TEGÂBÜNBuna Tegabün Sûresi denilir, Medenîdir. Âyetleri - on dokuzdur. Kelimeleri - Dört yüz yirmi birdir. Harfleri - Bin yetmiştir. Fasılası (.......) harfleridir. Bu Sûre, Sûre-i Hadîd ve Mücadeleden beri gelen Sûrelerin bir gayesi ve bundan sonrakilerin de Sûre-i Mülke doğru bir mukaddimesi gibidir. Şöyle ki, 1Tesbîh eder Allah’a Göklerde ve Yerdeki, mülk onun, hamd onun ve o her şey'e kadîrdir Yukarılarda ve Aşağıda bütün mahlûkat her zaman ve her lahza müstemirren Allah’ı tenzîh eder durur. - Bu Sûrenin böyle tesbîh ile başlaması evvelki Sûrede zikrolunan ızzeti ilâhiyyenin bir beyanı ve mü'minleri zikrullaha teşvikın bir müeyyidesi ve eceli gelen bir kimseyi te'hıyr etmemesi de kudretinde bir şâibeden dolayı değil, zat ve sıfat ve ef'alinde her şâibeden beri ve münezzeh olarak mülk ve tesarrufunda kemali ızzet ve hâkimiyyetinden dolayı olduğuna bir tenbih siyakında olduğu gibi bu Sûre de zikrolunacak ba's mes'elesine bir mukaddime demektir. Ölüm gözlerinin önünde durup duran gafiller, kâfirler anlamaz düşünmezlerse de Göklerde ve Yerde ne varsa Allahü teâlânın kemal ve nezahetini her lahza ı'lân edip durmakta, zerresinden ecramına, ecramından fezasına her neye bakılsa hepsi onun yüksekliğine şehadet etmektedir. (.......) Mülk onun, hamd onundur - ondan başkasının değildir. Çünkü hepsini ibda' eden hepsini tutan koruyan ve hepsinde dilediği gibi iycad ve ifna, imate ve ıhya, ı'zaz ve izlâl ile tesarruf etmek hakkı da onun ve her nede olursa olsun hamd ve şükür olunmak medh-ü ta'zîm edilmek hakkı da onundur. (.......) ve o her şey'e kadîrdir. - Binaenaleyh bu gün fakîr ve zelîl gibi görülenleri yarın kuvvetlendirip büyük büyük ızzetlere irdirmeğe, zengin ve kaviy zannedilenleri zelîl ve perişan etmeğe, mes'ul olmayız zannedenleri mes'ul etmeğe, uykudakileri uyandırmağa, ölüleri diriltmeğe, Resulüne va'd ettiklerini yerine getirmeğe, hasılı varları yok, yokları var etmeğe kadirdir. Kudretinin âsârından ba'zısının beyanı: 2Odur sizi yaratan, öyle iken içinizden kimi kâfir, kimi mü'min, bununla beraber Allah her ne yaparsanız görür. O, kudret sahibidir ki, sizi yaratmıştır. (.......) sonra da içinizden kimi kâfir - onu, onun kudretini ve kudretinin âyat-ü delâilini tanımaz. İnkâr eder, tekzib eder, nankörlük eder, hakıkati örter, kendi hılkatinde meknun olan şevahidi bile örter (.......) kimi de mü'min - ona ve kudretine ve gönderdiklerine ve indirdiklerine inanır, fıtratteki tecelliyyatı duyar. Şu halde kâfir de onun mahlûkudur, mü'min de onun mahlûkudur. İnsan hılkati halika îmanı iktiza etmekle beraber küfre de müsteıddir, îmana da müsteıddir. Mahlûkat içinde hepsinden farklı bir insan cinsi yaratmak, sonra da aynî cins içinde son derece mütebayin iki zıdd yaratmak şübhe yok ki, halikın her şey'e kadir olduğuna delâlet eden âsâri kudretinden bir mühim âyettir. Bu fıkranın «kâfiren ev mü'minen» gibi hal ve kayd veya «ba'zuküm kâfir ve ba'zuküm mü'min» gibi fasıl suretinde ifade edilmeyip de tafsıl veya tefrı' ile tertîbe delâlet eyliyen (.......) diye tâlî bir cümle olarak ta'kıyb ettirilmesi küfür ve îman dahi Allah’ın halk ve takdiri olmakla beraber insanların kesb-ü iradesiyle de alâkadar olarak tâlî ve terettübî bir surette yaradılmakta bulunduğuna işaretle bundan dolayı kâfirlere bir tehdîdi ifade eyler. Kâdî Beyzavî daha ziyade birinci noktaya işaretle şöyle demiş: kâfir küfrü takdir ve üzerine hâmili tevcih olunmuş, mü'min de îmanı takdir ve onun dâıysine muvaffak kılınmıştır. Ebüssüud da ikinci noktaya temass ederek şöyle tefsir etmiştir: «Sizi bütün kemalâtı ılmiyye ve ameliyyenin mebadîsini havi, bedi' bir hılkat ile halk etmiş bununla beraber ba'zınız hılkatının muktezası hilâfına küfrü ıhtiyar etmiş, onun kâsibi olmuş kâfir, ba'zınız da hılkatinin muktezası vechile îmanı ıhtiyar etmiş onun kâsibi olmuş mü'mindir. Halbuki üzerinize vacib olan hepinizin îmanı ihtiyar edip halk ve iycab ni'metine ve ona müteferri' sair ni'metlere şükreylemek idi. Siz de fıtratınız i'tibariyle buna müste'ıdd iken öyle yapmadınız da kiminiz kâfir, kiminiz mü'min olarak teşa'ub ettiniz». Maamafih bu teşa'ub ve teferruku Cebriyyenin dediği gibi abdi hiç kesbi olmıyarak mücerred Allah’ın hılkatine nisbet etmek nasıl doğru değilse Mu'tezilenin anladığı gibi Allah’ın halk-u takdiri olmaksızın sade kulların halkına nisbet etmek de doğru değildir. Âyet, beyan ettiğimiz vechile iki cihetin ikisine de işareti havîdir. Abd İbn-i Humeyd ve İbn-i münzir