CUM'Aİşbu Cum'a sûresi de Medenîdir. Mekkî olduğuna dair İbn-i yesardan bir kavil var ise de Buharî ve sairede varid olduğu üzere sahih olan evvelkisidir. Âyetleri - On birdir. Kelimeleri - Kırk sekizdir. Harfleri - Yedi yüzdür. Fasılası (.......) harfleridir. Bu Sûrenin evveli Allah’a tesbîh-u takdis ve risaleti Muhammediyyenin Arab ve gayrilerine şamil pek büyük bir fadıl ve ni'meti ilahiyye olduğunu beyan ile ta'zîm ve ortası Yehûde tevbıh, âhiri de mü'minleri Cum'aya tergibdir. 1Tesbîh eder Allah için Göklerde ki, ve Yerdeki o öyle lekesiz kuddûs melik ki, hem azîz hem hakîm Tesbîh eder Allah’a (yâhud Allah için) Göklerdeki Yerdeki - hiç bir şey yoktur ki, halikının kemaline ve eksiklik şaibelerinden münezzeh olduğuna delâlet etmesin (Sûre-i İsrada (.......) bak) bu tesbîh, tesbîhi fıtrîdir. Binaenaleyh insanlar da ıhtiyar ve iradeleriyle kesbî olarak Allahü teâlâyı tenzih etmeli ve ona şirk ve noksan vasıfları isnad etmekten sakınmalıdır. Onun için evvelki Sûrenin âhirinde beyan olunduğu vechile zuhur ve galebeye irdikleri zaman mağrur olup da ifrata sapmamalı, o nusret ve galebenin Allahdan olduğunu bilmeli ve onu veren Allah’ın almağa da kadir bulunduğunu ve düşmez kalkmaz yalnız bir Allahdan başka olmadığını bilmeli ve ona göre küfr-ü küfrandan sakınarak Allah’ı tesbîh ve tenzîhte devam etmelidir. Burada (.......) fi'li müzari zamandan münselıh olarak istimrar içindir. Ya'ni müstemirren tesbîh ederler. Bununla beraber evvelki Sûrede (.......) buyurulduğu halde burada ve emsalinde (.......) denilmesi bunun mazıden ziyade istikbale nâzır olduğunu da ıhtardan hâlî kalmaz. Ya'ni ileride size mev'ud olan zafer ve galebeye irdiğiniz zaman bütün eşya gibi siz de tesbîh ve tenzîhte istimrarı unutmayın ve binaenaleyh Yehûd ve Nasarânın düştükleri hallere düşmeyin demektir. Çünkü o Allah (.......) öyle bir melik - bütün bu Gökleri ve Yerleriyle kâinat mülkünü iycad ve tedbir ve tesarruf ile idare eden öyle bir Hukümdar öyle bir Padişahdır - ki, (.......) KUDDUS - hiç lekesiz, tertemiz, pampâktır. - Bütün temizlik, bütün medha lâyık kemalât, fedail ve mehasin onundur. Hiç bir şey onun sâhai kudsisine yetişemez, hiç bir tahdid ve tesavvura sığmaz, hiç bir şirk kabul eylemez, mülküne kimseyi ortak etmez, haksızlık yapmaz ve lekeli şeyler ona yanaşamaz -ne oğula ihtiyacı vardır ne kıza, ne dosta muhtacdır ne de yardımcıya. Binaenaleyh, evvelki Sûrede geçtiği vechile «Allah yardımcıları olunuz» denildiği zaman Allah’ın dilediğini galib kılmak için nusrete ihtiyacı varmış gibi bir tevehhüme düşmemeli, ihtiyac kendinizin olduğunu bilmeli, onu daima takdis etmelidir. Beyhekî Esma ve sıfatta kuddus isminin şerhinde Halîmîden naklen der ki, Kuddusun ma'nası fedail ve mehasin ile memduh demektir. Sarih tesbîh takdîsi tazâmmun eder, sarih takdîs de tesbîhi tazammun eder. Çünkü mezmumların nefyi medayihi isbat demektir. Netekim şeriki yok, şebihi yok dememiz onun Vahid, Ehad olduğunu isbattır. Kimseye zülm etmez dememiz hukmünde adl olduğunu isbattır. Medayihi isbat da mezmumları nefiydir. Âlim dememiz cehli nefiydir. Kadir dememiz aczi nefiydir. Şu kadar ki, o şöyledir dediğimizde zâhiri takdistir. O şöyle değildir dediğimizde de zâhiri tesbîhtir.. Sonra takdisin zımnında tesbîh, tesbîhin zımnında da takdis bulunmuş olurki Ihlâs sûresinde ikisi cem' olunmuştur. (.......) takdistir. (.......) tesbîhtir. Demek ki, bunların ikisi de tevhid ile nefyi teşrik-ü teşbîhe raci'dir. (.......) Şu halde evvelki Sûreyi müteakıb bu Sûrenin böyle tesbîh ve takdis ile başlaması Nesârânın zuhurundan sonra teslis da'vasiyle düşdükleri gulüv ve ifratın ibtaline işarettir. Evet o öyle Kudduski (.......) azîz - çok izzetli, kudsiyyeti sarsılmaz kudretine yetişilmez, ezelden muttasıf olduğu kuvvet ve azameti hiç bir suretle mağlûb edilmez. Şanı kudsiyyetine tearruz edenlerin, mülküne leke sürmek, hakkına tecavüz etmek, şirk koşmak istiyenlerin cezasını verir kahru intikamiyle mağlûb ve perişan eder. Bununla beraber (.......) hakîm - dir. Yaptığını nizam ve hikmetle sağlam yapar. Kudsiyyet ve izzetine münafi olan, şirk ve küfür gibi halâte ba'zen meydan veriyor zalimler, fasıklar gibi haksızları, ahlâksızları imhal ediyor, yüze çıkarıyor gibi görünürse de onda da nice hikmeti vardır. Öyle olmasa idi hakkın kudsiyyet-ü ulviyyeti bilinmez, İzzeti ilâhiyyenin yüksekliği anlaşılmaz, o zalimler büyük büyük cezalara müstehikk olmaz, mü'minleri daha yüksek fadl-ü fazîletle sevab ve derecata irdirecek mücahedat için hikmet kalmazdı. Çünkü eşyanın zıdlariyle inkişaf etmesi de bir kanunı hikmetidir. 2Odur ki, ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki, bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler. O hakîm, azîz kuddus melîk olan ve Göklerde Yerde her şey kendisine tesbîh eden Allah sübhanehudur ki, - izzet ve hikmeti asarından olarak (.......) ümmîler içinde kendilerinden bir Resul ba's buyurdu - ki, ümmîlerden murad Arablardır. Yukarılarda geçtiği üzere ümmî kelimesinde üç Mülâhaza vardır. BİRİSİ, Ümme mensub demektir ki, anadan doğduğu hal üzere bulunan ya'ni okuması yazması, tahsili olmıyan demektir. (.......) biz ümmî bir ümmetiz yazı ve hısab bilmeyiz» diye varid olan bir hadîste bu ma'naya işaret buyurulmuştur. İKİNCİSİ, ümmete mensub demek olur. ÜÇÜNCÜSÜ, ümmülkuraya mensub, ya'ni Mekkeli demektir. Meşhur olan evvelkidir. Burada sözün gidişinden de maksad o olduğu anlaşılır. Ya'ni ibtidaî halde bulunan, henüz cehalet devrini yaşıyan Arablar içinde ölülerden hayatı fışkırtır gibi ilm-ü hikmet menbaı olan bir Resul gönderdi (.......) üzerlerine Allah’ın âyetlerini okuyor. (.......) ve onları tezkiye ediyor - batıl akıdelerden, fena huylardan temizleyip feyızlandırıyor, fikirlerini açıyor, bütün âlemler içinde parlatıyor (.......) ve onlara kitab ve hikmet öğretiyor - okuyup yazmayı ve kitabların en yükseği olan Kur’ân’ı belletiyor. Sünen ve ehadîs ile icrayı ahkâm için naklî ve aklî ılimler ve ameller ta'lim eyliyor (.......) halbu ki, bundan evvel o ümmîler açık bir dalâl içinde ne yapacaklarını bilmez, şaşkın bir halde idiler. Böyle iken Allah onlara içlerinden öyle bir Resul gönderdi 3Ve daha onlardan başkalarına ki, henüz onlara lâhık olmadılar, o öyle azîz öyle hakîm. Ve daha onlardan başkalarına ki, henüz onlara lâhık olmadılar - bu âharîn âharın cem'i olup (.......) e veya (.......) veya (.......) deki (.......) zamirine ma'tuf olarak Resulullahın risalet ve ta'limi yalnız Arablara mahsus olmayıp onlardan başka daha diğer ümmetlere de amm-ü şamil olduğunu beyandır. Zira ümmiyyîn ta'bir olunan Arablardan maadâ olan diğerleri mefhumu bütün akvama şamildir. Ya'ni o Resûl yalnız içlerinde ba's buyurulduğu ümmîlere değil, henüz onlara lâhık olmamakla beraber ileride lâhık olacak olan Arab ve gayri Arab bütün insanlık âlemine kitab ve hikmet ta'lim ediyor. O öyle bir Resul (.......) ve o - Resulü gönderen Allah (.......) öyle azîz öyle hakîmdir. 4İşte o, Allah’ın fazlıdır, onu dilediğine verir ve Allah çok büyük fazl sahibidir. İşte o - ba's, öyle bir Resul gönderilmesi (.......) Allah’ın mahzı fazlıdır - kesb ile çalışmakla kazanılır bir şey değildir. (.......) onu dilediğine bahş eder. - O tabiat kanunları altına alınamaz. Mücerred ızzeti ilâhiyyenin muktezasıdır. (.......) ve Allah öyle çok büyük fazıl sahibidir. - Binaenaleyh o Resulünün da'vetine icabet etmeli, ta'limatını bellemeli, ona göre ensarullah olup Allah’ın ona va'd buyurduğu fazl-ü fazılete irmelidir. Bu beyandan sonra ılmiyle âmil olmıyanlara tevbiyh için buyuruluyor ki, 5Kendilerine Tevrat yükletilen sonra onu hâmil olmıyan kişilerin meselî, cildlerle kitab taşıyan eşeğin haline benzer, Allah’ın âyetlerini tekzib eden kavmın meselî ne çirkin! Allah zalimler güruhunu doğru yola çıkarmaz. Kendilerine Tevrat yükletilmiş - öğretilip mazmuniyle amel olunmak teklif olunmuş olup da (.......) sonra onu hâmil olmamış: içindekini anlayıp mucebince istifade ve amel etmemiş bulunanların meseli - mesel olmuş acâib halleri ki, ahbarız, rabbanîyiz, okur yazarız diye yüklerle kitab yüklenmiş oldukları halde Tevratın ve Beni İsraîl Enbiyasının o fazli ilâhî olan Nebiyyi ümmî, Hatemül'enbiya hakkındaki haberlerini nazarı ı'tibare almamış ve ahkâm-ü ahlâkıyle istikamet dairesinde amel etmemişlerdir. Böyle kimselerin hali (.......) o eşeğin haline benzer ki, (.......) sifrler, ya'ni koca koca kitablar taşır - da içindekinden hiç haberi olmaz, istifade etmez. Esfar ta'birinde Tevratın aksamına esfar denildiğine işaret vardır. (.......) bak Allah’ın âyetlerini tekzib eden kavmın meseli ne çirkin - bunda ılmiyle âmil olmıyanların hepsinin de hali, meseli böyle çirkin olduğuna tenbih vardır. (.......) Allah da zalimler güruhunu hidayete erdirmez - doğru yola çıkarmaz. Kendilerine hakkın delilleri gösterildiği halde onlara inanmayıp da tasdık yerine tekzibi koyan haksızların, o doğru yola çıkmaları, murada irmeleri mümkin olurmu? 