı olursanız bütün düşmanlara galib gelir (.......) va'diyle zikr olunan müjdelere irersiniz. Hakikaten Eshabı Muhammedî öyle çalıştılar, çok geçmeden müşrikleri ve nesârâyı yendiler. Hak dinini izhar eylediler, öyle izhar eyledilerki islâmın şa'şaai zuhurunu ve bir Hazret-i Ömer hılâfetinin zevkı hakkaniyyet ve adaletini hâla bütün Dünya kemali hayret ve hasretle yanaşılmaz bir ümniyye gibi yad etmektedir. Maamafih bu emir ve va'd yalnız onlara değil (.......) hıtabının umumundan anlaşılacağı vechile her zaman için o suretle âmil olacak bütün mü'minlere şamil bir va'd ve tebşirdir. O halde öyle Allah yardımcısı olmayanlar, Allah’ın yardımından mahrum kalıp idbare sürükleniyorlarsa mahrumiyetlerinin sebebini dini hakta değil, kendi günahlarında aramalıdırlar. Hasılı (.......) dir. Eshab-ı kiram içinde Aşerei mübeşşere Resulullahın havarîleri makamındadır. Bir Hadîs-i şerifte (.......) ya'ni her Peygamberin bir havarîsi vardır benim havarîm de Zübeyrdir» diye bilhassa Hazret-i Zübeyr bu vasf ile yad olunmuş olmakla beraber Katadeden rivayet olunduğu üzere andan başkalarına havarî itlak olunduğu varid olmuştur. Denilmiştir ki, Resullulahın havariyyunu: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hamze, Ca'fer, ebu Ubeyde ibnilcerrah, Osman İbn-i ma'zun, Abdurrahman İbn-i Avf, Sa'dibni Ebî Vakkas, talhe İbn-i Ubeydillah ve Zübeyr İbn-i avvam hazarâtı edilir, (.......) Zuhur ve galebenin neticesi de cemaatin kıvamı, Allahü teâlâya tesbîh ve ubudiyyet olduğuna işaret için burada Sûre-i Saffı bervechiâti Sûre-i Cum'a ta'kıyb edecektir. |
﴾ 0 ﴿