Ve İbn-i ebî hâtim ve İbn-i cerîr ve İbn-i merduye Ebû Zerr radıyallahü anhten tahric eylemişlerdir. Demişdir ki, Resulullah sallallâhü aleyhi vesellem buyurdu: meniy rahimde kırk gün meks edince ona nüfus meleki gelir, sonra o rabbe uruc ettirilir. Yarab, der: erkekmi dişimi? Allahü teâlâ ne kaza buyuracaksa buyurur, sonra şakıymi saıydmi? Der, neye mülâkı olacaksa yazılır. Ebû zerr bu hadîsi rivayet edip Sûre-i Tegabünün evvelinden beş âyet (.......) e kadar okumuştur. Bunun gibi daha diğer hâdisler de vardır. Bunlar insanın hılkati zımnında istıkbaldeki mukadderatının takdir edilmiş bulunduğunu gösterir. Fakat ma'lûm olduğu üzere bu mukadderatın böyle mintarafillah bilinip takdir olunması onun ba'zılarının abdin kesb-ü ıhtiyarina merbut olmasına mani' değildir. Abdin kesbi üzerine cereyan eden halk da (.......) mısdakınca yine Allah’ındır. Binaenaleyh îman da makdıyy, küfür de makdıydir. Ancak îman merzıy küfür gayri merzıydir. Bu suretle îman ve küfrün halkı insanın iradesiyle âlakadar olan tâlî ve müterettib bir halk olduğundan (.......) buyurulmuştur. Ve bunda hem Kazıynın işaret ettiği ma'na, hem de Ebüssüudun ıhtiyar eylediği ma'na mevcuddur. Birisi (.......) mazmununa, birisi de (.......) mazmununa nâzirdir. Küfür ve küfrandan tahzir, îman ve ihsana teşvikı ifade eden şu tezyil de kesib noktai nazarını müeyyiddir: (.......) Halbuki Allah her ne yapıyorsanız basîrdir. - Gerek küfür ve küfre müteferri' ameller olsun ve gerek îman ve îmana müteferri' ameller olsun her ne yapıyorsanız hepsini görüp duruyor. İyiliği de görüyor, kötülüğü de görüyor. Siz onu görmezseniz de o sizi ve bütün yaptıklarınızı görüyor. O halde ona karşı küfr-ü küfrandan utanmazmısınız! Utanmazsanız korkmazmısınız? Şübhe yok ki, insanlardan sadır olan ameller içinde insanın elinde olmıyan sırf ıztırarî fiıller de vardır. insan bunların da Dünyada lezzet ve elem gibi netaicini tehammülle mecbur olursa da mukaddimatı i'tibariyle olsun hiç kesb-ü ıhtiyar teallûk edemiyen ıztırarî fiıller sırf cebrî olduklarından dolayı uhrevî mes'uliyyet i'tibariyle böyle insana muzaf değildir (.......) Âyetlerinden de anlaşıldığı üzere insana aid olan amel, insanın sa'y-ü kesbiyle âlakadar olan amellerdir. Onun için burada da (.......) ile murad, gerek doğrudan doğru gerek mukaddimatı i'tibariyle insanın kesbi teallûk edebilen ameller olmak lâzım gelir ki, küfür ve îman da esbabı olan nazar ve tefekkür i'tibariyle bu kabîldendir. Gerçi Allahü teâlâ insanların mahall oldukları her ameli de görür. Fakat sırf vehbî veya cebrî olan fiıllerde mes'uliyyet ve mükellefiyyet bulunmadığından bu cümlenin ifade eylediği inzar ancak ef'ali ıhtiyariyyeye müteveccih olur. Bu suretle mes'uliyyetin ma'nası da abdin ıhtiyar ve iradesini Allahü teâlâ infaz buyurduğu takdirde hikmeti ilâhiyye de ona müterettib olarak halk olunacak iyi veya kötü bütün netâicin ilel'ebed abde muzaf olması ve o suretle abdin nezdi ilâhîde mücazat veya mükâfat görmesidir. O halde Allah yapdıklarımızı görürse ne olur? Dememelidir. Çünkü 3O ki, Gökleri ve Yeri hakk ile yarattı ve size suret verdi, suretlerinizi güzel de yaptı, nihayet gidiş de onadır Allahü teâlâ bütün Gökleri ve Yeri hakk ile halk etmiştir. - Bîyhude ve oyuncak olarak değil. Kendisinin vasfı olan hak mefhumunu tecelli ettiren ve eşya arasında terettüb ve intizam ifade edip hepsini hak gayesine doğru götüren sabit bir irade bir hikmeti bâliga ile yaratmıştır. Onun için halkın hakkı mahlûka, mahlûkun hakkı halika isnad olunmamak bir hakk olduğu gibi bir mahlûkun hakkını diğer bir mahlûka isnad etmemek de bir haktır. O halde bütün amelleri görüp duran Halik tealâ her birine bihakkın terettüb ettirerek halk edeceği netaici mahallinin gayriye isnad etmez, Küfr-ü küfrana edeceği mücazatı îmana, îman ve ihsana vereceği mükâfatı küfre ve küfrana etmez. O bütün Semavât ve Arzı hakk ile yaratmış (.......) ve size suret vermiş - bütün mahlûkat içinde ayrıca bir şekil ve suret ile tasvir edip insan biçimine koymuş (.......) sonra suretlerinizi güzel de yapmıştır. - Ahseni takvim olan en güzel biçime mazher etmiştir. Sûre-i Haşrde (.......) esmai hüsnâsında geçtiği vechile suret, mahsüs olan cismanî şekil ve biçime ıtlak olunduğu gibi ma'kul olan ma'nevî hudud ve teayyünata da ıtlak olunur. İnsanlarda gerek beden ve kametin tenasübü ve gerek eşyayı yekdiğerinden fark ve temyiz ettiren suretlerine şüur ile hak mefhumunu idrâk eyliyen ruhanî teşekkülâtı noktai