6De ki, ey o Yehûdî olanlar! Siz sair insanlardan başka olarak Allah’ın dostları bulunduğunuzu zu'm ediyorsanız haydin ölmeyi temenni edin, eğer (da'vanızda) sadıklarsanız öyle yapın De ki, ey Yehûdî olanlar! (.......) siz diğer insanlardan başka olarak kendilerinizin Allah’a evliya, Allah’ın velâyetine irmiş sevgili dostları olduğunuzu zu'm ediyorsanız - doğru olmıyan öyle bir zuum besliyorsanız Sûre-i Mâidede (.......) âyetinde geçtiği üzere Nasarâ «biz Allah’ın oğulları ve evlâdlarıyız» dedikleri gibi Yehûd da biz Allah’ın sevgilileriyiz diye iddia etmektedirler. Eğer öyle ise (.......) haydin ölmeyi temenni edin - mevti kendinize ümniyye, ideal edinin de bir an evvel ölüp bu belâ ve mihnet Dünyasından Âhırete göçerek Allah’a kavuşmayı canınıza minnet bilin. Burada mevti temennî emri ilzam ve tebkit içindir. (.......) Eğer o da'vanızda sadık iseniz - böyle ölümden kaçmayıp onu temennî etmeniz lâzım gelir. Niçin ondan kaçıp da bütün mevcudiyyetinizle Dünya hayata sarılıp duruyorsunuz. 7Halbu ki, ellerinin takdim ettiği günahlar yüzünden onu ebeden temenni edemezler, Allah zalimleri bilir. Fakat onu ebeden temenni etmezler. (.......) çünkü ellerinin takdim eylediği nice günâhlar, cinayetler, küfürler, zulümler var. - Ki, onları işliyenler Allah’ın sevgilisi, evliyası olamaz. (.......) ve Allah zalimleri bilir - cezalarını verir. Onun için onlar, o da'vada sadık değil, kâzibdirler, evliya değil, haksızlar, zalimlerdirler. 8De ki, haberiniz olsun o kaçıp durduğunuz ölüm muhakkak gelip size çatacak, sonra, o bütün gayb ve şehadeti bilene iade olunacaksınız da o size neler yaptığınızı haber verecektir de ki, haberiniz olsun o sizin kaçıp durduğunuz ölüm her halde size gelip çatacaktır. - Kaçmakla ondan kurtulamıyacağınız gibi ölmekle de kurtulacak değilsiniz (.......) sonra o âlimil'gaybi veşşehadeye redd olunacaksınız - bidayeten sizi yaratmış bütün mevcudiyyetinize malik iken sizler firarî köleler gibi onun mülkünden, emr-ü hukmünden kaçmak istiyerek gizli ve açık ısyanlar yaptığınız hak mevlânız olup bütün gayb-ü şehadeti bilen ve binaenaleyh kendisine hiç bir şeyin gizli kalmasına imkân bulunmıyan Allahü teâlânın huzuruna redd-ü iade olunacaksınız da (.......) o size bütün yaptıklarınızı haber verecek - kitabından ve verdiği ılimlerden neleri tahrif ettiğinizi, neler gizleyip neleri açıkladığınızı yüzünüze vuracak ve ona göre cezanızı verecektir. Mevt ile bedenin fenasından sonra şuur ve temyiz ruhu olan nefsi natıka Sûre-i Zümerde (.......) âyetinde geçtiği üzere doğrudan doğru Allahü teâlânın kabzında kalacaktır ki, ölümden sonra bekayı ruha kail olanların maksadı da budur. Burada bilhassa âlimül'gaybi veşşehade ismiyle ılim sıfatına redd-ü irca' tasrih edilmiş olmasına nazaran bir insan hakıkatının şehadet âleminden gayb âlemine intikali demek olan bu rücuun «vücudi - ılmî» ile huzuri hakta tehakkuku haysiyyetine tenbih olunmuş demektir. Demek ki, âlemi gayibden âlemi şehadete geçmiş olan bir insan mevt ile yine âlemi gaybe döndüğü zaman bütün hakıkati Dünyadaki ömrünün evvelinden âhirine kadar bâtın ve zâhirinde husule gelen iyi veya kötü bütün ef'al ve a'malinin hasılesi olarak âlimil'gaybi veşşehade olan Allahü teâlânın ılminde hiç bir noktası gaib olmaksızın hâzır ve mütehakkık bulunacak ve ona göre mücazat veya mükâfatını görecektir. Gerçi bir insan vefat ettiği zaman onun ruhan ve bedenen muhîtinde bırakmış olduğu âsar ve intibaatın bir kısmı onu tanıyan insanların, alâkadarların hafızalarında, daha geniş bir kısmı da da kiramen kâtibîn olan Melâikenin kaydetmiş oldukları defteri a'mal ile ılim ve hıfızlarında kalır ise de bunun ikisi de onun bütün hakıkati insaniyyesini muhît değil az çok zâhire çıkmış olanlara aiddir. Sûre-i (.......) âyetinde geçtiği vechile nefsi insanînin a'makında cereyan eden gizli vesveseler gibi nice hafayâsı vardır ki, onları yalnız (.......) olan âlimil'gabi veşşehadenin ılmi ihata eder ve onun için insanın bütün hakıkatiyle rücuu yalnız Allah’adır. Ve o suretle insanlar Hak teâlânın huzuruna bütün hakıkatleriyle haşre ıhzar olunarak hisaba çekilecekler ve ömürlerinin hasılası olan ruhanî ve cismanî. Mecmu amellerinin tartısına göre mücazat ve mükâfat göreceklerdir. Bunun için bu beyandan sonra mü'minlere hıtaben buyuruluyor ki, 9Ey o bütün îman edenler! Cum'a günü namaz için nida olunduğunda hemen Allah’ın zikrine koşun ve alım satımı bırakın, o sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz Cum'a gününden namaz için nida olunduğu vakıt (.......) ma'nasına olduğu da söylenmiştir. Ya'ni Cum'a günü Cum'a namazı vaktı ezan okunduğunda - Keşşaf ve sairede mezkûr olduğuna göre ba'zıları demişlerdir ki, bu nidadan murad imamın minbere oturduğu sıradaki ezandır. Resulullahın bir müezzini bulunurdu minbere oturduğu zaman mescidin kapısı üzerinde şöyle ezan okurdu: (.......) sonra Resulullah minberden indiğinde de müezzin namaza ikamet getirdi. Sonra Ebû Bekir ve Ömer radıyallâhü anhüma zamanlarında da böyle idi, taki Hazret-i Osman radıyallahü anh zamanı oldu, nâs çoğaldı, Medîne büyüyüp evlerin mesafesi uzaklaştı, o vakıt Hazret-i Osman diğer bir müezzin ilâve etti. Birinci ezanın Zevrâ denilen hanesi üzerinde okunmasını emreyledi, minber üzerine oturduğu zaman da ikinci müezzin ezan okurdu. İndiği zaman da namaz için ikamet ederdi. Bu hiç kimse tarafından ayıblanmadı. Bu suretle Cum'a için iki ezan bir kamet üzerine icma' vaki' oldu. O vakıttanberi teamül de bunun üzerine cereyan etti. Buharî Zührî tarikıyle Sâib İbn-i yezidden şunları rivayet etmiştir: 1- Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi vesellem ve Ebû Bekir ve Ömer radıyallahü anhüma zamanlarında Cum'a günü nida birincisi imam minbere oturduğu zaman olurdu. Vaktaki Hazret-i Osman radıyallahü anh zamanı oldu ve nâs çoğaldı, Zevrâ üzerinde üçüncü nidayı emr eyledi. 2- Cum'a günü üçüncü te'zini ziyade eden Hazret-i Osman radıyallahü anh idi ki, Medîne ehalisi çoğaldığı zaman idi. Hazret-i Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem zamanında ise bir müezzinden başka yoktu ve Cum'a günü te'zin imam minbere oturduğu sıra idi. 3- Cum'a günü üçüncü te'zini mescid ehalisi çoğaldığı zaman Hazret-i Osman emr etti, mukaddema Cum'a günü te'zin imam oturduğu zaman idi. 4- Resulullah sallallâhü aleyhi vesellem ve Ebû Bekir ve Ömer radıyallahü anhüma zamanlarında Cum'a günü ezan, birincisi imam Cum'a günü minbere oturduğu sıra idi, sonra vaktâki Hazret-i Osman radıyallahü anhin hılâfetinde nâs çoğaldı, Osman Cum'a günü üçüncü ezanı emr eyledi de o, Zevrada okundu. Binaenaleyh emir bu minval üzere sâbit oldu (.......) Bu rivayetlerin birinde ikinci te'zin, obirlerinde üçüncü nida, üçüncü te'zin, üçüncü ezan denilmesi hep bir ma'nayadır. Maksad Hazret-i Osman zamanında emr olunan ilk ezandırki biz buna dış ezanı ta'bir ederiz. Bundan sonra hatîbin minbere oturduğu sıra okunan ikinci ezana da iç ezanı deriz. Bunların üçüncüsü de namaza başlamak için olan kamet olur. Ezan ile kamete nida'eyn ve ezaneyn dahi denir. Bu i'tibar ile tarih noktai nazarından sonra başlamış olan dış ezanına üçüncü nida veya üçüncü ezan denildiği gibi kametten kat'ı nazarla hâss ma'nasiyle ezan mülâhaza edilerek ikinci ezan dahi denilmiştir. Hasılı Peygamber zamanında Cum'a için birinci nida hatîb minbere oturduğu zaman mescidin kapısı üstünde okunan ezan, ikinci ezan da hatîb inerken edilen ikamet idi. Hazret-i Osman zamanından beri tekarrür etmiş olan icma' ve teamüle nazaran da birinci nida Cum'a vaktının duhuliyle okunan dış ezanı, ikinci nida hatîb minbere oturduğunda okunan iç ezanı, üçüncüsü de kamettir. Bu âyetde (.......) nidasından murad da ilk okunan ezan olmak lâzım geleceği aşikârdır. Çünkü birinci ezan okununca nida, ya'ni zikrüllaha sa'yin şartı olan çağırılma vaki' olmuş olur. Fakat birinci ezan hangisi i'tibar edilmeli? Yukarıda naklettiğimiz vechile bir takımları yalnız Peygamber zamanındaki birinci ezanı nazarı i'tibara alarak sa'yin vücubu hatîbin minbere oturduğu zaman okunan ezan ile başlıyacağına kail olmuşlardır. İlk nazarda bu pek muvafık gibi görünür. Lâkin Kenz şarhı Bahri raikta ve Tenvirül'ebsar ve sairede beyan olunduğu üzere hanefiyyece esahh olan budurki bu vücub ilk okunan dış ezaniyle başlar. Çünki Cum'aya nidai, da'vet bununladır, Fetavâyi Hindiyyede mes'eleyi şöyle nakleder: sa'y ve terki beyi' ezanı evvel ile vacib olur. Tahavî demiştir ki, minber ezanı sırasında sa'y vacib ve beyi' mekruh olur. Hasan İbn-i Ziyâd demiştir ki, mu'teber olan menaredeki ezandır. Esahhı budurki: Zevalden evvel ezan mu'teber değildir. Mu'teber olan zevalden sonraki ezandır. Gerek minber üzerinde olsun gerek Zevrâ üzerinde, (.......) Filhakika âyetteki nidadan murad Cum'aya da'vet için olan ezan olmak zâhirdir. Umumî da'vet için okunan ezan da zevalden sonra vaktın dühuliyle dışarda okunan ilk ezandır. İçerde okunan ikinci ezan haricdekilere isma' mahiyyetinde değil, hazırdakilere karşı hutbeye şuru'u i'lân suretiyle sünneti nebeviyyeyi ikame ma'nasındadır. Resulullah zamanında minbere oturulduktan sonra mescidin kapısı üzerinde okunan bir ezanda hem harıce karşı da'vet, hem hutbeye şuru'u i'lân maksadlarını ifade edebiliyordu. Fakat memleket büyüyüp cemaat tekessür etdikten sonra matlûb olan bu iki ma'na ve maksadın kemaliyle ifası için yalnız bir ezanın kifayet etmemeğe başladığı görüldüğü zaman bervechi meşruh iki ezan tekarrür etmiş ve bil'icma' teamül bunun üzerine cereyan eylemiş olmakla âyetten zâhir olan umumî da'vet ma'nasının dışarda okunan birinci ezana muntabık olacağı da zâhir olur. İşte bu suretle fıkhen bizce esahh alan budur. O halde Cum'a günü güneşin zevaliyle öğle vaktının hulûlünden i'tibaren Cum'aya çağıran ilk ezan okunduğu vakıt (.......) hemen Allah’ın zikrine sa'y edin - o nidadan evvel ne kadar erken gidilirse o kadar efdal olmakla beraber sa'yin vücubu ezandan i'tibaren başlar. Demişlerdirki burada sa'iyden maksad, meşgul olduğu işi hemen bırakıp vakıt geçirmeksizin hutbeye yetişmeğe çalışmaktır. Telâş ile koşarak gitmek demek değildir. Hazret-i Ömerden ve İbn-i Mes'uddan, ve İbn-i Abbasdan ve daha diğerlerinden (.......) ya'ni hemen gidiniz ma'nasına olduğu da nakl edilmiştir. Çünkü sa'y koşmak ma'nasına olduğu gibi (.......) âyetlerinde olduğu vechile çalışmak ma'nasına da gelir. Onun için burada sa'y koşmak değil, kasd, ya'ni doğru gitmektir. Ve sa'y her amelde tesarruftur. Hasenden de «ayaklar üzerinde sa'y değil, ve lâkin niyyat ve kulûb üzerinde» diye nakl olunmuştur. Bununla beraber imam Muhammed İbn-i Hasen Rahimehullah Muvattainde demişdirki: İbn-i Ömer radıyallahü anh Bakî' kabristanında iken kameti işitmiş ve sür'atle yürümüştü, Muhammed derki kendini yormadıkça bunda da be'is yoktur (.......) Hindiyyede: Mescide sür'ati meşy ile koşarak gitmek bizce de ve amme'i fukaha indinde de vacib değildir. Müstehabb olmasında ıhtilâf edilmiştir. Esahh olan sekînet ve vekar üzere yürümektir. (.......) Buharî ve sair kütübi sitte de rivayet olunduğu üzere Ebû Hüreyre radıyallahü anh demiştir ki, Resulullah sallallâhü aleyhi vesellem Hazretlerini işittim şöyle buyurdu (.......) namaza ikamet olunduğu vakıt ona koşarak gelmeyin yürüyerek gelin, sekîneti iltizam edin yetiştiğinizi kılın yetişemediğinizi tamamlayın (.......) Zikrullah mefhumu esas itibariyle Allah’ı anmak veya Allah’ın va'd ve ıhtarı demek olduğundan Kur’ân, tesbîh, tahmîd, vaız ve hutbe ve namaz hepsine şamil olur. Fakat Cum'anın şurut ve erkânından olan zikr, hutbe ve namaz olduğu cihetle burada sa'yi vâcib olan zikrullah, hutbe ile namaz diye tefsir olunmuştur. Hidaye şerhi Inayede hutbe olduğuna müfessirînin icmaını söylemiştir. Maamafih icma' ve ittifak yalnız hutbe olmasında değil, hutbenin dahi maksud olmasındadır. Onun için Fethül'kadîrde der ki, tefsirde mezkûr olan, murad, hutbe ve salâttır (.......) Hazret-i Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem ömründe Cum'a namazını hutbesiz kılmamış olduğu için hutbe Cum'anın şeraitınden birisidir. Bu âyet mucebince hutbede zikrullah ta'biriyle ifade edilmiş olduğundan İmamı a'zam Ebû Hanîfe rahmetullahi aleyh demiştir ki, hutbenin rüknü zikrullahtır. Binaenaleyh (.......) gibi zikrullah ıtlak olunabilen en kısa bir zikr ile de hutbenin farzı eda edilmiş olabilir. Bu zikrin biraz uzunca olması ve va'z-u nasıhat ve duâyı tezammun etmesi ise mesnundur. Şu halde sünnetlerine riayet etmiyerek kısaca (.......) ile iktifa etmek mekruh olursa da Cum'anın şartı olan hutbenin rüknü maal'kerahe eda edilmiş demek olacağından ondan sonra namaz sahih olabilir. Lâkin İmameyn demişlerdir ki, bunun rüknü hutbe ıtlak olunabilecek kadar uzunca bir zikrullah olmasıdır ki, ekalli üç âyet veya namazdaki teşehhüd mıkdarı, ya'ni (.......) kadar olmaktır. İki hutbe olması ve bunların mıkdarı, (.......) Sûreleri gibi tıvali mufassal denilen bir Sûre kadar olması, mev'ızayı, şehadeti, salevâtı tazammun etmeleri gibi diğer evsaf sünnetlerindendir. İmamı Şafiî ise demiştir ki, iki hutbe okunmayınca caiz olmaz. Birincisi tahmidi ve Peygambere salat-ü selâmı ve takvallah tavsıyesini ve bir âyet kıraetini müştemil olması, ikincisi de böyle, şu kadar ki, âyet yerine mü'minîn ve mü'minata duâyı müştemil bulunmalıdır. Çünkü Resulullah zamanından beri tevarüs böyle iki hutbe üzerine cereyan etmiştir. Fakat Kur’ân’da sâde (.......) buyurulmuş ve azı çoğu tefrık edilmemiş bulunduğu için İmamı a'zam bundan hutbenin asla terki câiz olmıyan rüknü az veya çok zikrullah ıtlak olunabilecek bir mıkdar olması lâzım geleceğini ve bundan ziyade olarak cereyan eden tevarüsün hukmü ise sünniyyeti ifade edeceğini anlatmıştır. Bu vesîle ile mezhebi Hanefîde hutbenin ba'zı ahkâmını telhıs etmek faideli olur: Hindiyye ve sairede muharrer olduğu üzere: Cum'anın edasının şartlarından birisi de namazdan evvel hutbedir. Hattâ hutbesiz kılsalar veya hatîb hutbeyi vaktından evvel okusa câiz olmaz. Hutbenin farzı ve sünneti vardır. Farzı iki şeydir: birisi vakıttır ki, zevalden sonra ve namazdan evveldir. Hattâ hutbeyi zevalden evvel veya namazdan sonra yapsa câiz olmaz. İkincisi de zikrullahdır. Bir hamdele yâhud bir tehlîl yâhud bir tesbîh dahi farza kifayet edebilir. Ancak hutbe kasdiyle olmalıdır. Aksırmak gibi diğer bir sebeble (.......) veya (.......) yâhud (.......) dese hutbe yerine geçmiyeceği müttefekun aleyhtir. Hatîb hutbeyi yalnızca yâhud sade kadınların huzurunda okusa câiz olmaz. Cemaat uyumuş bulunsa veya sağır iseler câiz olur. Hutbenin sunnetlerine gelince on beş kadar sayılmıştır. - 1. Taharettir. - 2. Dikilmektir. Oturarak veya yan gelerek okusa (sünnete muhalif ve binaenaleyh meal'kerahe) câiz olur. - 3. yüzünü cemaate dönmektir. - 4. hutbeden evvel içinden (.......) çekmektir. - 5. Hutbeyi cemaate işittirmektir. İşittiremezse de câiz olur. - 6. Allah’a hamd ile başlamaktır. - 7. Allah’a lâyık senâ - 8. iki şehadet: (.......) 9. Peygambere salevât - 10. Va'z-u tezkir - 11. Kıraeti Kur’ândır. Târikı isâe yapmış olur. Mıkdarı üç kısa âyet veya bir uzun âyettir. - 12. İkinci hutbe ile Allahü teâlâya hamd-ü senâyı ve Peygambere salevâtı tekrar etmektir. - 13. bunda müslimîn ve müslimata duâyı ılâve eylemektir. - 14. iki hutbeyi tıvalı mufassaldan bir Sûre kadar tahfif etmektir, Hutbeyi pek uzatmak mekruhtur. - 15. iki hutbe arasında oturmaktır. Bu celsenin mıkdarı zâhiri rivayetde üç âyet okunacak kadardır. Hutbeteyn arasında bu celseyi terk ile hatîb müsîy olur. Resulullaha ıktidâen hatîb minbere çıkmak ve hutbeden evvel oturmak dahi sünnettendir (.......) Hidaye şerhı fethülkadîrde derki, mev'ıza teşehhüd, salevât ve hutbeteyn ve tıvali mufassaldan bir Sûre kadar olmak gibi âniden zikrolunan sünnetleri müştemil olduktan sonra hutbenin kısa yapılması ve namazın uzatılması da fıkıh ve sünnettendir (.......) Hatîbin sesini yükseltmesi ve ikincisinde cehrin birincisinden biraz hafif olması da hutbenin müstehablarındandır. Hulefai Raşidînin, Hamze ve Abbas iki Ammi nebînin hutbede yadedilmeleri de müstahsendir ve öyle tevarüs cereyan ede gelmiştir. «Tecnis ve Hindiyye.» Hatibin Cum'ada imamete ehl olması da hutbenin şartlarındandır. «Zahidî.» Hatîbin hutbe halinde lâkırdı etmesi mekruhtur. Meğerki emir bilma'ruf ola. «Fethülkadîr.» İmam hutbeye çıktımı ne salât ne de kelâm yoktur. Maamafih imameyn hatîb çıktığı zaman henüz hutbeye başlamazdan önce ve hutbeden fariğ olup da namaz ile meşgul olmazdan evvel beis yoktur demişlerdir. (.......) Hutbe esnasında cemaatte ne kelâmı nâs, ne tesbîh, ne teşmiti âtıs ne reddi selâm olmamalıdır. (.......) Fıkıh kitabı mütalea etmek veya yazmak lâbe'se bihtir diyenler olmuş ise de mekruh diyenler çoktur. (lâbe'se bihin de terki evlâdır.) Dilile bir şey söylemeyip lâkin eliyle ve başiyle veya göziyle işaret eylese, meselâ birisinin bir münker yaptığını görüp de eliyle nehy etse yâhud bir şey haber verilse de başiyle işaret eylese sahih olan lâbe'se bihtir (.......) İmamdan uzak olan da hutbeyi dinlemek hususunda yakın olan gibidir. Onun da hakkı insat, yâni susmaktır. Esahhı budur (.......)