nazarından en güzel surette yaradılmışlardır. Bu suretle kâinâtın hakk ile yaradılmış olan evsafını, hasaisını kendinde hulâsa ederek hakkı bâtıldan, güzeli çirkinden, hayrı şerden, tatlıyı acıdan temyiz ve mümkin ve mukadder olduğu kadar tesarruf edip dilediğini Hâlıktan istiyebilir. Bu vechile ömrünün hasılına göre kendini ya daha ziyade güzelleştirir, ılliyyine yükselir. Yâhud da çirkinleştirir, esfeli safilîne yuvarlanır. Demişlerdir ki, insan âlemi ulvî ile âlemi süflî beynini câmi'dir. Bu da mücerredat âleminden emri rabbanî olan ruhu ile maddiyyat âleminden olan bedeni hasebiyledir. Şu beyti Hazret-i Aliye nisbet ederler: Sanırsınki sen bir küçük cirimsin O âlemi ekberse sende dürülü. Sûre-i Câsiyede geçen (.......) âyetinde de bu mazmuna işaret vardır: Yine bu ma'nadan dolayı Ebül'fethi Büstî şöyle demiştir: Nefsine dikkat edip kesbi fazail eyle Çünkü cisminle değil ruh ile insansın sen. Hasılı Allahü teâlâ (.......) buyurduğu üzere insanı en güzel surette yaratmıştır. O halde bunun hakkı, lâyıkı ve vecîbesi de insanların çirkin hallerden sakınıp (.......) buyurulduğu üzere en güzel amellerle müsabaka ederek hüsni ezelîye tekarrub etmeğe çalışmasıdır. Çünkü (.......) nihayet masıyr de onadır. MASIYR, Sayruret etmek, rücu' etmek, dönüp gitmek ma'nasına masdarı mimî, bir de dönüp varılacak yer, merci' ma'nasına isimi mekân olur. Burada evvelkisi ve (.......) de ikincisi muvafıktır. Ya'ni ilk hılkat, geliş Allahdan olduğu gibi nihayet gidiş de onadır. O Gökleri ve Yeri hakk ile yaratıp size o güzel suretleri veren ve hiç bir leke kabul etmeyip bütün güzellikler kendinin, bütün mülk onun, hamd onun ve her şey'e kadir münezzeh sübhan olan Allah’ın huzuruna varılacak, onun hiç bir haksızlığa yer vermiyen huzurı ehadiyyetinde toplanılıp haklı haksız, iyi ve kötü ayırd edilerek neş'eti uhrada iyiye iyi, kötüye kötü ceza verilecektir. 4O Göklerde ve Yerde ne varsa bilir ve sizler her ne sirr tutar ve her ne açıklarsanız hepsini bilir ve Allah bütün sînelerin künhünü bilir o bütün Göklerde ve yerde ne varsa bilir. (.......) ve siz her ne gizliyor ve her ne açıklıyorsanız hepsini bilir (.......) öyle ya Allah bütün sînelerin künhünü bilir. - Onun için gerek kalblerinizin, ruhlarınızın derinliklerinde ve gerek bedenlerinizin içinde dışında ve gerek bulunduğunuz bütün muhîtlerde neler tutuyor, neler saklıyor, aranızda neler konuşuyor, neler yapıyor, âleme neler neşrediyor, âlemden neler alıp neler yutuyorsanız, iyi ve kötü, güzel ve çirkin, haklı ve haksız hepsini bilir, sizin bildiklerinizi de, bilmediklerinizi de kâffesini tamamiyle bilir. Ohalde insan olanlar ona îman edip onun yarattığı o güzel hılkatı, hakkıyle güzel kullanmalı, onun ni'metlerini yerinde sarf etmeli, hamd ü şükrünü eda etmeli de onun huzurı celâlına yüz aklığıyle gitmeli, küfr-ü küfran, fısk-u ısyan ile yüz karası içinde gidip de elîm azâba atılmamalıdır. Ey bugünkü kâfirler! 5Bundan evvel küfr edenlerin haberi gelmedi mi size? Ki, yaptıklarının vebalini tattılar, daha da onlara elîm bir azâb var. Bundan evvel küfr edip de yaptıklarının vebalini tatmış olanların mühim haberleri size gelmedimi? - Nuh kavmı, âd ve Semûd, ve kavmi Lut ve Fir'avn gibi küfürde ısrar edenlerin küfürlerinin, tuğyanlarının vebali olan o ağır, acı felâketleri bu Dünyada nasıl tattıklarını, nasıl battıklarını, işitmedinizmi? Gerek kütübi sâlifede ve gerek Kur’ân’da bunlar size haber verilmedimi? Halbuki onlar yalnız bu Dünyada tattıkları o acılarla kalmadılar (.......) onlar için daha çok acıklı dayanılmaz bir azâb da var - ki, o da Ahırettedir. Bunlar size haber verilmiş iken sizler niçin ıbret almayıp küfürde ısrar ediyorsunuz? 6Çünkü onlara Peygamberleri beyyinelerle geliyordu da onlar bizi bir beşer mi yola getirecek? Deyip küfr etmişler ve aksine gitmişlerdi, Allah da müstağni olduğunu gösterdi, öyle ya Allah ganîdir hamîddir. İşte o - haber verilen dünyada tattıkları vebal, Âhırette tatacakları elîm azâb (.......) şu sebebledir ki, (.......) onlara Peygamberleri beyyinelerle, açık deliller, mu'cizelerle geliyorlardı da (.......) bize bir beşer mi yol gösterecek dediler (.......) bu suretle küfrettiler - hakkı tanımadılar, o Peygamberlere ve beyyinelere inanmadılar (.......) ve aksine gittiler (.......) Allah da istiğnasını gösterdi - onların ne îman ve tâatlerine, ne de kendilerine aslâ ihtiyacı bulunmadığını anlattı, bütün onları helâk edip arkalarını kesti, şübhe yok ki, yaratan Allah ganiy olmasaydı öyle yapmazdı (.......) evet, Allah ganîydir - sade onlardan değil, bütün âlemînden ganiydir. Dilerse hepsini mahveder, yenisini yapar (.......) hamîddir. - Zatında her güzelliği her yüksekliği cami', her türlü hamd-ü ta'zîme müstahıktır. 