«Cum'a günü imam hutbede iken insat» babında Buharî şu hadîsleri rivayet etmiştir. -1, Selmani farisîden: Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellemden: İmam tekellüm ettiği zaman susulur. -2 Ebû Hüreyreden: Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem buyurduki: Cum'a günü imam hutbe okurken arkadaşına sus desen lağıv yapmış olursun (.......) Namazda haram olan hutbede de haramdır. Binaenaleyh imam hutbede iken yemek ve içmek de gerekmez. Hulâsa, cemaatin hutbeyi evvelinden âhirine kadar dinlemesi vacibdir. Ve imama yakın olmak uzak olmaktan efdaldir (.......) Maamafih imama yaklaşmak için nâsın omuzlarından atlayıp geçmek de mekruhtur. Ancak denilmiştir ki, imam hutbeye başlamamış bulunursa hem sonra gelenlere bir yer bırakmak hem de yakınlık fazıletine irmek için geçmek lâbe'se bih olduğu da söylenmiştir. Çünkü evvelce ileriye gitmeyip de açık bırakanlar, o mekânı bigayri uzrin kendileri zayi' etmişlerdir. Amma imam hutbeye başlamış ise mescidde olduğu mevzi'de kalmalıdır. İleri geçmek hutbe esnasında bir amel olur. (.......) Hutbeyi dinlerken yüzünü hutbeye karşı çevirmek ve namaz da oturur gibi oturmak mustehabdır. Maamafih dilerse dizlerini dikerek muhtebiyen veya bağdaş kurarak veya kolayına geldiği gibi oturmak da câizdir. Çünkü amelen ve hakikaten namaz değildir (.......) Harben feth olunmuş her beldede hatîb kılıç takınır. (.......) Hatîb hutbeyi bitirince müezzin kâmet alır. İşte böyle hutbenin kitab ve sünnet ile bir takım ahkâmı bulunmakla beraber bu âyetle kitabda sabit olan asıl mahiyyeti Allah’ı layıkiyle anmak veya va'z-u nasîhatle andırmak ma'nasına zikrullahdır. Ve zikrullah olması i'tibariyle de namaz gibidir. Çünkü (.......) âyetlerinde de geçtiği üzere namaz da zikrullahdır. Onun için ey mü'minler Cum'a günü (.......) diye namaza çağıran ezan okununca hemen Allah’ın zikrine yetişmeğe çalışıp dosdoğru gidin (.......) ve bey'i terk edin - ya'ni muamelâtı bırakın öyleki maişet için en mühimmi olan alım satım işlerini bile bırakın. Burada beyi' zikrihas iradei âmm tarikiyle muamelâttan mecazdır. Yâhud beyi' hakikatı üzere olup diğer muamelâtın terki delâleti nass ile sabittir. Belliki bey'i bırakın denilmesi çarşıyı pazarı kapayın demekten daha şumulludur. Netekim Atadan rivayet olunduğu üzere zevcesiyle mubah olan muamele bile o saatte haram olur. Ancak karagol ve inzıbat işleri gibi cemaatin emniyyeti umumiyyesi için zarurî ve mevkufün aleyh olan hususatın mahfuz tutulması da nassın ıktizası demektir. Onun için fukaha Cum'anın şartlarında hurriyyet ve emniyyet, hukûmet ve izniâmm gibi ba'zı şartlar saymışlardır. Emr, vucub için olduğundan şu halde ezan okununca Cum'aya sa'y, farz ve beyı' menhîdir. Nehyin zamanı imamın namazdan çıkmasına kadar devam eder. Fakat bununla beraber beyı' yapılmış olsa acaba akıd, bâtıl veya fasid olurmu? Hükmü nedir? Ba'zıları buna menhî ve binaenaleyh haram olduğu için fasid veya merdud ta'bir etmişlerse de Usulı fıkıhta Hanefiyyece mukarrer bir kaide vardırki bu mes'ele onunla hallolunur. Şöyleki: bir şey'in zatından dolayı nehyi butlân iktiza eder. Vasfından dolayı nehyi fesad iktiza eder. Mücavirinden dolayı nehyi de kerahet ıktıza eder. Meselâ sahibinin izni olmaksızın başkasının milkinde, gasb olunmuş bir yerde namaz kılmak mekruhtur. Çünkü namazın erkân ve evsafında bir halel olmadığı halde mücerred kılındığı yerin sahibinin izn-ü rızasına ıktıran etmediğinden dolayı menhiydir. Bu gibi nehiler (.......) nehyi gibi keraheti tahrimiyye ifade eder. Nidâ vaktındaki beyı' dahi mebîde, semende, sulbi akidde bir halelden dolayı değil (.......) kaydiyle mücerred nidâ vaktına mücaveretinden dolayı nehy edilmiş olduğu için akıd, diğer şeraiti tamm olarak yapılmış bulunursa zat ve vasfında eksiklik bulunmadığından dolayı bâtıl veya fâsid olmayıb sahih ve fakat tahrimen mekruh olur. (.......) Bu - ya'ni nidâ vaktında böyle bey'ı terk ile zikrullaha sa'y (.......) sizin için daha hayırlıdır. - Alış verişten daha faydalıdır. Çünkü Âhıret menfeatı daha büyük ve bekalıdır. (.......) eğer bilirseniz - hakikaten hayır ve şerri seçer ılim ehli iseniz bunun daha hayırlı olduğunu bilirsiniz. Cum'a, cemaatin kıvamı ve en güzel tezahürü ve (.......) vefkınca te'yidi ilâhînin meclâyı tecellisi olmak haysiyyetiyle ındallah o kadar büyük hayır ve sevabı vardırki onun yanında alış veriş gibi cüz'î menfaatler iltifata bile değmez. Dünya hayatının bütün muamelâtı medeniyyesi de feyzi ictima'î ile tevfikı barînin tecellisi eseridir. Cum'a - Esası cem'iyyet ve cemaat gibi toplanma ve dernek ma'nasiyle alâkadar olan Cum'a, bizim de bu nam ile bildiğimiz ma'lûm künün ismidirki müslimanların hafta bayramıdır. Tefsiri keşşafta Peygamber aleyhisselâtü vesselâmdan şöyle mervîdir: «Bana Cibril geldi, avucunda beyaz bir ayna vardı, dediki bu Cum'adır. Rabbın bunu sana arz ediyorki senin için ve senden sonra ümmetin için bir ıyd olsun. O bizim ındimizde «ya'ni Melâike ındinde» seyyidüleyyamdır. Biz ona Âhrete kadar «yevmülmezîd» deriz.» Yine Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellemden: «Allahü teâlâ her Cum'a günü altı yüz bin kişiyi ateşten âzad eder.» Hazret-i Kâ'bdan: Allahü teâlâ Beldelerden Mekkeyi, aylardan Ramazanı, günlerden Cum'ayı tafdyil eylemiştir. Ve aleyhissalâtü ves-selâm buyurmuşturki: Cum'a günü vefat eden kimseye Allahü teâlâ şehid ecri yazar ve onu kabir fitnesinden vikaye eder (.......) İmam Ahmed ve İbn-i Mace ve daha birçoklarının Ebulübâbe İbn-i Abdilmünzirden merfuan rivayet ettikleri bir hadîste: Cum'a günü seyyidüleyyamdır ve Allahü teâlâ indinde yevmi fıtırden ve yevmi adhadan daha büyüktür. İbn-i Hibbanın rivayet ettiği bir hadîs-i sahihde de (.......) Cum'a gününden efdal birgün üzerine güneş ne doğar ne de batar» diye varid olmuştur. Cum'a gecesinin fezâili hakkında ba'zı hadîslerden ve haberlerden de anlaşıldığına göre hafta günleri âlemin ilk hılkat devirlerinin bir misali gibi mülâhaza olunmuştur. (.......) buyurulduğu vechile bir çok âyetlerde Semavat ve Arzın altı günde yaradılıp sonra Arş üzerinde istiva buyurulduğu geçmiş idi. Sûre-i A'rafta ve Sûre-i Hûdun başında ve (.......) fussılette izah olunduğu üzere henüz günlerin mevcud olmadığı zamanlara aid olan bu altı günün ma'lûm olan günler olmayıp eyyamı âhıret gibi binlerce seneler olması melhuz vakit veya devirleri ifade ettiği de söylenmişti. Bunlardan birincisi maddenin ibtida boğu ve duman halinde hılkatı devri, ikincisi ecramın teşekkülü devri, üçüncüsü Arzın Semadan ayrılması devri, dördüncüsü kışrı Arzın tekevvünü devri, beşincisi cibâl ve enharın teşekkülü devri, altıncısı hayatın başlangıciyle nebatat, hayvanat ve insanın hılkatine kadar tekâmülü devri. Bu altı devr birer gün gibi mülâhaza edilince işbu altıncı devr mebâdii hılkatın en toplu, en cem'iyyetli günü, ya'ni Cum'ası demek olur. Çünkü âlem bugünde sirri hayata mazhar olmuş ve insan hılkatiyle tekâmül ederek son mertebei cem'ıyyetini bulmuş. Bundan sonra da Arş üzerinde istiva tecellisi olup tedbir ve icrayı ahkâm ile âlem nizamı hikmet dairesinde tanzimi faaliyyet devrine girmiştir. (Sûre-i Huda ve Sûre-i Kafa bak) hafta günlerinin Ehad, İsneyn, Selâsâ, Erbea, Hamîs, Cumua, Sebt namanlariyle sayılması da her birinin bu devirlerden birinin mazhar ve misali olmasiyle alâkadar bulunduğundan Cu'ma günü hayatın zuhuru devri ve zevalden sonra Cum'a vaktı hayatı insaniyyenin neş'eti hengâmı gibi haftanın en feyızli, en mübarek günü olmak mazhariyyetini haiz olarak ehli islâmı Arşı rahmân altında fazl-u rahmeti ilâhiyyeden ne'îm Cennetinin saadetine irdirmek üzere ictımaa da'vet eden bir tezahür günü bir bayram demektir. Sahihi Müslimde Adem Cum'a günü halk olundu ve o gün Cennete konuldu diye rivayet olunan bir Hadîs-i şerif de bu ma'naya işarettir. Sa'd İbn-i mensurun ve İbn-i Merduyenin Ebû Hüreyreden tahric ettikleri bir hadîste de demiştir ki, ya Nebiyyallah ne için Cum'a günü tesmiye edildi? Dedim, buyurduki çünkü babanız Ademin tıyneti onda cem' olundu. Buharî ve sairede rivayet olunan bir hadîs-i sahihte Resulullah Cum'a gününü zikredip «onda bir saat vardırki müslim bir kul kalkmış namaz kılar Allahdan bir şey dilerken ona rast gelirse herhalde Allah onu ona verir» buyurmuş ve eliyle işaret ederek o sâatin azlığını da anlatmıştır. Buna «sâati icabet» denilir. Bu lahzanın hangi saâtlerde olabileceği hakkında da muhtelif rivayetler vardır: Ebû Bürde radıyallahü anhten: İmamın namaza duracağı sıradan bitireceği lahzaya kadar. Hasenden: Şemsin zevali sırasında. Şa'bîyden: Bey'ın haram olduğu lahza ile halâl olduğu lahza arasında, Hazret-i Aişe radıyallahü anhadan: Münadînin namaza nida ettiği sıra. İbn-i ebî Şeybenin Kesir İbn-i Abdillahı müzenîden tahric eylediği bir hadîsi merfu'da namaza kamet olunduğundan çıkılıncıya kadar Ebî Ümame radıyallahü anhten: ümid ederimki Cum'adaki sâat şu sâatlerden birisidir: Müezzinin ezan okuduğu veya imamın minbere oturduğu veya kamet olunduğu sıra. Tâvus ve Mücahidden: ikindiden sonra denilmiş, daha başka da söylenmiştir. Maamafih tahkık budurki Allahü teâlâ onu, ismi a'zamını ve kadir gecesini gizlediği gibi gizlemiştir. Buharîde enes İbn-i malik radıyallahü anhten rivayet olunduğu üzere Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem zamanında bir sene kuraklık olmuştu. Bir Cum'a günü Hazret-i Peygamber hutbe iyrad buyurduğu sıra bir A'rabî kalktı: Yaresulallâh mal helâk oldu, ıyâl aç kaldı Allah’a bizim için duâ ediver dedi, bunun üzerine Resulullah iki elini kaldırdı semada bir bulut parçası görünmüyordu, nefsim yedi kudretinde olan Allahü teâlâya kasem ederimki Peygamber elini indirinciye kadar dağlar gibi bulutlar fırlamıya başladı, sonra da minberden inmedi, inerken gördüm ki, mubarek sakalından yağmur damlıyordu, o gün yağdı, irtesi gün de yağdı, daha irtesi gün de yağdı tâ obir Cum'aya kadar. Yine o A'rabî (veya diğer biri) kalktı, yaresulallâh binalar yıkıldı. Mal gark oldu Allah’a bizim için duâ ediver dedi, Resulullah yine iki elini kaldırdı (.......) Allah’ım üzerimize değil havalimîze» dedi, eliyle işaret buyuruyordu ne tarafa işaret ettiyse bulut açılıverdi, Medine, bir cevbe (.......) gibi olmuştu vadi bir ay ark halinde aktı, etraftan her kim geldiyse kuvvetli yağmur yağdığını söylüyordu (.......) Yine Buharîde Cum'anın fazıyleti babında: Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem buyurmuştur ki, her kim Cum'a günü cenabetten gusl ederek yıkanır gelirse bir deve kurban etmiş gibi, ikinci sâatte gelen bir sığır kurban etmiş gibi, üçüncü sâatte gelen boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi, dördüncü sâatte gelen bir tavuk kurban etmiş gibi, beşinci saatte gelen de bir yumurta kurban etmiş gibi olur. İmam çıkınca Melâike hazır olur, zikri dinlerler (.......) Diğer bir rivayette: Cum'a günü Melekler mescidin kapısına durur gelenleri evvel beevvel yazarlar. Erken gelen bir bedene hediyye etmiş gibi sonraki bir bakare hediyye etmiş gibi sonraki bir koç sonra bir tavuk, sonra bir yumurta, imam çıkınca sahifelerini dürüp zikri dinlerler (.......) Keşşafta der ki, selefte yollar sehar vaktı ve fecirden sonra erkenden Cum'aya gidenlerle dolardı, ellerinde kandillerle giderlerdi ve denilmiştir ki, islâmda ilk bid'at Cum'aya irken gitmeyi terk olmuştur. İbn-i Mes'ud radıyallahü anhten rivayet olunuyor ki, pek erkenden gitmiş üç kişinin kendisini sebketmiş olduklarını görmüş, nefsine ıtab eder dururdu, ben seni dördün dördüncüsü görüyorum dördün dördüncüsü ise Seıyd değildir derdi. Cum'a gününe evvel Arablar «yevmi arube» derlerdi ve Kamusta mezkûr olduğu üzere günleri şöyle sayarlardı: (.......) ki, şu nazımda cemedilmiştir: İbn-i Esîr Nihayede der ki,, Arube, Cum'anın ismi kadîmidir. Sanırım ki, arabî değildir. Yevmi arube ve yevmül'arube denilir. Elif lâm konmamak daha fasîhtir (.......) Âlûsînin nakline göre: onun arabî olmadığına dair İbn-i Esîrin zann ettiğine Cemalüddin Abdullah İbn-i Ahmedişşîşî müsta'mel olan elfazı dahîle hakkında «Kitabüttezyili vettekmil» in muhtasarında cezm ederek: «arube münekkeren veya muarrefen Cum'a günüdür. Arablaştırılmış Süryanî bir isimdir» demiş, sonra da Süheylînin «ba'zı ehli ılimden bize baliğ olduğuna göre Arubenin ma'nası «rahmettir» demiş olduğunu söylemiştir (.......) Şu halde Arablarda günlerin bu eski isimleri Sabiîlerden geçme olduğu anlaşılır. Çünkü Süryanîler Sabiî idiler. Salıya (.......), Çarşambaya (.......) denilmiş olması da bu iki günün Sabiîlerde, cahiliyye Arablarında uğursuz sayılmalarındandır. Çünkü nücuma perestiş eden Sabiîler bu günleri Mirrîh ve Zühale nisbet ederler: Müneccimler de bunları nahs addederlerdi. Hâlâ ba'zılarında Salı ve Çarşamba günlerini meş'um saymak i'tikadı o meş'um cahiliyye i'tikadlarının bakıyyesidir. Arablarda günlerin bu eski isimlerinin ne zaman değiştirildiği ve binaenaleyh arube yerine Cum'a namını veren kim olduğu hakkında da rivayet muhteliftir. Ba'zıları bunun ecdadi Peygamberîden Kâ'b İbn-i Lûeyy tarafından tesmiye edildiğini söylemişler, ba'zıları da ahîren Medineliler tarafından verildiğini rivayet etmişlerdir. Şöyle ki, İlk Cum'a - Abdürrezzak ve Abd İbn-i Humeyd ve İbn-i Münzir, İbn-i Sîrînden rivayet etmişlerdir ki, Hazret-i Peygamber Medîneye gelmeden ve Cum'a âyeti nâzil olmadan mukaddem ehli Medîne (ya'ni Medinedeki müslimanlar) Cum'a kılmışlardı, Ensar demişlerdi ki, Yehûdîlerin bir günü var her yedi günde bir onda toplanıyorlar, Nesarânın da öyle, gelin biz de bir ictima' günü yapalım, Allahü teâlâya zikredelim, şükredelim. Bunun üzerine Sebt günü Yehûdîlerin, Ahad günü Nesârânın o halde bunu Arube günü yapın demişlerdi ki, Cum'a gününe Arube diyorlardı bu suretle Es'ad İbn-i Zürarenin yanına toplandılar, o onlarla iki rek'at namaz kıldı ve va'zetti, ona toplandıkları sıra Cum'a adını verdiler. O da onlara bir koyun kesti, ondan kuşluk ve akşam yediler ve bu hepsine idi, sonra da Allahü teâlâ bu babda (.......) âyetini indirdi. Kezâlik Ebû Davud ve İbn-i Mace ve İbn-i Hibban ve Beyhekî, Abdurrahman İbn-i Keabdan şöyle rivayet etmişlerdir ki, «babası Ka'b İbn-i malik radıyallahü anh Cum'a günü nidayı işittiği zaman Es'ad İbn-i Zürareye rahmet okurdu, bundan dolayı demişki: babacığım ezanını işittiğin zaman Es'ad İbn-i Zürare için neye istiğfar edersin o nedir? Dedim. Çünkü Benî Beyaza harresinde nakî'ulhadamat bize ilk Cum'a kıldıran odur. Dedi. O gün kaç kişi idiniz dedim, kırk erkek idik dedi. Fethulkadîrde İbn-i hümamın dediği ve İbn-i sirînîn rivayetinden de anlaşıldığı vechile bu henüz âyet nâzil olmadan Cum'a farz kılınmadan evvel kılınmış demek oluyor. Fakat Âlûsînin kaydettiği vechile allâme İbn-i Hacer Tuhfetülmuhtacda demiştir ki, Cum'a namazı Mekkede farz kılındı, fakat orada ikame edilmedi, çünkü aded mefkud idî. Yahud onun şıarı izhar edilmek olduğu halde Resulullah orada muhtefiy bulunuyordu. Medînede onu ilk ikame eden de Medîneden bir mil mesafede Es'ad İbn-i Züraredir (.......) Ancak Resulullah hakkında Cum'anın şartları tekemmül etmeden farz kılınmış olması da garib görünür. Gerçi abdest gibi evvelce farz kılınıb da âyetin sonra nazil olması melhuz ise de ya adedin fıkdanından veya ıhtifa halinde bulunmasından dolayı şartlarının tehakkuk etmediği bir sıra farzıyyeti dirayeten müsteb'ad görünür. Bu olsa olsa Cum'aya izin mahiyyetinde olmak gerektir. Netekim dare kutnînin İbn-i Abbastan şu rivayeti de bunu gösterir. Demiştir ki, aleyhissalâtü ves-selâm hicret etmezden evvel Cum'aya me'zûn olmuştu fakat Mekkede Cum'a kıldırmağa istitaatı olmadı. Onun için Mus'ab İbn-i Umeyre yazdı: Emmaba'dü, Yehûdun cehren Zebur okudukları güne bak, siz de kadınlarınızı ve oğullarınızı toplayın da Cum'a günü zeval vaktı nehar, şatrindan meyil ettiğinde Allahü teâlâya iki rek'at ile tekarrüb edin. Bu suretle Mus'ab, Hazret-i Peygamber Medîneye gelinceye kadar Cum'a kıldıranların evveli olmuş, zeval akıbinde öğle vaktı Cum'ayı kıldırmış ve bunu izhar etmiş idi (.......) Görülüyor ki, İbn-i Abbastan olan bu rivayetde o vakıt Cum'anın farzıyyeti değil, me'zuniyyeti söylenmiştir. Ancak bunda Es'ad İbn-i zürare söylenmemiş, Mus'abın ilk kıldırdığı söylenmiştir. Taberanînin Ebû Mes'udı Ensarîden rivayeti de böyledir: Demiştir ki, Muhacirînden Medîneye ilk gelen Mus'ab İbn-i umeyrdir. Orada Cum'a günü ilk kıldıran da odur. Resulullah sallallâhü aleyhi vesellem kudum buyurmazdan mukaddem kıldırmıştı, on iki kişi idiler. Süyutînin nakline göre Buharî de bunu tahric etmiştir. Ve o, aleyhissalâtü ves-selâmın emriyle olmuştur (.......) Es'adın evvel kıldırdığına dair olan haberler daha kuvvetli gibi görünmekle beraber bunların ikisini de nazarı i'tibare alarak cem'i cihetine gidilmek ıktıza eder. Anlaşılıyor ki, Es'ad henüz Peygamberden emir gelmeksizin kıldırmış, Mus'ab ise Peygamberin me'muru olarak kıldırmış olduğundan her biri bir i'tibar ile olur. Ve ihtimâlki Mus'ab nefsi Medînede kıldırmış olmak i'tibariyle evvel, Es'ad da Medîne kurbünde bir karyede kıldırmış olmak i'tibariyle evveldir. Diğer bir ihtimal de ikisi de tevhidi mesai ederek çalışmışlar Es'ad cemaatı toplayıp te'min etmiş, Mus'ab da Peygamberin emriyle haberi getirip teşvık ederek imam olmuştur. Netekim hafız İbn-i Hacer, Sa'd emîr idi, Mus'ab imam idi diye bu ihtimali söylemiştir. Maamafih birinde cemaatin on iki, birinde kırk olduğu tasrîh edilmesi, Mus'a binki daha evvel olduğunu iş'ardan halî de değildir. Demek ki, mus'abda cema'at on iki