7Küfredenler asla ba's olunmıyacaklarını zu'mettiler, de ki,, hayır rabbım hakkı için muhakkak ba's olunacaksınız, sonra da muhakkak yaptıklarınız size anlatılacaktır ve o Allah’a göre kolaydır. Küfr edenler şöyle zu'm ettiler - bilgiçlik taslıyarak Âhıreti inkâr edip şu bâtıl fikr-ü ı'tikada doğru diye saplandılar - ki, (.......) asla ba's olunmıyacaklarmış - öldükten sonra başka bir neş'etle diriltilmeleri, ayıltılıp da başka bir âleme sevkedilmeleri, evvel yaptıklarının başlarına vurulması, iyilik nasılmış, kötülük nasılmış, acımıymış, tatlımıymış anlatılarak ceza çektirilmesi kabil değilmiş, öldükten sonra her şey yok olur biter, iyilik de kötülük de doğruluk da, eğrilik de boşa gider, hakk-u hakikat denilen sabit bir şey yoktur, insan sade kokup çürüyüp gidecek olan tenden ibarettir sandılar ve o gidişin nereye bir gidiş olacağını düşünmediler de o yapdıkları haksızlıklara, ettikleri haltlara, o küfr-ü küfrana ondan dolayı düştüler. (.......) diki; hayır rabbim hakkı için (.......) sizler gerek kâfir, gerek mü'min bütün insanlar lâbüd ba's olunacaksınız (.......) nâs uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar» denildiği vechile hakkın huzurunda ayıltılıp uyandırılacaksınız (.......) sonra da yaptıklarınızla haber verileceksiniz - hısaba çekilip cezalandırılacaksınız - îman edip iyi amel yapanlar kârlı çıkıp bahtiyar olacak, küfr-ü küfrâna gidenler husrana düşüp belâlarını bulacaklar (.......) bu - ba's-ü ceza - sizlere zor gelse de (.......) Allah’a göre kolaydır - Çünkü o yaratan her şey'e kadirdir. 8Onun için siz Allah’a ve Resulüne indirdiğimiz nûra îman ediniz ve Allah her ne yaparsanız haberdardır. O halde o yanlış zuumlerden (.......) Allah’a ve Resulüne - bunları size tebliğ eden Peygamberi Muhammed aleyhisselâma (.......) ve indirmiş olduğumuz nûra - ya'ni şüurları, basîretleri tenvir eyliyecek Hakk nûru olan Kur’âna îman ediniz - inanıp mucebince amel eyleyiniz, gösterdiği yolda, anlattığı huy ve ahlakta çalışınız, emirlerini tutup nehiylerinden kaçınarak hak uğrunda güzel işler yapınız (.......) ki, Allah her ne yaparsanız habîrdir - küçük büyük, iyi ve kötü hepsini bilir, sırası gelince hepsini size haber verir. Ne günü bilir misiniz? 9Sizi o dernek gününe dereceği gün ki, o gün tegabün günü (kâr ve zarar günü) dür, her kim Allah’a îman eder de yaraşıklı iş yaparsa Allah onun kabahatlerini örter de onu altından ırmaklar akar Cennetlere kor, öyle ki, Ebediyyen onlarda kalmak üzere, işte büyük kurtuluş odur. Sizleri o dernek gününe derleyip toplıyacağı gün (.......) o - gün (.......) eğâbün günüdür. - Kimin aldatıp kimin aldandığı, kâr ve zararın belli olacağı gündür. TEĞABÜN, gebnden tefauldür. Gabn, alış verişte veya re'yde aldanmak veya aldatmak, ya'ni değerinden aşağı yâhud yukarı almak veya vermektir ki, farz az olursa gabni yesîr, çok olursa gabni fâhiş denilir. Tegabün de mütekabilen aldadışma yâhud aldatma veya aldanmanın zuhuru demektir. Ba'zan alış verişte olursa gaynın fethi bânın sükûniyle gabn, re'yde olursa ikisinin de fethiyle gaben diye ayırd edilir. Maamafih muameledeki de re'ye râci' olacağından ikisi de esasen bir yere çıkar. Aldatan ğâbin, aldanan mağbûn olur. Râgıb der ki, ğabn, aranızdaki muamele de sana arkadaşın bir nevi' ıhfa ile denksizlik etmektir. Malda olursa (.......) fülân aldattı» denilir. Reiyde olursa (.......) şöyle bir aldanış aldandı veya aldandım denilir ki, gaflet, gabin sayılır. Ve (.......) Kıyamet günüdür. Çünkü (.......) ve (.......) âyetlerinde işaret olunan mübayeada gabin bulunup bulunmadığı o gün zâhir olacak, bu alış verişlerde kâr ve zarar, hep o zaman anlaşılacaktır. Ba'zıları (.......) den suâl olundukta şöyle demiştir: o gün eşya onlara Dünyadaki mıkdarları hılâfına zuhur edecektir. Ba'zı müfessirîn de demiştir ki, gabnin aslı, şey'i gizlemektir. Şey'in gizlendiği mevzıa da fethile gaben denilir, a'zanın dirsek, kasık gibi büklüm yerlerine de istitarından dolayı megabin tesmiye olunur ve kadına tayyibetül'megâbin denilir (.......) Keşşaf da der ki, burada tegabün kavmın ticaretteki tegabününden, ya'ni biribirini aldatmasından müstear olup şakıy olanların seıyd oldukları takdirde işğal edecekleri mevkı'lere seıydlerin konması ve bil'akis seıyd olanların şakıy oldukları takdirde işgal edecekleri mevkı'lere de şakîlerin konması ma'nâsınadır. Resulullahın hadîsinde de «Cennete giren her kula şayed fenalık yapmış olsa idi Cehennemde bulunacağı mevkı' behemehal gösterilir ki, şükrü artsın, Cehenneme giren her kula da şayed iyilik yapsa idi Cennette bulunacağı makam behemhal gösterilir ki, hasreti artsın» diye vârid olmuştur. (Sûre-i A'rafta (.......) bak). Gerçi insanların o günden başkasında da tegabünü olmaz değildir. Lâkin ne kadar büyük olursa olsun Dünya umurunda aldanma ve aldatma hakıkî tegabün olmayıp asıl hakıkî tegabün o Kıyamet günü olduğuna tenbih için ona (.......) ta'bir buyurulmuştur (.......) Ticarette tegabün, tefaul babının meşhur ma'nâsına nazaran ekseriya alış veriş yaparken karşılıklı aldayış, biribirini aldatmağa çalışmak ma'nâsına «isneyn beyninde» müşareket için olursa da tevazu' ve tekaud kelimelerinde olduğu gibi vahid içinde olur. Burada Mücahid ve Katadeden «Ehli Cennetin ehli Cehennemi aldattığı gün» diye tefsir olunduğu da nakledilmiştir. Biz buna hakıkî aldatma ve aldanmanın tehakkuk ettiği kâr ve zarar günü demekle her iki ihtimali de ifade etmiş olacağımız kanaatinde bulunuyoruz. Dünya mahabbetine dalmış olan bedbahtların en büyük emelleri, ticaret sevdasiyle şunu bunu aldatmak olduğu cihetle burada onlara tehekküm için tegabün ta'bir buyurulmuştur. Murad, en büyük kâr ve zararın tehakkukunu ifade ile o günün azametini anlatmaktır. Kimlerin kâr, kimlerin zarar edeceğine gelince: (.......) her kim Allah’a îman edip o güne yarar iyi bir amel işlerse - işte o kâr edecektir. Çünkü (.......) Allah ondan onun kabahatlerini keffaretleyip örtecek (.......) ve onu altından ırmaklar akar Cennetlere koyacaktır. (.......) Öyle ki, içlerinde ebediyyen kalacaklardır (.......) işte fevzi âzîm, büyük kurtuluş, büyük zafer odur. - Çünkü her tehlikeden kurtulup en büyük murad, en büyük zevk olan rıdvanı ekbere irmek oradadır. 10Küfredip âyetlerimizi tekzib eyliyenler ise, onlar eshabı nardırlar, orada muhalled kalacaklardır, o ise ne fena varılacak yerdir küfredip bizim âyetlerimize yalan diyenler ise (.......) işte onlar - aldanıp zarar edenlerdir. Çünkü onlar (.......) eshabi nardırlar. - Cehennem ateşinde kalmağa mahkûmdurlar. (.......)öyle ki, orada muhalled kalacaklardır. (.......) Ki, o da ne fena masîr, ne kötü varılacak yer, ne çirkin yataktır. - Onun için insan olanlar bundan sakınıp o fevzi azîme kavuşmak için îman ile ameli salihe çalışmalıdır. Öyle îman ve salâh ile çalışmak, ve hangi amelin daha salih, o gün için daha kârlı olduğunu bilmek kolay mı? Ve öyle çalışan mü'minlere dahi Dünyada bir takım musîbetler olmuyor mu? Denilecek olursa: 11Allah’ın izni olmayınca hiç bir musîbet isabet etmez, her kim de Allah’a îman ederse o onun kalbine hidayet verir, ve Allah her şey'i bilir. Bir musîbet isabet etmez ki, (.......) Allah’ın izniyle olmasın - ya'ni gerek kâfir, gerek mü'min her kim, her hangi bir ferd veya cemaat olursa olsun başına, gerek cana, gerek mala, gerek saireye müteallık her hangi musîbet, maddî veya ma'nevî kavlî veya fi'lî hoşa gitmiyecek acı bir hâdise çarparsa o her halde Allah’ın izniyledir. Allah’ın izni olmayınca hiç kimsenin istemesiyle, çalışmasiyle kimseye bir musîbet iremez. Allah’ın izni olmayınca bir yaprak bile yerinden oynamaz, Sûre-i Hadîdde (.......) âyetlerinde geçtiği üzere ba'zı musîbetlerin, meb'dei insanın veya kavmın kendi nefsi olduğu muhakkak ise de böyle olan musîbetler dahi yine Allah’ın takdir ve iradesiyle izni tealluk etmedikçe vukua gelmez. Onun için (.......) buyurulmuştu. Bu böyle ancak Allah’ın izniyle olduğu gibi (.......) her kim de Allah’a îman ederse Allah onun kalbine hidayet verir - tevfık verir, doğruyu düşündürür, gelen musîbetin ancak Allah’ın izniyle olabileceğini ve kendisi Allah’ın olup yine Allah’a döneceğini hatırlatarak (.......) tesellîsiyle gönlüne tesliyet (.......) irşadiyle sabır, metanet (.......) müjdesiyle inşirah verir (.......) ve Allah her şey'e alîmdir. - Binaenaleyh ona izin vermekte hikmeti ne olduğunu, ona ne gibi hayırlar, maslahatlar terettüb ettireceğini ve bu yüzden mü'min kulunu ne gibi sevablara irdireceğini ve böyle îman eden bir kulun ne suretle hareket etmesi iktiza edeceğini bilir ve kalbine o suretle hidayet vererek muvaffak da kılar, o halde salih amellerin ne olduğunu bilmek için de Allah’a ve Resulüne ve o nûra îman edin – 12Îman edin de Allah’a itaat eyleyin ve Resulüne itaat eyleyin eğer aksine giderseniz Resulünüze aid olan sade açık bir tebliğden ibarettir. Bu emir yukarıda mezkûr (.......) cümlesine yâhud (.......) kavlinin fahvası olmak üzere mukadder (.......) üzerine ma'tuftur. 