keşiden ibaret iken Es'adın gayretiyle kırka baliğ olabilmiştir. Her hangisi ilk olursa olsun bu rivayetlerin hasılından iki şey anlaşılıyor: Birincisi - O vakıt kılınan cemaatle namaz, hutbe ve şeriatı hazırasiyle ma'lûm olan Cum'a namazı şeklinde olduğu takdirde dahi henüz farz olmuş olmayıp me'zunün fiyh olarak kılınmış ve şu halde farzıyyet Peygamberin hicretinden sonra olmuş demektir. Fil'vaki' İbn-i Mâcenin Câbir radıyallahü anhten rivayet ettiği şu hadîs de buna delâlet etmektedir: Câbir radıyallahü anh demiştir ki, Resulullah sallallâhü aleyhi vesellem hutbe irad buyurdu ki, (.......) Allahü teâlâ Cum'ayı size bu sene, bu ayda, bu günümde, bu makamımda Kıyamete kadar farz kıldı. Binaenaleyh her kim benim hayatımda veya benden sonra âdil veya câir bir imamı olduğu halde Cum'ayı istıhfaf ederek veya inkâr eyliyerek terk ederse Allah onun iki yakasını bir yere getirmesin ve işinde bereket vermesin. Haberiniz olsun ki, o kimsenin namazı da yoktur, zekâtı da yoktur, haccı da yoktur, orucu da yoktur, hayrı da yoktur, tâ tevbe edinciye kadar. Her kim de tevbe ederse Allah da tevbesini kabul eder (.......) Bu hutbenin tarihi tasrıh edilmemiş ise de hadîsin zâhirine nazaran kayidleri bunun hicretten hayli sonra olduğunu gösterir. Çünkü haccın farzıyyeti esahhi kavle göre hicretin altıncı senesindedir. Daha evvel, daha sonra denildiği de geçmiştir. Gerçi bu hutbe Cum'anın Kıyamete kadar farzıyyetini takrir ve ihkâm etmiş ve binaenaleyh ibtida farzıyyet daha evvel vakı' olmuş denilebilirse de zâhiri bu farzıyyetin Medînede ve mevzuı bahsimiz olan Sûre veya Cum'a âyetinin nüzulü sıralarında olmasıdır. İkincisi - Şu da anlaşılıyor ki, Medînelilerin Arube gününe Cum'a ismini vermeleri sırf kendiliklerinden olmayıp Mus'ab haberinin delâleti vechile Mekkede bulunan Resulullah tarafından bir duygu üzerine olmuştur. Diğer ba'zı haberlerden de Arablarca Cum'a ismi de ötedenberi ma'lûm bulunduğu anlaşılıyor. Çünkü Cum'a günü Âdem ile Havvanın ictima' ettikleri gün olduğuna dair de ba'zı rivayetler vardır. Her yerde olduğu gibi bir kavımda bir günün bir kaç ismi bulunduğu da inkâr olunamaz. Bu suretle Arube ve Cum'a isimleri Kâ'b İbn-i Lüeyden evvel de bulunabilir. Ancak Cum'a isminin tekarrürü islâmda olmuş olduğuna şübhe yoktur. Peygamberin kıldırdığı ilk Cum'a - şu mazbuttur ki, Resulullah sallallahü aleyhi vesellem Medîneye hicret buyurduğu zaman ibtida Kubada Amr İbn-i Avf oğullarına indi ve orada Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe günleri kalıp Kuba mescidinin temelini attı, sonra Cum'a günü Medîneye müteveccihen çıktı, Sâlim İbn-i Avf oğullarında onların bir vâdilerinin içinde Cum'a namazı vakıt gelmişti, orada hutbe okuyup Cum'ayı kıldırdı ki, işte bu, Hazret-i Peygamberin ilk kıldırdığı Cum'adır. Minber vaz'ı - Buharî ve sairede rivayet olunduğu üzere bir takım kimseler Peygamberin minberinin ağacının neden olduğunda münakaşa ettiler. Sehl İbn-i Sa'di Sâıdî radıyallahü anh Hazretlerine sordular, dedi ki, Vallahi ben onun neden olduğunu bilirim, hem onu ilk vaz'olunduğu gün ve üzerine Peygamberin ilk cülûs buyurduğu gün gördüm, Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem fülân kadına - ki, Sehl, ismini de söylemişti - haber gönderip «neccar, ya'ni marangoz kölene emr et de benim için ağaçtan bir kaç basamaklı bir şey yapsın, nâsa kelâm söylediğim zaman üzerine oturayım» buyurdu. Kadın da emr etti, o da ğâbe tarfasından onu yaptı, o kadına getirdi, kadın da Resulullaha gönderdi, Resulullah emir buyurdu, buraya vaz olundu, sonra Resulullahı gördüm onun üzerinde namaz kıldı, üzerinde iken tekbir aldı, sonra üzerinde rükû'a vardı, sonra girisingiri inib minberin dibinde secde etti, sonra yine döndü tekrar etti. Fârığ olduğunda nâsa karşı teveccüh etti de «Eyyühennâs! ben bunu şunun için yaptım ki, bana ıktida edesiniz ve benim namazımı belliyesiniz» buyurdu. Yine Buharîde Câbir İbn-i Abdillâh radıyallahü anhten rivayet olunmuştur. Demiştir ki, bir cizı' (.......) ya'ni bir ağaç kütüğü vardı, Resulullah ona doğru dikilirdi. Minber vaz' olunduğu zaman o ciz'ın yeni yavrulu develerin bozuladığı gibi sesini işittik, tâ Resulullah inip de üzerine elini koyuncıya kadar (.......) Resulullah ilk def'a minbere çıktığı zaman mehcur kalmış olan o kütüğün böyle ses çıkarıp Resulullah mubarek elini koyunca susması «hanîni cizı'» mu'cizesi namiyle meşhurdur. Medîneden sonra ilk Cum'a - Resulullahın mescidindeki Cu'madan sonra Medîne haricinde ilk Cum'a namazı kılınan yer de Bahreynde «Cevasa» da Abdi kays mescididir. «Buharî ve saire.» Cum'anın şartları - Bu âyetden ve verilen izahatdan anlaşıldığı üzere Cum'a nemazı şeraitıni cami' olan kimseler üzerine farzı ayındır. Fakat bütün namazlarda şart olan islâm, akl, bülûğ, taharet şartlarından başka Cum'a namazının Fıkıh kitablarında tafsıl olunmuş iki takım şartları vardırki burada (.......) hıtabı evvel emirde bu şartları haiz olanlara müteveccih olduğu için burada onların telhıysı da muvafık olacaktır. Bilhassa Cum'anın iki nevi' şartı vardır: Birincisi vücubunun, ya'ni farzıyyetinin şartlarıdır. İkincisi de edasının şartlarıdır. Vücubunun şartları - 1) Hurriyyettir, memlûk olanlara vacib olmaz. - 2) Züküretdir, Kadınlara vacib olmaz. - 3) İkamettir, seferî olanlara vacib olmaz. - 4) Sıhhattir. Binaenaleyh gitmekle marazinin artmasından veya iyileşmesinin ağırlaşmasından korkacak vechile hasta olanlara vacib olmaz. Zaıyf olan pek ihtiyarlar da meriz hukmündedir. - 5) Yürümeğe kudrettir. Binaenaleyh ayakları olmıyan veya kötürüm oturak olanlara - götüreceği bulunsa bile - vacib olmaz. - 6) Selâmettir. Binaenaleyh a'maya vacib olmaz. Eğer yideni bulunursa imameyne göre vacib olur. Kezalik zalimden ve ta'kıb olunmaktan ve şiddetli yağmur, kar, çamur ve emsalinden korkusu bulunan kimseye de vacib olmaz. Müste'cir, ecîrini men'edebilir. Eğer kasabada ise men'etmemelidir. Ancak cami' uzaksa gidip gelmesi kadar ücreti sakıt olur. Yakın ise tenzil etmemelidir. Maamafih bu şartlar bulunmayıp da Cum'a kendisine farz olmıyan kimseler dahi kılarlarsa vaktın farzı, ya'ni öğle namazı sakıt olur. Ya'ni memnu' değil me'zundurlar. Zira bu şartlar Cum'anın sıhhatinin şartı değil, vücubunun şartıdırlar. Onun için kılabildikleri takdirde sahih olup müsâb olurlar. Bunlar da mü'min oldukları için (.......) emri bunlar hakkında nedib ifade edebilir. Edasının şartlarına gelince -BİRİNCİSİ- mısrı cami'dir. İbn-i ebî Şeybenin Hazret-i Aliden rivayet ettiği vechile: (.......) mısrı cami' veya Medînei azîmeden başkasında da Cum'a ne teşrık ne fıtır bayram namazı ne de kurban bayram namazı yoktur». Abdürrezzakın Abdürrahmani sülemî hadîsiyle yine Hazret-i Aliden rivayetinde şöyledir: (.......) mısrı cami'den başkasında ne teşrık ne Cum'a yoktur». Mısrı cami': cem'ıyyetli kasaba demektir. Bunun ta'rifinde başlıca iki rivayet vardır: Birincisi, icrayı ahkâm ve ikamei hudud edecek bir hâkim ve emîr, ya'ni mazlûmu zâlimden kurtaracak, asâyiş ve inzıbatı muhafaza edecek âmir bulunan kasaba demektir ki, zâhiri rivayet budur. Bunun hasılı, hukuk ve ceza' adliyye umurunu rü'yet ve icra eden bir hâkim ile asâyiş ve inzibatı idare eden bir vâli veya müdir bulunarak bir hükûmet cüz'i tammı teşkil etmiş olan bir kasaba demek olurki bunun hikmeti emniyyet ve asâyişi te'min kazıyyesi olduğu aşikârdır. Böyle bir kasabanın gerek camiinde ve gerek izne ıktıran etmek şartiyle namazgâh ve meydanlarından birinde Cum'a namazı eda olunabilir. İkincisi. Cum'a vacib olan ehalisinin hepsi toplandığı takdirde mevcud olan camiine sığamıyacak kadar kalabalık olan cem'iyyetli şehir veya köy demektir. Müte'ahhirînin fetvası ve memleketimizde amel bunun üzerinedir. Bu derece kalabalık bulunabilen bir köyde hâkim ve emir bulunmasa bile emniyyeti muhafaza edecek bir cemaat cüz'i tammı mevcud demektir. Hidaye şerhi Kifayede nakledildiğine göre imam Ebî Yusüften bir rivayetde de on bin kişi sakin olan mevzı' diye ta'rif edilmiştir. Ki, ekseriya kaza merkezlerinin nufusu bu kadar olur. Süfyanı sevrî, mısrı cami', nâsın şehir addettikleridir demiş, Hanefiyyeden ba'zî meşayihımız da bir san'at sahibinin diğer bir san'ata geçmeğe muhtac olmaksızın san'atiyle geçinebileceği yerdir diye ta'rif etmişlerse de bunlar rivayeti nadiredir. İmamı Şafiî Hazretleri Mısrı camii şart saymamış, ricali ahrardan kırk kişinin yaz ve kış göçmemek üzere sâkin oldukları her köyde Cum'a kılınır demiş, bununla beraber cemaatın kırk erkekden aşağı olmamasını şart saymış, kırk erkekten az cemaatle Cum'a kılınamıyacağına kail olmuşturki bunun da hasılı oldukca cemaatli, hazarî bir mahallin şart olduğunu gösterir. Bir mahalde sâbit olmıyan konar göçer