13Allahdan başka İlâh yoktur, onun için mü'minler hep Allah’a dayansınlar. 14Ey o bütün îman edenler! Haberiniz olsun ki, çiftleriniz ve evlâdlarınızdan size düşman vardır, onun için onların mahzurlarından sakının, bununla beraber afveder, kusurlarına bakmaz, örterseniz şübhe yok ki, Allah gafurdur rahîmdir Cem'ıyyette dahilî salahın en mühim mebde'lerinden biri de aile salâhı olmak ve aile umuru ehemmiyyetli bir gaile bulunmak hasebiyle burada mü'minlere salih amelleri beyan sırasında aile gailesine tealluk eden bazı ta'limatı havi bir hıtab ile Sûreye hıtam verilecektir ki, bu hatabe hem evvelki iki Sûrenin âhirindeki (.......) hıtabeleriyle mütenazır, hem de bundan sonraki iki Sûreye bir temhîddir. Tirmizî ve Hâkim ve İbn-i Cerîr ve daha ba'zıları İbn-i Abbastan şöyle rivayet etmişlerdirki: bu âyet (.......) ehli Mekkeden bir takımları hakkında Nâzil olmuştu ki, Müsliman olmuşlar ve -Medîneye- Peygamber sallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerine gitmek istemişlerdi. Zevceleri ve evladları da onları bırakmak istememişlerdi, sonra kalkıp Resulullaha geldiklerinde nasın dinde fıkıh ve intibah kesbetmiş olduklarını görünce zevcelerine ve evladlarına ukubet etmeği kurdular, bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyeti indirdi. Diğer bir rivayette: bir adam hicret etmek ister, karısı ve çocuğu mani' olurdu, o da «Eğer Allahü teâlâ sizinle beni Darülhicrede cem'ederse vallahi şöyle şöyle, yapacağım diye yemin ederdi, bu âyet nâzil oldu. Atâ İbn-i ebî rebahdan rivayet olunduğuna göre de avf İbn-i maliki eşceî Peygamberin maiyyetinde gazâya gitmek istemişti, ehl-ü evlâdı toplanıp alıkoymaya uğraşdılar ve biz senin ayrılığına dayanamayız diye sızlandılar, o da rikkate gelib gazâya gitmemiş, sonra da nedamet etmişti, bu âyet nâzil oldu, demek ki, sebebi nüzûl müteaddiddir. Bunların cem'inde münafat yoktur. Âyetin sıyak ve mazmunu bunlara ve emsaline mutabık olduğu gibi daha çok şumulludur. EZVAC, zevcin cem'idirki erkeğe de dişiye de ıtlak olunur. Burada hıtab zâhiren zükûre olduğuna nazaren ezvacdan murad ba onların çiftleri olan zevceler demek olur. Ancak (.......) gibi hıtabı zükûr, tagliben kadınlara da şamil olmak kaidesine nazaran ezvac da mütekabilen zevc ve zevceye mütehammildir. Evvelki surette ise bu ma'na işareten veya delâleten anlaşılır. Buyurluyorki: ezvacınızdan, ya'ni çiftlerinizden ve evlâdınızdan (.......) size bir düşman vardır. - Zevce ve evlâd mecmuu olan ailelerinizin hepsi değil ise de içlerinden ba'zısı; ba'zı kadın, ba'zı evlâd veya ba'zı kadınla ba'zı evlâddan mürekkeb bir takımı, size bilerek veya bilmeyerek bir nevi' düşmandır. Alemde kocalarına adavet eden, canına bile kıymağa kadar giden, yemeğine zehirler katan aklını ifsad eden, malına, ırzına, namusuna hıyanet eyliyen, dinini diyanetini selbeden, Cehenneme sürükleyen nice kadınlar ve öyle evlâdlar buluna gelmiştir. Bunu bile bile kasden yapanlar olduğu gibi bir takımları ve belki bir çokları da bilmiyerek ve kötü bir maksad beslemiyerek kocalarını veya babalarını zararlara mihnetlere, kederlere, gailelere düşürür ve böylelikle bir takım hayır işlerine, ıbadetlerine mani' olur. Evlâd hakkında bu ikinci cihet, ikinci âyette fitne ta'biriyle ifade edilmiş olmasına nazaran burada daha ziyade kasdî olan adavet mütebadir görünür ise de orada zikredilmemiş olan ezvaca burada da o ma'nâ mülâhaza olunarak mutlak olan adavetin ıtlâkı üzere kasdî ve gayri kasdîye muhtemil olması iki âyet arasında bir ıhtıbâk san'ati ifade edeceği cihetle daha beliğdir. Ailede böyle kasdî veya gayri kasdî adavet, zevce ve evlâd tarafından olabildiği gibi mütekabilen zevc tarfından da olabilir. Zevcelerine hıyanet eden nice erkekler de vardır. Ancak hıtabın zâhiri erkeklere olmak ı'tibarile o cihet tasrih olunmayıp zımnî olarak işaret veya delâlete bırakılmıştır. Bunun da sebebi şudur: (.......) mucebince infak ve idare ve terbiyesini deruhde etmiş reisi olmaları hasebiyle hıtab evvel emirde onlara tevcih edilmiş hem de bilhassa îman sıfatiyle nida olunmuş olduğu cihetle âkıl, bâliğ, mükellef bir mü'min olarak hıtab edilmiş bir âile reisinin âilesine adaveti ve ahlâksızlığı, erkeğin, akıl ve îman hasletleriyle mütenasib olmıyacağı ve onlara ancak o gibi hususatta müteyekkız olarak öyle mahzurlardan hazeretmek ve afv-ü safh-u semahat gibi ahlâkı fadıle ile onları idare eylemek yaraşacağı vuzuh ile anlatılmak için bu cihet tasrih olunup mukabili terk veya ızmar edilmiştir. Ya'ni hakikî bir mü'mini kâmil için öyle bir ahlâksızlık tasavvur bile olunmamak gerektir. Ve o halde mü'minlerin zevcelerine ve evlâdlarına yaraşan da onlara düşman değil, cidden yar-u şefîk olmak, o îman şı'ar ü terbiyesini kesbeylemektir. Halen ve kalen nümune olarak bunu telkin ve idare etmek vazife ve mes'uliyyeti ise evvel emirde erkeklere müteveccih ve kadınlar akıldan ziyade hissiyata tabi' bulunmakla nida ve hıtab erkeklere tevcih olunmuştur. Binaenaleyh meâlin hasılı şu olur: ey o bütün îman eden ve aile üzerinde kavvam olması ıktızâ eyleyen erkekler, sizlerin erkekliğiniz, aklınız, iymanınız ve mucebince salâh fikriniz size muzaf olan âilenize düşmanlık etmeğe müsaade etmemek iycab ederse de zevceleriniz ve evlâdınız içinden akıl veya dinde noksanlıkları hasebiyle sizlere düşman olan, başınıza gaile çıkarmak istiyen ba'zıları da bulunabileceği muhakkaktır. (.......) o halde o düşmanlardan hazer ediniz - onlara dikkat edip mahzurlarından sakınınız - şerlerinden, gailelerinden emin olup da kendinizi onlara kaptırmayınız. Bundan dolayı zevceyi intihab ederken dış güzelliğine, malına, şununa bununa kapılıvermeyip her şeyden evvel dinini, ebedini, ıffetini, ahlâkını aramalı. Netekim bir hadîsi nebevîde de (.......) çöplükte biten yeşillikten sakınınız» buyurulmuştur. Sonrada aile hukukuna riayet ve onların dinî terbiyelerine dikkat ve onlar yüzünden gelmesi melhuz olan dünyevî ve uhrevî zararlardan sakınmalı, gelişi güzel bırakıvermeyip teyekkuz ve intibah üzere bulunmalı, sevgi ve alâka sevdasiyle şımartmamalıdır. Bununla beraber sakınacağız diye tazyık edip de sıkmamalı, her kusurlarına aldırmamalıdır (.......) ve eğer afvederseniz - yani afvetmek hakkınız olup sizin tarafınızdan afvı kabil bulunan suçlarını afvederseniz ki, bunlar size karşı vakı olup gayrın hakkı teallûk etmiyen dünya umuruna müteallık veya dine dair olup da tevbe ettikleri suçlardır. Afveder (.......) ve safh ile muamele eder, yüzlerine vurmaz, başlarına kakmaz (.......) ve ayıblarını eksikliklerini örter. Semahat gösterirseniz (.......) şübhe yok ki, Allah da gafur rahîmdir. - O da sizin günahlarınızı rahmetiyle mağfiret buyurur. 15Her halde mallarınız ve evlâdlarınız bir fitnedir, Allah ise büyük ecir, onun yanındadır. Her halde mallarınız ve evlâdlarınız bir fitnedir - sizi meftun edip bir takım zahmetlere ve günahlara sokmağa sebeb olan ve bir takım hayırlardan, tâatlardan alıkoyan bir ibtilâ ve mihnettir. (.......) halbuki Allah, büyük ecir onun yanındadır. - Binaenaleyh Allah mahabbetini, Allah’ın zikr-ü tâatını mal ve evlâd mahabbetine dahi tercih etmeli, mal ve evlâd kaygılariyle uğraşırken Allah için ibadet ve tââtı haleldar etmemelidir. 16Onun için gücünüz yettiği kadar Allah’a korunun, dinleyin, itaat edin, infak edin, kendileriniz için hayır yapın, her kim de nefsinin hırsından korunursa işte onlar felâh bulanlardır. Onun için gücünüz yettiği kadar Allah’a korunun - fitneden, Allah’ın rızasına muhalif şeylerden sakınıp Allah’ın vikayesine sığınarak takva yolunu tutun. Bu emirde (.......) emrine nazaran çok tahfif vardır. Yani Allah’a lâyık olan tam hakkiyle takva yapamazsanız bile gücünüz yettiği kadar müttekî olun korunun, zikrullahdan gaflet etmeyin (.......) ve dinleyin - ve Allah’ın emirlerini, nehiylerini, va'z-u nasıhatı dinleyin (.......) ve itaat edin - dinlediklerinizi tutup kendi gönlünüzle tatbık ve icra edin (.......) ve infak yapın - tekâsür ve tefahur için mal toplamak ve kenz yapmak hırsına kapılmayıp gerek kesb ile kazandıklarınızdan ve gerek arzdan çıkan hasılâttan Allah’ın sizlere merzuk kıldığı şeylerden zevcelerin ve evlâdın nefakalarını verdikden başka yukarıki Sûrelerde, ezcümle Sûre-i Bakare ve Sûre-i Beraede emr-ü tergib olunan cihetlere: Valideyn ve en yakın akriba, yetimler, miskinler ve İbn-i Sebîl için nefakalar ve cemaati müslimînin ve fukaraı ibadullahın mesalih ve menafiı, dini hakkın neşr-ü müdafaası ile Allah yolunda cihad, birr ü takvada teavün için gücünüz yetebildiği kadar vergi, iâne zekât, sadakat verin (.......) nefisleriniz için hayır yapın - Allah’ın vikayesinde korunmanız için kendi nefisleriniz hakkında en hayırlı, en nafi' olanı