âşiretlerde, badiyelerde, vadîlerde cemaatle öğle namazı kılınır, Cum'a nemazı kılındığı surette de öğle namazı sakıt olmayıp kılınmak ıktıza eder. Ancak (.......) gibi bir mevsimde büyük ictima' mahalli olan bir yerde Emîr bulunduğu surette o mevsimde Cum'a kılınabilir. Arafatta Cum'a namazı bilittifak yoktur. (.......) Büyük şehirlerde Cum'a namazının muteaddid mevki'lerde kılınması Hanefiyyece essahı rivayette sahih ve müftâbihtir. (.......) İKİNCİSİ - Veliyyülemr olan imam veya tarafından me'zun bir zat kıldırmaktır. Çünkü büyük bir cem'iyyetle kılınacağından kimin kıldıracağında münazaa ve fitne melhuzdur. Fitne ise Cum'anın ta'tıline sebebdir. Fethülkadîrde zikredildiği vechile (.......) hadîsinde gerek câir ve gerek âdil bir imamı bulunduğu halde terk eden inzar buyurulurken Cum'anın lüzumu için âdil veya câir mutlak bir imam şart edilmiş olduğu gibi «dört şey vülâta âiddir: fey', sadakat, hudud, Cum'alar (.......) diye de bir rivayet varid olmuştur. Onun için Hanefî mezhebinde hukûmet reisinin emri veya izni olmadıkça Cum'a caiz olmaz denilmiş ve buna izni sultanî ta'bir olunmuştur. (.......) İmam var iken bir adam Cum'a günü imamın izni olmaksızın hatîblik etse câiz olmaz. (.......) Vâli veya kadı veya zabıta müdirinin kıldırması veya hatibe emir ve izin vermesi kâfi değildir. Meğerki menşurlarında Cum'aya izin salâhiyyeti bilhassa yazılmış olsun. (.......) Eğer imamdan istizan müte'azzir olur ve nâs intihab ettikleri bir adamın başına toplanır da o kıldırırsa câiz olur. (.......) Emirin hutbeye izni Cum'aya izindir. Cum'aya izni de hutbeye izindir. (.......) ÜÇÜNCÜSÜ - Vakıttır. Gerçi farz namazların hepsinde vakıt şarttır. Vaktinden evvel kılınsa olmaz. Ancak diğer namazlar vakıt geçtikten sonra da kaza edilebildiği halde Cum'a namazının kazası yoktur. Vaktı geçerse öğle namazı kaza olunur. Cum'anın vaktı da öğle vaktıdır. Buharîde de rivayet olunduğu üzere aleyhissalâtü ves-selâm Cum'ayı güneşin meyli sırasında kılardı. Binaenaleyh zevalden evvel sahih olmaz. Ancak Ahmed ibni Hanbelin bir kavlinde olur denilmiş. İkindi vaktı girdikten sonra da kılınmaz (.......) Namazda iken vakıt çıkarsa yeni baştan öğleyi kılar üzerine bina etmez, (.......) DÖRDÜNCÜSÜ - Hutbedir ki, biraz yukarıda zikrolundu. BEŞİNCİSİ - Cemaattir. Ekalli imamdan maada üç erkektir. Ebû Yusüf imam ile beraber üç olmasını da tecviz eylemiştir. Cemaatin şart olduğunda icma' vardır. Ancak ekalli adedin kaç olduğunda on üç kavl üzere ihtilâf edilmiştir: - 1) Biri imam olmak üzere iki ki, Nehaî ve Hasen İbn-i Salih ve Davudun kavilleridir. - 2) İmam ile üç, ki, Evzaî ve Ebû Sevrden ve Ebû Yusüf ve Muhammedden ve Rafiînin nakline göre kavli kadîminde Şafiîden mervîdir. - 3) İmam ile dört ki, İmamı a'zam Ebû Hanîfenin ve Sevrînin ve Leysin kavilleridir. İbn-i Münzir Evzaîden ve Ebû Sevrden de nakletmiş ve ıhtiyar eylemiştir. Şerhi Mühezzebde İmamı Muhammedden de sahibi telhıs, kavli kadîminde Şafiîden de nakl eylemiştir. - 4) Yedi, Ikrimeden. - 5) dokuz, Rebîadan - 6) On iki, mâverdî, Imam Muhammedden ve Zührîden ve Evzaîden nakleylemiştir. - 7) İmam ile on üç, İshak İbn-i Raheveyhten - 8) Yirmi, Mâlikten bir rivayet - 9) Otuz, Mâlikten diğer bir rivayet, - 10) İmam ile kırk, Ubeydullah İbn-i Abdillah İbn-i Utbenin ve kavli cedîdinde İmamı Şâfiînin kavlidir. İmam Ahmedden meşhur olan da budur. Ve Ömer İbn-i Abdül'azîzden merviy olan iki kavlin biridir. - 11) Elli, müşarünileyhten diğer rivayet. - 12) Seksen, Mazerî nakletmiştir. - 13) Bilâ kayd cem'ı kesîr, İmam Malik mezhebidir. Şöyle iştihar etmiştir: Adedi muayyen şart olmayıp bir karyede sâkin olup beyinlerinde alış veriş edecek kadar bir cemaat olmalıdır. Üç ile dört ile olmaz. Buharî serhinde hâfız İbn-i Hacer bu mezheb en racihi olsa gerektir demiş ise de Şafiıyyenin büyük eimmesinden müzenî bile İmamı a'zam Ebû Hanîfenin kavlini tercih etmiş, süyutî de bunu ıhtiyar eylemiştir. (Âlûsî) lügaten de ekalli cemaat üçtür. Maamafih bütün bu ıhtilâftan âzâde olmak için Cum'ayı en kalabalık cami'de kılmak efdal olur. Cemaatin in'ıkadi için âkıl, bâliğ, erkek olmaları da şarttır. Binaenaleyh kadınlar ve çocuklarla mün'akıd olamaz. Ya'ni bunlar in'ıkad için şart olan adede dahil değildirler. Hur ve mukîm olmaları şart değildir. Köle ve müsafirler, hasta ve ma'zurlar ile de münakıd olabilir. Hattâ bunların Cum'ada imametleri bile câiz olabilir. Ancak İmam Züfer, kendilerine Cum'a vâcib olmıyanların imametleri de sahih olmaz, demiştir. (.......) ALTINCISI - İzni âmmdır. Ya'ni camiın kapıları açılıp, umum müslimanlara izin verilmiş olmaktır. Hattâ bir cemaat camie toplanıp kapılarını üzerlerine kilitleyip de Cum'a kılsalar câiz olmaz. Kezalik sultan, sarayında hadem ve haşemiyle kılmak isterse kapısını açıp izni amm ile izin verirse, âmme gelse de gelmese de namazı câiz olur (.......) Fakat mekruh olur (.......) Amma kapısını açmaz da üzerine kapıcılar korsa Cum'aları câiz olmaz. (.......) İşbu izni âmm şartı Cum'ada emniyyet ve selâmeti te'min için hukûmetin lüzum ve ehemmiyyetini gösterir. Ezan da bu izni ı'lân ile da'vet içindir. Cum'a günü yıkanmak - Cum'a günü gusül, hakkında Buharî ve sairede bir hayli hadîs vardır. Ezcümle Buharîde Abdullah İbn-i Ömer radıyallahü anhümadan: 1- Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, Her biriniz Cum'aya geleceğinde gusl ederek yıkansın. 2- Ömer İbnil'hattab radıyallahü anh Cum'a günü hutbede dikilirken ashabı Peygamberîden muhacirîni evvelînden bir zat giriverdi, Ömer ona bu hangi saat diye bağırdı, o, meşguldüm evime dönemedim. Ezanı işidince abdest alıp gelmekten fazla bir şey yapmadım, dedi. Ömer dedi ki, abdest de, fakat bilirsin ki, Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem gusül emrederdi. Ebû Saıdi hudrî radıyallahü anhten: 1- Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, Cum'a günü gusül her bâliğ olana vâcibdir. 2- Amr İbn-i Süleymi Ensarî dedi ki, şehadet ederim Ebû Sa’îd şöyle dedi: şehadet ederim Resulullah şöyle buyurdu: Cum'a günü her muhtelime (ya'ni bâliğa) gusül vâcibdir. Hem de dişlerini mısvâklamak ve bulursa bir hoş koku sürünmek. Amr derki: evet şehadet ederim gusül vacibdir fakat misvaklanmak ve koku sürünmeğe gelince o vacib mi değilmi Allahü a'lem, lâkin hadîste böyledir. Yine Buharîden: Tavus demiştir ki, İbn-i Abbasa dedim: Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellemin «Cum'a günü cünüb olmasanız bile gusül ediniz ve başlarınızı yıkayınız, ve biraz tıyb, (hoş koku) sürünüz» demiş olduğunu söyliyorlar. İbn-i Abbas dediki gusül, evet, fakat tıybe gelince bilmiyorum. İbn-i Mace süneninde: Enes İbn-i malik radıyallahü anhtan: Hazret-i Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem buyurduki: her kim Cum'a günü abdest alırsa pek a'lâ farza kifayet eder, her kim de gusül ederse gusül efdaldır (.......) Daha böyle bir takım hadîslerden dolayı bir çokları Cum'a günü cünüb olmasa bile guslederek yıkanmak ayrıca bir vacib olduğuna kail olmuşlardır. Fakat son hâdîsten de anlaşıldığı vechile bunun ma'nası cenabette olduğu gibi gusl etmeyince namaz câiz olmaz demek değildir. Onun için Hanefiyye uleması bunun sünnet veya mustahab olmasını ihtiyar etmişlerdir. Hindiyyede derki: guslün envaı dokuzdur. Üçü farzdır ki, cenabetten, hayizdan, nifastan gusüldür. Biri vacibdirki mevtayı yıkamaktır (.......) Kâfir cünüb iken müsliman olduğunda da ona gusül vâcib olur (.......) Dördü sünnettir: ki, Cum'a günü, iki Bayram günü, arefe günü, bir de ihrama girerken gusüldür (.......) Sahih olan Cum'a günü gusül namaz içindir (.......) Hattâ fecirden sonra gusletse de sonra abdest alıp Cum'ayı abdest ile kılsa veya Cum'a namazından sonra gusül etse sünneti yerine getirmiş olmaz. Sabahtan evvel, gusül etse de onunla Cum'ayı kılsa «Inde Ebî Yusüf» guslün faziletine irer. Inde Ebilhasen hayir (.......) Cum'a ve bayram günü bir olsa, muamelei zevciyye de yapsa, sonra da gusl etse hepsinin yerine geçer (.......) Biri de mustahabtırki kâfir, cünüb değil iken Müsliman olduğu zaman gusl etmektir (.......) Mekkeye girmek ve Müzdelifede vakfaya durmak ve Peygamberin Medînesine girmek için gusl etmek de mendub olan gusüllerdendir (.......) Halebîdede derki: Cum'aya irken gitmek ve gusül ile beraber hoş koku sürünmek ve misvâk tutunmak ve en güzel esbabını giymek de müstehablardandır. İbn-i Mâce süneninde: Hazret-i Aişe radiyallahü anhadan: Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Cum'a günü hutbe irad ederken ba'zılarının üzerinde (.......) ya'ni kaplan postları gördü, bunun üzerine Resulullah sallallâhü aleyhi vesellem buyurduki ne var, her biriniz gücü yeterse Cum'a için iki sevb (ya'ni bir kat elbise) edinse (.......) den başka (ya'ni gündelik bir kattan başka). Abdullah İbn-i selâm radıyallahü anhten: bu ma'nada bir hadîs vardır. Ebû zerr radıyallahü anhten: Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem buyurduki: her kim Cum'a günü gusl eder, güzel yıkanır ve temizlenir, Temizliğini güzel yapar ve en güzel elbisesini giyinir ve Allah’ın nasîb ettiği güzel kokudan sürünür, sonra Cum'aya gelir. Lâkırdı etmez ve iki kişi arasını ayırmazsa Allah onunla diğer Cum'a arasındaki kusurlarına mağfiret buyurur. Buharîde İbn-i Ömer radıyallahü anhümadan: Ömer İbn-i hattâb mecsidin kapısında satılık bir (.......) (ya'ni ipekli çitâri nev'inden yollu bir elbise) gördü. Yaresulâllah! Bunu satın alsan da Cum'a günü ve sefirler geldiği vakıt giysen dedi, Resulullah da bunu Âhırette nasîbi olmıyan giyer buyurdu, sonra Resulullaha onlardan bir takım hulleler geldi, onlardan birisini de Resulullah Ömere verdi, Ömer, Yaresulâllah! Bunu bana veriyorsun halbuki mukaddema attar hullesi hakkında bana söylediğini söylemiştin dedi. Resulullah ben sana onu giyesin diye vermedima buyurdu, Ömer de onu Mekkede bulunan müşrik bir biraderine giydirdi. Bir de Buharîde Kitabül'cüm'ada işbu (.......) âyeti ile Cum'anın farzıyyeti hakkında şu hadîsi de rivayet eder: Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, bizler âhirun, Kıyamet günü sabikunuz, ya'ni sonra geldik, Kıyamet günü müsabekayı kazanıp ileri geçeceğiz. Şu kadar ki, onlara kitab bizden evvel verildi, sonra bu, onlara farz edilen günleri idi, fakat onlar onda ıhtilâf ettiler de Allah bize hidayet buyurdu. Binaenaleyh nâs bunda bize tâbi' olacaktır. Yehûd yarın, Nesârâ yarından sonra (.......) Hasılı zikrolunduğu üzere kendilerine Cum'a farz olan mü'minlerin Cum'a günü zevalden sonra çağıran nidayı işittikleri vakıt işlerini bırakıp Cum'aya sa'y etmeleri farz, daha evvel gitmeleri müstehab ve efdaldir. Sa'yde mu'teber olan da yerinden infisaldir. Teşehhüdde yetişen de Cum'a olarak itmam eder. (Fethul'kadîr). 10Sonra da namaz kılındımı Yer yüzünde dağılın da Allah’ın fazlından nasîb arayın ve Allah’ı çok zikredin ki, felâh bulabilesiniz. Sonra namaz kılınıp bittiğinde - ki, farz olan Cum'a namazı hiç hılâfsız iki rek'attir. Hazret-i Ali ve Aişeden vârid olan eserlerde hutbeden dolayı kasr edilmiştir. Bununla beraber öğlenin sünnetleri gibi Cum'anın da sünnetleri vardır. İbn-i Mâce İbn-i Abbastan: Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Cum'adan evvel dört rek'at kılar ve bunlardan hiç birini ayırmazdı. Abdullah İbn-i Ömerden: Cum'ayı kıldıktan sonra gider evinde iki rek'at kılardı ve derdi ki, Resulullah böyle yapardı. Sâlim babasından: Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Cum'adan sonra iki rek'at kılardı. Ebû Hureyreden: Resulullah buyurdu ki, Cum'adan sonra kıldığınızda dört rek'at kılınız. (.......) Demek ki, evvelâ Cum'anın dört rek'at ilk sünneti vardır ki, hatîb hutbeye çıkmadan kılınır. Farzdan sonra da iki veya dört rek'at son sünneti vardır ki, bunları evinde kılmak efdaldir. Âyette zâhir olan farzdır. Bununla beraber sünnetler de farzın mükemmili olmak i'tibariyle ona mülhak olduklarından sünniyyet hukmiyle tebean dahil olurlar. O edâ olunup bitti mi? (.......) O vakıt Arzda intişar ediniz - ya'ni namaz kılındıktan sonra me'zunsunuz gidebilirsiniz, artık arzu ettiğiniz yere dağılınız (.......) ve Allah’ın fazlından talebde bulununuz - ki, bu gerek kesb ve ticaret, gerek ılim, gerek ziyaret, gerek ıbadet, gerek istirahat olabilir. İbn-i Merduyenin rivayetinde İbn-i Abbas Hazretleri demiştir ki, Dünya talebine dair bir şey ile emrolunmadılar, ancak hasta yoklamak, cenazeye gitmek, Allah için din kardeşini ziyaret etmek gibi şeylerdir. İbn-i Cerîr bunu Hazret-i Enesten de merfuan rivayet etmiştir. Mekhûl, Hasen, Sa’îd ibdi Müseyyeb Hazarâti ise talebi ılim demişler, ba'zıları da kazanç demişlerdir. İşbu (.......) emirleri esahhı kavle göre ibaha içindir. Binaenaleyh namaz kılındıktan sonra hemen çıkmak vâcib olmayıp mescidde kalmak da mubah olur. Âlûsî der ki, Dahhâk ve mücahidden de böyle rivayet olunmuş ve Buharî şerhinde Kirmanî bunun hakkında ittifak bulunduğunu nakleylemiş ise de onda nazar vardır. Çünkü serahsî vücub veya nebd için denildiğine dair de kavil hikâye eylemiştir. Ebû Ubeyd ve İbn-i Münzir ve Taberanî ve İbn-i Merduye Abdullah İbn-i Büsri harranî de şöyle tahric etmişlerdir: dedi ki, Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerinin sahibi Abdullah İbn-i Büsri Mazinîyi gördüm. Cum'ayı kılınca çıktı, çarşıda bir sâat dolaştı, sonra mescide döndü, Allah’ın dilediği kadar namaz kıldı, ona bunu niçin yapıyorsun denildi «Seyyidi mürselîn sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerini böyle yaparken gördüm» dedi ve bu âyeti okudu (.......) İbn-i Münzir de Sa’îd İbn-i Cubeyrden şöyle tahric etmiştir: dedi ki, Cum'a günü mescidin kapısından çıktığında bir şey'e pey sür de istersen alma. Nedib kavli ondan da menkuldür (.......) Fakat ılmi usulde beyan olunduğu üzere (.......) gibi mahza ıbadin lehine olarak vârid olan emirlerde aleyhe tehavvül ile nakzı mevzu' lâzım gelmemek için ibaha asıl olduğuna göre bu (.......) emirleri de böyle olmak gerektir. Ve bu yalnız hazrdan sonra olduğu için değil, lehten aleyhe kalbi mevzu' lâzmı gelmemek içindir. Yoksa emir, hazrdan sonra da vücub ifade edebilir. Maamafih o ruhsat ve ibaha ile beraber şu emr nedb-ü teşvık için olmak yaraşır. (.......) ve Allahi çok zikr edin - ya'ni dağılıp çıkdığınızda da Allah’ı unutuvermeyiniz de gerek intişar ve ibtiga esnasında ve gerek sonra ve gerek evvel Allah tealayı esmai husnasiyle çok çok anın. Emirlerinin iyfasına muvaffak kıldığından dolayı hamd-ü şükretmek, Kur’ân okumak, nafile namaz kılmak ve sair ibadatta bulunmak, âlâ-ü eltafını tefekkür etmek gibi vesîlelerle namı ilâhîsini gerek kalbiniz ve gerek dilinizle yadedin (.......) ki, felâh bulabiliseniz. - Büyük murada iresiniz. 11Böyle iken bir ticaret veya eğlenti gördüklerinde ona fırladılar da seni ayakta bıraktılar. De ki, Allah’ın yanındaki, eğlentiden de ticaretten de hayırlıdır ve Allah rızk verenlerin en hayırlısıdır emir öyle olmakla beraber bir ticaret veya bir eğlence gördüklerinde (.......) ona sökün ettiler (.......) ve seni kıyamda bıraktılar - ya'ni sen minberde hutbeye kalkmış Allah’ı zikrederken bırakıp ticarete koşuştular. Rivayet olunurki Medînede açlık ve bahalılık olmuştu, Resulullah sallâllâhü aleyhi vesellem Cum'a günü hutbede iken bir kârban geliverdi, onun dünbeleğini işitince cemaatin bir çoğu Peygamberi ayakta bırakarak dışarıya fırlamışlar. Buharî, Müslim, Tirmizî ve saire Cabir İbn-i Abdillah radıyallahü anhten şöyle rivayet etmişlerdirki Hazret-i Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem ile namaz kılacağımız sırada yiyecek getiren bir kârban geliverdi, ona iltifat ediverdiler, hattâ Peygamberin beraberinde on iki adamdan başka kalmadı, onun üzerine bu âyet nâzil oldu. (.......) Bir rivayette de resulullah buyurmuşturki eğer hepsi çıksa idi mescid üzerlerine ateş alırdı, on iki kişiden onu Aşerei mübeşşere ikisi de Bilâl ile Câbir yâhud Ammar ile İbn-i Mes'ud, yâhud Bilâl ile İbn-i Mes'ud idi. Kârban Abdullah İbn-i avf Hazretlerinin idi, lehiv, kafile gelirken çalınması mu'tad olan kös veya def, dünbelek, ba'zıları davul zurna demişler. Maamafih âyette (.......) zamiri müennes olarak ticarete gönderilmiş lehv ile beraber (.......) yâhud (.......) diye lehve gönderilmemiştir. Bu gösterirki çıkanların maksadı lehiv değil ticaret, idi. Buna da sebeb kaht-u galanın şiddeti, bir de hutbeyi bırakıb çıkmakta be'is yok zannetmeleri olmuştu. (.......) diki - ey zikrullah için kaim olan Resul! (.......) Allah’ın ındindeki - menâfi'- lahivdin de ticaretten de hayırlıdır. - Çünkü onlar, Dünya hayatın geçici menfeatleridir. Allah yanındaki fazl-ü sevab ile namütenahî ve muhalleddir. Kaldıki eğlencenin menfeati de mevhumdur. (.......) ve Allah hayrurrrazikîndir, rızık verenlerin en hayırlısıdır. - Asıl rızkı ondan istemelidir. O nasîb etmeyince esbabdan hiç birisinin fâidesi olmaz. Ticaretlerin fevkında Allah’ın öyle rızık kapıları vardırki onlar kapanınca bütün ticaretler de kapanır. Onun için ticaret sevdasiyle her şey'i unutan Yehüdîleri Allahü teâlâ bu Sûrede tevbıyh ettikten sonra mü'minleri yükseltmek üzere bu emirlerle Cum'aya hidayet ve irşad buyurmuştur. Bu emirlerden sonra Cum'ayı bilâ ma'zeret terk ve Cum'ayı bırakıp da lehiv ve eğlenceye koşuşmak nifâka varacağına işaret olmak üzere bunun arkasından munafıkların ahvalini anlatan Sûre gelecek ve onun âhirinde de yine mü'minleri zikrullaha teşvık eder hıtab ile bir tetmîm yapılacaktır. |
﴾ 0 ﴿