işleyin. Yani büyük ecir ancak Allah yanında olduğu ve dünya zevkı sönüp ancak Allah yanındakiler kalacağı cihetle Allah rızası için infak, netice itibariyle sizin nefisleriniz hakkında emval ve evlâddan daha hayırlıdır, bundan dolayı emval ve evlâd derd-ü hırsıyla Allah’ı ve kendilerinizi unutup da hayr için infaktan geri kalmayın, Allah için hayırlar yapın ve onun için çalışın, emval ve evlâda da o maksadı gözeterek bakın (.......) ve her kim nefsinin şuhhundan; hırs-u buhlünden vikaye olunup korunursa - ki, bu ancak Allah’ın vikayesine sığınmakla olabilir. (.......) işte onlar felâh bulanlardır. - Onun için gücünüz yettiği kadar Allah’a korunun da harîs ve bahîl olmamağa çalışın. Nefislerinizin hırsına zebun olup da ihtikâr ve hasislik ile kendinizi ve evlâd ve ıyalinizi ve cemaatinizi felâketlere sürüklemeyin, sahî ve civanmerd olmağa çalışarak Allah için hayır işlerde müsabaka edin (Sûre-i Haşrde geçen (.......) bak). 17Eğer Allah’a bir karz-ı hasen arz ederseniz onu sizin için katlayıverir ve sizi de mağfiret buyurur, Allah şekûrdur halîmdir Eğer Allah’a karz-ı hasen suretiyle ıkraz ederseniz - (Sûre-i Hadîdde ve Sûre-i Bakarede (.......) bak). Bu âyet de infaka tergib içindir. Ba'zıları bundan murad, farz olan zekâttır. Demişler, ba'zıları mendub olan infakatdır demişler, Ba'zıları da küllîsinden eamm olduğunu söylemişlerdir ki, makamı tergibe en muvafık olan da budur. Ya'ni Allahdan güzel esir istemekden başka bir garaz beslemiyerek hulûsi niyyetle verilen ödünçler gibi (.......) buyurulduğu vechile Allah yolunda çalışan ve çalışacak olanların havâic ve levaziminden ve bu kabîlden ıktıza eyliyen sair vücuhi birr ü hayre Allah rızası için mal veya emek sarf ederek infak ve teberruatta bulunursanız, bu suretle sarfedilen şeyler sandıklarda para saklamaktan, Dünya garazları için sarfiyyat veya ıkrazat yapmakdan, murabahacılık, rıbacılık şöyle dursun meşru' ticaretlerden dahi daha kârlıdır. Çünkü (.......) Allah onu size kat kat ecriyle öder. - On katdan yedi yüze kadar ve hattâ daha ziyade katlar. Memleketde bu yüzden hasıl olacak güzel sa'y-u amellerle serveti umumiyye tezayüd ettikten agniya ve fukara arasında mahabbet teessüs eyledikten başka Âhıretde de kat kat sevab verir. (.......) hem de günahlarınıza mağfiret eder. (.......) ve Allah şekûrdür. - Şükür, iyiliği iyilikle karşılamak demek olub, Allahü teâlâ da rızası için yapılan azacık bir iyiliğe bile büyük büyük ecirler verir onu büyültür. Ni'met esasen kendisinin olduğu halde onun şükrünü bilip de Allah için Allah’ın sarfını emrettiği yerlere sarf edenlerin hem daha güzel, daha ziyadesi ile ecrini çoğaltır, hem kadirlerini yükseltir. Hem de (.......) halîmdir. - Günahkârları derhal ukubeti ile müâhaze buyuru vermez imhal eder. Gerçi hisab görmek istediği zaman seriülhisabdır. Bir lemhada bütün hisabları görüp bitiriverir, Fakat her günahın akıbinde hisabını görüvermez, bir çoklarını imhal eyler, bu da kendisine bir şey gizli kaldığı için değil, büyüklüğündendir. Çünkü o 18Gaybe de şehadete de âlim, azîz, hakîmdir Gaybin de âlimidir şehadetin de - gizli yapılanları da bilir, açık yapılanları da bilir, vücude gelenleri de bilir, gelmiyenleri de bilir (.......) o öyle azîz, öyle hakîmdir - şekür-u halim olmakla beraber azîzdir. Isyana karşı kahr-u ıkabı şedîddir. Dilerse hiçbirini imhal etmez, ızzetiyle hepsinin hisabını görüverir, hatır u hayale gelmez şeyler yapar, bununla beraber hakîmdir. Yapdıklarının evvelini âhirini birbirine rabt edip üzerine hikmetler terettüb ettirerek bihakkın muntazam yapar. Her sun'unda hikmet, her emrinde hikmet vardır. Onun içindirki Dünyanın Âhıreti vardır. Bütün bu emirler de onun hak hikmetiyledir. Bunlarla amel edenler Teğabün günü aldanmazlar. Bu Tegabün sûresinin âhirindeki hıtabede aile ahvaline müteallık olmak üzere (.......) buyurularak adavet mahzurundan sakınılması emrolunmuş bulunduğu ve halbuki evlâd alâkası hılkî ve binaenaleyh fesh-ü izalesi gayri kabil bir alâkaı nesebiyye olarak sâbit olup zevciyyet ise akdi nikâh sebebi ile muteber ve binaenaleyh fesh-ü ref'i kabil bir âlakai sebebiyye olmak hasebiyle zevc ve zevce beyninde bundan matlûb olan mahabbet ve muaşeret nefret ve adavete munkalib olunca bunun mahzurundan kurtulmak ba'zı ahvalde tedricen veya kat'iyyen boşama çaresine muracaatı iktiza edeceği cihetle izzet ve hikmeti ilâhiyye talâkı teşri' buyurmuş ve bu münasebetle bu Sûreyi de Sûre-i Talâk ta'kıyb eylemiştir. |
﴾ 0 ﴿